Âşık Remzâni |
SÖZLÜK
A B CÇ D E F G H Iİ J K L M N O Ö P R SŞ T UÜ V Y Z
A
Abad : Zengin olma, varlıklı olma,
bayındır. Abd : Kul, köle Abdal : Gezgin derviş. Derviş, Tanrı sevgilisi, kırk din
ulusundan biri. Saçlarını, kaşlarını, bıyıklarını ve sakallarını usturayla tıraş
ettiren, doğrudan doğruya derviş anlamına da gelir. Abes : Boş, asılsız,
saçma Ab-ı Efsun : Göz yaşı Ab-ı Hayat : Dirilik suyu,
bengisu Ab-ı Kevser : Kevser suyu Ab-ı Mutahhar : Temiz su Ab-ı Nisan : Nisan yağmuru,
söylenceye göre, nisan ayında sedefler, deniz dibinden su yüzüne çıkıp, yağmur
danelerini içine alıp. sedef yaparmış.'' Abı-pus : Aba giyen,
derviş, fakir Ab-ı zemzem: Kabe
yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun kutsal sayılan suyu. Abidane: İbadet edene
yakışacak bir surette. Abus : Somurtkan Acem: İranlı. Acem dağları: Batı İran dağları. Acep: Acaba Açak: Açalım Açaram: Açarım Açılçağ: Açılınca
gelince. Açiliptur: Açılmıstır. Adalet : Hak düzen Adave : Düşmanlık Adavet : Düşmanlık,
buğz, yağılık Adem : İlk peygamberin
adı, insan Ademiyet : İnsanlık,
insancılılık Adem : Yokluk, hiçlik Adet : Görenek, sayı Adib : Edepler, töreler Adlım: Ünlü, ünü büyük. Adu taşı: Düşman taşı. Adu: Düşman, hasım. Adü : Düşman, yağı Adüvan : Can düşmanı Afak : Ufuklar, gökyüzünün kenarları Agah: Vakıf, bilen. Ağ: Ak. Ağca: Akça, aka yakın, alacalı. Ağca ceyran: Ak ceylan. ''Ağca ceyran sürme çekip gözüne.''
(Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması.) Ağ-gızıl: Ak, kızıl karışığı renk,
alacalı Ağıl: Koyun ve keçi sürülerinin
gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer. Ağır zürbe: Yabanördeği, turna gibi
kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar. Ağlaram: Ağlarım. Ağ lavas: Yufka ekmek.
Ak undan yapılmış yufka ekmek. Ağmak: Akmak,
karışmak. ''Sırdaş olup ağ sulara.'' Ağ mercan: Ak mercan. [mec. Ak meme,
sevgilinin süt gibi ak olan memesi.] Ağu: Agı, zehir. Ağyar: Başkaları. Ah ü firaz: Ah edip inlemek, ağlamak. Aharam: Akarım. ''Aharam seller
içinde.'' Ahd ü peyman: Yemin, and. Ahd: Vadetme, söz verme. Ahdıpeyman: Ant, anta dayalı sözleşme,
antlaşarak yapılan sözleşme. Ahenger: Demirci. Aheste : Yavaş, ağır, yavaş yavaş Ahıl: Akıl Ahibba : Dostlar,
sevgililer Ahiret : Öbür dünya,
sondünya Ahir: En son,
sondaki, nihayet son olarak. Ahlak : Huylar,
davranışlar, Etik. Ahmer: Kırmızı ,
kızıl. Ahsen-i takvim: En güzel kıvama koyma, Cenab-ı Hakk ın her şeyi kendisine layık en güzel
kıvam, sıfat ve surette yaratılması. Ahsen : Çok güzel Ah-u zar: Yüksek sesle
ağlama, dövünme. Ahü : Ceylan,
güzellerin gözü Ahval: Durum,
durumlar. Ahval: Haller
vaziyetler, oluşlar. Ahz : Almak Akça : Para Akdem : İlk, önce,
önceki, daha önceki Akıl yetirmek: Akıl erdirmek. Akl-ı cüz : Cüz'i akıl, tikel
us Akl-ı Küll : Tüm akıl;
Tanrı bilgisi Akl-ı Mead : Ahirete dönük
akıl Akşamaca: Akşama değin,
akşama kadar. Aktöre, Atayı : Armağan. Al: Hile, aldatma
işi. Al-i aba : Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan
ve Hüseyin'den oluşan kutsal topluluk Al-i Yezid : Muaviye'nin oğlu Yezid ve
onun soyundan gelenler Al malı: Yağlık, başa bağlanan örtü,
al renkli çapı, vala Ala göz: Ela göz. Ala: Ela. Alacabaz: Doğan,
aladoğan, ''Eli alacabazlının'' Aladağ salı: Aladağ
düzlükleri. Alaik : Alakalar,
ilgiler Alak: Alalım. Alakaftan: Alaca kumaştan
yapılma giysi. Kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve
siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri. Alasan: Alasın. Alçağ [alçah]: Alçak yer, yüksel olmayan yer. Alçağa: Alçak yere. Alçak: Yüksek
karşıtı, yüksek olmayan yer ova. Al duvağ: AI duvak.
Gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak. Alef : Cana yakın,
teklifsiz. Alem: Yeryüzü ve
gökyüzü nesnelerinin tümü, Evren. Dünya, Acun. Alışaban: Tutuşarak.
''Alışıban yanaram men'' Alışmak: Tutuşmak, alev
almak, alevlenmek. Ali: Büyük, yüksek,
üstün, yüce, aziz olan. Ali: Hazreti
Muhammed'in damadı ve amcası Ebutalib'in oğlu. Ali Rıza Doğanay: Remzani’nin ustazı Sefil Edna’nın oğlu olup, aynı zamanda Remzani’nin
musahip (yol) kardeşidir. Aşıklık geleneğini devam ettiren Ali Rıza Doğanay,
1934 yılında Zile’nin Yücepınar Köyü’nde doğmuş olup, halen Ankara’da
yaşamaktadır. Alişan: Şan ve şerefi
büyük olan, meşhur, bir çesit lale. Allah-amandır: 1-Şaşma, beğenme duygusunu gösterme. 2-Allah aşkına. Alma: Elma. Alma teki: Elma gibi,
elma benzeri. Aluptur: Almıştır. Alvala: Al renkli ipek
dokuma yüz örtüsü. Amal: Amel, yapılan
iş, eylem, edim. Aman: Sığınca,
koruyucu, dayanma gücü, umut. Amana düşmek: Sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek Amanat: Emanet. Amanı aldırma: Umursamazlık, zora koşma Amber: Amber kokusu,
güzel koku. Amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu madde, Amel: Niyet, itaat,
dini bir emri yerine getirme. (Bi amel: Amelsiz) Amenna : İnandık, doğru
bulduk Amil : Yapan, işleyen,
yapıcı Anasır: Elemanlar,
ögeler. Anber: Amber. Anda : Onda, orada
Andan : Ondan; sonra,
ondan sonra Anin : Onun
Anlar : Onlar
Andelip: Bülbül, seher
kuşu. Annac-annaç: Karşı, karşı
yön. ''Annacımdan gelen güzel'' Aparmak: Götürmek, alıp
gitmek. ''Felek can aparır...'' Ar eylemek : Utanmak
Arabi: Arapça, Arap
kavmine mensup. Arafat : Mekke
yakınındaki dağ Arasat : Mahşer yeri,
haşır neşir mezdani Araram: ararım. Arasın: Arasını Arayı arayı: Araya araya Araz: Aras Nehri. Argaç: Davarların
açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları. Arif : Bilge, irfan
sahibi
Arit : Anlayan,
gerçeğe ermiş Arkuru-arkuriinen: Karşı çıkan. Arma: Eskiden
erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik. Arş: İslam dini
inanışına göre göklerin en yüksek katı, dokuzuncu kat gök. Arz'edilen-arzu ediben: Arzu ederek, arzulayarak. Arzetmek : Susmak,
bildirmek, anlatmak, göstermek Arzuman : Dilek,
istek,özlem
Arzıhal: Sunu,
sunma.''Arzıhal eyledim visal baçımı'' Arzın al: Arzu ettiğini
al. Arzı'nan Kamber: Yaygın bir halk hikayesinin kahramanları Arzu ile Kamber. Asıtan: Dergah,tekke,
kapı eşiği. Askeri (Hasan Askeri) : Onbirinci imam, Doğumu 846 – Ölümü 878 Aslı hariç: Soyu belirsiz,
yabancı. Aslı pak : Temiz soylu Aslı kıt: Soysuz,
verimsiz. Asuman: (Asman) Gök,
sema. Aş: Yemek Aşarsız: Aşarsınız Aşık Emrah: Ercişli Emrah. Aşık misan: Aşık mısın. Aşıkan : Aşıklan gibi,
açıkçasına. Aşırma: Kova, bakraç. Aşıkar : Açık, gizli
değil Aşina : Bildik,
tanıdık Aşiyan : Kuş yuvası, ev,
mesken Aşk dolusu: Halk inancına
göre Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiği aşk şarab Aşlak: Aşılama, aşı. Aşna: Aşina, dost,
tanıdık. Ataş-ataşa: Ateş, ateşe. Ataşına: Ateşine. Ataşlara: Ateşlere. Ataşlı: Ateşli. Ateş-i pürhan : Yakıcı ateş
Ati : Iyilik, ihsan Atlaniban-atlanuben: Atla, atlanarak, atlı olarak. Aktar : Güzel kokular
satan, aktar. Avara: Boşta gezmek,
işsiz, oyalanmak. Avare : Başı boş,
ıssız. Avatmak : Avutmak,
teselli etmek Avaz: Yüksek ses Avcu: Avcı Avdet : Dönüş Avlak: Av alanı.
(avlağı-Av alanı) Avn : Yardım, yardım
eden Avsin almaz mar: Büyü, tılsım tutmayan yılan. Avsin: Büyü, tılsım. Avurd : Yanağın iç
tarafı, boş yeri. Avurmak : Eğilmek,
çevirmek Avuni: Avını. Ayakça: Ayak
kelepçesi, ayakbağı. Ayan : Belli, açık,
meydanda Ayat : Ayetler Aydıvar : Söyler Ayet-i Kurba : Kur'an Sura
suresinin 23. ayeti. Burada ''Ya Muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ
ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana, yakınlarina muhabbetten başka bir şey
istemem'' denmektedir. Ayette ''akrabanın karşılığı'' fil-kurba'' sözcüğü
bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır. Ayet: Kur'an'ın
herhangi bir cümlesi. Ayine : Ayna Aylak : İşsiz güçsüz Aymak : Söylemek,
hitab etmek Aymak: Uyanmak,
farkına varmak. Ayn : Göz, göz
pınarı, asil, kendisi, Ayn el yakin: Gönül gözü.
Tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek
ve olmak aşamalarına ayrılır. Bir şeyi bilmeye ''ilm-el yakıyn'',
bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l yakıyn'', bilginin oluş haline
gelmesine ''Hak el yakıyn'' denir. Ayn-i irşid : İrşadın ta kendisi. Aydınlatma Ayn-i rah: Yol gözlemek. Ay'nan: Ayla, ay ile
''yeri ay'nan gün'ün arasındadır.'' Aynası: 1. Yüzü, 2.
Göksü. Ayrılmanam: Ayrılmam,
ayrılamam. Azad: Serbest
bırakma, azat. Azim : Kesin karar
verme, irade Azimet : Gitme, gidiş Aziz : Sevgide üstün
tutulan Azizan : Dostlar,
erenler Azl : İşten çıkarma Azheri : Belli Azmış : Yol sapıtmış
B Babullah: Allah kapısı. Bac: Baç. Baç: Osmanlı
imparatorluğunda gümrük vergisi, zorla alınan para harç. Bad : Yel, rüzgar Bade: Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiğine
inanılan aşık edici içki, şarap. Baden: Semiz, İri
gövdeli kimse. Bad-ı saba: Bahar
sabahları, gün doğumunda esen hafif yel. Bad-ı sabah: Bad-ı saba Bacı : Kızkardeş,
tarikatta kadınlara verilen ad. Bağ ı Cennet: Cennet bağı, cennet benzeri
bahçe. Bağ: Demet, deste,
Üzüm kütüklerinin dikili olduğu toprak parçası, üzümlük, Bahçe. Bağ-bağat: Bağ, bağçe Bağban: Bahçıvan,
bağcı. Bağır: 1.Yürek, gönül
2.Göğüs 3. Sine Bağman: Bahçıvan,
bağcı. Bağrı veran: Gönlü yıkık,
üzgün. Bağu bahçe-bağu bahca: Bağ-bahçe. Bağvan: Bahçıvan,
bağcı. Baha: Değer. Bahah: Bakalım,
görelim. Bahar: Bakar Bahaya kalmak: Değer biçilebilir olmak. Bahça-bahça: Bahçe Bahr: Deniz, büyük
göl veya nehir. Bahr-ı muhit: Okyanus. Bahr-ı zulmet: Zulmet denizi. Bahri : Deniz ördegi Baka: Tutam, demet,
beste. Bakaram: Bakarım. Bakasız: Destesiz. Bakı: Baki, sürekli,
kalıcı. Bakırsan: Bakıyorsun. Bal ü per: Kanat. Bala: Çocuk, yavru. Balaban göz: Keskin bakışlı, iri güzel göz. Balaban: Sazlıklarda
yaşayan, tüyleri kızıl-külrengi karışığı renkli, iri bir kuş. Bakçık : Toprak Balınan: Balla, bal
ile. Balkımak: Parlamak. Ban: Otluk. Banay: 1. Taşlı,
kıraç toprak, yamaç. 2.Batı yönü. Banı: (Bani) Kurucu,
yapan, yapıcı, bina edici. Bannamak: Ötmek,
seslenmek. Bar: 1.Yük. 2.Ürün,
verim. 3.Meyve ağacının ilk verimi. Bara gelmek: Meyve ağacının
ilk verime durması, ilk veriminin olgunlaşması. Barekallah: [Barek-Allah]
Kutlu olsun, hayırlı ve bereketli olsun. Barhane: Tutulmuş yük,
kervan, kafile. Barı: Bari, hiç
değilse, hiç olmazsa. Bari: Tanrı. Basmışam: Basmışım. Baş bulama: Utanarak başı
öne eğme, yana çevirme. Baş gözel: Baş güzel,
güzellerin başı. Başa yetmek: Sona ermek, Başına dolanmak: Başa dönmek, başına dönmek. Başına dönmek: Bir konuyu ya da bir durumu yalvarışla anlatmak, istekte bulunmak. Batıl: Boş, beyhude,
yalan, çürük. Batın: İç, dahili,
gizli, sır, esrar. Bay: Varlıklı
kimse. Baz: Bir şeyin
küçük kısmı, parçası, bir miktar, bir kısım. Baz: Doğan. Becare-becare: Biçare, çaresiz, umarsız. Bed: Bet, kötü,
yakışıksız. Bedahşan (Badakşan) : Afganistan'da
eyalet. Merkezi Feyzabat şehridir. Kökçe nehrinin yukarı yatağında çıkan -bir
yakut türü olan- lacivert taşıyla ünlüdür. Bedesten : Çarşı Bedir nar: mec. Meme. Bedir: Dolunay. Bedirlenmiş ay: Dolunay Bedov at: Soylu at, Arap
atı. Beg: Bey, ulu kişi.
Begler: Beyler, ulu
kişiler Beğlerinen: Beylerle,
beyler ile. Beka: Devamlılık,
sabitlik. Beklersen: Beklersin,
bekliyorsun. Bel: İnsan
bedeninin göğüsle karın arasında kalan daralmış bölüm, bel. Bele: 1.Böyle,
böylece 2.Birlikte Belenmek: Bulanmak,
bulaşmak Beli bükülmek: Beli bükülmek, güçsüz ve umarsız kalmak. Beli: (Beli best)
Evet. Belik: Saç örgüsü. Bend: 1.Su benti,
büget 2.Bağ, tutarlılık. Bend: Bağ, yular ,
bağlama. Bend olmak : Bağlanmak Bende defteri: Kul defteri. Bende: Köle, kul,
hizmetkar. Bene: Bana. Benefşe: Menekşe Benevşe: Menekşe. Bengi: Tiryaki,
esrarkeş. Benövşe: Menekşe Benövşeni: Menekşeyi,
menekşesini. Benzek: Nazire Benziyirsen: Benziyorsun. Berat: Rütbe, nişan
ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman. Berbad eylemek: Berbat etmek, yıkmak, bozmak, dağıtmak. Berdar: Tutucu, itaat
edici ve ettirici, asılmış. Bergüzar: Hediye. Berhava: Boş, faydasız.
Beslenen: Beslenen. Beş arşın bez: Kefen Beşler : Allah,
Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin Be: Arap
abecesinin ikinci harfi. Beyhuşt: Kökünden,
dibinden kopmuş olan, koparılmış. Beyrek: Oğuzlar'ın
destan kahramanı ''Bamsı Beyrek''. Beytullah: Allah'ın evi,
kabe. Bezenmek: Bezenmek,
süslenmek. Bezestan: Değerli
eşyanın satıldığı kapalı çarşı. Bezirgan: Tacir, tüccar,
alış veriş eden esnaf. Bezm: Meclis. Bezm-i Elest : Tanrı nın evreni yarattığı andaki meclis Bezm-i irfan: Olgun, kamil İnsanlar meclisi. Bıçağ: Bıçak. Bıldır: Geçen yıl. Biat : Tarikata
girmek, ikrar Bi mekan: Yersiz
yurtsuz. Bi-basar: Gözü keskin
olmayan, görmeyen. Bidar: Uyanık,
uykusuz. Bider: Tohum. Bi-gane: Kayıtsız,
alakasız, dünya ile ilgisini kesmiş olanlar. Bigüman: Umutsuz,
bilgisiz. Bi-huş: Akılsız. Bikir (Bikr): Bozulmamış, temiz. Bilbil: Bülbül. Bile: Birlikte, bir
arada. Bilekçe: Kolbağı,
kelepçe. Billah: Tanrı adına
içilen ant. Bilmez: Bilgisiz,
nobran, nadan. Bilmir: Bilmiyor. Binin: Binini. Birez: Biraz. Birin: Birini. Bi-vefa: Vefasız. Bizar: Bıkmış. Bizzazure: Zaruri olarak. Boran : Fırtına,
rüzgarla karışık yağmur Boyağ: Boya. Boyu selv ağacı: İnce-uzun boylu, selvi boylu. Boyunnu: Boyunlu. Boz at: Boz donlu at .
Boz: Açık toprak
renginde olan, külrengi. Boz-bulanık: 1.Dumanlı, tipili, sisli. 2. Duru olmayan, çok bulanık. Boz-ötergi: Tarlakuşu, Bögün: Bugün. Böhtan: Bühtan,
iftira, kara çalma. Böyüten: Büyüten. Bubal: Vebal. Buhağ : Çene altı,
sakal. Bulmuşam: Bulmuşum. Bulum mı-mi: Bulayım mı? Bulundi: Bulundu. Bun : Sıkıntı Burak: Girdap, anafor. Burçak: Baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan
yıllık bir yem bitkisi. Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi. Burma: Büklüm,
kıvrım. Bus etmek: Öpmek. Buse: Öpüş. Buyumuş: Bu imiş. Bühtan: Yalan, iftira.
Bükülmek: Dönmek,
eğilmek. Bülbül teki: Bülbül gibi. Bülmek: Bilmek. Bülmez: Bilmez,
bilgisiz, nobran. Bülüm: Bileyim. Bünyad: Temel, esas,
yapı, bina. Bünyan: Yapı, bina. Bürünüptür: Bürünmüştür. Büryan: kebap, kızartma
C - Ç
Cad: Darı ekmeği. Cafer-i Sadık : Ali`nın
torunu, Oniki İmam`dan altıncısı, Cafer-i mezhebinin kurucusu; 699`da doğmuş
765`de ölmüştür. Cah etmek: İtibar etmek. Cah: Makam, itibar.
Cahallığ: Gençlik çağı. Caht: Bile bile
inkar etme. Can : Can, ruh, yaşam,
gönül yürek Can ürekten: Candan yürekten, içtenlikle, severekten. Canal: Canan, sevgili.
Canan: Gönülden
sevilen, gönül verilmiş olan kadın. Canın: Canımın. Cansız at: Tabut, salaca.
Car: Çarşaf, komşu,
yardımcı, medet eden. Cavidan : Ölümsüz, ebedi. Cayız: Caiz,
olabilir, yakışık alan. Cazu: 1. Cadı,
oyunbaz. 2. Çok güzel. Cebrail : Peygambere
Tanri buyruklarını getiren en büyük melek. Cecim: Cicim, örtü ya
da perde olarak kullanılan ince kilim. Ced : Dede Cefa: Büyük sıkıntı,
üzgü. Cefakar: 1.Cefalı.
2.Cefa eden. Cehl: Cahillik,
ilimden mahrum olmak, tecrübesizlik. Cehri : Açıktan,
yüksek sesle. Celal : Korku veren,
çehre yüz Celi : Parlak olan, açık
olan. Celil : Büyük, ulu. Cellat amanı: Ölüm cezasına
çarptırılmışlara, ölüm yargısının uygulanmasından önce, son isteği için tanınan
süre. Cem-i : Bütün, hep Cem olmak: Toplanmak. Cemal: Yüz güzelliği.
Cemalınnan: Cemalinden,
yüz güzelliğinden, yüzünün güzelliğinden. Cenab : Ulu. Ceran: Sevimli, uzun
boylu. Cevahir: Cevherler, çok kıymet verilen ve az bulunan şeyler.
Çok kıymetli maden veya taşlar. Çok kıymetli söz veya faydalı yazılar. Cevli cevran eylemek: Dolaşmak. Cevr etmek: Eza, cefa,
eziyet, zulüm, sitem etmek. Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mani olan şey. Ceyran: Ceylan. Cığa: Yeşil. Cığalı koşma: Cinaslı koşma, sorguculu koşma. Cinas: Çok anlamlı bir sözcüğün, her kezinde başka bir
anlamını öngörerek yapılan bir söz oyunu sanatı. Cılga: İnce yol. Cidar: Duvar. Cim: Osmanlı
alfabesinin altıncı harfi olup ''ebced'' hesabında üç sayısının karşılığıdır. Civan: Genç. Genç ve
yakışıklı olan. Coşarsız: Coşarsınız. Cur'a: Yudum. Cuş eylemek: Coşmak,
kaynamak. Cüda: Ayrılık,
ayrılmış. Cünun: Değişik. Cürmümü: Suçumu. Çağrışmak: Bir ağızdan
bağırmak, yaygara etmek. Çal : Ala renk. Çalhandı : Çalkandı Çalhanmah : Çalkanmak. Çallı-çapraz: Çapraz çizgili bir şal deseni. Çalma: 1.Başa sarık gibi bağlanan düz ya da işlemeli kumaş.
2.Çember de denilen baş örtüsü, çetme. Çalmak: Doğmak,
vurmak, atmak Çar anasır: Dört unsur ,
dört temel unsur .(Toprak-su-hava-güneş) Çar hisar: Dört kale
burcu. Çar köşe: Dört köşe. Çar: Dört. Çarh: Çark, felek,
gök, devreden, dönen. Çar-havuz: Büyük havuz. Çarh-ı devvar: Durmayıp dönen. Çarh-ı felek : Gök çarkı Çarh-ı gerdun: Dönen çark. (Dönen dünya) Çarh-ı zaman: Dönen zaman, devir. Çar-pare: Dört parça,
dört kısım. Çarpaz: Çapraz. Çatmak: 1.Yetmek.
2.Üzücü olaylarla karşılaşmak, uğramak. Çekmişem: Çekmişim. Çeper: 1.Engel, çit,
kamıştan yapılan çit. 2.Kırık dal ve yaprak kümesi. Çerağ: Mum, çıra. Çeri: Asker. Çeşm : göz.
Çetme: İşlemeli baş
örtüsü, sırma işlemeli baş örtüsü, çalma. Çevre: Sırma işlemeli
baş örtüsü, mendil. Çevrişir: Dönüşür. Çevrüşmek: 1 .Dönüşmek.
2.Devinmek dönmek. Çevrüşüpsen: Dönüşmüşsün,
dönmüşsün. Çeyman: Kıl ya da
yünden dokunma yamçı, kepenek. Çıham: Çıkayım. Çıhdım: Çıktım. Çıhıp: Çıkmış. Çıhmış: Çıkmış. Çıhsa: Çıksa. Çıra: Çerağ, kandil.
Çırağ: Çerağ, kandil,
mum, ışık. Çiçeğisen: Çiçeğisin. Çifte hal: Çifte ben. Çimennİ: Çimenli. Çimmek : Yıkanmak. Çin: 1.Çünkü, için.
2.0muz. Çit: Başörtüsü,
yemeni. Çiyn : Omuz. Çoh: Çok. Çövre: Çevre Çün: Çünkü. Çüt: Çift. Çüter çüter: Çifter çifter.
D
Dağ salı: Dağ düzlüğü,
dağ eteği. Dağ: Kızgın demirle
vurulan özlük belirtici damga, işaret, nişan. Dağdağa: Çekişme,
anlaşmazlık. Dağlanmak: 1 .Kızgın
demirle damgalanmak. 2. Yanmak. 3.Sağaltma amacıyla vücudun yaralı ve
sayrılıklı bölümlerinin kızgın demirle yakılması. Dağlı: Damgalı. Daha: Bundan sonra. Daim: Sürekli, her
an, daima. Dal: Omuz, omuz
başı. Dalam: Dalayım Dalda: Gölge. Daldalanmak: Gölgelenmek. Daldalık: Gölgelik. Dalgerdan: 1.Güzel göğüs.
2.Vücudun omuzla birlikte göğüsten yukarı bölümü, büst. Dalıptır: Dalmıştır,
dalıyor. Dallanmak: Salınmak,
sallanmak. Daluptur: Dalmıştır,
dalıyor Damah : Doymazlık, çok
isteme, aç gözlülük. Dane: Tane, tohum,
çekirdek. Dane-i kısmet: Kısmet tohumu. Danışmak: Konuşmak. Danıştırmak: Konuşturmak. Dar çekmek: İdam edilmek. Dar gün: Kara gün;
sıkıntılı, zor, bunalımlı an. Dar : Sıkıntı, bunalım. Darağacı, ölüm hükümlülerini asmak
İçin kurulan -kullanılan- sehpa. Dara çekilmek: Dağarcında idam edilmek, asılarak İdam edilmek. Cemlerde sorgulanmak Dara düşmek: Sıkıntıya
düşmek, zorda kalmak, bunalmak. Daranmak: Taranmak. Dar-ı Çeç : Hacı Bektaş
Veli, savrulup yığın haline getirilmiş olan darı üzerine postunu sererek namaz
kılmış, yığın dağılmamış. Dar-ı Mansur: Hallac-ı Mansur'un idamı. Darılıpsan: Darılmışsın. Darıyıp: Taramış. Dartmak: Tartmak. Daş: Taş. Daylak: Tüylü devenin
erkeği. De ki: Sanki, tut ki.
Değer: Dokunur. Değilem: Değilim Dehr: Dünya, zaman,
devir. Dehr-i zulmet: Zulüm devri. Delil : Yol gösterici,
rehber, belge. Dem etmek: Sazla çalıp,
söylemek. Dem: Bade, dolu,
içki, Soluk, nefes, ses. Deman: (Damen) etek. Demek: Söylemek. Demi devran: Dünya demi. (Devir
zamanı) Demkeş: Devamlı öten
bir güvercin cinsi, şarap içen Der: Der, söyler Dercetmek: Toplamak. Derde çatmak: Derde düşmek. Derdimend: (Derdmend)
tasalı, kaygılı, dertli. Dergah: Tekke. Derilmek: Toplamak. Deriptir: Toplamıştır. Dermek: Toplamak. Derun: İç taraf,
dahil, kalp. Derviş : Tasavvuf
yoluna, tarikata girmiş kişi Derya : Deniz, engin Derya-yı Umman : Büyük deniz, okyanus Dest: El. Dest-gir : Elinden tutan,
koruyucu, kurtarıcı Dest-i kudret : Kudret eli Deste: Demet; sıra. Devran: Dünya, zaman. Devr-i cihan: Dönen dünya. Devşirmek: Toplamak,
toparlamak. Deyer: Der ki, söyler
ki. Deyişmek: Karşılıklı
şiir söylemek. Dırığ: Esirgemek. Di: Söyle. Didar: Yüz, çehre. Dide seli: Gözyaşı. Dide: Göz. Dilber: Güzel. Dilçevüren: Dilçeviren,
söz gezdirici, dedikoducu. Dildar: Sevgilisinin
gönlünü çelmiş. Dil-inen: Dil ile
[dilinen=diliyle ] Dimek: Demek,
söylemek Din uğrusu: Din hırsızı. Dinnemek: Dinlemek. Dinnemez: Dinlemez. Dir: Derlemek,
toplamak, bir araya getirmek. Diskinmek: Korkudan
sıçramak: uykudan sıçrayarak uyanmak. Diş: Düş, rüya. Divana: Divane. Diyek: Diyelim,
söyleyelim. Diyeller: Derler,
söylerler. Diyer: Der, söyler. Diyiş: Deyiş, şiir. Dodağ [dodah]: Dudak. Dodağınnan: Dudağından. Dolama: Çuha giysi,
kat kat giysi. Dolu: 1.İçki. 2.Halk inancında Pir'in, Üçler'in,
Erenler'in-Hakk katından aşıklık verilenlere sunduğu kutsal içkiyle dolu kadeh,
kase. Donburcuh-dunburcuh: Tomurcuk. Doru: Bir at tonu.
[Gövdesi kızıl, yelesi ve (çoğunlukla) ayakları kara olan at.] Dost: 1. Tanrı. 2.
Sevgili Dostlar dostu: Zor durumda kalana yardım edici Hızır. Doymiyi: Doymuyor. Döndi: Döndü. Dönmenik: Dönmeyiz. Dört iklim: Dört yön;
Doğu, batı, güney, kuzey yönlerindeki ülkeler. Dört kapı : Şeriat,
Tarikat, Marifet, Hakikat. Bu dört kapidan Şeriat dinin dış yüzüdür, İç yüzü
Hakıkattır. Şeriat`tan Hakikat`a giden yol Tarikat`tir. Hakikat`a eren kişinin Şeriat`la
Hakikat`i geliştirebilmesine Marifet denir. Bu dört esasa ``dört kapı`` denir. Dört kitap: Büyük dinlerce
kutsal sayılan dört din kitabı. Kur'an, İncil, Tevrat, Zebur. Dört köşe: Dört yön.
Doğu, batı, kuzey, güney yönleri, bu yönlerdeki ülkeler, yerler. Döş: Etek. Döşek: Yatak, minder.
Döşürmek: Devşirmek,
toplamak. Dözmek: Katlanmak,
dayanmak. Dudu: Papağan
türünden, taklit yapan bir kuş. Duman: Bulut, sis. Duram: Durayım. Durasan: Durasın. Durasız: Durasınız. Durmuşam: Durmuşum. Durmuyi: Durmuyor. Durna: Turna. Durupsan: Durmuşsun,
duruyorsun, durmuşsan, duruyorsan. Dutar: Tutar. Duvaz İmam : Oniki imamlar. Dübeş: Tavla oyununda
zarların iki beşi göstermesi. Dübür: İki yaşındaki
erkek keçi. Dügü: Pirinç. Dühan: Tütün, duman.
Kur'an-ı Kerim'in 44. suresinin adı. Dülbent: Yazma. Dür eyle: Uzak dur. Dür: İnci. Dür: Uzak, doğmak,
bölüm. İlahi rahmetten kısmen veya tamamen yoksun olma Düş: Rüya. Düşdi: Başladı,
koyuldu. Düşeliden: Düştüğünden
beri, düştüğü an. Düşem: Düşeyim. Düşersiz: Düşersiniz. Düşgüni: Düşkünü. Düşim: Düşeyim. Düşmek: İnmek. Düşüpsen: Düşmüşsün,
düştün. Düşüptür : Düşüyor,
düşmededir. Düz: Kır, ova, çöl.
Düzmek: Dizmek,
sıralamak, süslemek. Düzülür: Dizilir,
sıralanır.
E
Ebrişim: Kalınca
bükülmüş ipek, iplik, saç, ibrişim. Ebru: Kaş. Ebrüm ebrüm: Büklüm büklüm,
dalga dalga. Ebtüm: Dalga, büklüm.
Ecel kuşu: Ölüm. Eda: Biçem [üslup],
çalım, işve, naz. Eder : Der, der ki. Edim : Edeyim. Edin: Edin, verilen,
eyleyin. Edip: Ederek, etti. Edna: Basit,
değersiz. Efgan: Yüksek sesle
yakınma, inleme. Efkar : Düşünceler,
tasa, üzüntü. Eflak: Felek,
felekler, gökler, alemler. Efsun: Sihirli,
büyülü, çekici. Eger: Eğer. Eğlemek: Oyalamak,
alıkoymak, geciktirmek. Eğlen: Dur, oyalan. Eğlenmek: Oyalanmak,
gecikmek. Eğleşmek: Durmak,
beklemek, oyalanmak. Eğn: Boyun. Eğnine: Üstüne. Eğrice: Eğri, kıvrık,
kıvrılmış. Eğva: (İğva)
Azdırma, baştan çıkarma. Ehdipeyman: (bkz:
ahdipeyman] Ehl-i beyt: Hane halkı,
Hz. Muhammet'in ailesi. Hz. Muhammet, Hz Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin. Ehlidil: Gönül eri,
sevecen. El aman: Bozgun ve
sızlanma anlatır. Ekdam: Gayret ve
sebatla çalışma. El I: Yabancı,
oymak, oba, il, ülke El tutan: EI uzatan,
yardım eden. Elden ele: İlden ile,
ülkeden ülkeye. Ele [eyle]: Öyle, o biçim.
Elete: Ulaştıra,
ilete, iletsin. Elif: 1.Uzun ve ince
boy yerine kullanılan bir benzetme. 2.Arap abece'sinin İlk harfi. Elifterezisi: Uzun ve hafif yay biçimi [kaş benzetmesİnde kullanılır.] Elim: Bilim, ilim. Elin: yabancı, yad. Elinnen: Elinden. Ellerin: yabancıların, İllerin,
ülkelerin. Elvan: Alemler,
mahluklar, varlıklar, oluşlar. Em: İlaç, çare. Ember : [bkz: amber] Emcek: Meme. Eme: Emse. Emim: Amcam. Emhal : zaman verme,
sonraya bırakma. Emlik kuzu: süt kuzusu,
süt emme çağındaki kuzu. Emmare: Emreden,
zorlayan, cebreden. Enden: Ondan,
işaretten. Enel Hak: Hallac-ı Mansur'un söylediği ''Ben Tanrı'yım''
anlamında bir söz dür ki, Mansur bu
yüzden öldürülmüştür. Bu söz tasavvufta tek varlık (Vahdet vücut) felsefesine
dayanır. Engür: Üzüm. Enik: Kedi ve köpek
yavrusu. Er görmek: İse, olsa,
olur ise. Erden: Erken vakitte,
erkenden. Eren [ermiş]: Benliğinden sıyrılmış, özünü, öz varlığmı Tanrı'ya adamış kimse. Evliya,
veli. Erkan: Esaslar ,
destekler , direkler, reisler, önemli kişiler. Er kişi: Erkek, cesur,
sözünün eri. Ervah: Ruhlar, geçmiş
atalar. Erzayıl: Azrail. Esgilmez: Eksilmez. Eshab: Sahipler,
malik ve mutasarrıf olanlar, Peygamber'i görmek ve sohbetine Esma: İsmin çoğulu,
isimler. Esma-i hikmet: Hikmet isimleri. Esr: Yüzyıl. Esrar: Sırlar,
gizler. Eşg [eşg] : Aşk. Eşi: Eşi, arkadaşı.
Eşitmek: İşitmek,
duymak. Eşk : Gözyaşı. Eteğin döşür: Eteğini topla. Etmek: Etmek, yapmak,
eylemek. Evedi: İvedi, acele. Evel: Evvel, önce. Evrah : Ruhlar,
canlar. Eyyup Peygamber : İsrail Oğulları
Peygamberlerinden. Kendisini denemek için Tanrı tarafindan ailesi, malı-mülkü
yok edilmiş, vücudu yaralarla kaplanmış, yarasına kurt düşmüş, bütün
bunlara katlanmış, sabretmiş, sonunda Tanrı`nın affıyla yeniden eski varlığına kavuşmuştur.
Sabır ile her cefaya katlanma sembolü olmuştur. Eyle I: Öyle, onun
gibi. söyle Eylemek : Eylemek,
etmek, yapmak. Eylerem: Eylerim. Eyliyim: Edeyim,
eyliyeyim. Eyvan: Ayvan. Bir
tarafı açık oda, aralık, salon. Eyyam: Günler . Ezel: Öncesizlik,
başlangıcı bilinmeyen zaman. Ezrayıl: Azrail.
F
Fani : Geçici olan,
sonu olan. Farı: Yüce. Farımak: Yaşlanmak,
yıpranmak, yorulmak. Farz:1.Müslümanlıkta özür olmadıkça yapılması zorunlu,
yapılmaması günah sayılan Tanrı buyruğu. 2.Doğru sonuca varmak için yapılması zorunlu
olan. Fasık: Günahkar , Hak
yolundan hariç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Faş: Açma, ortaya
çıkarma. Fatıma : Hz.
Muhammed`in kızı, Ali`nin karısı, Hasan ile Hüseyin`in annesi. Fazl: Lütuf. Fazlı yezdan: Tanrının lütfu. Fel: Fi'il. İş,
tutum, davranış, oyunbozanlık, dek, desise. Felek: Kader, talih,
baht, şans. Fem: Ağız. Fena mülkü (Fena şehri): Geçici dünya, kendi varlığından geçme. Fena: Yok olma,
yokluk, geçiş gitme. Tasavvufta maddi varlıktan sıyrılıp Hakk'a ulaşma. Fend: Hile, oyun. Ferağ: Gözyaşı. Fere keklik: Erginleşmemiş
keklik. Ferhat: Ferhat ile
Şirin Hikayesi'nin erkek kahramanı. Ferişte: Melek. Fetalına: Övgü. Fe-tebarekallah: Ne kadar
bereketli, ne kadar güzel anlamında şaşma bildirir. Allah övmüşte yaratmış
anlamında bir söz. Feyl: Düşünce,
zihniyet. Fısk: Hak yolundan
ayrılma, isyan etme, günah suç. Fıskı: Günahı, suçu. Fidanrıar: Fidanlar. Figan: Acıyla
bağırma, inleme. Fil: Satranç
oyununda çapraz hareket eden iki taşın adı. Firağ [firah]: Ayrılık, ayrılık acısı, firak. Firak: Ayrılık,
ayrılma, kader, hüzün. Firavun : Musa
Peygamber`i öldürmek isteyen eski Mısır Kralı; kibirli inatçiıve zalim kişi. Firez: Ekin, yeni
çıkmaya başlamış ekin. Firkat: Dostlardan
vesaireden ayrılık, ayrılış. Furkan: 1.Kur'an. 2.İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, hak ile
batılı ayıran kanıt. 3.İyiyle kötü ve doğruyla yanlış arasındaki farkı gösteren
her şey.
Gaf: Gaflet hali. Gafil: Gaflette
bulunan, ihmal eden, ilerisini düşünmeyen, dikkatsiz, dalgın. Gaflet boyağına boyanmak: Aymazlaşmak. Gaflet: Dalgınlık,
aymazlık. Gafur: Gayretli, çok
çalışkan. (Allah'ın adlarından biridir.) Galasan: Kalasın Galdır: Kaldır. Galmagal: Kavga,
çekişme. Galmak: Kalmak. Gam: Keder, tasa,
kaygı, dert. Ganad: Kanat. Gani: Zengin,
varlıklı, bol, dolgun. (Allah'ın adlarından biridir.) Gapi: Kapı. Gapuvan: Kapına. Gar: Kara Gara: Kara Gargış: Kargış, ilenç.
Gark eyleme : Batma, boğulma. Gasavat: Kasavet, tasa,
kaygı. Gaş: Kaş. Gat: Birbirine tabi
olmak, gizlemek. Gatığ: Katık, yağı
alınmış yoğurt, lor ve benzeri yiyecekler. Gavga: Kavga,
çekişme, uyuşmazlık. Gaya: Kaya. Gaybet : Arkadan konuşma,
dedikodu. Gayı: Kaygı, tasa. Gayıtmak: Dönmek, geri
dönmek. Gaymağ [kaymah] : Kaymak. Gaz [kaz]: Kaz. Gazab : öfke, kızma,
darılma. Gazel: Kuru yaprak,
kuru güz yaprağı. Gazınan: Kaz ile. Geçende: Geçerken. Geçmek: Geçmek. Gede: Yoksul. Gedir: Gider,
gidiyor. Gelek: Gelelim,
gelelim ki. Gelende: Gelince,
geldiğinde. Geliptir: Gelmiştir,
geliyor. Gelmir: Gelmiyor. Gelmişem: Gelmişim. Gemgin: Gamlı,
üzüntülü. Gen: Geniş. Ger: Eğer, geniş. Gerden: Gerdan.
Vücudun omuzla baş arasında kalan bölümü, boyun. Gergef: Üzerine nakış
işlemek için kumaşın ya da bezin gerildiği çerçeve, germe çerçevesi. Geri: Geri, ileri
karşıtı. Gest ü güzar: Gezme, gezip tozma. Geşt: Gezme,
dolaşma, seyretme. Getmek: Gitmek. Gevher: Elmas, değerli
taş, bir şeyin aslı, özü, mücevher, ince. Gevher-i kan: Cevher madeni, kaynağı. Geymek: Giymek. Gezel: Kuru yaprak,
kuru güz yaprağı. Gezişen: Gezişine,
gezinişine. Gıl (Gıll): Düşmanlık,
balçık. Gıll giş: Pislik, yanlış
işler . Gılman: Bıyığı yeni
bitmiş gençler, cennette hizmet gören delikanlılar Gış: Kış. Gıya bakmak: 1. Alıcı gözle
bakmak. 2. yan bakmak. Gız: Kız. Gızıl: Kızıl, parlak
kırmızı renk Gidegin: Gidelim. Gidek: Gidelim. Gine: Yine. Giriban: Yaka. Girdap : Su çevrintisi Giriftar: (Giriftar
olmak) Tutulmak, yakalanmak. Giryan : Ağlayan. Giyinmiştir. Gizlenbeç: Saklanbaç. Gocalığ: Kocalık,
ihtiyarlık. Golbağ: Bilezik. Gonca : Tam açilmamış
gül Gor: Mezar, sin. Gora: Koruk, üzüm. Gorhana: Anıt mezar,
türbe. Goşa: Çift, iki. Govun: Kavun. Goynuvan: Koynuna. Göçüz: Göçünüz. Gög: 1 .Gökyüzü.
2.Yeşil, yemyeşil. Gögerçin: Güvercin. Gögnü: Gönlü. Gönen: Nem. Gönül bendi: Gönül bağı,
sevgi. Gör hanı-gör hani: Özlem, sitem bildirir soru. Göster nerde, göster nerede? Görceğin: Görünce. Görek: Görelim. Göresiz: Göresiniz. Görset: Göster. Görünmürsen: Görünmüyorsun.
Gösgü: Göksü. Gövce maş: Yeşil mercimek.
Gövel: 1 .Yeşil-mavi
karışımı renk. 2.Erkek yabanördeği. Göy: Gök, gökyüzü. Göyçek: Gökçek, güzel.
Göynü: Gönlü. Göz tüşmek: Göz takılmak,
Sevdalanmak, aşık olmak Gözel: Güzel. Gözlerimnen: Gözlerimden. Gucma: Kucaklama,
sarılma eylemi. Gulam: Köle, esir. Gurap: Karga. Gurban: Kurban. Gussalanmak: Tasalanmak. Güftar: Söz. Güher: Mücevher . Gülam: Köle. Güleş: Güreş. Güli: Gülü. Gülistan: Gül bahçesi. Gülşan: Gülşen, gül
bahçesi. Gülünmez: Gülmez,
gülemez. Gülüptür: Gülüyor,
gülmüştür. Güman: Şüphe, zan,
sanma, kuşkulu umut, ikircim. Gümrah : Yoldan sapmış. Güne: 1.Güneş alan
yer, güneşli yer. 2.Yer adı. Günevi: Güneşin
doğduğu yer, doğu yönü. Günü yetmek: Günü, zamanı gelmek. Günüz: Gündüz. Güruh u Naci: Kurtulmuş topluluk. Gürülenmek: Artar biçimde
alazlanarak yanmak, harlanmak. Güvah: Şahit, delil,
tanık. Güz: Sonbahar. Güzar: Dolaşma,
gezinti.
H Habar etmek: Haber
göndermek, haber salmak, haber iletmek. Haber eylemek: Haber göndermek, haber vermek. Hab-ı gaflet: Gaflet uykusu. Hacı Bektaş : Bektaşiliğin
Piri, ilk korucusu. Anadolu Türkmenleri arasında çok yaygın olan tarikatı kendi
adı ile anılır. 13.yy. yaşamıştır. Bir menakibnamesi vardır. Hadi: Hidayete
ermiş, mürşit. Hak ı yeksan: Yerle bir olmak. Hak kelamı: Tanrı sözü,
Tanrı buyruğu. Hak: Hakk, Tanrı,
Toprak. Hakayık: Hakikatler . Hakikat-i serencam: Baştan geçen gerçek olaylar. Hakir : Küçük,
önemsiz, değersiz, adi. Hakipay: Ayak toprağı,
ayak basılan toprak Hakka yürümek: Vefat etmek, ölmek Hakkın fermanı: Tanrınıın buyruğu. Hal: Durum. ben Halas: Kurtulma,
kurtuluş. Haldan: Halinden,
durumundan. Halfet: Yalnızlık,
dervişlerin tapınma için tek başlarına bir yere kapanmaları, alvet. Halh: Halk Hal-hal: Halhal,
kadınların ayak bileklerine taktıkları bilezik. 2. Bir yer adı. Halhalınnan: Halhalından. Halım: Halim. Hali: Tenha, boş,
sahipsiz yer, kayıtsız, uzak. Halil : içten, dost. Halil Peygamber : Kabe`nin ilk kurucusu olan peygamber. Adi Ibrahim`dir. Halları: Halleri. Hallarımızı: Hallerimizi. Ham: Terbiye
görmemiş kişi, çiğ. Hama kuşağı: Hama şehrinde
dokunan bir cins kuşak. Hamakat: Ahmak, budala.
Haman-ı dil: Gönül eşi,
sevgili. Hamaret: Kızıllık. Hamayıl: Hamail, muska,
tılsım, bağ. Hamza: Arap savaşçısı. Abdülmuttalib'in oğlu ve
Hz.Muhammed'in amcası. Ölümü: Uhud Savaşı, 625. Han Aslı: Aşık Kerem'in
sevgilisi, Aslı-Han. Han Selbi: Bkz. Selbihan.
Hane: Bağlam,
dörtlük Hannar: Hanlar. Hannas: Şeytan. Hannon: Çok acıyan,
çok acıyıcı (Allah'ın adlarından biri). Hanüman: Ev, bark. Har: Diken, ateş,
alevli alazlı ateş Har od: Alevli, alazlı
ateş. Harabat: Harabeler,
viraneler, meyhaneler. . Harami: Haydut, kır
uğrusu. Hark: Su yolu. Hasan : Ali`nin Fatima`dan olan birinci oğlu, Muhammed`in
torunu, Oniki imamdan ikincisi, Doğumu 625, ölümü 669. Hasbeten lillah: Allah rızası için. Haset: Kıskançlık. Hasretem: Hasretim. Hasretinnnen: Hasretinden. Hastayam: Hastayım. Haşa: Asla,
kesinlikle, hiçbir zaman. Haşri neşir: Kıyamet. Hat: Kaş, saç,
kirpik. Hatem: Çok cömert
(adam), mühür, üstü mühürlü yüzük, Havar: Bağırtı,
yardım dileme. Havarice: Dışarıdakiler,
yabancılar. Havas: Heves, istek. Havf: Korku. Hay: Kaygı. Hayalımda: Hayalimde. Hayallanmak: Hayale
kapılmak, dalgınlaşmak Hayana: Ne yana, ne
tarafa Hayfa: Eyvahlar
olsun, yazıklar olsun. Hayıfalmak: Öç almak. Hayret: Şaşma,
şaşırma, şaşakalma, ne yapacağını bilememe. Hayva, heyva: Ayva. Hazer Etmek: Sakınma,
çekinme. Uzak durmak, korunmak. Hazret'i Mevla: Tanrı. Heba olmak: Boşa gitmek,
ziyan olmak. Heç: Hiç. Hedeng: Ok. Helak : Ölme. Hele: Pekiştirme
bağı, özellikle, hiç olmazsa, önce. Hemi: Hem, hem de. Hercai: 1.Hiçbir şeyde
kararlı olmayan kimse, gelgeç, yeltek. 2.Aşkta değişken. Herk: Anıza bırakma.
Hevik: Yazık. Hey: Hey, ey! Heyran: Hayran. Hezar: Bin. Hıfzet: Saklamak,
aklında tutmak. Hına: Kına. Hırınan: Harman. Hışm: Hışım, öfke. Hıyaban: iki tarafı
ağaçlık, geniş yol. Bulvar. Hızır İlyaz: Hızır-İlyas.
Hızır ve İlyas Peygamberler. Hızır ile İlyas'ın aynı ulu kişi olduğuna
inanıldığı gibi, Hızır ile İlyas'ı kardeş sayan halk inanışları da vardır.
İnanışa göre İlyas yağmura egemendir. Halk inancına göre Hızır ölümsüzlüğe
''Bengisu''yu (Abıhayat) içerek kavuşmuştur. Hakk katından aşıklık
bağışlananlara aşk badesini sunanlardan başlıcasıdır. Hızır, darda kalanlara
yardım edicidir. ''Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.'' Hicab: Hicap, utanma,
utanç. Hicabınnan: Utancından. Hicran piltesi: Ayrılık ateşi. Hicran: Ayrılık. Hicret: Memleketten memlekete göç, Hz. Peygamber'in Mekke'den
Medine'ye göç etmesi ki İslam takviminde tarih başı sayılır. Hiçe Çalmak: Önem vermemek.
Hidayet: Olgunluk. Hokmet : Gizli,
bilinmeyen nokta. Himemat: Himmetler . Hitam: Son, nihayet,
bitme, tükenme. Hon u kudret: Kudret sofrası. Honça çekmek: Armağan götürmek Honça: 1.Bohça,
çıkın. Horasan: İran'da bölge
ve eski bir eyalet. İran yaylasının en doğu kesimindedir. Horasan Erleri :13.yüzyılda
Anadolu`da dolaşan ve 1240 `da öldürülen Baba İlyas`ın çevresinde toplanıp
Konya Selçukluları`na karşı bir ayaklanma yapmışlardır. Daha sonra 17. Yüzyılda
Bektaşilerin içinde erimişlerdir. Kökeni Horasan`a bağlı erenler anlamında
kullanılır. Hoş [hoş]: Beğenilen,
zevk veren, güzel. Hoy: Batı İran'da, Urmiye gölünün kuzey batısında [Çaldıran
ovasının güney doğusunda] kurulu tarihi Türk şehri. Hoy, Anadolu'nun alınmasında
üs olarak kullanıldı. Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki Çaldıran
Savaşı Hoy yakınlarında yapıldı. Hoy duzu: Hoy Ovası. Hoyrat: Kaba, kırıcı. Hökmedin: Hükmedin. Höküm: Hüküm, yargı,
yargı kararı. Hu: Ünleme, selam.
Hub: Güzel, hoş,
iyi, sevgi. Huban: Güzeller,
iyiler. Hublar şahı: Güzeller
güzeli, güzel kadınların en üstünü. Hubluğun Çağı: Güzellik çağı. Huda: Tanrı. Hulle : Cennet
giysisi.Huma: [bkz: hüma] Humar: Baygın
bakışlı. İçkiden sonra gelen baş ağrısı, sersemlik Humarlanmak: Baygınlaşmak, süzülmek. Hun: Kan, kanlı. Hurç: Heybe. Huri: Cennette
yaşadığına inanılan kızlara verilen ad, genç ve çok güzel kadın. Huruf : Harfler Hus-ı cemal: Güzel yüz, yüz
güzelliği. Hü : O, Tanrı. Hüb : Güzel ,hoş,
iyi. Hüma: Hüma. hümay. Güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili
kanatlı, üzerinden gcçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine
inanılan kuş [Huma kuşu], devlet kuşu. Hünkar: Hacı Bektaş
Veli, Padişah, Hüri misal üzlü: Cennet güzeli yüzlü, cennet güzeli benzeri. Hürşehit : Kerbela Olayı`nın
ilk şehitidir. Hz. Hüseyin`i Kerbela`dan Yezid`e götürecek ordunun komutanı
iken sonradan Yezid`in tarafını bırakarak Hz. Hüseyin`in yanına geçmiş ve
çarpışmaya ilk O başlayarak şehit olmuştur. Hürü: Huri. Hüseyin : Ali`nin oğlu,
Muhammed`in torunu, üçüncü imam, 622 – 680 yılları arasında yaşamış, Mekke`den
Küfe`ye giderken Muharrem ayında Kerbela`da Yezid`in askerlerince şehit
edilmiştir. Hüsn i cemal: Güzel yüz, yüz güzelliği. Hüsn i yar: Sevgilinin
güzelliği. Hüsn: Güzel, iyi, güzellik, iyilik.
I - İ Irağ: Irak, uzak. Irgalamak: Yerinden
oynatmak, sallamak, sarsmak. Irma: Uzaklaştırma,
kaybetme. Issı: Sıcak. İblis: Şeytan. İcazet : Izin, müsade,
seyhlik rütbesini ispat icin verilen diploma. İçerem: İçerim. İçün: İçin. İflah: Onma, zor
durumdan kurtulma, iyi duruma gelme. İgit: Yiğit, erkişi.
İğenli: Güzel kokulu. İğva: Hırsı
uyandırma, kışkırtma. İhlas: Gönülden gelen
dostluk, içtenlik, doğruluk, özlü, halis olmak. İhvan : Kardeşler,
dostlar. İkdam: Gayret ve
sebatla devamlı çalışma. İkrar vermek: Söz vermek. İkrar: Mürşide teslim
olmada verilen söz. İlişmek: Yakalanmak,
tutulmak. İlm-i ledünn : Tanrısal aleme
ilişkin sırları çözmekle uğraşan bilim, Tanrı`ya özgü ezeli bilgi, gönül
bilgisi. İm: Anlam
yükletilen şey, işaret. İmaret: Mamur etmek,
şenlendirmek. İmran: Kur'an'ı
Kerim'in üçüncü suresi. İncü: İnci. İndi: Şimdi, imdi. İntiha: Son, nihayet,
eğitme. İntizar: Bekleme,
beklenilme, gözleme. İnzal olmak: İndirmek,
indirilmek. İreli: İleri. İrfan : Bilme,
Yaratılıştan bilme, Tanrı sır ve gerçeklerini kavrama. İrhan: Reyhan,
fesleğen. İrşad: Doğru yolu
gösterme, uyarma, Hak yoluna götürme. (Bu işi yapanlara mürşid denir) İsrafil : Kiyamet gününde ``Sur``isimli borusunu üfleyerek ölü
ruhları canlandıracak olan melek. Dört büyük melekten biri. İşve: Kadınların hoş
aldatıcı tavırları, naz, cilve. İstifsar etme: İfade etme, sorma, sorup anlama. İtgin: Yitik, yitkin.
İtirmek: Yitirmek,
kaybetmek. İzhar : açığa vurma.
L Lain ü gümrah: Lanetlenmiş ve yolunu şaşırmış. Lain: Kovulmuş,
nefret kazanmış, istenilmeyen. Lal: Dilsiz, söz
söylemeyen. Lasi: Leş. Lat: Arapların
İslam öncesi putlarından biri. Leb: Dudak. Ledünn : Huzur, kat,
Tanrı katı. Lengi har: Topal eşek. Leşker: Asker Levh: Üstüne yazı
yazılan düz taş veya tahta, levha. Levh-i mahfuz: Bu ve bundan
önceki ayette, şerefli, yüce Kur'an korunmuş levhte bulunduğu bildirilir. Levh-i-kalem: Üzerine insan
kaderinin, olmuş ve olacakların yazılı olduğuna inanılan Tanrısal levhayı;
Levh-i- mahfuzu yazan kalem. Levlak-i Levlak: Bir ayetten alınma olup Peygamberin işaretidir. Leyl ü nehar: Gece gündüz. Leyl: Gece. Leyla: 1. Leyla ile
Mecnun hikayesinin kadın kahramanı. 2. Sevgili. Libas: Giyilecek şey,
elbise. Lokman Hekim: Efsane kahramanı hekim ve bilge kişi. İslamlık'tan önce yaşadığı kabul edilir.
Halk inancında uzun ömrün simgesi ve hekimliğin atası sayılır. Lü`lü: İnci
M Mağrib: Batı. Mağrur : Övünüp duran,
kibirli, büyüklük taslar. Mah: Ay. Mahbup: Sevilen,
sevgili. Mahı: Balık. Mahıtaban: Parlayıcı,
parlak ay. Mahi göz: Mahveden göz. Mahi: Mahveden. Mahim: Ay yüzlü
sevgilim. Mahlas : Takma ad,
tapşırma. Mahluk: Yaratık. Mahpara: Mahpare, ay
parçası, ay benzeri. Mahrama: Mendil. Mahrem : Gizli tutulan.
Mahzun: Üzüntülü,
kederli, tasalı. Mail: Ehil, meyil. Maksud : Dilek, istek.
Malamat: Ortaya çıkarma,
açıklama. Mamur: Bayındır,
bakımlı. Man: Bana. Mansur : Şeriata`a aykırı düşünce ve sözleri yüzünden
Bağdat`ta asılan mutasavıf. ``Enel Hakk``dediği için 922 yılında asılmıştır. Mar: Yılan. Maral: Dişi geyik. Marifet: Hüner. Masiva: Ondan gayrısı
(Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tabirler. Dünya ile ilgili
şeyler. Maslahat: Uğraş. Ma`şüka : Sevilen kadın.
Maşrık: Doğu yönü. Maşuk: Sevgili. Mataf : Mal. Mavu: Mavi, göl. Mayıl olmak: Meyil vermek,
sevmek, gönül vermek. Mazhar : Ulaşma,
kavuşma, şereflenme. Mecal: Güçlük,
dinçlik, derman, takat. Medet: Yardım
çağrısı. Mefta: (Meftah)
Hazine, Mehhr-i mübüvvet: Peygamber mührü. Mehdi : Hasan-ul Askeri`nin oğlu Muhammed el Mehdi, 868 de
doğan Onikinci imam. X. yüzyılda ölmüştür ya da kaybolmuştur.
Alevilerin inancına göre, bir gün dönecek, dünyayı düzene sokacaktır. O
zaman kurt kuzu ile gezebilecek, kimse kimsenin hakkını yemiyecektir. Mehle: Mahalle. Mehr-i muhabbet: Muhabbetin şefkati. Mehriban: Dost, seven,
güler yüzlü, sevecen. Meknun: Örtülü, gizli,
saklı, Melaik: Melekler. Melhem: Merhem, acıyı
giderecek, iyileştirecek em. Melul: Üzgün,
üzüntülü. Mel`un : Lanetli. Memat: Ölüm, ahrete
göç etmek. Memir: Bayındır,
mamur. Men aref: Kendini bilme,
kendini kötülüklerden koruma. Menend: Benzer. Men: Ben. Menal: Ele geçirilen,
sahip olunan varlık; mal, mülk. Menem: Benim. Menemşe: Menekşe. Menevşe: Menekşe. Mennan : Bol bol nimet
veren, Tanrı. Mennen: Benden. Menzil: 1. Yolculukta dinlenmek amacıyla konaklanılan yer,
konak, konak yeri. 2. İki konak yeri arasındaki uzaklık. Merah: I.Bilmek
isteği; 2.Kaygı, tasa. [merak] Merd-i peleng: Erkek kaplan, erkek panter. Merduvan: Merdiven. Mervan : Son emevi
halifesi. Mesgen: Mesken,
barmak, yuva. Meskenet: Miskinlik,
uyuşukluk, bitkinlik, yoksulluk. Mesnevi: Her beyti ayrı
uyaklı -başlı başına uyaklı- bir Divan Edebiyatı koşuk biçimi. Bu türdeki
yapıtların genel adı. Mest müdam: Heraman,
devamlı sarhoş. Mest: Sarhoş, aklı
başında olmayan. Mestan: Sarhoşlar. Mestur: Sınırlanmış,
çizilmiş, yazılmış, örtülü. Meşk : Tutumdan su
kabı. Meşrig: Doğu yönü. Metederem: Överim. Meveddet : Sevgi,
muhabbet. Mevla: Tanrı. Mey: İçki. Meyit (Meyyit): Ölü. Mezahir : Bir şeyin
göründüğü yerler. Mezat: 1. Artırma ile
yapılan satış. 2. Artırma ile satış yapılan yer. Mezer: Mezar. Miheng: Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi
kötüyü ayıran ayar aleti. Bir insanın kıymetini ahlakını anlamaya yarayan
vasıta. Mihman: Misafir. Mihnet: Sıkıntı, çile.
Mihrac : Hz.
Muhammed`in göğe yükselmesi. Mihr-i muhabbet: Sevgi ve aşk, aşk güneşi. Mihrap: Sevgilinin kaşları, mihrabın girintili yapısının bir
yaya benzetilerek, kutsallığa yönelmiş bir övgü ile sevgilinin kaşlarının
anlatılmasında kullanılması. Misk-ü-amber: Çok güzel koku. Mizan: Terazi, ölçü, tartı, akıl, idrak, muhakeme. Mahşerde
herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsü olup hakiki mahiyeti
ancak ahrette bilinecektir. Muamma : Anlaşılması
güç olan söz. Muaviye : Halife Ali
zamanında Şam Valisi olup onun Haricilerce şehit edilmesinden sonra 661 de
halifeliğini ilan etmiştir. 669 da Hasan`ı zehirletmiştir.
Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Yezit, Hüseyin`i Kerbela`da öldürtmüştür.
Bundan dolayı Alevilerin Muaviye ile Yezit`i sevmezler. Muaviye 610
da Mekke`de doğmuş, 680 de Şam`da ölmüştür. Muhammed Bakır : Oniki imam dan
beşincisi. Ali oğlu Muhammet-ül Bakır. Doğumu 677, ölümü 733`dür. Muhammet Taki : Oniki imam’dan dokuzuncusudur. Muhannet: Korkak, soğuk
davranışlı, uzak. Muhip: Seven, sevgi
besleyen. Muhkem: Sağlam, metin,
sıkı sıkıya kuvvetli, tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış. Mukaddem: Zaman ve mekan
cihetiyle daha evvel olan. Mukadder: Kader , kısmet.
tayin olunmuş. Mulla: Molla. Murad : istek, dilek Murdar : les Murtat (Mürted): Dönek. Musa Kazım : Oniki imam’dan
yedincisi. 745 – 799 yılları arasında yaşamıştır. Abbasi hükümdarı Harun
tarafundan Bağdat`ta öldürülmüştür. Musahip: Yol kardeşi,
birlikte olan, arkadaş. Muti : itaat eden. Muştu: Sevindiren
haber, müjde. Muy: Saç. Muzu: Engel. Mübah: İşlenmesinde
sevap ve günah olmayan şey. Mücrim : Günahkar. Müdam: Devam eden,
süren, sürekli. Müddei: İddia eden.
İddiacı. davacı. Müheyya: Hazırlanmış
olan. Mülevves: Kirli, pis, bulaşık, alıkoyulup sonraya bırakılmış
veya durdurulmuş olan. Karışık, intizamsız. Mülk ü meleküt: Maddi olmayan alemin varlığı, varlık melekler. Mü`min : inanan
Müslüman; Alevilerde Müslüman erkeklere ``mümin``kadınlara``müslim`` denir. Münaci(müncü): Kurtaran. Münafık : Yalancıktan
müslüman olan, Ali düşmanı. Münezzeh: Arınmış. Münkir: İnkar eden. Müptela: Bir şeye
tutulmuş, düşkün, aşık. Mürayi: Riyakar, iki
yüzlü. Mürid : Talip. Mürşit: İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran,
Peygamber varisi olan kılavuz. Tarikat piri, şeyhi. Mürüvved : erlik, adamlık
Mürur etmek: Ulaşmak,
varmak. Müsemma: Adlanmış, adı
olan, belirtilmiş. Müstecap: Hoş görülen,
istediği kabul edilen, icabet olunmuş. Müşerref:
Şereflendirilmiş, şerefli. Müşg-ü amber: Misk-ü amber. Müşkül : zor
Naci: Kurtulmuş,
esenlik ve saadete kavuşanlar. Naçar: Çaresiz,
umarsız. Nadan: Cahil, bilmez,
haddini bilmez, kaba, terbiyesiz. Naibi : Vekil, birinin
yerine geçici bir zaman oturan Nail olmak: Erişmek.
Kavuşmak, ulaşmak. Naki : Oniki İmam’ın
onuncusu Ali Nakil (829-868) Nakib : bir toplumun
başkanı, tekkede şeyhin vekili Nakkaş: Süsleme
sanatkarı, usta. Nale: İnilti. Name: Mektup, kitap,
mecmua. Namert: Mert olmayan,
alçak. Nan: Ekmek, yiyecek.
Nar: Ateş, tamu.
[Mec.] Meme. Narh: Fiyat. Nar-ı hicran: Ayrılık ateşi. Nasip: Düşerlik, pay.
Naşi: Hain, kötü
kişi. Natık : Söyleyen, bir ifadesi olan, bir şey gösteren, beyan
edici, bildirici Natuvan: Natüvan,
güçsüz, argın. Nazan: Nazlı. Nazar: Bakış. Nazen(nazende): Nazlı, naz edici, naz yapan. Nazınnan: Nazından. Nebat: Bitki. Nebi : Peygamber. Necaset: Pislik,
murdarlık. Nece: Nice, nasıl. Nedür: Nedir. Nef: Fayda. Nefis: ruh, can,
yeme-içme ihtiyacı, benlik Nefsi emmare: Şeytanın teşviklerine itirazssız ve mücadelesiz tabi olması hali. Ner: Erkek deve. Nevcivan: Taze, genç,
delikanlı. Nevruz: Eski bir İran
takvimine göre yeni yılın ve ilkbaharın başlangıç günü, 22 Mart. Nice: Nasıl. Nigah: bakış Nihan: Gizli, saklı,
bulunmayan, görünmeyen, sır. Nikab: Yüzdeki örtü Nikap: Yüz örtüsü,
peçe. Nişana: Nişane,
belirti, im, kanıt. Niyaz: Dilek, istek,
dua. Niza: Çekişme,
kavga. Nize: Kargı, mızrak.
Nuş: İçen, içici,
tatlı şerbet gibi içilecek şey, zevk ve sefa. Nutuf: temiz, duru
sular Nübüvvet: Peygamberlik,
nebi olmak, nebilik, Allah'ın emriyle görevli olarak insanları doğru yola çevirmek. Nüsha: Yazılı, yazılmış şey, yazılı bir şeyden çıkarılan suret. |