Âşık Remzâni |
Erenler ereni, Evliyalar evliyası...
HÜNKÂR HACI BEKTAŞ-I VELİ
Hazırlayan: Hasan OYTUN
Hararet nârda’dır, sac’da değildir, Kerâmet
baştadır, tâc’da değildir. Her
ne arar isen, kendinde ara, Kudüs’te,
Mekke’de, Hâc’da değildir. Sakın,
bir kimsenin gönlünü yıkma, Gerçek
erenlerin sözünden çıkma. Eğer
insan isen ölmezsin, korkma, Âşığı
kurt yemez, uc’da değildir. Gönül
kâbesine girmesin hülya, Nefsine
hakim ol düşme bed hûya. Kirleri
arıtan baksana suya, Hep
yüzü yerlerde, buc’da değildir.
Büyük Türk düşünürü Hacı Bektaş Veli, XIII. yüzyılda yaşamış
bir uludur. Yaşamı hakkında geniş ve ayrıntılı bilgi
bulunmamaktadır. Doğum ve ölüm tarihlerinde belirsizlik vardır. Kaynakların
çoğunda ünlü düşünürün miladi 1209 yılında Horasan’ın Nişabur kentinde dünyaya geldiği,
babası Seyyit İbrahim Sani, annesi Hatem Hatun, asıl adının da Mehmet olduğu
belirtilmektedir. Bugün Nevşehir’e bağlı Hacıbektaş ilçesinde (Sulucakarahöyük)
M. 1271 yılında hakka yürümüştür. Türbesi ve etrafındaki tamamlayıcı hizmet
binalarıyla birlikte kulliyesi müze haline getirilmiştir. Hünkar’ın adına,
anısına düzenlenen Hacı Bektaş Veli Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı
olarak 16 Ağustos l964 tarihinde, Hacıbektaş ilçesinde hizmete açılmıştır.
Hacı Bektaş Velî; Hz.Muhammed, Hz.Ali’nin soyundan ve yedinci İmâm Mûsâ Kâzım’ın
neslindendir ve kendileri “Seyyid”dir.
Soy Seceresi Şöyledir
Hz. Muhammed Hz. Ali ve Fatıma İmam Hüseyin İmam Zeynel Abidin İmam Muhammed Bakır İmam Cafer Sadık İmam Musa Kazım Seyit İbrahim El
Mücab Seyit Musa Sani Seyit İbrahim Sani Hünkar Hacı Bektaş
Veli ( Makalat, Hacı Bektaş
Veli
Hacı Bektaş Velî hakkında bilgi veren eski kaynaklardan biri olan Velâyetnâme’de,
Hazret-i Pîr’in soy seceresi hakkında geniş bilgi verilmektedir.
Çocukluğu ve gençliği Horasan’da geçen, akılcılığa ve bilime inanan Hacı Bektaş Veli
örnek ve dürüst bir kişiliğe sahiptir. İlk eğitim ve öğreniminde Türkistan Piri
Hoca Ahmet Yesevi kültür ocağında, öğretmeni Lokman Perende’den temel dersler
almış, ayrıca burada felsefe, matematik, edebiyat, sosyal bilimler ve fen
bilimlerini öğrenmiştir. Lokman Perende, bâtın ve zâhir ilimlerine sâhip
mübarek bir zâttır. Lokman Perende’nin himayesinde ve Yesevilik’ten feyiz
alarak yetişen Hacı Bektaş Velî, parlak zekâsı ve düzenli eğitimi sayesinde, dîni bilgiler ve bâtın ilmine vâkıf olmuştur. Çok sayıda bilim adamının
yetiştiği Horasan’da engin bir bilgi birikimine, geniş bir dünya görüşüne sahip
olmuştur. Küçük yaşlardan başlayarak kendini etrafına kabul ettirerek Horasan
erenleri arasında ululuğu öne çıkmıştır.
Horasan'da Hoca Ahmet Yesevi ocağından kendisine verilmek için özel olarak bekletilen emanetleri (bu emanetler taç, hırka, çerağ (kandil), sofra, alem (sancak) ve seccade idi. Emanetler, Tanrı tarafından Peygamber’e verilmiş, ondan da Ali Murtaza’ya ve Ali’den sonra da bunları Ahmet Yesevî’ye vasiyet üzerine bırakan 8. İmam Ali Er-Rıza’ya kadar tüm İmam’lara devredilmişti. Ahmet Yesevî de bunları Hacı Bektaş Veli’ye devredecektir.) teslim alarak, kendisini geliştirmiş olduğu inanç sisteminde, öz be öz Türkçe’yi kullanmış, aşk ve bilgi mahiyetini arz diliyle yorumlayarak pek çok gönül er’i yetiştirmiştir.
Yetiştirdiği talebeler ve "Ahilik" içinde yaydığı birlik ile Moğol istilası
etkisindeki Osmanlı Devleti'nin kısa sürede birlik ve beraberlik içinde
büyümesini sağladı.
Hacı Bektaşi Veli, Türkistan'dan gelen, Türk gelenek ve göreneklerinden korunabilenleri tespit
etmiş ve bunları bugünki ismi Hacı Bektaş olan Sulucakarahöyük'te kurmuş olduğu Bektaşi tekkesinde türk kültürü ile birleştirmiştir. Hoşgörü ilmi ve düşünceleri ile kısa zamanda
Hıristiyanlığın merkezi Kapadokya'da geniş halk kitlelerine ulaşmayı
başarmıştır.
Kurduğu Bektaşilik, daha sonraki yıllarda halifeleri tarafından devam
ettirilmiş ve Yeniçeri Ocağı'nın düşünce temelini oluşturmuştur. Alevi-Bektaşiliğin, devşirmelerden olan Yeniçeriler arasında
yayılmasında, evrensel bir hale getirmesinde etkisi vardır.
Öğretinin odağında "insan" bulunur.
Bektaşilik Türk dünyasının felsefesine birçok katkıda bulunmuştur.
Hacı Bektaş Veli, Horasan Okulu'ndan aldığı "Dört Kapı" anlayışına, her
kapıya "onar makam" ekleyerek "Dört Kapı Kırk Makam"dan oluşan Bektaşiliğin alt yapısını kurar. Bektaşiliğin ilk erkannamesini yazan Kaygusuz Abdal, ilk tüzük yapıcı
olmuştur. Balım Sultan ise bu erkannameyi sonradan geliştirmiştir. Hacı Bektaş’tan sonra başa Abdal Musa geçmiştir.
Bektaşilik; Batınilik, Hurufilik, Ahilik, Kalenderilik, Haydarilik, Melamilik
gibi akımlardan etkilenmiş, hatta bazılarını kendi içinde harmanlayarak
şekillenmiştir.
Hacı Bektaş Veli, dağınık Alevi ve Alevilik türevi akımları ve toplulukları içine
almış, yeniden kalıba dökmüş, Aleviliği yeniden derneştirmiş ve Alevi-Bektaşiliğin yolunu çizmiştir. Çevresine bir takım görevliler almış, bunların bir bölümünü kimi
yerlere görevlendirerek göndermiş, oralarda "aydınlatma/irşat"
çalışmaları yaptırmış, Anadolu'daki diğer Alevi ocakları ile ilişki kurarak
kendine bağlamış ve onları yönlendirmiştir. Bu nedenlerle Hacı Bektaş,
Alevi-Bektaşi toplumunun gözünde "piri"dir, yolun kurucusudur.
Hünkâr Hacı Bektâş Velî âriflerin kutbu, erenlerin sırrı, velîlerin sultânı, akıl
sahiplerinin dayanağı, Allâh'ı bilme ve tanıma anlamındaki ma'rifet erbabının
övüncü, tarîkat pîrinin hidâyete ulaştırıcısı ve hakîkat
remizlerinin özünün sahibidir.
Hünkâr Hacı Bektâş Velî, dergâhında Hakk'ın tâlibi olan halîfe ve dervişlerine şerîat denizinde, tarîkat gemisine binerek, ilm-i ma'rifetle dalgıçlık yapmayı ve denizin derinliklerinden hakîkat incisini çıkartmayı öğretmiştir. Elindeki yeşil beniyle "el benim elim değil, Fâtıma anamızın eli" dercesine hamları pişirmiş, açları doyurmuş, yetimlerin başını okşamış bir "mürşid-velî"dir. Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan halka Anadolu topraklarında müslim, gayr-i müslim (Hıristiyan, Yahudi, Ermeni) herkese ve her nefese geniş himmeti ile gönlünü açmış bir hoşgörü kahramanıdır. Anadolu topraklarında yeşeren Osmanlı Çınarı'nın bir dalı Mevlâna Celâleddin Rûmî, bir dalı Ahî Evran Velî ise her bir dala gül yüzlü, şirin sözlü nutuk veren insan-ı kâmil Hacı Bektaş Velî'dir.
O,"ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır" anlayışıyla, Sulucakarahöyük'te kurduğu dergâhını Nûh'un gemisi misali cehâlet tufanından kaçan, edeb ile girip irfân ile çıkan hakîkat sevdalılarına açmıştır.
Hacı Bektaş Veli'nin, savaş yerine barışı; düşmanlık yerine dostluğu; kin yerine
sevgiyi ve hoşgörüyü benimseyen, hümanist bir anlayışa sahip olduğunu
görmekteyiz. Bir
çok medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Anadolu; 13.yüzyılda, Hacı Bektaş
Veli'nin "Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu", "Nefsine
ağır geleni kimseye uygulamayınız", "Eline, beline, diline sahip
ol", "Yetmişiki milleti bir gör" anlayışı ile yoğurulur.
"Yolumuz, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur" diyen
Hacı Bektaş Veli; öğretisinin temel ilkelerini oluşturan bu dizeleriyle,
günümüz insanının ulaşmaya çalıştığı hedefi, 13.yüzyılda ortaya koyduğu
görülmektedir. Hararet
nardadır, sac'da değildir, Keramet
baştadır, tac'da değildir, Her
ne arar isen, kendinde ara, Kudüs'te,
Mekke'de, Hac'da değildir. diyen
Hacı Bektaş Veli, her şeyi insanda arayan; Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü
Hakk’ta bulan anlayışıyla, barışı, sevgiyi ve bilimi kendisine rehber
kılmıştır. Hacı Bektaş Veli’ye duyulan ilgi, saygı ve sevgi, Alevi-Bektaşi
öğretisinin temelini oluşturan İnsan-Tanrı-Doğa sevgisine dayanan hümanist yaşam felsefesi ve
öğretisinden kaynaklanmaktadır. O'nun anlayışında dinin kaynağı tanrı korkusuna
değil, tanrı sevgisine dayanır. "Kadınları
okutunuz", "Okunacak en büyük kitap insandır" diyen Hacı Bektaş
Veli, inancı hurafelerden arındıran; akla, mantığa ve sevgi temeline
dayandıran; kadın ve erkek eşitliğini savunan halk kültürüne ve eğitimine önem veren; üretimde ve
paylaşımda sosyal adalet ilkesini benimseyen; "İnsanın alnı açık ve cesur
dolaşması için her şeyden önce adaletli olması gerektiğini" savunan bir düşünürdür. Hacı
Bektaş Veli Dergahı, Alevi-Bektaşi inancının bir merkezi olduğu gibi;
sosyoekonomik, kültürel dayanışmanın da bir merkezi olmuştur. Bir
kültür merkezi olan bu dergahta, halkı aydınlatacak ve halkın sorunlarıyla
ilgilenecek dervişler, mürşitler, dedeler, dede-babalar yetişmiştir. Ahi
kurumlarıyla (meslek loncalarıyla) birlikte, çeşitli meslek dallarında eğitim
verilmiştir. "Hiç
bir milleti ve insanı ayıplamayınız!" diyen Hacı Bektaş Veli; Anadolu’nun
sosyal, siyasal, ekonomik, etnik ve dinsel yapısını dikkate alarak, sevgi ve
hoşgörü kültürünün temellerini atmıştır. Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun zengin
kültür mozaiğini bozmadan; parçalamadan; farklılıklarıyla; sevgi ve hoşgörü
temelinde biraraya getirerek ve tasavvufla yoğurarak, Anadolu Alevi ve
Bektaşiliği'nin doğmasına öncülük etmiştir. Farklı dillerden, farklı
kökenlerden ve kültürlerden gelen insanları bir bilen; ceylanla arslanı dost
olarak kucaklayan bu anlayıştır. Bu anlayışın, Evrensel İnsan Hakları
Beyannamesinde ifade edilen düşüncelerin temeli olduğu; günümüz insanının, hala
bu anlayışa ulaşma çabası içinde olduğu yadsınamaz.
Hacı Bektaş Velî; Anadolu’nun birlik ve beraberliği
temin eden güçleri, kendi fikir şemsiyesi altında toplayarak; büyük bir hoşgörü,
insan sevgisi ve îman ile Türk tarihinin belki en kritik bir zamanında, büyük
aksiyonunu kârizmâtik yapısıyla gerçekleştirmiş, Anadolu Türklüğünün ayakta
kalmasını temin etmiştir. Hacı
Bektaş Velî’nin yaktığı îman, aksiyon ve inanç çerağı, tekkeleri yoluyla
Anadolu’ya ve hatta Balkan ülkelerinin içlerine, Avrupa’ya kadar ulaşmış, diğer milletlerin hayatında da tesirini göstererek,
günümüzde Amerika’ya kadar yayılmıştır.
Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişi, Anadolu Selçuklu Devleti’nin üzerinde kara
bulutların dolaştığı, siyasi, ekonomik ve kültürel düzeninin bozulmaya yüz
tuttuğu, taht kavgalarının başladığı, bölünmelerin ve parçalanmaların meydana
geldiği bir döneme rastlamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin çökmesi ve Anadolu
Türklerinin dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalması, Orta Asya’da bulunan
Türk Uluslarını büyük bir kedere boğmuştur. Anadolu’da cereyan eden bu var olma
savaşına bir çözüm yolu bulmak gerekliliği ortaya çıkmıştır. İşte Hacı Bektaş
Veli bu amaçla Anadolu’ya gönderilmiştir. Evliya Çelebi’ye göre Hacı Bektaş
Veli 300 Horasan eri ile Anadolu’ya gelmiştir. Bazı kaynaklar da bu topluluk
hakkında 40 – 1000 arası çeşitli rakamlar belirtilmektedir. Burada önemli olan rakamlardan çok Hacı Bektaş Veli’nin idealistlerden oluşan bir topluluğun başında Anadolu’ya gelmesi, bunların yardımı ile adeta manevi bir fütühata girişmiş
olmasıdır.
Hacı Bektaş Veli, Antep ve Maraş üzerinden Sivas’a uğramıştır. Amasya’yı dolaşarak, Kayseri ve Kırşehir’de bir süre kaldıktan sonra yoluna devam etmiştir. Sulucakarahöyük’e M. 1238 – 1248 yılları arasında gelmiş olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Adını verdiği bugünki Hacıbektaş ilçesine yerleşerek faaliyetlerine burada başlamıştır. Çalışma ortamını oluşturmuş ve Anadolu kültürünü, Anadolu insanının gelenek ve göreneklerini özümseyerek yeni bir kültür ve eğitim merkezini kurmuştur. Burada düşüncesini ve felsefesini geliştirmiştir. Ayrıca Anadolu’yu dolaşarak çevresini tanımıştır. Araştırma ve incelemelerde bulunmuş ve gittiği her yeri aydınlatmaya ve fikirlerini anlatmaya çalışmıştır. Anadolu’ya adeta bir güneş gibi doğmuştur. Sulucakarahöyük’te de hareketlenmeler başlamış ve çehresi değişmiştir. Bulunduğu bu yerde bir çekim merkezi oluşturmuştur. Görüş, düşünce ve felsefesi bütün bu merkezden Anadolu’ya hızla yayılmıştır. Bu görüş ve düşüncesi Anadolu genelinde Hacı Bektaş Felsefesi ve Tasavvufu, Bektaşi Tarikatı olarak adlandırılmıştır. Bu eğitim ve öğreti merkezinden yetişen öğrenciler (Dervişler) Anadolu’nun dört bir yanına dağılmışlardır. Balkanlar’a, Arnavutluk’a Irak’a, Suriye’ye, Mısır’a, Girit’e vb. ülkelere gidip oralarda Hacı Bektaş Veli’nin düşünce ve felsefesini anlatmışlardır.
Yeni ordunun kuruluşunda, temsili bir grup asker, Hacıbektaş’a gelerek Hacı Bektaş
Veli tarafından burada kılıç kuşatılıp taç giydirilip dualanmıştır. Ayrıca sancak
teslim edilmiş ve bu orduya “Yeni Çeri” adı verilmiştir. Bu yüzden Hacı Bektaş
Veli’yi Pir olarak tanıyan Yeniçeriler, Bektaşi yolunu benimseyerek nice
fetihlere katılmışlardır.
Hacı Bektaş Veli; Baba İlyas, Mevlâna Celalettin-i Rumi ve Yunus Emre gibi Türk düşünce hayatını zamanımıza kadar etkileyen çağdaşları ile birlikte aynı devirde yaşamışlardır. Mevlâna özellikle tasavvuf ehli Şemsi Tebrîzi ile karşılaştıktan sonra Batıni ilimlere dalar ve bu anlamda Hacı Bektaş Veli’nın öğretisine yaklaşır. "Şimdi
o gül-i reyhan (reyhan çiçeği) dedikleri 'aşk çiçeği'dir. Aşk dedikleri Allahû
Ta'âlâ'nın kendi ateşidir ki bütün âlemi tutup durur. O ateşin ocağı da
erenlerin gönlüdür".
Böyle bir anlayışta insana saygı esastır. Çünkü insanda bulunan "gönül,
Padişah-ı âlem Tanrı'nın nazargâhıdır". Yine insanın göğsü Padişah-ı Alem
Tanrı'nın ocağıdır. Burayı kendi kudretiyle doldurmuştur. Bu bakımdan dinî özü
gereği, her fert bünyesinde "zerre-i İlahi" taşıdığından, herhangi
bir ferdin diğerlerinden ayrı tutulması mümkün değildir. Çünkü ona verilecek
herhangi bir tahribat ferde değil "zerre-i İlahi"ye yönelik
olacaktır. Bu sebeple ferdin değersiz bir varlık olarak görülmesi mümkün
değildir.
İnsana saygının doruk noktasında olduğu böyle bir anlayışta toplumda ayrılıklara
sebebiyet verecek temel hususlara da dikkat çekilmiş, insanlar bunlara karşı
uyarılmıştır. Nitekim, Hacı Bektaş Veli şöyle buyurmaktadır:
"Vay sana ki içinde; kibir ve hased(kıskançlık), cimrilik, düşmanlık, tamah, öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralık ile bunlar gibi daha nice şeytan fiili varsa, suyla yıkanıp nasıl arınacaksın?".
Böylece ayrılık tohumları henüz ekilmeden yok edilmeye çalışılmıştır. Birlik ve
beraberliğin temini için gayret sarfedilmiştir.
Hacı Bektaş Veli’nin çocuklarının olup olmadığı, Alevi ve Bektaşiler arasında
ihtilaf konusu olmuştur. Ortaya atılan farklı iki iddia vardır. Çelebiler, Hacı
Bektaş Veli’nin Fatma Nuriye veya Kadıncık Ana (Kutlu Melek)'dan Seyyid Ali
Sultan (Timurtaş) adlı bir çocuğun dünyaya geldiğini, kendilerinin de bu soydan
olduklarını iddia etmektedirler. Babağan (Babalar) kolu ise, Hacı Bektaş
Veli’nin mücerret kaldığını, dünyadan da mücerret olarak göçtüğünü iddia
etmektedirler. Bu grup mensuplarına göre, bugün Hacı Bektaş Veli’nin evladı
olarak bilinenler, Pir’in Kadıncık Ana’dan gelen nefes (yol) evladlarıdır.
Hacı Bektaş Veli Soyundan Gelen Soy Seceresi
Anadolu’ya Gelişi Aslen
Horasanlı olan ve Nişabur şehrinde doğduğu bilinen Hacı Bektaş Velî, Hoca Ahmed
Yesevî dergahında üç yıl hizmet ettikten sonra şeyhinden emanetleri ve icâzeti
alır. Şeyhinin:
“Müjde
olsun ki; «Kutb’ul-aktâblık» senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar
bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete
gideriz. Var, seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm
abdâllarına seni baş tayin ettik” demesiyle Hacı Bektaş Velî, Anadolu’ya gelmek
için yola çıkar. Velâyetnâme deki bu kayıt, tarihi kaynaklarca da
doğrulanmaktadır.
Türkistan Pîri Hoca Ahmed Yesevî’nin kültür ocağında, engin bilgi hazinesini dolduran
Hacı Bektaş Velî, daha sonra siyâsi ve iktisadi düzeni bozulan Anadolu Türk
halkına öncülük etmek, Türk birlik ve beraberliğini sağlamak, Türk dilini
yabancı etkilerden korumak, Anadolu’yu Türkleştirmek amacıyla, Hoca Ahmed Yesevî’nin isteği ve işareti üzerine Anadolu’ya gelmiştir. Karacahöyük'e
Yerleşti
Bu kayıtlardan şunu da anlıyoruz ki Osmanlı Devleti'ni kuran Osman Gazi'nin
kayınpederi Şeyh Edebali de Baba İlyas'ın öğrencilerindendir ve Hacı Bektaş
Veli ile akran bilgelerden birisidir. Bu bilgiler gösteriyor ki Hacı Bektaş
Veli isyan edenlere katılmamıştır. Fakat o, isyana katılmış güçlerden bir
bölümünü alıp devletin ulaşıp katledemeyeceği bir noktaya taşımış ve oraya
yerleştirmiştir. İşte o nokta da Karacahöyük olmuştur. Hünkâr
Hacı Bektaş Velî, Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra; kimi gelir nasîbini
alır giderdi; kimi gelir kalır, hizmet ederdi; kimisini de Hünkâr bir yere
yollar, kendisine halîfelik verirdi. Halîfe olan gittiği her yerde mürid, muhib
edinir, halkı uyarırdı. Hünkâr Hacı Bektaş Velî, otuz altı bin çerağı uyarmış,
otuz altı bin halîfe dikmişti. Bunların üçyüz altmışı, gece gündüz, Hünkâr’ın
huzûrunda hizmette bulunurdu.
Hünkâr, âhiret âlemine göçünce onların her biri, Hünkâr’ca daha evvel tesbit edilen
yerlerine gittiler. Bunların en meşhurları Cemal Seyyid, Sarı İsmail, Kolu açık
Hacım Sultan, Baba Resûl, Pîr Ebi Sultan, Recep Seydi, Sultan Bahâeddin, Yahyâ
Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-pûş-Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır
Sâmit v.s. idi. Sarı
İsmail’e Vasiyeti ve Hakk’a Yürümesi Hacı Bektaş Velî, Sarı İsmail’i çağırdı.
Dedi ki:
-Sen
benim has halîfemsin. Bugün Perşembe, ben bugün âhirete göçeceğim. Göçünce
kapıyı ört. Çile dağı tarafını gözle. Oradan bir boz atlı gelecek, yüzünde
yeşil örtü olacak. Bu zât, atını kapıda bırakıp içeri girecek, bana Yasîn
okuyacak. Attan inip selâm verince selâmını al, onu ağırla. Hulle donundan
kefenimi getirir, o beni yıkar. Beni yıkarken su dök, ona yardım et. Ceviz
ağacından tabut yapar, beni tabuta kor, ondan sonra beni gömün. Onunla söyleşmeyin
sakın. Benden sonra Fâtıma Ana (Kadıncık) oğlu Hızır Lala Civan, yerime geçsin.
O elli yıl hizmet eder, ondan sonra yerine oğlu Mürsel geçer. O, kırk sekiz yıl
şeyhlik eder, yerine oğlu Yûsuf Bâli geçer. O da otuz yıl hizmet eder,
sonra Hak yakınlığına ulaşır. Dünya nın
hâli budur, gelen gider. Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen
cömertlikte bulun. Murtazâ’dan halk, erlik kerâmet istediler. Kanber’e, sofrayı
yay buyurdu. Benden kisvet giyen her mürid, konuk istesin, konuğa hizmet etsin.
Şeytan gibi kendisini görmesin, kimsenin yatan itini kaldırmasın. Kimseye karşı
ululanmasın, hased etmesin, dedikten sonra, ikinci vasiyete geçer ve şöyle
devam eder: -Öğüdümü
tut, ölümümden sonra bin koyunla, yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır,
hizmet et, onları doyur. Yedinci günü, kırkıncı günü, helva dağıt, korkma, erin
harcı eksilmez. Ne kadar muhib ve mürid varsa davet et, onları topla. Öğüt ver,
ağlamasınlar. Bir halîfem de Barak Baba’dır (Ali Emîri), gerçek bir er’dir. Ona
da söyleyin. Karasiye varsın, Balıkesir’e gidip orasını yurt edinsin.
Hünkâr böylece vasiyette bulunduktan sonra, Sarı İsmail ağlamaya koyuldu; “Tanrı
bana o günü göstermesin” dedi. Hünkâr:
“Biz
ölmeyiz, sûret değiştiririz” diyerek onu teselli etti. “Sonra dışarı çık,
bizden ses kesilince içeri gir” dedi.
Hünkâr daha sonra Tanrı’ya niyâzda bulundu, Peygamber’e selâvat getirdi. Kendisi,
kendisine yâsin okudu ve Hak’ka kavuştu.
Sarı
İsmail, vasiyet gereği dışarı çıktı. Sonra içeri girdiğinde, Hünkâr bu fena
âlemini terk etmişlerdi. Hünkâr’ın yüzünü hırkasıyla örttü. Halvetin kapısını
çekip tekrar dışarı çıktı. Hünkâr’ın muhibleri dört bir yandan gelerek
ağlaştılar.
Boz
atlı kişi, erenlerle vedalaştıktan sonra atına atlayarak yürüdü. Sarı İsmail atın
yularından tutarak köyün dışına kadar gittiler, vedalaşacakları zaman acaba bu
kim, diye merak etti. Eğer Hızır ise görüştüğüm için tanımam lâzımdır deyip; -Namazını
kıldığın, yüzünü gördüğün er hakkı için, kimsin bildir bana, dedi. Boz atlı er,
Sarı İsmail’in yalvarmalarına dayanamadı, örtüsünü açtı. Hacı Bektaş Velî’nin
kendisinden başkası değildi. Sarı
İsmail atının ayağına düşüp yalvardı: -Lûtfet
erenler şahı, otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var seni bilememişim,
suçumu bağışla, dedi.
Hünkâr: -Er
odur ki, ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sen de var buna gayret et,
dedikten sonra Çile dağı’na yönelip gözden kayboldu. Rivâyete
göre, Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Hakk’a vuslat ettiğinde 63 yaşındaydı. En
doğrusunu Allah bilir. ************ Günümüzde,
sosyal bütünleşmemizde görülen problemlerin ortaya çıkmasında, söz konusu mânâ
âlemlerinden uzaklaşmanın önemli bir rolü olduğu görülmektedir. Bu bakımdan
geleneğin gücünden faydalanmanın zarureti ortadadır. Böyle güçlü ve zengin
geleneğin ihyası, mana etrafında bütünleşmenin boyutlarını en üst seviyeye
çıkaracaktır. Bizi her zaman birlik ve beraberliğe davet eden Hünkâr Hacı
Bektaş Veli'ye gönül vermek zamanıdır:
İri olalım, diri olalım Kutsal
inancın piri olalım Gönül
verelim Hak gerçeğine Her
zaman Bir'in biri olalım.
Kerametleri Velâyetnâme’de,
Hacı Bektaş Velî’nin vehbî bir ilme sahip olduğuna delil olarak, hocasıyla
arasında geçen bir vak’a gösterilir. Bu vak’a, Hacı Bektaş’ın henüz çocukken
birçok kerâmetler gösterdiğini de belirtmektedir. Velâyetnâme’de
yer alan bu vak’a şöyledir: Bir
gün Lokman Perende, aniden Hacı Bektaş’ın bulunduğu odaya girer, odayı nûr ile
dolmuş görüp şaşırır; etrafına bakınır, Bektaş’ın sağında ve solunda iki nûrâni
zât görür. Onlar Bektaş’a Kur’ân okutuyorlardır. Lokman Perende girer girmez
hemen onlar kaybolurlar. Lokman Perende şaşırır kalır. Hacı
Bektaş’a; bunların kim olduklarını sorar. O da; “Sağımda oturan iki cihân
güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi, solumda oturan Allah’ın Arslanı, insanların
emîri Hz.Ali idi” der. Mevlana
İle Hacı Bektaş Veli
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden
sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi birşey yapmış olmak için
bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar
dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektaş Veli 'ye
anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun
üzerine adam Mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana 'ya anlatır.
Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de
anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini
sorar. Mevlana
şöyle der:
-
Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O
yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz, ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergahına gider ve Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın
kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye
sorar. Hacı
Bektaş da şöyle der:
-Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu
yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü
kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir. Hacı Bektaş Velî Rûm Ülkesinde
Hacı Bektaş Velî, Rûm ülkesine, Türkmen içinde, Zülkadirli ilinde Bozok’dan girer.
Burada yol üzerinde bir çoban koyun gütmektedir. Koyunlar Hünkâr’dan Velâyet
kokusu alarak ona doğru koşarlar. Çoban, sürünün önünü keserek dağılmalarını
engellemek ister. Ancak bu kez arkadakiler de Hünkâr’a koşunca, çoban kendi
kendine; Olsa olsa bu er Tanrı dostlarındandır, koyun kadar da aklım yokmuş
diyerek, Hacı Bektaş Velî’nin ayaklarına kapanır. Hacı
Bektaş Velî, çoban’a: “Çoban,
adın ne?” diye sorar. Çoban;“İbrahim Hacı” diye cevap verir. Hacı
Bektaş Velî; “Başındakini çıkar” der. İbrahim
Hacı, başındaki geyik postundan dikilmiş börkü çıkarır. Hünkâr, o börkü
tekbirleyip İbrahim Hacı’nın başına giydirir; “Yürü, Bozok’la Üçok’u sana yurt
verdik ekmeğin olsun, koyuncuklar da beraber varsınlar” diyerek yoluna devam
eder. Hünkâr
Hacı Bektaş Velî, Kayseri’ye varır. Orada erenlerden biri ile görüşürler.
Konuşma sırasında erenler, elini koynuna koyarak bir salkım üzüm çıkarır ve
huzûra koyar. Bunu gören Hünkâr: “Sizin
erenlerden olduğunuz, bizce mâlumdu, sizden kerâmet isteyen de yoktu. Böyle
yapmaya ne hâcet vardı” der. Bir müddet daha otururlar. Hünkâr gitmek için
ayağa kalkınca, eteğinin arasından bir tane Hindistan cevizi düşer. O
eren:
-Böyle
yapmaya ne hâcet vardı dediniz, peki ya bu sizin yaptığınız ne oluyor?
Hünkâr:
-Hak’ka giden hak uğrum hakkı çün, benim bundan haberim yoktu. Siz o kerâmeti
gösterdiğiniz için Horasan erenleri gayrete geldiler, bunu getirdiler, diye
cevap verir.
Hacı Bektaş Velî, o erenle vedâlaşıp yola revân olur. Kayseri’den Ürgüp’e gelirken
yolda Sineson adlı bir Hıristiyan köyüne ulaşır. Burada pek durmayıp Üçhisar
adlı diğer bir köye geçer. Bu köyde halk, birbiriyle kavgaya tutuşmuştur.
HacıBektaş, köylülerden birine;
-Bu köyde derviş konaklayacak yer var mı? diye sorar.
Köylü:
-Halk konuk kaygısında mı? Şimdi kavgacılar gelir seninle de kavgaya tutuşurlar, var
git, diye tersler.
Bu sırada halktan birkaç kişi Hacı Bektaş Velî’yi merak edip başına toplanırlar.
Hacı Bektaş Velî, bunu bir fırsat bilerek konuşmaya başlar:
“Birbirinizin gönlünü kırmayın. Çünkü mü’minin gönlü Kâ’be’ye benzer, lâkin gönül ondan da
yeğdir. Zira Beytü’l-ma’mur göktedir. Orayı melekler tavâf eder. Halbuki gönül
Tanrı’nın nazargâhıdır. Tanrı ile gönül arasında perde yoktur. Kâ’be nasıl
dokunulmaz, harim ve mübarek ise gönül de Tanrı’nın tecelli ettiği yer olduğu
için mübarektir, ona dokunmayın.”
Bu nutku dinleyen halk, büyük bir suskunluk ve hayranlıkla onu süzerler.
Topluluktan biri:
-Ey Tanrı dostu! Bize ismini, nereden gelip nereye gittiğini ve maksadını söyler
misin? der.
Hacı Bektaş:
-Adım Hacı Bektaş’dır. Horasan’dan Hicaz’a, oradan da Sivas şehrine gitmekteyim.
Maksadım, şâki olana amân vermemek ve ahâlinin sulh ile bir arada yaşaması için
lüzûmlu olan hakikat sırlarını anlatmaktır. Bunun için Pîrim Hoca Ahmed
Yesevî’den emir alıp Anadolu’ya (Rûm’a) geldim. Anadolu'ya
gelmesi
Hünkar Hacı Bektaş Veli, Horasan'dan Rum ülkesini (Anadolu'yu) aydınlatmak için
gönderildi. Hünkar, Rum ülkesine yaklaşınca mana aleminden, Rum erenlerine,
"Essalamün aleyküm Rum'daki erenler ve kardeşler" diye selam verdi. Bu sırada
Rum ülkesinde, elli yedi bin Rum ereni, sohbette, meclisteydi. Rum'un gözcüsü
de Karaca Ahmed'di. Hünkar'ın selam verdiği, Fatıma
Bacı'ya malum oldu. Bu kadın, Sivrihisar'da, Seyyid Nureddin'in kızıydı, henüz
evlenmemişti, Meclisteki erenlere yemek pişirmedeydi. Karaca Ahmed de Seyyid
Nureddin'in müridiydi. Fatıma Bacı, ayağa kalkıp Hünkar'ın bulunduğu tarafa
döndü, elini göğsüne koydu, üç kere "Aleykümesselam" dedi, yerine oturdu.
Meclistekiler, bu hali görünce, "Kimin selamını aldın" dediler. Fatıma Bacı,
"Rum ülkesine bir er geliyor, siz erenlere selam verdi, onun selamını alıyoruz"
dedi. Erenler dediler ki: "O, Rum ülkesine (Anadolu'ya) gelirse ülkeyi alır,
halkı kendisine muhib eder, artık Rum'da bize oyun kalmaz. Bir şey yapalım da
Rum ülkesine sokmayalım." Bazısı "Kanat kanata gerelim, arş altında Sidre'ye
dek yolu keselim, Rum'a giremesin" dedi. Hepsi bu tedbiri uygun buldu, vilayet
kanatlarını birbirine çattılar, yol bağladılar. Hacı Bektaş Veli, Rum sınırına
varınca yolun bağlanmış olduğunu gördü, "Bismillah ve billah" dedi, vilayetle
bir sıçradı, ulu arşın tavanına yetişti. Melekler, elifi tac ile karşıladılar.
"Merhaba, safa geldin ey Peygamberlerin evladı Hacı Bektaş Veli" dediler.
Hünkar, ordan bir güvercin şekline girdi, uçarak doğruca Sulucakarahöyük'e indi,
bir taşın üstüne kondu. Mübarek ayakları, hamura gömülür gibi taşa gömüldü.
Rum erenlerine bir heybettir düştü, o erin ülkeye girdiğini anladılar, "Yolunu
bağlayamadık" dediler. Karaca Ahmed'e, "Sen, Rum ülkesinin gözcüsüsün, bir bak
bakalım ülkeye girmiş mi?" dediler. Karaca Ahmed, bir müddet murakabeye vardı,
sonra başını kaldırdı, "Rum ülkesini baştan başa gözden geçirdim, her mahluk,
eşiyle oturmada; yalnız Sulucakarahöyük'de güvercin şekline girmiş bir er var,
yalnız oturuyor; onu görünce içime bir dehşet düştü; olsa olsa odur" dedi. Rum
erenleri dediler ki: "Birisi doğan şekline girse de gidip onu avlasaydı."
İçlerinde, Bayezid Sultan'ın halifelerinden Hacı Doğrul adında birisi vardı,
Irak'tan, Rum ülkesine gelmişti. Ayağa kalkıp, "İzninizle, ben gideyim" dedi.
Hemen doğan şekline girip uçtu. Gördü ki Sulucakarahöyük'te, bir taş üstünde
bir güvercin var. Olanca heybetiyle süzülüp üstüne inerken, Hacı Bektaş
silkinip insan şekline girdi, elini uzattı, doğanı tutup öylesine sıktı ki,
Hacı Doğrul'un aklı başından gitti. Hünkar elinden bırakınca bir zaman yattı,
aklı başına gelince kalktı, gördü ki Hünkar'ın yanında. Hemen ayağa kalkıp
peymançeye durdu, özür diledi. Sonra Hünkar'ın eline ayağına düştü, "Kem
bizden, kerem sizden" dedi. Hünkar, "Ey Doğrul, er, erin üstüne böyle gelmez.
Siz, bize zalim kılığında geldiniz, biz size mazlum kılğında; eğer güvercinden
daha mazlum bir mahluk bulsaydık onun şeklinde gelirdik" dedi. Hacı Doğrul'un
kisvesini tekbir edip başına giydirdi. Hacı Doğrul, "Hünkarım, bizden ve
soyumuzdan ne kadar dişi ve erkek olursa hepsi de size ve size uyanlara nezrimiz
olsun" dedi. Hacı Bektaş dedi ki: "Hacı Doğrul, şimdi dön, geldiğin meclise
var, erenlere gördüğünü anlat, onları buraya çağır, hepsine selam söyle, sonra
da onlarla beraber tekrar yanımıza gel." Hacı Doğrul, kalkıp Rum erenlerinin
yanına vardı, işi anlattı ve onları davet ettiğini söyledi. Hacı
Bektaş Velî, İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek’in (Kadıncık Ana) misafiri
olarak bir süre evlerinde kalır ve ibâdetle meşgul
olmaya başlar. Sulucakarahöyük’te, Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin kısa zamanda
müridleri çoğalır. Gördükleri kerâmetler, ona bağlanmak istemeyen âsi ve inatçı
mizaçtaki insanları bile yumuşatır. Lâkabı
ve Ünvanları “Hacı” Ünvanını Alması Birçok
önemli şahsiyetlerde olduğu gibi Hacı Bektaş Velî’ nin hayatı ile ilgili olarak
anlatılanlarda da menkıbe ile tarihi gerçeklik, iç içe girmiş bulunmaktadır. Bu
yüzden onları birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Hacı
Bektaş Velî’ye, “Hacı” ünvanının atfı da onun şu şekilde vuku bulan bir
kerâmetine bağlanmaktadır.
Hocası Lokman Perende hacca gitmiş, diğer görevlerini yerine getirdikten sonra
Arafat’a çıkıp vakfe’ye durmuştu.
Lokman Perende yanındakilere; “Bugün arefe günü, şimdi memlekette bizim evde «bişi»
pişirirler” demiş. Bu söz Hünkâr’a mâlum olmuş. Hünkâr hemen Lokman Perende’nin
evine giderek, şeyhin hanımından; bir tepsiye birkaç tane “bişi” koyup
kendisine verilmesini istedi. Tepsiye konulup kendisine takdim edilen “bişi”yi
alan Hünkâr, göz yumup açıncaya kadar Lokman Perende’ye götürüp sundular.
Bundaki hikmeti anlayan Şeyh Lokman Perende, arkadaşları ile beraber bu
“bişi”yi yerler. Hac
dönemi bitip Hicâz’dan dönülünce Nişabur halkı, Lokman Perende’yi karşılamaya
çıktılar. “Haccın kabul olsun” diyerek tebrik ettiler, elini öptüler. Lokman
Perende, gelen halka Bektaş’ın kerâmetlerini anlattıktan sonra; “Esas hacı olan
Bektaş’tır” diyerek onu tebrik etti. Bunun üzerine adı, “Hacı
Bektaş-al-Horasan”i oldu. Bu menkıbevi anlatımın yanı sıra, onun Horasan’dan
Anadolu’ya gelirken hac vazifesini bizzat yerine getirdiği de, tarihi
kaynaklarda yer almaktadır. “Hünkâr” Lâkabını Alması Bektaşî
kaynaklarında Hacı Bektaş Velî için çok sık kullanılan bir de “Hünkâr” lâkabı
vardır. Hacı Bektaş Velî’ye “Hünkâr” denilmesi de yine onun bir kerâmetine
bağlanmaktadır. Hocası Lokman Perende bir gün Bektaş’a ders verirken abdest almak için dışardan sugetirmesini ister.
Bunun üzerine Bektaş;
“Hocam,
bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışarıdan su getirmeye muhtaç
olmasak” cevabını verir.
LokmanPerende ise;
”Bizim buna gücümüz yetmez” deyince, Bektaş el kaldırıp; “Duâ” eder.
Lokman Perende; “Amin” der. Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin
bahçesinden bir pınar akmaya başlar.
Hacı Bektaş’ın bu kerâmetini gören hocası Lokman Perende sevinçle;
“Yâ Hünkâr!” demekten kendini alamaz. Bundan sonra da Hacı Bektaş Velî’nin adı
“Hünkâr Hacı Bektaş” kalmıştır.
HACI
BEKTAŞ VELİ KÜLLİYESİ Ziyaret
kılavuzu
Hacı Bektaş Veli'yi ziyaret edenlerin, külliye içersinde bulunan kutsal yerleri ve
makamları iyi tanıması gerekir. Bu noktaların en önemlileri şunlardır: Hacı
Bektaş Veli Külliyesi (Dergah) Hacı bektaş
ilçesinin orta yerinde, büyük bir bahçenin çevirdiği, batıdan doğuya doğru
uzanan, üç avlu içerisindeki türbeler ve diğer hizmet yapıları, Hacı Bektaş
Veli Külliyesi'ni oluşturmaktadır. İlk yapı olan 'Çile Damı' Hacı Bektaş
Veli'nin sağlığında inşa edilmiş, çeşitli zamanlarda yapılan eklentiler ve
yenilemelerle Külliye bugünkü şeklini almıştır. Hacı Bektaş Veli'nin türbesi,
Orhan Gazi zamanında, 1338 yıllarında, nisbeten basit bir yapı olarak Çile
Damı'na eklenmiştir. Türbe bugünkü şekliyle, sekizgen bir zemin üzerinde, Murat
(Hüdavendigar) hayatta bulunduğu sırada, Hacı-Bektaş Veli'nin oğlu Seyyid Ali
Sultan tarafından, 1385 yılında yeniden yaptırılmıştır. 1485-86 yıllarında 2.
Beyazıt tarafından türbenin çevresi tanzim edilmiş ve kubbesi kurşunla
kaplanmıştır. Osmanlı Sultanı 2. Mahmut 1827 yılında, türbeler dışında kalan
tüm külliye binalarını yıktırmış, Dergah Avlusu'nun doğu köşesindeki camiyi
yaptırmıştır. Külliye, 1869-70 yıllarında Osmanlı hükümdarı Abdülaziz'in
gönderdiği mimarlar tarafından, Hacı Bektaş Veli Dergahı postnişini Ali
Celalettin Çelebi'nin nezaretinde yeni baştan yapılmış ve türbeler
onarılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü 1958-59 yıllarında tamire muhtaç yerleri
onartmış ve 16 Ağustos 1964 yılında Külliye, müze olarak açılmıştır.
Avlu: Nadar Avlusu
Külliye'nin birinci avlusuna, son restorasyondan sonra yeniden yapılmış cümle kapısından
girilir. Eskiden bu kapıya 'Taç Kapı'da deniliyordu. Tamirden önce kapının dış
yüzüne 'Burası aşıkların Kabe`sidir. Eksik gelen tamam olur' anlamında kitabe
vardı. Birinci avlu, eskiden beri 'altın avlu' anlamına gelen 'Nadar Avlusu'
adı ile anılmıştır. Avlu'nun girişe göre sağ tarafında, Fatma Fikriye Hanım
tarafından yaptırılan, motiflerle süslü Üçler Çeşmesi yer alır.
Avlu: Dergah Avlusu
Meydan Avlusu da denilen Dergah Avlusu'na piramit üstlüklü Üçler kapısından girilir.
Konuklarca Arslanlı Avlu olarak bilinen Dergah Avlusu'nun girişe göre sağ
tarafında Arslanlı Çeşme, Aş Evi, Cami, Sol tarafında Mihman Evi, Meydan Evi,
Kiler Evi vardır. Avlunun iki tarafı Selçuki revaklarla çevrilmiştir. Arslanlı
Çeşme'nin ilk yapılışı oldukça eskidir. Yusuf Bali Çelebi'nin oğlu Bektaş
Çelebi'ye konuk olan Ali Bey oğlu Malkoç Bali Bey, dergaha bergüzar olarak bu
çeşmeyi yaptırmıştır.
Üçkapı ve iki koridordan geçildikten sonra Aş Evi'ne girilmektedir. Aş Evi'nde
ortadaki ocakta bulunan büyük kazan, Kara Kazan diye anılmaktadır. Aş Evi
geçildikten sonra Dergah Camisi'ne varılır. Kısa minaresi ve özel yapısı ile
çevredeki binalara uyan sağlam cami, 1827 yılında, Nakşibendi usulü ibadet
yapılmak üzere Osmanlı Padişahı 2. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Dergah
Avlusu'na girişe göre soldan ilk kapı Mihman Evi'nindir. Aynı sıradaki ikinci
kapı Meydan Evi'ne açılmaktadır. Burası yedi kat gökyüzünü temsil eden tavanı
ile dikkat çekicidir. Hacı Bektaş Veli'nin arslanla geyiği kucaklayan
minyatürünün orijinali ve diğer bazı müze eşyası burada sergilenmektedir.
Meydan Evi geçildikten sonra, avlunun sol köşesindeki Kiler Evi'ne gelinir.
Çicek bahçesi Hazret Avlusu
Hacı Bektaş Veli dergahında, üst tarafı kubbe ile örtülmüş Altılar Kapısı'ndan
girilen Hazret Avlusu bir çiçek bahçesi görünümündedir. Tam karşıda Hacı Bektaş
Veli Türbesi ve Kırklar Meydanı girişi, Avlu'nun sağ köşesinde de bal peteği
rengindeki yontma taşlarla yapılmış Balım Sultan türbesi vardır. Kırklar
meydanına üç kemerli bir eyvandan girilmektedir. Sağ tarafta, tek pencerinden
pek az ışık alan Çile Damı (Kızılca Halvet) vardır. Hacı Bektaş Veli'nin
sağlığında mevcut olan tek yapı burasıdır. Tonos kubbeli koridorun sonundaki
kapıdan Mürüvvet penceresinin aydınlattığı Kırklar Meydanı'na girilir. Güneş
motifli ahşap tavanla örtülmüş Kırklar Meydanı'nda ünlü Kırk Budak, Hz. Ali'nin
el yazması olduğu söylenen Kur'an yaprağı, tarihi değeri olan eserler
sergilenmektedir. Kırklar Meydanı'nın doğu kısmındaki terasta on Hacı Bektaş
evladından iki zatın mezarı bulunmaktadır.
Yeniçerilerin
gür sesi
1826 yılına kadar Osmanlı Ordusu savaşa gitmeden önce, Yeniçeri ocağından bir
müfreze Hacıbektaş'a geliyor, Dergah Avlusu'nda saf tutarak, Hacı Bektaş Veli
Evladı'ndan postnişin olan zatın da katılması ile: 'Mü'miniz
kalu-beli'den beri... Hakkın
Birliğine eyledik ikrar... Bu
yolda vermişiz seri... Nebimiz
vardır Ahmed-i Muhtar... La
Yezal mestaneleriz... Nur-ı
ilahide pervaneleriz... Sayılmayız
parmak ile tükenmeyiz kırmak ile... On
iki imam Pir-i tarikat cümlesine dedik beli... Üçler,
beşler, yediler... Nur-ı
Nebi Kerem-i Ali, Pirimiz üstadımız Hünkar Hacı Bektaş Veli... Demine
devranına Hu diyelim Hu!' diye
gülbang çekiyorlar (dua ediyorlar) ve Pir'den himmet istiyorlardı. O tarihlerde
yaşayan kişilerden aktarılan bilgilere göre Yeniçeriler'in gür sesi
Hacıbektaş'ın her tarafından duyuluyordu.
Hacı Bektaş Veli türbesi
Kırklar Meydanı'nda girişe göre sağ tarafta, etrafı mermer kaplama küçük bir kapıdan Hacı
Bektaş Veli (1209-1271) türbesine girilmektedir. Mermer kaplamaların işlemeleri
arasında üç balık dört güvercin motifi vardır. Gök Eşik diye adlandırılan
kapının altında, türbeyi yapan mimar Derviş Sadık'ın mezarının bulunduğu
söylenir. Kesin olmayan bazı söylentilere göre de bu mezar Kadıncık Ana'ya
aittir. Ortasında yüksekçe bir sanduka bulunan Hacı Bektaş Veli Türbesi,
Külli'yenin en önemli yeridir. Türbenin duvar ve pencereleri işlemeli
puşidelerle süslenmiştir. Çiçek motifli kubbe aşab piramid şeklindedir.
Hacı Bektaş Veli Külliyesi dışında kalan ziyaret yerleri
Bektaş Çelebi Türbesi
Hacıbektaş Bala mahallesinde klasik kümbet şeklinde yapılmış türbede Hacı Feyzullah
Çelebi'nin oğlu Bektaş Çelebi'nin mezarı vardır. (1710-1761) Şiirler'inde Şiri
mahlasını kullanan Bektaş Çelebi'nin türbesi 18.yüzyıl sonlarında yapılmıştır.
Türbe 1906 yılında Cemalettin Çelebi tarafından restore edilmiştir.
Atkaya
Hacıbektaş Bala mahallesindedir. Menkıbedeki anlatıma göre, Seyyid Mahmut Hayrani'nin
arslana binip yılanı kamçı ederek geldiğinin haber verilmesi üzerine, Hacı
Bektaş Veli'nin 'O canlıya binmiş, bizse cansıza binelim' diyerek yürüttüğü
kaya, Atkaya olarak anılmaktadır.
Çilehane
Hacıbektaş'a yaklaşık 2 Km. uzaklıktadır. Kulunç kayası, ünlü alıç ağacı, Delikli Taş,
Zemzem Çeşmesi, Veliyettin Çelebi türbesi buradadır. Hacı Bektaş Veli'nin çile
doldurduğu menkıbelerde anlatılan taşdan oyulmuş küçük bir mağaradan adını alan
Çilehane, Hacıbektaş'a gelen herkesin görmek istediği bir yerdir.
Balımevi
Hacıbektaş Zir mahallesinde, ünlü Ak Pınar çeşmesinin biraz yukarısında, Kadıncık Ana'nın
babası İdris Hoca'ya ait olduğu sanılan üç odalı bir evdir. Elbisesiz kalan
Kadıncık Ana'nın sığındığı tandır, bahçe ile çevrili bulunan bu evin içindedir.
Karahöyük
Ankara yönünden gelirken Hacıbektaş'ın girişinde bulunan yığma bir hüyüktür.
Menkıbelerde, Hacı Bektaş Veli'nin güvercin donunda buraya konduğu anlatılır.
Höyüğün içinde milattan öncesine ait tarihi kalıntılar bulunmaktadır. Ak Pınar
ve Hamur Kaya da buradadır.
Han Bağı
Hacıbektaş'ın güney yönünde 2 Km. uzaklıktadır. Dergaha vakfedilen Han Bağı'nda, bir babanın
yönetiminde çalışan dervişler dergahın sebze, üzüm, bal ihtiyacını
karşılaşıyorlardı. Han Bağı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satılmıştır.
Hacı Bektaş Veli'nin hırkasını yaktığı söylenen ve bu söylentiden
adını alan dağ, Hacıbektaş'ın güney yönünde yaklaşık 15 Km. uzaklıktadır.
(Bu bölümdeki bilgiler Çelebi Celaleddin Ulusoy'un Hacı Bektaş Veli Külliyesi ve
Diğer Ziyaret Yerleri adlı kitapçığından alınmıştır.) Hacı
Bektaş Veli’nin Eserleri
1. Makalât: En önemli eserlerinden biridir. Arapça olarak yazmıştır. Tasavvuf
esaslarını anlatmıştır. Tarikata yeni girenlere yol göstermek amacıyla yazmış
olduğu bir eserdir. Dili sade ve anlaşılması kolaydır. Makalât; şeriat,
tarikat, marifet, hakikat gibi dört kapıdan ve her kapının da on makamdan
oluştuğu öğretici bir tasavvuf kitabıdır. 2.
Fevaid: Faydalı sözler anlamına gelen dini ve tasavvufi konularını içeren
Farsça bir eserdir. Hacı Bektaş Veli, bu kitapta konuları 105 faide başlığı
altında toplamıştır. 3.
Besmele Şerhi: Manisa Valide Camii Kütüphanesi’nde hicri 1315 tarihinde Rika
yazısıyla yazılmış bir eseridir. Tire’de Hacı Necip Paşa Kütüphanesi’nde
bulunan Hacı Bektaş Veli’nin olduğu söylenen Tefsir-i Fatiha’nın aynısıdır. Bu
eser Rüşdü Şardağ tarafından bulunarak yayımlanmıştır. 4.
Şathiye: 13. yüzyılın dil özelliklerini taşır. Özenle yazılmış değerli bir
eseridir. İki sayfadan oluşmuştur. Öz Türkçe’dir. 5.
Makalât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniye: Hacı Bektaş Veli’ye izafe edilen bir
eseridir. 6.
Hacı Bektaş’ın Nasihatleri: Hacı Bektaş Halk Kütüphanesi’nin 29 kayıt numaralı
kitabıdır. Hacı Bektaş Veli’nin nasihat ve vesayetleri belirtilmektedir. Not:
Hacı Bektaş Veli’nin söylencelere dayalı yaşamı Vilâyet-nâme-i Hacı Bektaş-ı
Veli’de anlatılmaktadır. Kaynaklar Alevilik
Bektaşilik Nedir? Bedri Noyan, 2.Baskı, Ankara 1987 Hacı
Bektaş- Efsaneden Gerçeğe. İrene Melikoff, 2.Baskı, Haziran 1999 Hacı
Bektaş Veli’nin Yaşadığı Tarihsel Ortam, Baki Öz Makalat, Hacı Bektaş
Veli Rıza Zelyut (yazı dizisi) Taner
Tatar www.hacibektas.com http://gundem.bugun.com.tr http://www.biyografi.info http://eyayinlar.mkutup.gov.tr
- Yolumuz - |