Âşık Remzâni

 

 

REMZÂNİ´DEN ÖZDEYİŞLER VE NASİHATLAR

 

 

•   Aşk, kalbimizin saygısız misafiridir, bize sormadan gelir, sormadan gider.
 
•   Aşık, maşukunun acı sözüyle cılalanır. Çünkü, kasefeti onunla giderir.
 
•   Aşık, maşukunu gördüğü anda gözü açılır; kapanmaz. Çünkü, gönül kabesini tavaf edenlerle, toprak     kabesini tavaf edenlerin arasında çok fark vardır.
 
•   Aşkla yorulan yüzü, hiç bir ayna çirkin göstermez.
 
•   Hakiki aşık, cananlarından ayrı olduğu için yetim sayılır. Onun da karı ağlamaktır.
 
•   Ya Rab, kendimi kendime tanıt! Kendimi kendimde buldur, siretimi suretimden ayırma!
 
•   Hangi kalbin kökü muhabbete bağlıysa, onun aşkla şevki mücevher olur.
 
•   Ya Rab, aşkın şarabından bir katre içirki sabahleyin kalktığım vakit ettiğim duamı kabul edesin! Aşkla,     muhabbetle olan dua red olunmaz.
 
•   Aşk Kabe`sinin zemzemi göz yaşıdır. Göz yaşımdan gayrı hatırımı soran yoktur.
 
•   Goncanın yanında diken olması, onu dürtüp gül etmesine sebep olur.
 
•   Allah, ferah kalpleri sevmez; mahzun kalpleri sever. Sana her ferah veren şey, seni Hak`tan alıkoyar.
 
•   Bela ve kederli zamanında ve her işinde gönlünü sıkma, nefsini sabır ile cılala! Bu işin bundan başka ilacı     yoktur. Bilirsin ki felekte şafaksız sabah olmaz. Onun için alnı açık ademin derunu pünhan olur.
 
•   Gönül cevherini padişahların hazinesinde arama, bulamazsın. Bu inci ancak dervişlerin sinesindeki     sedefte bulunur.
 
•   Bahr-i aşkın girdabında çok sahiller vardır. Ümitsizliğe kapılma! Allah için ağlayan çok güler; dünya için       
    ağlayan sonra çok ağlar.
 
•   Alemde çirkinlik görme! Zira senin çirkin gördüğün, çirkinlik değildir. O, bir cemalin kemalini bildirdiği ap     ayrı bir güzelliğidir.
 
•   Taştaki yazıyı azıcık bir himmetle silmek mümkündür; fakat alındaki yazıları silmek mümkün değildir. Onun     için sakın Hakk`ın kudretiyle boy ölçüşmeye kalkma!
 
•   Abdestinin hiç bir günahtan bozulmamasını istersen, aşk meyhanesinin toprağından teyemmüm et!
 
•   Kalbinin her atışında ecel davulunun sesi olduğunu bil! Harun gibi servet toplasan, Settat gibi Cennet     yapsan, Firavun gibi rububiyet davası açsan, neticede boyunun aldığı kadar toprakta yatacaksın.
 
•   Hakikatte en büyük şey aile ışığıdır.
 
•   Bizi dikenden ziyade gül sokar.
 
•   Ey hakikat yolcusu !  Kalp gözünden perdeyi sıyırmak istersen Allah`sız lezzetleri terk et! Sabrın her     yerde iyi olduğunu bil !  Lakin ma`şukundan uzak düşünce, sabrın çok fena olduğunuda bil de sabırsızlık     yolunu tut!
 
•   Kendi kitabını okumadan başka kitabı okumuşsan, ibadet zevki duyamazsın. İbadet zevki duyan ademe bir     avuç toprak seccade olur.
 
•   En kuvvetli kapıların kilidi, hakiki dervişin ``ah, ah `` anahtarlarıyla açılır.
 
•   Beşeriyetın zindanından çık, gönül tahtına sultan ol! Bastığın toprak kimbilir hangi güzelin gözbebeğidir.
 
•   Günahımız çoktur fakat afu ilahinin aşık olduğunu bildiğimizden nazlı satarız.
 
•   Rıza gülistanında teslim kokusu kokla!
 
•   Kahi ah beni yakalıyor, kahi göz yaşı sürüklüyor. Zaten bir avuç topraktan ibaret olan varlığım için bunların     hepisi selap ve harap olmuştur.
 
•   Ey gafil!  Biz, boşaltıp temizlediğimiz kalp kadehimizde yar`in akseden cemalini görüyoruz. Senin bizim     daima içtiğimiz şarabın tadından ne haberin olacak!
 
•   Ey gafil!  Kur`an`dan sen ne sorarsın? Bizim sıfat-ı sure-yi aynamızdır Kur`an` ımız.
 
•   Ey sofu!  Bizim kalbimiz Hakk`ın rahman parmakları arasında olduğundan halimizi tenkit etme! Biz Hakk`ın 
    eşiğini kirpiklerimizle süpürdüğümüzden gözlerimizin sürmesi başka türlüdür. Bizim kırık kalbimizin
    zayıflığına bakma!  O, çok kafesler kırmıştır.
 
•   Ey dost!  Bir gün gelirde, şu sureti sinama gariplik tozu çökünce, kapına diz kıldığım zaman şu mahsun     gönlümü şaad edersin değilmi?
 
•   Sadık gönüllü mümin, ihlas altınını hakikat madeninde arar.
 
•   Göz, mahbubun yüzünü görmek için işe yarar;  Yakub`un Yusuf`u kaybolunca göze ihtiyacı kalmamıştır.

 

 

                   
 
 
 

AŞK NEDİR ?

 

En hakiki aşk Tanrı aşkıdır. Tanrı`ya aşık olanlar, aşkın kölesi olmuşlardır. Misal: Mecnun`la Leyla, Ferhat`la Şirin, Kerem`le Asli.. Aşkın derin samimiyetini ve şiddetini duymayanlar hayatın verebileceği en büyük şeyi kaçırmışlar demektir. Aşk, öyle bir yakınlıktır ki onsuz hareketlerin zararlı olacağı açıktır. Zira insan yarım doğar. Yaşadığı müddetçe diğer yarısını da arar ve aşkı tattığı insanı bulunca bütünlenir. Karşılıklı bir aşk sürüldükçe de benliklerinin sert duvarlarını yıkarlar ve ikiyi bir yaparlar; yepyeni bir varlık doğar. Allah insanları “yalnız başına kalsın!” diye yaratmamıştır. “Aşık ol, aşkını bul!” demiştir.

 

 

DERVİŞ NEDİR ?

 

Güneşin nuru viraneye çok düşer;  lutf-ı Hüda`dandır. Evvela dervişlere gelir. Çünkü viranede bina yoktur. Dervişler ise varlık binasını yıkanlardır. Derviş kelimesinde şu harfler vardır: dal, ra, vav, ya, şın. ``Dal`` dünyayı terk ettiğine, ``ra`` riyayı terk ettiğine, ``vav`` varlığını terk ettiğine, ``ya`` yalanı terk ettiğine, ``şın`` şehveti terk ettiğine işarettir. İşte bu harflerden soyunan ademe derviş denir.

 

 

HAK YOLCUSU OLAN HAKİKAT CENANLARI

 

Gerçek aşkın vermiş olduğu niyet, o faziletli gerçek kişinin bize vermiş olduğu miras bahçesi ve yetişmiş olan gudretin yeşertmiş olduğu en tatlı cennet gıdalarıyla bezenmiş nurani bir bahçedir. Tabii ki kendilerine verilen bu bahçenin içinde dolaşan bahçıvanlar da vardı. Bahçeye ziyaret için  gelip gidenler de bulunuyordu.

 

Bahçeyi bahçıvana miras bırakan kişi, birgün bahçıvanlara şöyle bir nefeste bulunuyor: ‘‘Oğlum, bu bahçenize ziyarete gelen kişilerden hakiki bir gerçek kişi çıkarsa meyvalardan bir defa tatdırın“ demişti. Bu bahçıvanlar da ulu kişiden aldığı nutufa göre zaman gelmiş karşılarına hakiki bir gerçek meyva tüccarı gelmiş. Bahçıvanlar da bahçeyi güzelce gezdirmişler. Ustazlarından aldığı nutufa göre meyvalardan tatdırmışlar. Bu bahçe tabii ki tüccarın çok hoşuna gitmiş. Ara sıra gelir gider, “Bu bahçenin meyvaları çok lezzetli“ diye yer içer gidermiş. Tabii ki sulu aşılı meyva hiç boğazı germiyor, yendikçe de yeniyor. Zaman zaman bu durum adet usul halini alıyor. Bahçenin de artık o güzelliği, meyvaların tadı artık değişiyor. Ortada bir solgunluk, sönüklükler meydana çıkıyor. Bahçıvanın birisi bu duruma razılık göstermiyor. Derhal feiz aldığı ustazına şöyle bir inticada bulunuyor. “Ey kendisinden bize emanet kalan yüce bahçe sahibi, gerçek mevki sahibi, ustazım, bahçemizin tadı, değişti. Bazı gelen meyve tüccarları ile usullar kuruldu, adetler getirildi. Siz bu duruma ne dersiniz. Biz sizlerden aldığımız feizlerde böyle usullar, adetler yoktu. Bunu anlıyacağımız şekilde aydınlatın ne olursunuz“  diye duasını kısa şekilde bağlamış. Çıkan karşılık şu oluyor. Bahçıvanı bir aleme götürüyorlar. Orada anasını görüyor. Bir kuyunun başında iki kova su ile çırıl çıplak çamaşır yıkıyor. Yıkadıktan sonra kovaları eline alarak kaçıyor. Bahçıvan, ‘‘Kaçma ana buraya gel“ diye bağırıyor. Anası delirmiş gibi kaçıyor. ‘‘Geleceğim peşine.“ ‘‘Gelmeyin“ diye de bağırıyor. Bahçıvan yetişip elinden kovaları alıyor. ‘‘İçinde ki nedir, bundan mı kaçıyor“ diye kovaları boşaltıyor. Birinden su, birinden de yıkadığı  siyah çamaşır çıkıyor. O anda bahçıvanın babası da orada oluyor. ’’Anamın haline bak baba, ne oldu buna“ deyince babası da üzülüyor. Şu cevabı veriyor. ’’Eve misafir geldi, ben gidiyorum oğlum“ diyor. Bahçıvan birden ağlıyor. Çok bir düşünceden sonra tekrar niyette bulunuyor. ’’Ey yüce kişi bu alem nedir anlayamadım. Anlayacağım şekilde anlat ne olursun“ diye ricada bulunuyor. Tekrar bir aleme daha varıyor ki tam karşısına feiz aldığı ustadı çıkıyor. Öyle bir azametli konuşuyor ki ağzından çıkan kelimeler tazyikli bir buhar gibi çıkıyor ve kelimeler bir şimşek gibi şak şak çehresine çarpıyor. Azametli, heybetli şekilde dimdik durarak konuşuyor ve şu kelimeleri ikişer defa tekrarlıyarak celalli celalli, ‘‘Oğlum oğlum söyle onlara kimseye hiç birşey vermeyin. Artık anlayacağınız şekilde söylüyorum. Eğer verirseniz ananın durumuna düşersin, onu gördünüz. Söyle onlara, söyle onlara“ diyerek nihan oldu. Ey zavallı garip bahçıvan derhal bir korkunç içerisinde aleminden kalkarak heyecanla titriyordu. Derhal bu durumu böyle dile getirdi. Tarih 18.08.1977, 19 a bağlayan Cuma gecesi saat 3 de. Bu, böyle bir gerçek aşkın gerçek karşılığıdır.           

              

 

GAM VE AŞK KERVANI

 

Hakk`ın ilhamiyeti uyku denilen birşey zaten yok ya. Birgün seherde, “kalk, kalk gafil ne yatıyorsun, kervan geçiyor” diye seslenen oldu. Bizde zaten mütalada idik. O anda kalktım bir dışarı uzandım. Yüce dergah sahibinin nuru alemi aydınlatıyor, hafif hafifte rüzgar esiyor. Fakat bu rüzgarın esmesi bana o kadar bir gam keder getiriyor ki. İçerisinden de “Ara, ara gel, gel” diye garip garip sedalar erişiyor kulağıma. “sen sahibim ol yüce dergah sahibi“ diye yürüdüm. Bir de baktım kendime, büyük bir su kenarındayım. Fakat suda o kadar duru sakin bir tebessümü var ki, adeta o güzel Kerbela Şah`ı Hüseyin`imden bana haberler veriyor gibi. Oraya çökmüş kalmışım. Hayli bir alemden sonra kendimi buldum. Kulağıma bir kervan sesi erişti. Biraz beklerken kervan yaklaştı. İçimden bir ses geldi.

 

-“Ne duruyorsun yürüsene“.

 

Fakat kervanın peşinde bir kimseden başka gözüken yoktu. O da kervanı çekiyordu.Yetiştim,

 

- “Eğlenir misin dost“ diye seslendim.

- “Ne istersin yoldaş“ diye cevap verdi.

- “Bir arzum var“ dedim.

- “Söyle“ dedi.

Sordum. “İsminiz?“

- “Kervan sonu“ dedi.

- “Ah ah tam aradığımızsın“.

 

Ama çok geç kaldığımı anladım ve sordum.

 

- “Kervanın önü nerede“.

- “Ah yoldaş, önü perşembe günü gecesi 12.01.79 arasında geçti. Bugün üçüncü gün“ dedi. Sordum.

- “Yükünüz ne“.

- “Gam ve keder“dedi.

 

Yola yineberaber devam ediyorken, adam sordu,

 

- “Neden bu kadar araştırdınız yoldaş“ Cevap verdim.

- “Ah ah baba, bizimde ufak bir kervanımız var da, o Şah`ın yoluna yürüyen büyük bir kervanın tozuna katılırsak ne mutlu bize. Onun için soruyorum“. Sordu!

- “Sizin kervanınızın adı ne?“

- “Aşkla göz yaşı“dedim.

Sordu:

- “Micaziyle mi, hakikiyle mi“.

- “ Hayır, hakiki göz yaşlarıyla taylanan bir aşk kervanıdır“dedim.

Cevap verdi,

- “Çok kısa bir vakitte senin istediğin kervan geçecek. Rastlarsan sizin kervanınızı alır. Eğer yine gafil kalırsan yine bana rastlarsın.“dedi.

Uğurladık gitti.

Ya canım dostlar, işte o kısa vakit gelmiyor ki, gözlerimiz yollarda uzadıkca uzuyor. Fakat ne de olsa ümidimiz var, siz büyük kervanlara kavuşacağımıza. O günkü alemimiz de öyle geçti. Ne yapalım bekliyoruz. Yine dönüp dolaşıp dört duvar arasında kendimi kendimde bulduğum oldu. Kervancı başı sahibimiz olsun. Bizde o kervanın peşine “bugün erişiriz, yarın erişiriz“ diye koşuyoruz.

                  

 

HÜ HAK VE HAKİKAT DOSTLARI

 

Ey Allah`a kul, Muhammed`e ümmet, Ali`ye talip olan ademlik aleminin yüce mimarları mümin ve müslüm canlar. Ululuk tahtının sultanı olan mülk sahibi yüce Allah`ın selamı ve rahmeti hepinizin üzerlerine olsun.

 

Gerçekten Adem olan gerçek kişinin kendisine taylamış olduğu yüke tahammül edebilmesini adet etmelidir. Ne çare ki insan oğluyuz. Et, kan parçasıyız. Koskoca kan kalesiyiz. Tahammül ve tehemmüm edemiyoruz. Başlıyoruz sızlanmaya ve her türlü şikayetlere. Hal, böyle olmasa çok gerçeklere erişip ve kavuşacağız. Ululuk tahtının sultanı yüce dergah sahibi ileri gelenlerini teslim ve tastikliğini, alimlerin sığındığı dergahın kapısını sabır ve tahammülü hediye etmiştir. Kendisini de makam sahibi kılmıştır. Gerçekten cabbar olan Allah`ın rıza dalı teslim ve tevekkül ırmağı ile sulanmayınca onun yemişleri ve nimetinin devamı olan şaadetin ebedi çiçeklerini toplamak mümkün olmaz. Ve ikbal çırağı Allah`ın sabır ve tahammül ateşine yakın olmadıkça karanlıkta kalanlar ışığa kavuşamazlar. Doğrusu tevekkül ve teslim dairesi müstahkem bir hisardır. Oraya sığınanlara felaket suvarilerinin gece hücumundan bir afat erişemez. Ve hakikat makamı öyle sağlam bir kaledir ki orada oturanlara hadiseler selinin hücumu tesir etmez. Teslim ehli için aynı devran bezminde müsibet yılanının zehiri şifa balıdır. Felaket celladının siyaset kılıcı hakikat erbabı için ata hazinesinin anahtarıdır.

 

Ey can! Alemin vücudu için eczasını terkip eden alem harfleridir. Çünkü felaketlerin meydana gelmesi alemin vücudu için lazımdır. Hakk`ın her an imtahanı üzerimizdedir. Verdiklerine sabır ve tahammül kılmasını kendimiz de adet etmesini bilirsek nasıl ki Hz. Eyüp`u kendi nuruna kardı bizi de nuruna karacaktır. Biz de şükrünü eda edip tahammül gösterirsek, emanet sahibini memnun etmiş oluruz. Tüm niyetler Kerbela Şah`ı Hz. Hüseyin aşkınadır.

 

 

İNSANLIK DÜNYASINI KURUP ADEM`LİK ALEMİNİN YÜCE MİMARLARI OLAN KİŞİLER
(Remzâni`nin defterleri arasında bulunan kendisine aldığı bir not)
 
Cenabı Hak, dört büyük meleğe emir verdi.
Adem`in binası kuruluşu yetmiş üç vilayetten toprak getirdiler. Ellerini, Yemen toprağından, tırnaklarını Hatay toprağından, dişlerini Halzum toprağından, dudaklarını Zikir vilayetinden, kulaklarını Sitretil Mintaha toprağından, huyu Tınıkatdamtun dan aldı. Bunları birleştirdi, nisan yağmurundan katıp balçığını yuğurdular ve marifet suyuda kattılar. Hicap suyu adep suya götürüp beytelminel Katdel deresine koydular. Kırk bin yıl bu batıl orda kaldı. Kırk bin sene sonra Cenabı Hak ruha emir verdi.
 
''Ya ruh, gir Adem`de mekan tut!''
 
Ruh girdi ki içerisi karanlık, derhal geri çıktı.
 
''YaRab!'' dedi. ''İçerisi karanlık durulmaz!''
 
Cenabı Hak hızıra emir verdi.
 
''Yahızır, gir Adem`in içerisine!''
 
Hızır girdi sonra ruh da, girip karar kıldı. O anda Hz. Adem kalktı bağdaş kurdu oturdu. O anda baktı ki dört tane kuş geldi.
 
''Es selamün aleyküm ya Adem!'' dediler.
 
Bir tanesine sordu.
            
''Sen kimsin?'' dedi.
''Ben akılım!'' dedi.
''Nerde durağın?'' dedi.
''Başta, beyin ve kemik arasında!'' dedi.
''Sen bana mı gireceksin?'' dedi.
''Evet gel gir makamına!'' dedi.
 
Nurani biri daha geldi.
 
''Senkimsin?''
''Ben ilmim!''
''Senin yerin nere?''
''Benim yerim, göğüs içerisi!'' dedi.
''Öyleyse gel gir!'' dedi.
 
Yine bir nurani geldi.
 
''Sen kimsin?'' dedi.
''Ben edebim!'' dedi.
''Senin yerin nere?''
''Yüzün, cemalullahın!'' dedi.
 
O da girdi. Yine biri geldi.
 
''Sen kimsin?'' dedi.
''Ben hayayım!''
''Yerin nere?''
''Dil diş arasındayım!''
''Gel gir!'' dedi.
 
Bunlar girdikten sonar Adem`e hitap geldi.
 
''Ya Adem, soluna bak!''
 
Adem soluna baktı ki çirkin cehennem zebunisi geldiler. Sordu!
            
''Siz kimsiniz?''
 
Bir tanesi!
 
''Ben hersim!''
''Yerin nere?''
''Baş beyin arasında!''
''Ora, akılın yeri!''
''Yok, ben girersem orda ne akıl kalır ne fikir!'' dedi ve girdi.
 
Yine biri geldi!
 
''Sen kimsin?''
''Ben küfürüm, yerim gögüs arası!''
''Ora imanın yeri!'' 
''Ben girsem iman kalmaz çıkar!'' dedi.
 
O da girdi. Yine biri geldi!
 
''Sen kimsin?'' dedi.
''Ben damah, yerim yüz suyu!''
''Orda edep huyanın yeri var!''
''Yok ben girersem edep huya çıkar!'' dedi.
 
Hepside Adem`e sır oldu. O anda Adem kalktı yürüdü, Cennet`i gezmeye başladı. Önüne bir kapı rastladı. Kapıda şöyle bir yazı var. "Bismillahirrahmanirrahim". Adem okuyunca kapı açıldı, karşısına bir kadın çıktı. Rahman Adem, rahim Havva.
 
 
 
                                                         -  Ana Sayfa  -