Âşık Remzâni

 

 

Erenler ereni,

Evliyalar evliyası...

 

HÜNKÂR HACI BEKTAŞ-I VELİ

 

Hazırlayan:  Hasan OYTUN

 

 

Hararet nârda’dır, sac’da değildir,

Kerâmet baştadır, tâc’da değildir.

Her ne arar isen, kendinde ara,

Kudüs’te, Mekke’de, Hâc’da değildir.

 

Sakın, bir kimsenin gönlünü yıkma,

Gerçek erenlerin sözünden çıkma.

Eğer insan isen ölmezsin, korkma,

Âşığı kurt yemez, uc’da değildir.

 

Gönül kâbesine girmesin hülya,

Nefsine hakim ol düşme bed hûya.

Kirleri arıtan baksana suya,

Hep yüzü yerlerde, buc’da değildir.

 

 

Büyük Türk düşünürü Hacı Bektaş Veli, XIII. yüzyılda yaşamış bir uludur. Yaşamı hakkında geniş ve ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Doğum ve ölüm tarihlerinde belirsizlik vardır. Kaynakların çoğunda ünlü düşünürün miladi 1209 yılında Horasan’ın Nişabur kentinde dünyaya geldiği, babası Seyyit İbrahim Sani, annesi Hatem Hatun, asıl adının da Mehmet olduğu belirtilmektedir. Bugün Nevşehir’e bağlı Hacıbektaş ilçesinde (Sulucakarahöyük) M. 1271 yılında hakka yürümüştür. Türbesi ve etrafındaki tamamlayıcı hizmet binalarıyla birlikte kulliyesi müze haline getirilmiştir. Hünkar’ın adına, anısına düzenlenen Hacı Bektaş Veli Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak 16 Ağustos l964 tarihinde, Hacıbektaş ilçesinde hizmete açılmıştır.

            

Hacı Bektaş Velî; Hz.Muhammed, Hz.Ali’nin soyundan ve yedinci İmâm Mûsâ Kâzım’ın neslindendir ve kendileri “Seyyid”dir.

 

Soy Seceresi Şöyledir

 

Hz. Muhammed

Hz. Ali ve Fatıma

İmam Hüseyin

İmam Zeynel Abidin

İmam Muhammed Bakır

İmam Cafer Sadık

İmam Musa Kazım

Seyit İbrahim El Mücab

Seyit Musa Sani

Seyit İbrahim Sani

Hünkar Hacı Bektaş Veli

( Makalat,  Hacı Bektaş Veli )

            

Hacı Bektaş Velî hakkında bilgi veren eski kaynaklardan biri olan Velâyetnâme’de, Hazret-i Pîr’in soy seceresi hakkında geniş bilgi verilmektedir.

 

Çocukluğu ve gençliği Horasan’da geçen, akılcılığa ve bilime inanan Hacı Bektaş Veli örnek ve dürüst bir kişiliğe sahiptir. İlk eğitim ve öğreniminde Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi kültür ocağında, öğretmeni Lokman Perende’den temel dersler almış, ayrıca burada felsefe, matematik, edebiyat, sosyal bilimler ve fen bilimlerini öğrenmiştir. Lokman Perende, bâtın ve zâhir ilimlerine sâhip mübarek bir zâttır. Lokman Perende’nin himayesinde ve Yesevilik’ten feyiz alarak yetişen Hacı Bektaş Velî, parlak zekâsı ve düzenli eğitimi sayesinde, dîni bilgiler ve bâtın ilmine vâkıf olmuştur. Çok sayıda bilim adamının yetiştiği Horasan’da engin bir bilgi birikimine, geniş bir dünya görüşüne sahip olmuştur. Küçük yaşlardan başlayarak kendini etrafına kabul ettirerek Horasan erenleri arasında ululuğu öne çıkmıştır.

 

Horasan'da Hoca Ahmet Yesevi ocağından kendisine verilmek için özel olarak bekletilen emanetleri (bu emanetler taç, hırka, çerağ (kandil), sofra, alem (sancak) ve seccade idi. Emanetler, Tanrı tarafından Peygamber’e verilmiş, ondan da Ali Murtaza’ya ve Ali’den sonra da bunları Ahmet Yesevî’ye vasiyet üzerine bırakan 8. İmam Ali Er-Rıza’ya kadar tüm İmam’lara devredilmişti. Ahmet Yesevî de bunları Hacı Bektaş Veli’ye devredecektir.) teslim alarak, kendisini geliştirmiş olduğu inanç sisteminde, öz be öz Türkçe’yi kullanmış, aşk ve bilgi mahiyetini arz diliyle yorumlayarak pek çok gönül er’i yetiştirmiştir.

 

Yetiştirdiği talebeler ve "Ahilik" içinde yaydığı birlik ile Moğol istilası etkisindeki Osmanlı Devleti'nin kısa sürede birlik ve beraberlik içinde büyümesini sağladı.

 

Hacı Bektaşi Veli, Türkistan'dan gelen, Türk gelenek ve göreneklerinden korunabilenleri tespit etmiş ve bunları bugünki ismi Hacı Bektaş olan Sulucakarahöyük'te kurmuş olduğu Bektaşi tekkesinde türk kültürü ile birleştirmiştir. Hoşgörü  ilmi ve düşünceleri ile kısa zamanda Hıristiyanlığın merkezi Kapadokya'da geniş halk kitlelerine ulaşmayı başarmıştır.

 

Kurduğu Bektaşilik, daha sonraki yıllarda halifeleri tarafından devam ettirilmiş ve Yeniçeri Ocağı'nın düşünce temelini oluşturmuştur. Alevi-Bektaşiliğin, devşirmelerden olan Yeniçeriler arasında yayılmasında, evrensel bir hale getirmesinde etkisi vardır. Öğretinin odağında "insan" bulunur. Bektaşilik Türk dünyasının felsefesine birçok katkıda bulunmuştur. Halifelerinden Balım Sultan zamanında Bektaşiliğin devamı sürdürülmüştür.

 

Hacı Bektaş Veli, Horasan Okulu'ndan aldığı "Dört Kapı" anlayışına, her kapıya "onar makam" ekleyerek "Dört Kapı Kırk Makam"dan oluşan Bektaşiliğin alt yapısını kurar.  Bektaşiliğin ilk erkannamesini yazan Kaygusuz Abdal, ilk tüzük yapıcı olmuştur. Balım Sultan ise bu erkannameyi sonradan geliştirmiştir. Hacı Bektaş’tan sonra başa Abdal Musa geçmiştir. Bektaşilik; Batınilik, Hurufilik, Ahilik, Kalenderilik, Haydarilik, Melamilik gibi akımlardan etkilenmiş, hatta bazılarını kendi içinde harmanlayarak şekillenmiştir.

 

Hacı Bektaş Veli, dağınık Alevi ve Alevilik türevi akımları ve toplulukları içine almış, yeniden kalıba dökmüş, Aleviliği yeniden derneştirmiş ve Alevi-Bektaşiliğin yolunu çizmiştir. Çevresine bir takım görevliler almış, bunların bir bölümünü kimi yerlere görevlendirerek göndermiş, oralarda "aydınlatma/irşat" çalışmaları yaptırmış, Anadolu'daki diğer Alevi ocakları ile ilişki kurarak kendine bağlamış ve onları yönlendirmiştir. Bu nedenlerle Hacı Bektaş, Alevi-Bektaşi toplumunun gözünde "piri"dir, yolun kurucusudur.

 

Hünkâr Hacı Bektâş Velî âriflerin kutbu, erenlerin sırrı, velîlerin sultânı, akıl sahiplerinin dayanağı, Allâh'ı bilme ve tanıma anlamındaki ma'rifet erbabının övüncü, tarîkat pîrinin hidâyete ulaştırıcısı ve hakîkat remizlerinin özünün sahibidir.

 

Hünkâr Hacı Bektâş Velî, dergâhında Hakk'ın tâlibi olan halîfe ve dervişlerine şerîat denizinde, tarîkat gemisine binerek, ilm-i ma'rifetle dalgıçlık yapmayı ve denizin derinliklerinden hakîkat incisini çıkartmayı öğretmiştir. Elindeki yeşil beniyle "el benim elim değil, Fâtıma anamızın eli" dercesine hamları pişirmiş, açları doyurmuş, yetimlerin başını okşamış bir "mürşid-velî"dir. Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan halka Anadolu topraklarında müslim, gayr-i müslim (Hıristiyan, Yahudi, Ermeni) herkese ve her nefese geniş himmeti ile gönlünü açmış bir hoşgörü kahramanıdır. Anadolu topraklarında yeşeren Osmanlı Çınarı'nın bir dalı Mevlâna Celâleddin Rûmî, bir dalı Ahî Evran Velî ise her bir dala gül yüzlü, şirin sözlü nutuk veren insan-ı kâmil Hacı Bektaş Velî'dir.

 

O,"ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır" anlayışıyla, Sulucakarahöyük'te  kurduğu dergâhını Nûh'un gemisi misali cehâlet tufanından kaçan, edeb ile girip irfân ile çıkan hakîkat sevdalılarına açmıştır.

 

Hacı Bektaş Veli'nin, savaş yerine barışı; düşmanlık yerine dostluğu; kin yerine sevgiyi ve hoşgörüyü benimseyen, hümanist bir anlayışa sahip olduğunu görmekteyiz.

 

Bir çok medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Anadolu; 13.yüzyılda, Hacı Bektaş Veli'nin "Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu", "Nefsine ağır geleni kimseye uygulamayınız", "Eline, beline, diline sahip ol", "Yetmişiki milleti bir gör" anlayışı ile yoğurulur. "Yolumuz, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur" diyen Hacı Bektaş Veli; öğretisinin temel ilkelerini oluşturan bu dizeleriyle, günümüz insanının ulaşmaya çalıştığı hedefi, 13.yüzyılda ortaya koyduğu görülmektedir.

 

Hararet nardadır, sac'da değildir,

Keramet baştadır, tac'da değildir,

Her ne arar isen, kendinde ara,

Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.

 

diyen Hacı Bektaş Veli, her şeyi insanda arayan; Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü Hakk’ta bulan anlayışıyla, barışı, sevgiyi ve bilimi kendisine rehber kılmıştır. Hacı Bektaş Veli’ye duyulan ilgi, saygı ve sevgi, Alevi-Bektaşi öğretisinin temelini oluşturan İnsan-Tanrı-Doğa sevgisine  dayanan hümanist yaşam felsefesi ve öğretisinden kaynaklanmaktadır. O'nun anlayışında dinin kaynağı tanrı korkusuna değil, tanrı sevgisine dayanır.

 

"Kadınları okutunuz", "Okunacak en büyük kitap insandır" diyen Hacı Bektaş Veli, inancı hurafelerden arındıran; akla, mantığa ve sevgi temeline dayandıran; kadın ve erkek eşitliğini savunan halk kültürüne ve eğitimine önem veren; üretimde ve paylaşımda sosyal adalet ilkesini benimseyen; "İnsanın alnı açık ve cesur dolaşması için her şeyden önce adaletli olması gerektiğini" savunan bir düşünürdür.

 

Hacı Bektaş Veli Dergahı, Alevi-Bektaşi inancının bir merkezi olduğu gibi; sosyoekonomik, kültürel dayanışmanın da bir merkezi olmuştur. Bir kültür merkezi olan bu dergahta, halkı aydınlatacak ve halkın sorunlarıyla ilgilenecek dervişler, mürşitler, dedeler, dede-babalar yetişmiştir. Ahi kurumlarıyla (meslek loncalarıyla) birlikte, çeşitli meslek dallarında eğitim verilmiştir.

 

"Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız!" diyen Hacı Bektaş Veli; Anadolu’nun sosyal, siyasal, ekonomik, etnik ve dinsel yapısını dikkate alarak, sevgi ve hoşgörü kültürünün temellerini atmıştır. Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun zengin kültür mozaiğini bozmadan; parçalamadan; farklılıklarıyla; sevgi ve hoşgörü temelinde biraraya getirerek ve tasavvufla yoğurarak, Anadolu Alevi ve Bektaşiliği'nin doğmasına öncülük etmiştir. Farklı dillerden, farklı kökenlerden ve kültürlerden gelen insanları bir bilen; ceylanla arslanı dost olarak kucaklayan bu anlayıştır. Bu anlayışın, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde ifade edilen düşüncelerin temeli olduğu; günümüz insanının, hala bu anlayışa ulaşma çabası içinde olduğu yadsınamaz.

 

Hacı Bektaş Velî; Anadolu’nun birlik ve beraberliği temin eden güçleri, kendi fikir şemsiyesi altında toplayarak; büyük bir hoşgörü, insan sevgisi ve îman ile Türk tarihinin belki en kritik bir zamanında, büyük aksiyonunu kârizmâtik yapısıyla gerçekleştirmiş, Anadolu Türklüğünün ayakta kalmasını temin etmiştir.

 

Hacı Bektaş Velî’nin yaktığı îman, aksiyon ve inanç çerağı, tekkeleri yoluyla Anadolu’ya ve hatta Balkan ülkelerinin içlerine, Avrupa’ya kadar ulaşmış, diğer milletlerin hayatında da tesirini göstererek, günümüzde Amerika’ya kadar yayılmıştır.

 

Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişi, Anadolu Selçuklu Devleti’nin üzerinde kara bulutların dolaştığı, siyasi, ekonomik ve kültürel düzeninin bozulmaya yüz tuttuğu, taht kavgalarının başladığı, bölünmelerin ve parçalanmaların meydana geldiği bir döneme rastlamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin çökmesi ve Anadolu Türklerinin dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalması, Orta Asya’da bulunan Türk Uluslarını büyük bir kedere boğmuştur. Anadolu’da cereyan eden bu var olma savaşına bir çözüm yolu bulmak gerekliliği ortaya çıkmıştır. İşte Hacı Bektaş Veli bu amaçla Anadolu’ya gönderilmiştir. Evliya Çelebi’ye göre Hacı Bektaş Veli 300 Horasan eri ile Anadolu’ya gelmiştir. Bazı kaynaklar da bu topluluk hakkında 40 – 1000 arası çeşitli rakamlar belirtilmektedir. Burada önemli olan rakamlardan çok Hacı Bektaş Veli’nin idealistlerden oluşan bir topluluğun başında Anadolu’ya gelmesi, bunların yardımı ile adeta manevi bir fütühata girişmiş olmasıdır.

 

Hacı Bektaş Veli, Antep ve Maraş üzerinden Sivas’a uğramıştır. Amasya’yı dolaşarak, Kayseri ve Kırşehir’de bir süre kaldıktan sonra yoluna devam etmiştir. Sulucakarahöyük’e M. 1238 – 1248 yılları arasında gelmiş olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Adını verdiği bugünki Hacıbektaş ilçesine yerleşerek faaliyetlerine burada başlamıştır. Çalışma ortamını oluşturmuş ve Anadolu kültürünü, Anadolu insanının gelenek ve göreneklerini özümseyerek yeni bir kültür ve eğitim merkezini kurmuştur. Burada düşüncesini ve felsefesini geliştirmiştir. Ayrıca Anadolu’yu dolaşarak çevresini tanımıştır. Araştırma ve incelemelerde bulunmuş ve gittiği her yeri aydınlatmaya ve fikirlerini anlatmaya çalışmıştır. Anadolu’ya adeta bir güneş gibi doğmuştur. Sulucakarahöyük’te de hareketlenmeler başlamış ve çehresi değişmiştir. Bulunduğu bu yerde bir çekim merkezi oluşturmuştur. Görüş, düşünce ve felsefesi bütün bu merkezden Anadolu’ya hızla yayılmıştır. Bu görüş ve düşüncesi Anadolu genelinde Hacı Bektaş Felsefesi ve Tasavvufu, Bektaşi Tarikatı olarak adlandırılmıştır. Bu eğitim ve öğreti merkezinden yetişen öğrenciler (Dervişler) Anadolu’nun dört bir yanına dağılmışlardır. Balkanlar’a, Arnavutluk’a Irak’a, Suriye’ye, Mısır’a, Girit’e vb. ülkelere gidip oralarda Hacı Bektaş Veli’nin düşünce ve felsefesini anlatmışlardır.

 

Yeni ordunun kuruluşunda, temsili bir grup asker, Hacıbektaş’a gelerek Hacı Bektaş Veli tarafından burada kılıç kuşatılıp taç giydirilip dualanmıştır. Ayrıca sancak teslim edilmiş ve bu orduya “Yeni Çeri” adı verilmiştir. Bu yüzden Hacı Bektaş Veli’yi Pir olarak tanıyan Yeniçeriler, Bektaşi yolunu benimseyerek nice fetihlere katılmışlardır.

 

Hacı Bektaş Veli; Baba İlyas, Mevlâna Celalettin-i Rumi ve Yunus Emre gibi Türk düşünce hayatını zamanımıza kadar etkileyen çağdaşları ile birlikte aynı devirde yaşamışlardır. Mevlâna özellikle tasavvuf ehli Şemsi Tebrîzi ile karşılaştıktan sonra Batıni ilimlere dalar ve bu anlamda Hacı Bektaş Veli’nın öğretisine yaklaşır. Mevlâna Celalettin-i Rumi ile çağdaşlığı, Mevlevi kaynakları ortaya koymaktadır. Bu iki ulu kişinin arasında güçlü bir bağlantı olduğunu, tarih göstermektedir. Bu ulu kişiler, birliğinin harcına aşk suyunu katmıştır. Kendi gönüllerinden sundukları bu şerbet, insanlar arasında gönül birliğini temin etmiştir. Zira Hünkâr'ın ifadesiyle

 

"Şimdi o gül-i reyhan (reyhan çiçeği) dedikleri 'aşk çiçeği'dir. Aşk dedikleri Allahû Ta'âlâ'nın kendi ateşidir ki bütün âlemi tutup durur. O ateşin ocağı da erenlerin gönlüdür".

 

Böyle bir anlayışta insana saygı esastır. Çünkü insanda bulunan "gönül, Padişah-ı âlem Tanrı'nın nazargâhıdır". Yine insanın göğsü Padişah-ı Alem Tanrı'nın ocağıdır. Burayı kendi kudretiyle doldurmuştur. Bu bakımdan dinî özü gereği, her fert bünyesinde "zerre-i İlahi" taşıdığından, herhangi bir ferdin diğerlerinden ayrı tutulması mümkün değildir. Çünkü ona verilecek herhangi bir tahribat ferde değil "zerre-i İlahi"ye yönelik olacaktır. Bu sebeple ferdin değersiz bir varlık olarak görülmesi mümkün değildir.

 

İnsana saygının doruk noktasında olduğu böyle bir anlayışta toplumda ayrılıklara sebebiyet verecek temel hususlara da dikkat çekilmiş, insanlar bunlara karşı uyarılmıştır. Nitekim, Hacı Bektaş Veli şöyle buyurmaktadır:

 

"Vay sana ki içinde; kibir ve hased(kıskançlık), cimrilik, düşmanlık, tamah, öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralık ile bunlar gibi daha nice şeytan fiili varsa, suyla yıkanıp nasıl arınacaksın?".

 

Böylece ayrılık tohumları henüz ekilmeden yok edilmeye çalışılmıştır. Birlik ve beraberliğin temini için gayret sarfedilmiştir.

 

Hacı Bektaş Veli’nin çocuklarının olup olmadığı, Alevi ve Bektaşiler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Ortaya atılan farklı iki iddia vardır. Çelebiler, Hacı Bektaş Veli’nin Fatma Nuriye veya Kadıncık Ana (Kutlu Melek)'dan Seyyid Ali Sultan (Timurtaş) adlı bir çocuğun dünyaya geldiğini, kendilerinin de bu soydan olduklarını iddia etmektedirler. Babağan (Babalar) kolu ise, Hacı Bektaş Veli’nin mücerret kaldığını, dünyadan da mücerret olarak göçtüğünü iddia etmektedirler. Bu grup mensuplarına göre, bugün Hacı Bektaş Veli’nin evladı olarak bilinenler, Pir’in Kadıncık Ana’dan gelen nefes (yol) evladlarıdır.

 

 

Hacı Bektaş Veli Soyundan Gelen Soy Seceresi

 

 

 

HACI BEKTAŞ VELİ

 

 

 

Seyyid Ali Sultan   (1310-1402)

   

 

↙                          ↘

 

 

Rasül Bali   (1361- 1441)

 

Mürsel Bali   (1384- 1483)

 

 

↙                          ↘

 

Hüdadat Çelebi   ( ? - 1481)

Kalender Çelebi   (1476-1528)

 

Balım Sultan   (1473-1516)

 

↙                          ↘

   

İskender Çelebi   (1512-1548)

 

Yusuf Bali Çelebi   (1516-1569)

 
   

↙           ↓             ↘

 

 

İskender Mürsel Çelebi

          (1551-1604)

Rasul Bali Çelebi   (1546-1588)

Bektaş Çelebi   (1544-1581)

                                                     

 

↙                          ↘

 

Kasım Çelebi   (1578-1646)

Bektaş Çelebi   (1566-1632)

 

Hasan Çelebi   (1563-1607)

 

   
 

Yusuf Çelebi   (1582-1656)

   
 

↙                          ↘

   

Hüseyin Çelebi   (1609-1674)

 

Hacı Zülfikar Çelebi   (1605-1667)

 

 

 

Elvan Çelebi   (1640- ? )

 

Abdülkadir Çelebi   (1628-1685)

 
   

↙                          ↘

 
 

Hacı Feyzullah Çelebi  (1711-1759)

 

Murtaza Ali Çelebi   (1646-1730)

 

 

 

 

Bektaş Çelebi (Şiri)   (1710-1761)

   
 

↙                          ↘

   

Abdül Latif Çelebi   (1724-1803)

 

Şehit Feyzullah Çelebi (1742-1824)

 

 

 

↙                          ↘

 

 

Veliyettin Çelebi   (1772-1826)

 

Mehmet Hamdullah Çeleb

         (Hasreti)   (1767-1836)

 

↙                          ↘

   

Ali Celalettin Çelebi   (1808-1871)

 

Feyzullah Çelebi   (1811-1878)

 

 

 

↙                          ↘

 

 

Ahmet Cemalettin Çelebi   

       (1862-1921)

 

Veliyettin Çelebi   (1867-1940)

 

 

Anadolu’ya Gelişi

 

Aslen Horasanlı olan ve Nişabur şehrinde doğduğu bilinen Hacı Bektaş Velî, Hoca Ahmed Yesevî dergahında üç yıl hizmet ettikten sonra şeyhinden emanetleri ve icâzeti alır.

Şeyhinin:

 

“Müjde olsun ki; «Kutb’ul-aktâblık» senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm abdâllarına seni baş tayin ettik” demesiyle Hacı Bektaş Velî, Anadolu’ya gelmek için yola çıkar. Velâyetnâme deki bu kayıt, tarihi kaynaklarca da doğrulanmaktadır.

 

Türkistan Pîri Hoca Ahmed Yesevî’nin kültür ocağında, engin bilgi hazinesini dolduran Hacı Bektaş Velî, daha sonra siyâsi ve iktisadi düzeni bozulan Anadolu Türk halkına öncülük etmek, Türk birlik ve beraberliğini sağlamak, Türk dilini yabancı etkilerden korumak, Anadolu’yu Türkleştirmek amacıyla, Hoca Ahmed Yesevî’nin isteği ve işareti üzerine Anadolu’ya gelmiştir.

 

Karacahöyük'e Yerleşti

 

Bu kayıtlardan şunu da anlıyoruz ki Osmanlı Devleti'ni kuran Osman Gazi'nin kayınpederi Şeyh Edebali de Baba İlyas'ın öğrencilerindendir ve Hacı Bektaş Veli ile akran bilgelerden birisidir. Bu bilgiler gösteriyor ki Hacı Bektaş Veli isyan edenlere katılmamıştır. Fakat o, isyana katılmış güçlerden bir bölümünü alıp devletin ulaşıp katledemeyeceği bir noktaya taşımış ve oraya yerleştirmiştir. İşte o nokta da Karacahöyük olmuştur.

 

Halifeleri

 

Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra; kimi gelir nasîbini alır giderdi; kimi gelir kalır, hizmet ederdi; kimisini de Hünkâr bir yere yollar, kendisine halîfelik verirdi. Halîfe olan gittiği her yerde mürid, muhib edinir, halkı uyarırdı. Hünkâr Hacı Bektaş Velî, otuz altı bin çerağı uyarmış, otuz altı bin halîfe dikmişti. Bunların üçyüz altmışı, gece gündüz, Hünkâr’ın huzûrunda hizmette bulunurdu.

 

Hünkâr, âhiret âlemine göçünce onların her biri, Hünkâr’ca daha evvel tesbit edilen yerlerine gittiler. Bunların en meşhurları Cemal Seyyid, Sarı İsmail, Kolu açık Hacım Sultan, Baba Resûl, Pîr Ebi Sultan, Recep Seydi, Sultan Bahâeddin, Yahyâ Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-pûş-Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır Sâmit v.s. idi.

 

Sarı İsmail’e Vasiyeti ve Hakk’a Yürümesi

 

Hacı Bektaş Velî, Sarı İsmail’i çağırdı.

 

Dedi ki:

 

-Sen benim has halîfemsin. Bugün Perşembe, ben bugün âhirete göçeceğim. Göçünce kapıyı ört. Çile dağı tarafını gözle. Oradan bir boz atlı gelecek, yüzünde yeşil örtü olacak. Bu zât, atını kapıda bırakıp içeri girecek, bana Yasîn okuyacak. Attan inip selâm verince selâmını al, onu ağırla. Hulle donundan kefenimi getirir, o beni yıkar. Beni yıkarken su dök, ona yardım et. Ceviz ağacından tabut yapar, beni tabuta kor, ondan sonra beni gömün. Onunla söyleşmeyin sakın. Benden sonra Fâtıma Ana (Kadıncık) oğlu Hızır Lala Civan, yerime geçsin. O elli yıl hizmet eder, ondan sonra yerine oğlu Mürsel geçer. O, kırk sekiz yıl şeyhlik eder, yerine oğlu Yûsuf Bâli geçer. O da otuz yıl hizmet eder, sonra Hak yakınlığına ulaşır.

 

Dünya nın hâli budur, gelen gider. Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen cömertlikte bulun. Murtazâ’dan halk, erlik kerâmet istediler. Kanber’e, sofrayı yay buyurdu. Benden kisvet giyen her mürid, konuk istesin, konuğa hizmet etsin. Şeytan gibi kendisini görmesin, kimsenin yatan itini kaldırmasın. Kimseye karşı ululanmasın, hased etmesin, dedikten sonra, ikinci vasiyete geçer ve şöyle devam eder:

 

-Öğüdümü tut, ölümümden sonra bin koyunla, yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır, hizmet et, onları doyur. Yedinci günü, kırkıncı günü, helva dağıt, korkma, erin harcı eksilmez. Ne kadar muhib ve mürid varsa davet et, onları topla. Öğüt ver, ağlamasınlar. Bir halîfem de Barak Baba’dır (Ali Emîri), gerçek bir er’dir. Ona da söyleyin. Karasiye varsın, Balıkesir’e gidip orasını yurt edinsin.

 

Hünkâr böylece vasiyette bulunduktan sonra, Sarı İsmail ağlamaya koyuldu;

“Tanrı bana o günü göstermesin” dedi.

Hünkâr:

 

“Biz ölmeyiz, sûret değiştiririz” diyerek onu teselli etti. “Sonra dışarı çık, bizden ses kesilince içeri gir” dedi.

            

Hünkâr daha sonra Tanrı’ya niyâzda bulundu, Peygamber’e selâvat getirdi. Kendisi, kendisine yâsin okudu ve Hak’ka kavuştu.

 

Sarı İsmail, vasiyet gereği dışarı çıktı. Sonra içeri girdiğinde, Hünkâr bu fena âlemini terk etmişlerdi. Hünkâr’ın yüzünü hırkasıyla örttü. Halvetin kapısını çekip tekrar dışarı çıktı. Hünkâr’ın muhibleri dört bir yandan gelerek ağlaştılar.

 

Derken birde baktılar ki, Çile dağı tarafından bir tozdur koptu. Bir anda yaklaştı. Hünkâr’ın dediği bu zâtın elinde bir mızrak vardı. Yüzüne yeşil nikâb örtmüştü. Altında da tarife uygun olarak boz bir at vardı. Erenlere ve muhiblere selâm verdi. Selâmını aldılar. Mızrağını yere dikti ve atından inerek doğruca halvete girdi. Kendisiyle beraber içeriye yalnız Sarı İsmail girdi. Karaca Ahmed kapıda durdu, kimseyi içeriye sokmadı. Sarı İsmail su döktü, yüzü örtülü er yıkadı. Cennetten gelmiş bulunan yanındaki hulle donları, kefen yaptı. Tabuta koyup doğruca musallaya götürdüler. Boz atlı er imamlık etti, erenler de saf olup ona uydular. Namazı kılındı, götürüp mezara koydular.

 

Boz atlı kişi, erenlerle vedalaştıktan sonra atına atlayarak yürüdü. Sarı İsmail atın yularından tutarak köyün dışına kadar gittiler, vedalaşacakları zaman acaba bu kim, diye merak etti. Eğer Hızır ise görüştüğüm için tanımam lâzımdır deyip;

 

-Namazını kıldığın, yüzünü gördüğün er hakkı için, kimsin bildir bana, dedi. Boz atlı er, Sarı İsmail’in yalvarmalarına dayanamadı, örtüsünü açtı. Hacı Bektaş Velî’nin kendisinden başkası değildi.

 

Sarı İsmail atının ayağına düşüp yalvardı:

 

-Lûtfet erenler şahı, otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var seni bilememişim, suçumu bağışla, dedi.

 

Hünkâr:

-Er odur ki, ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sen de var buna gayret et, dedikten sonra Çile dağı’na yönelip gözden kayboldu.

 

Rivâyete göre, Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Hakk’a vuslat ettiğinde 63 yaşındaydı.

 

En doğrusunu Allah bilir.

 

************

 

Günümüzde, sosyal bütünleşmemizde görülen problemlerin ortaya çıkmasında, söz konusu mânâ âlemlerinden uzaklaşmanın önemli bir rolü olduğu görülmektedir. Bu bakımdan geleneğin gücünden faydalanmanın zarureti ortadadır. Böyle güçlü ve zengin geleneğin ihyası, mana etrafında bütünleşmenin boyutlarını en üst seviyeye çıkaracaktır. Bizi her zaman birlik ve beraberliğe davet eden Hünkâr Hacı Bektaş Veli'ye gönül vermek zamanıdır:

 

İri olalım, diri olalım

Kutsal inancın piri olalım

Gönül verelim Hak gerçeğine

Her zaman Bir'in biri olalım.

 

                   

 

Kerametleri

 

Velâyetnâme’de, Hacı Bektaş Velî’nin vehbî bir ilme sahip olduğuna delil olarak, hocasıyla arasında geçen bir vak’a gösterilir. Bu vak’a, Hacı Bektaş’ın henüz çocukken birçok kerâmetler gösterdiğini de belirtmektedir.

 

Velâyetnâme’de yer alan bu vak’a şöyledir:

 

Bir gün Lokman Perende, aniden Hacı Bektaş’ın bulunduğu odaya girer, odayı nûr ile dolmuş görüp şaşırır; etrafına bakınır, Bektaş’ın sağında ve solunda iki nûrâni zât görür. Onlar Bektaş’a Kur’ân okutuyorlardır. Lokman Perende girer girmez hemen onlar kaybolurlar. Lokman Perende şaşırır kalır.

 

Hacı Bektaş’a; bunların kim olduklarını sorar. O da; “Sağımda oturan iki cihân güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi, solumda oturan Allah’ın Arslanı, insanların emîri Hz.Ali idi” der.

 

 

Mevlana İle Hacı Bektaş Veli

 

Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi birşey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektaş Veli 'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana 'ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.

Mevlana şöyle der:

 

- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz, ama o kabul etmeyebilir.

 

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergahına gider ve Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.

Hacı Bektaş da şöyle der:

 

-Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

 

Hacı Bektaş Velî Rûm Ülkesinde

 

Hacı Bektaş Velî, Rûm ülkesine, Türkmen içinde, Zülkadirli ilinde Bozok’dan girer. Burada yol üzerinde bir çoban koyun gütmektedir. Koyunlar Hünkâr’dan Velâyet kokusu alarak ona doğru koşarlar. Çoban, sürünün önünü keserek dağılmalarını engellemek ister. Ancak bu kez arkadakiler de Hünkâr’a koşunca, çoban kendi kendine; Olsa olsa bu er Tanrı dostlarındandır, koyun kadar da aklım yokmuş diyerek, Hacı Bektaş Velî’nin ayaklarına kapanır.

 

Hacı Bektaş Velî, çoban’a:

“Çoban, adın ne?” diye sorar.

Çoban;“İbrahim Hacı” diye cevap verir.

 

Hacı Bektaş Velî; “Başındakini çıkar” der.

 

İbrahim Hacı, başındaki geyik postundan dikilmiş börkü çıkarır. Hünkâr, o börkü tekbirleyip İbrahim Hacı’nın başına giydirir; “Yürü, Bozok’la Üçok’u sana yurt verdik ekmeğin olsun, koyuncuklar da beraber varsınlar” diyerek yoluna devam eder.

 

Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Kayseri’ye varır. Orada erenlerden biri ile görüşürler. Konuşma sırasında erenler, elini koynuna koyarak bir salkım üzüm çıkarır ve huzûra koyar. Bunu gören Hünkâr:

 

“Sizin erenlerden olduğunuz, bizce mâlumdu, sizden kerâmet isteyen de yoktu. Böyle yapmaya ne hâcet vardı” der. Bir müddet daha otururlar. Hünkâr gitmek için ayağa kalkınca, eteğinin arasından bir tane Hindistan cevizi düşer.

 

O eren:

 

-Böyle yapmaya ne hâcet vardı dediniz, peki ya bu sizin yaptığınız ne oluyor?

 

Hünkâr:

 

-Hak’ka giden hak uğrum hakkı çün, benim bundan haberim yoktu. Siz o kerâmeti gösterdiğiniz için Horasan erenleri gayrete geldiler, bunu getirdiler, diye cevap verir.

 

Hacı Bektaş Velî, o erenle vedâlaşıp yola revân olur. Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda Sineson adlı bir Hıristiyan köyüne ulaşır. Burada pek durmayıp Üçhisar adlı diğer bir köye geçer. Bu köyde halk, birbiriyle kavgaya tutuşmuştur.

 

HacıBektaş, köylülerden birine;

 

-Bu köyde derviş konaklayacak yer var mı? diye sorar.

 

Köylü:

 

-Halk konuk kaygısında mı? Şimdi kavgacılar gelir seninle de kavgaya tutuşurlar, var git, diye tersler.

 

Bu sırada halktan birkaç kişi Hacı Bektaş Velî’yi merak edip başına toplanırlar. Hacı Bektaş Velî, bunu bir fırsat bilerek konuşmaya başlar:

 

“Birbirinizin gönlünü kırmayın. Çünkü mü’minin gönlü Kâ’be’ye benzer, lâkin gönül ondan da yeğdir. Zira Beytü’l-ma’mur göktedir. Orayı melekler tavâf eder. Halbuki gönül Tanrı’nın nazargâhıdır. Tanrı ile gönül arasında perde yoktur. Kâ’be nasıl dokunulmaz, harim ve mübarek ise gönül de Tanrı’nın tecelli ettiği yer olduğu için mübarektir, ona dokunmayın.”

 

Bu nutku dinleyen halk, büyük bir suskunluk ve hayranlıkla onu süzerler.

 

Topluluktan biri:

 

-Ey Tanrı dostu! Bize ismini, nereden gelip nereye gittiğini ve maksadını söyler misin? der.

 

Hacı Bektaş:

 

-Adım Hacı Bektaş’dır. Horasan’dan Hicaz’a, oradan da Sivas şehrine gitmekteyim. Maksadım, şâki olana amân vermemek ve ahâlinin sulh ile bir arada yaşaması için lüzûmlu olan hakikat sırlarını anlatmaktır. Bunun için Pîrim Hoca Ahmed Yesevî’den emir alıp Anadolu’ya (Rûm’a) geldim.

 

 

Anadolu'ya gelmesi

 

Hünkar Hacı Bektaş Veli, Horasan'dan Rum ülkesini (Anadolu'yu) aydınlatmak için gönderildi. Hünkar, Rum ülkesine yaklaşınca mana aleminden, Rum erenlerine, "Essalamün aleyküm Rum'daki erenler ve kardeşler" diye selam verdi. Bu sırada Rum ülkesinde, elli yedi bin Rum ereni, sohbette, meclisteydi. Rum'un gözcüsü de Karaca Ahmed'di. Hünkar'ın selam verdiği, Fatıma Bacı'ya malum oldu. Bu kadın, Sivrihisar'da, Seyyid Nureddin'in kızıydı, henüz evlenmemişti, Meclisteki erenlere yemek pişirmedeydi. Karaca Ahmed de Seyyid Nureddin'in müridiydi. Fatıma Bacı, ayağa kalkıp Hünkar'ın bulunduğu tarafa döndü, elini göğsüne koydu, üç kere "Aleykümesselam" dedi, yerine oturdu. Meclistekiler, bu hali görünce, "Kimin selamını aldın" dediler. Fatıma Bacı, "Rum ülkesine bir er geliyor, siz erenlere selam verdi, onun selamını alıyoruz" dedi. Erenler dediler ki: "O, Rum ülkesine (Anadolu'ya) gelirse ülkeyi alır, halkı kendisine muhib eder, artık Rum'da bize oyun kalmaz. Bir şey yapalım da Rum ülkesine sokmayalım." Bazısı "Kanat kanata gerelim, arş altında Sidre'ye dek yolu keselim, Rum'a giremesin" dedi. Hepsi bu tedbiri uygun buldu, vilayet kanatlarını birbirine çattılar, yol bağladılar. Hacı Bektaş Veli, Rum sınırına varınca yolun bağlanmış olduğunu gördü, "Bismillah ve billah" dedi, vilayetle bir sıçradı, ulu arşın tavanına yetişti. Melekler, elifi tac ile karşıladılar. "Merhaba, safa geldin ey Peygamberlerin evladı Hacı Bektaş Veli" dediler. Hünkar, ordan bir güvercin şekline girdi, uçarak doğruca Sulucakarahöyük'e indi, bir taşın üstüne kondu. Mübarek ayakları, hamura gömülür gibi taşa gömüldü.

 

Rum erenlerine bir heybettir düştü, o erin ülkeye girdiğini anladılar, "Yolunu bağlayamadık" dediler. Karaca Ahmed'e, "Sen, Rum ülkesinin gözcüsüsün, bir bak bakalım ülkeye girmiş mi?" dediler. Karaca Ahmed, bir müddet murakabeye vardı, sonra başını kaldırdı, "Rum ülkesini baştan başa gözden geçirdim, her mahluk, eşiyle oturmada; yalnız Sulucakarahöyük'de güvercin şekline girmiş bir er var, yalnız oturuyor; onu görünce içime bir dehşet düştü; olsa olsa odur" dedi. Rum erenleri dediler ki: "Birisi doğan şekline girse de gidip onu avlasaydı." İçlerinde, Bayezid Sultan'ın halifelerinden Hacı Doğrul adında birisi vardı, Irak'tan, Rum ülkesine gelmişti. Ayağa kalkıp, "İzninizle, ben gideyim" dedi. Hemen doğan şekline girip uçtu. Gördü ki Sulucakarahöyük'te, bir taş üstünde bir güvercin var. Olanca heybetiyle süzülüp üstüne inerken, Hacı Bektaş silkinip insan şekline girdi, elini uzattı, doğanı tutup öylesine sıktı ki, Hacı Doğrul'un aklı başından gitti. Hünkar elinden bırakınca bir zaman yattı, aklı başına gelince kalktı, gördü ki Hünkar'ın yanında. Hemen ayağa kalkıp peymançeye durdu, özür diledi. Sonra Hünkar'ın eline ayağına düştü, "Kem bizden, kerem sizden" dedi. Hünkar, "Ey Doğrul, er, erin üstüne böyle gelmez. Siz, bize zalim kılığında geldiniz, biz size mazlum kılğında; eğer güvercinden daha mazlum bir mahluk bulsaydık onun şeklinde gelirdik" dedi. Hacı Doğrul'un kisvesini tekbir edip başına giydirdi. Hacı Doğrul, "Hünkarım, bizden ve soyumuzdan ne kadar dişi ve erkek olursa hepsi de size ve size uyanlara nezrimiz olsun" dedi. Hacı Bektaş dedi ki: "Hacı Doğrul, şimdi dön, geldiğin meclise var, erenlere gördüğünü anlat, onları buraya çağır, hepsine selam söyle, sonra da onlarla beraber tekrar yanımıza gel." Hacı Doğrul, kalkıp Rum erenlerinin yanına vardı, işi anlattı ve onları davet ettiğini söyledi.

 

Hacı Bektaş Velî, İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek’in (Kadıncık Ana) misafiri olarak bir süre evlerinde kalır ve ibâdetle meşgul olmaya başlar. Sulucakarahöyük’te, Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin kısa zamanda müridleri çoğalır. Gördükleri kerâmetler, ona bağlanmak istemeyen âsi ve inatçı mizaçtaki insanları bile yumuşatır.

 

Lâkabı ve Ünvanları

 

“Hacı” Ünvanını Alması

 

Birçok önemli şahsiyetlerde olduğu gibi Hacı Bektaş Velî’ nin hayatı ile ilgili olarak anlatılanlarda da menkıbe ile tarihi gerçeklik, iç içe girmiş bulunmaktadır. Bu yüzden onları birbirinden ayırmak oldukça güçtür.

 

Hacı Bektaş Velî’ye, “Hacı” ünvanının atfı da onun şu şekilde vuku bulan bir kerâmetine bağlanmaktadır.

 

Hocası Lokman Perende hacca gitmiş, diğer görevlerini yerine getirdikten sonra Arafat’a çıkıp vakfe’ye durmuştu.

 

Lokman Perende yanındakilere; “Bugün arefe günü, şimdi memlekette bizim evde «bişi» pişirirler” demiş. Bu söz Hünkâr’a mâlum olmuş. Hünkâr hemen Lokman Perende’nin evine giderek, şeyhin hanımından; bir tepsiye birkaç tane “bişi” koyup kendisine verilmesini istedi. Tepsiye konulup kendisine takdim edilen “bişi”yi alan Hünkâr, göz yumup açıncaya kadar Lokman Perende’ye götürüp sundular. Bundaki hikmeti anlayan Şeyh Lokman Perende, arkadaşları ile beraber bu “bişi”yi yerler.

 

Hac dönemi bitip Hicâz’dan dönülünce Nişabur halkı, Lokman Perende’yi karşılamaya çıktılar. “Haccın kabul olsun” diyerek tebrik ettiler, elini öptüler. Lokman Perende, gelen halka Bektaş’ın kerâmetlerini anlattıktan sonra; “Esas hacı olan Bektaş’tır” diyerek onu tebrik etti. Bunun üzerine adı, “Hacı Bektaş-al-Horasan”i oldu. Bu menkıbevi anlatımın yanı sıra, onun Horasan’dan Anadolu’ya gelirken hac vazifesini bizzat yerine getirdiği de, tarihi kaynaklarda yer almaktadır.

 

“Hünkâr” Lâkabını Alması

 

Bektaşî kaynaklarında Hacı Bektaş Velî için çok sık kullanılan bir de “Hünkâr” lâkabı vardır. Hacı Bektaş Velî’ye “Hünkâr” denilmesi de yine onun bir kerâmetine bağlanmaktadır.

 

Hocası Lokman Perende bir gün Bektaş’a ders verirken abdest almak için dışardan sugetirmesini ister.

 

Bunun üzerine Bektaş;

 

“Hocam, bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışarıdan su getirmeye muhtaç olmasak” cevabını verir.

 

LokmanPerende ise;

 

”Bizim buna gücümüz yetmez” deyince, Bektaş el kaldırıp; “Duâ” eder.

 

Lokman Perende; “Amin” der. Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin bahçesinden bir pınar akmaya başlar.

 

Hacı Bektaş’ın bu kerâmetini gören hocası Lokman Perende sevinçle;

 

“Yâ Hünkâr!” demekten kendini alamaz. Bundan sonra da Hacı Bektaş Velî’nin adı “Hünkâr Hacı Bektaş” kalmıştır.

 

                   

 

HACI BEKTAŞ VELİ KÜLLİYESİ

 

Ziyaret kılavuzu

 

Hacı Bektaş Veli'yi ziyaret edenlerin, külliye içersinde bulunan kutsal yerleri ve makamları iyi tanıması gerekir. Bu noktaların en önemlileri şunlardır:

 

Hacı Bektaş Veli Külliyesi (Dergah)

 

Hacı bektaş ilçesinin orta yerinde, büyük bir bahçenin çevirdiği, batıdan doğuya doğru uzanan, üç avlu içerisindeki türbeler ve diğer hizmet yapıları, Hacı Bektaş Veli Külliyesi'ni oluşturmaktadır. İlk yapı olan 'Çile Damı' Hacı Bektaş Veli'nin sağlığında inşa edilmiş, çeşitli zamanlarda yapılan eklentiler ve yenilemelerle Külliye bugünkü şeklini almıştır. Hacı Bektaş Veli'nin türbesi, Orhan Gazi zamanında, 1338 yıllarında, nisbeten basit bir yapı olarak Çile Damı'na eklenmiştir. Türbe bugünkü şekliyle, sekizgen bir zemin üzerinde, Murat (Hüdavendigar) hayatta bulunduğu sırada, Hacı-Bektaş Veli'nin oğlu Seyyid Ali Sultan tarafından, 1385 yılında yeniden yaptırılmıştır. 1485-86 yıllarında 2. Beyazıt tarafından türbenin çevresi tanzim edilmiş ve kubbesi kurşunla kaplanmıştır. Osmanlı Sultanı 2. Mahmut 1827 yılında, türbeler dışında kalan tüm külliye binalarını yıktırmış, Dergah Avlusu'nun doğu köşesindeki camiyi yaptırmıştır. Külliye, 1869-70 yıllarında Osmanlı hükümdarı Abdülaziz'in gönderdiği mimarlar tarafından, Hacı Bektaş Veli Dergahı postnişini Ali Celalettin Çelebi'nin nezaretinde yeni baştan yapılmış ve türbeler onarılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü 1958-59 yıllarında tamire muhtaç yerleri onartmış ve 16 Ağustos 1964 yılında Külliye, müze olarak açılmıştır.

 

Avlu: Nadar Avlusu

 

Külliye'nin birinci avlusuna, son restorasyondan sonra yeniden yapılmış cümle kapısından girilir. Eskiden bu kapıya 'Taç Kapı'da deniliyordu. Tamirden önce kapının dış yüzüne 'Burası aşıkların Kabe`sidir. Eksik gelen tamam olur' anlamında kitabe vardı. Birinci avlu, eskiden beri 'altın avlu' anlamına gelen 'Nadar Avlusu' adı ile anılmıştır. Avlu'nun girişe göre sağ tarafında, Fatma Fikriye Hanım tarafından yaptırılan, motiflerle süslü Üçler Çeşmesi yer alır.

 

Avlu: Dergah Avlusu

 

Meydan Avlusu da denilen Dergah Avlusu'na piramit üstlüklü Üçler kapısından girilir. Konuklarca Arslanlı Avlu olarak bilinen Dergah Avlusu'nun girişe göre sağ tarafında Arslanlı Çeşme, Aş Evi, Cami, Sol tarafında Mihman Evi, Meydan Evi, Kiler Evi vardır. Avlunun iki tarafı Selçuki revaklarla çevrilmiştir. Arslanlı Çeşme'nin ilk yapılışı oldukça eskidir. Yusuf Bali Çelebi'nin oğlu Bektaş Çelebi'ye konuk olan Ali Bey oğlu Malkoç Bali Bey, dergaha bergüzar olarak bu çeşmeyi yaptırmıştır.

 

Üçkapı ve iki koridordan geçildikten sonra Aş Evi'ne girilmektedir. Aş Evi'nde ortadaki ocakta bulunan büyük kazan, Kara Kazan diye anılmaktadır. Aş Evi geçildikten sonra Dergah Camisi'ne varılır. Kısa minaresi ve özel yapısı ile çevredeki binalara uyan sağlam cami, 1827 yılında, Nakşibendi usulü ibadet yapılmak üzere Osmanlı Padişahı 2. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Dergah Avlusu'na girişe göre soldan ilk kapı Mihman Evi'nindir. Aynı sıradaki ikinci kapı Meydan Evi'ne açılmaktadır. Burası yedi kat gökyüzünü temsil eden tavanı ile dikkat çekicidir. Hacı Bektaş Veli'nin arslanla geyiği kucaklayan minyatürünün orijinali ve diğer bazı müze eşyası burada sergilenmektedir. Meydan Evi geçildikten sonra, avlunun sol köşesindeki Kiler Evi'ne gelinir.

 

Çicek bahçesi Hazret Avlusu

 

Hacı Bektaş Veli dergahında, üst tarafı kubbe ile örtülmüş Altılar Kapısı'ndan girilen Hazret Avlusu bir çiçek bahçesi görünümündedir. Tam karşıda Hacı Bektaş Veli Türbesi ve Kırklar Meydanı girişi, Avlu'nun sağ köşesinde de bal peteği rengindeki yontma taşlarla yapılmış Balım Sultan türbesi vardır. Kırklar meydanına üç kemerli bir eyvandan girilmektedir. Sağ tarafta, tek pencerinden pek az ışık alan Çile Damı (Kızılca Halvet) vardır. Hacı Bektaş Veli'nin sağlığında mevcut olan tek yapı burasıdır. Tonos kubbeli koridorun sonundaki kapıdan Mürüvvet penceresinin aydınlattığı Kırklar Meydanı'na girilir. Güneş motifli ahşap tavanla örtülmüş Kırklar Meydanı'nda ünlü Kırk Budak, Hz. Ali'nin el yazması olduğu söylenen Kur'an yaprağı, tarihi değeri olan eserler sergilenmektedir. Kırklar Meydanı'nın doğu kısmındaki terasta on Hacı Bektaş evladından iki zatın mezarı bulunmaktadır.

 

Yeniçerilerin gür sesi

 

1826 yılına kadar Osmanlı Ordusu savaşa gitmeden önce, Yeniçeri ocağından bir müfreze Hacıbektaş'a geliyor, Dergah Avlusu'nda saf tutarak, Hacı Bektaş Veli Evladı'ndan postnişin olan zatın da katılması ile:

 

'Mü'miniz kalu-beli'den beri...

Hakkın Birliğine eyledik ikrar...

Bu yolda vermişiz seri...

Nebimiz vardır Ahmed-i Muhtar...

La Yezal mestaneleriz...

Nur-ı ilahide pervaneleriz...

Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile...

On iki imam Pir-i tarikat cümlesine dedik beli...

Üçler, beşler, yediler...

Nur-ı Nebi Kerem-i Ali, Pirimiz üstadımız Hünkar Hacı Bektaş Veli...

Demine devranına Hu diyelim Hu!'

 

diye gülbang çekiyorlar (dua ediyorlar) ve Pir'den himmet istiyorlardı. O tarihlerde yaşayan kişilerden aktarılan bilgilere göre Yeniçeriler'in gür sesi Hacıbektaş'ın her tarafından duyuluyordu.

 

Hacı Bektaş Veli türbesi

 

Kırklar Meydanı'nda girişe göre sağ tarafta, etrafı mermer kaplama küçük bir kapıdan Hacı Bektaş Veli (1209-1271) türbesine girilmektedir. Mermer kaplamaların işlemeleri arasında üç balık dört güvercin motifi vardır. Gök Eşik diye adlandırılan kapının altında, türbeyi yapan mimar Derviş Sadık'ın mezarının bulunduğu söylenir. Kesin olmayan bazı söylentilere göre de bu mezar Kadıncık Ana'ya aittir. Ortasında yüksekçe bir sanduka bulunan Hacı Bektaş Veli Türbesi, Külli'yenin en önemli yeridir. Türbenin duvar ve pencereleri işlemeli puşidelerle süslenmiştir. Çiçek motifli kubbe aşab piramid şeklindedir.

 

Hacı Bektaş Veli Külliyesi dışında kalan ziyaret yerleri

 

Bektaş Çelebi Türbesi

 

Hacıbektaş Bala mahallesinde klasik kümbet şeklinde yapılmış türbede Hacı Feyzullah Çelebi'nin oğlu Bektaş Çelebi'nin mezarı vardır. (1710-1761) Şiirler'inde Şiri mahlasını kullanan Bektaş Çelebi'nin türbesi 18.yüzyıl sonlarında yapılmıştır. Türbe 1906 yılında Cemalettin Çelebi tarafından restore edilmiştir.

 

Atkaya

 

Hacıbektaş Bala mahallesindedir. Menkıbedeki anlatıma göre, Seyyid Mahmut Hayrani'nin arslana binip yılanı kamçı ederek geldiğinin haber verilmesi üzerine, Hacı Bektaş Veli'nin 'O canlıya binmiş, bizse cansıza binelim' diyerek yürüttüğü kaya, Atkaya olarak anılmaktadır.

 

Çilehane

 

Hacıbektaş'a yaklaşık 2 Km. uzaklıktadır. Kulunç kayası, ünlü alıç ağacı, Delikli Taş, Zemzem Çeşmesi, Veliyettin Çelebi türbesi buradadır. Hacı Bektaş Veli'nin çile doldurduğu menkıbelerde anlatılan taşdan oyulmuş küçük bir mağaradan adını alan Çilehane, Hacıbektaş'a gelen herkesin görmek istediği bir yerdir.

 

Balımevi

 

Hacıbektaş Zir mahallesinde, ünlü Ak Pınar çeşmesinin biraz yukarısında, Kadıncık Ana'nın babası İdris Hoca'ya ait olduğu sanılan üç odalı bir evdir. Elbisesiz kalan Kadıncık Ana'nın sığındığı tandır, bahçe ile çevrili bulunan bu evin içindedir.

 

Karahöyük

 

Ankara yönünden gelirken Hacıbektaş'ın girişinde bulunan yığma bir hüyüktür. Menkıbelerde, Hacı Bektaş Veli'nin güvercin donunda buraya konduğu anlatılır. Höyüğün içinde milattan öncesine ait tarihi kalıntılar bulunmaktadır. Ak Pınar ve Hamur Kaya da buradadır.

 

Han Bağı

 

Hacıbektaş'ın güney yönünde 2 Km. uzaklıktadır. Dergaha vakfedilen Han Bağı'nda, bir babanın yönetiminde çalışan dervişler dergahın sebze, üzüm, bal ihtiyacını karşılaşıyorlardı. Han Bağı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satılmıştır.

 

Hacı Bektaş Veli'nin hırkasını yaktığı söylenen ve bu söylentiden adını alan dağ, Hacıbektaş'ın güney yönünde yaklaşık 15 Km. uzaklıktadır.

            

(Bu bölümdeki bilgiler Çelebi Celaleddin Ulusoy'un Hacı Bektaş Veli Külliyesi ve Diğer Ziyaret Yerleri adlı kitapçığından alınmıştır.)

 

Hacı Bektaş Veli’nin Eserleri

 

1. Makalât: En önemli eserlerinden biridir. Arapça olarak yazmıştır. Tasavvuf esaslarını anlatmıştır. Tarikata yeni girenlere yol göstermek amacıyla yazmış olduğu bir eserdir. Dili sade ve anlaşılması kolaydır. Makalât; şeriat, tarikat, marifet, hakikat gibi dört kapıdan ve her kapının da on makamdan oluştuğu öğretici bir tasavvuf kitabıdır.

2. Fevaid: Faydalı sözler anlamına gelen dini ve tasavvufi konularını içeren Farsça bir eserdir. Hacı Bektaş Veli, bu kitapta konuları 105 faide başlığı altında toplamıştır.

3. Besmele Şerhi: Manisa Valide Camii Kütüphanesi’nde hicri 1315 tarihinde Rika yazısıyla yazılmış bir eseridir. Tire’de Hacı Necip Paşa Kütüphanesi’nde bulunan Hacı Bektaş Veli’nin olduğu söylenen Tefsir-i Fatiha’nın aynısıdır. Bu eser Rüşdü Şardağ tarafından bulunarak yayımlanmıştır.

4. Şathiye: 13. yüzyılın dil özelliklerini taşır. Özenle yazılmış değerli bir eseridir. İki sayfadan oluşmuştur. Öz Türkçe’dir.

5. Makalât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniye: Hacı Bektaş Veli’ye izafe edilen bir eseridir.

6. Hacı Bektaş’ın Nasihatleri: Hacı Bektaş Halk Kütüphanesi’nin 29 kayıt numaralı kitabıdır. Hacı Bektaş Veli’nin nasihat ve vesayetleri belirtilmektedir.

 

Not: Hacı Bektaş Veli’nin söylencelere dayalı yaşamı Vilâyet-nâme-i Hacı Bektaş-ı Veli’de anlatılmaktadır.

 

Kaynaklar

Alevilik Bektaşilik Nedir? Bedri Noyan, 2.Baskı, Ankara 1987

Hacı Bektaş- Efsaneden Gerçeğe. İrene Melikoff, 2.Baskı, Haziran 1999

Hacı Bektaş Veli’nin Yaşadığı Tarihsel Ortam, Baki Öz

Makalat,  Hacı Bektaş Veli

Rıza Zelyut (yazı dizisi)

Taner Tatar

www.hacibektas.com

http://gundem.bugun.com.tr

http://www.biyografi.info

http://eyayinlar.mkutup.gov.tr

 

                                                         - Yolumuz  -