Âşık Remzâni |
REMZÂNİ´DEN ÖZDEYİŞLER VE
NASİHATLAR
AŞK NEDİR ?
En hakiki aşk Tanrı aşkıdır. Tanrı`ya aşık olanlar,
aşkın kölesi olmuşlardır. Misal: Mecnun`la Leyla, Ferhat`la Şirin, Kerem`le
Asli.. Aşkın derin samimiyetini ve şiddetini duymayanlar hayatın verebileceği
en büyük şeyi kaçırmışlar demektir. Aşk, öyle bir yakınlıktır ki onsuz
hareketlerin zararlı olacağı açıktır. Zira insan yarım doğar. Yaşadığı müddetçe
diğer yarısını da arar ve aşkı tattığı insanı bulunca bütünlenir. Karşılıklı
bir aşk sürüldükçe de benliklerinin sert duvarlarını yıkarlar ve ikiyi bir yaparlar;
yepyeni bir varlık doğar. Allah insanları “yalnız başına kalsın!” diye
yaratmamıştır. “Aşık ol, aşkını bul!” demiştir. DERVİŞ NEDİR ? Güneşin nuru viraneye çok düşer; lutf-ı Hüda`dandır. Evvela dervişlere gelir.
Çünkü viranede bina yoktur. Dervişler ise varlık binasını yıkanlardır. Derviş
kelimesinde şu harfler vardır: dal, ra, vav, ya, şın. ``Dal`` dünyayı terk
ettiğine, ``ra`` riyayı terk ettiğine, ``vav`` varlığını terk ettiğine, ``ya``
yalanı terk ettiğine, ``şın`` şehveti terk ettiğine işarettir. İşte bu
harflerden soyunan ademe derviş denir. Gerçek aşkın vermiş olduğu niyet,
o faziletli gerçek kişinin bize vermiş olduğu miras bahçesi ve yetişmiş olan
gudretin yeşertmiş olduğu en tatlı cennet gıdalarıyla bezenmiş nurani bir
bahçedir. Tabii ki kendilerine verilen bu bahçenin içinde dolaşan bahçıvanlar
da vardı. Bahçeye ziyaret için gelip
gidenler de bulunuyordu. Bahçeyi bahçıvana miras bırakan kişi, birgün bahçıvanlara şöyle bir
nefeste bulunuyor: ‘‘Oğlum, bu bahçenize ziyarete gelen kişilerden hakiki bir
gerçek kişi çıkarsa meyvalardan bir defa tatdırın“ demişti. Bu bahçıvanlar da
ulu kişiden aldığı nutufa göre zaman gelmiş karşılarına hakiki bir gerçek meyva
tüccarı gelmiş. Bahçıvanlar da bahçeyi güzelce gezdirmişler. Ustazlarından
aldığı nutufa göre meyvalardan tatdırmışlar. Bu bahçe tabii ki tüccarın çok
hoşuna gitmiş. Ara sıra gelir gider, “Bu bahçenin meyvaları çok lezzetli“ diye
yer içer gidermiş. Tabii ki sulu aşılı meyva hiç boğazı germiyor, yendikçe de
yeniyor. Zaman zaman bu durum adet usul halini alıyor. Bahçenin de artık o
güzelliği, meyvaların tadı artık değişiyor. Ortada bir solgunluk, sönüklükler
meydana çıkıyor. Bahçıvanın birisi bu duruma razılık göstermiyor. Derhal feiz
aldığı ustazına şöyle bir inticada bulunuyor. “Ey kendisinden bize emanet kalan
yüce bahçe sahibi, gerçek mevki sahibi, ustazım, bahçemizin tadı, değişti. Bazı
gelen meyve tüccarları ile usullar kuruldu, adetler getirildi. Siz bu duruma ne
dersiniz. Biz sizlerden aldığımız feizlerde böyle usullar, adetler yoktu. Bunu
anlıyacağımız şekilde aydınlatın ne olursunuz“ diye duasını kısa şekilde
bağlamış. Çıkan karşılık şu oluyor. Bahçıvanı bir aleme götürüyorlar. Orada
anasını görüyor. Bir kuyunun başında iki kova su ile çırıl çıplak çamaşır
yıkıyor. Yıkadıktan sonra kovaları eline alarak kaçıyor. Bahçıvan, ‘‘Kaçma ana
buraya gel“ diye bağırıyor. Anası delirmiş gibi kaçıyor. ‘‘Geleceğim peşine.“
‘‘Gelmeyin“ diye de bağırıyor. Bahçıvan yetişip elinden kovaları alıyor. ‘‘İçinde
ki nedir, bundan mı kaçıyor“ diye kovaları boşaltıyor. Birinden su, birinden de
yıkadığı siyah çamaşır çıkıyor. O anda bahçıvanın babası da orada oluyor.
’’Anamın haline bak baba, ne oldu buna“ deyince babası da üzülüyor. Şu
cevabı veriyor. ’’Eve misafir geldi, ben gidiyorum oğlum“ diyor. Bahçıvan
birden ağlıyor. Çok bir düşünceden sonra tekrar niyette bulunuyor. ’’Ey yüce
kişi bu alem nedir anlayamadım. Anlayacağım şekilde anlat ne olursun“ diye
ricada bulunuyor. Tekrar bir aleme daha varıyor ki tam karşısına feiz aldığı
ustadı çıkıyor. Öyle bir azametli konuşuyor ki ağzından çıkan kelimeler tazyikli
bir buhar gibi çıkıyor ve kelimeler bir şimşek gibi şak şak çehresine çarpıyor.
Azametli, heybetli şekilde dimdik durarak konuşuyor ve şu kelimeleri ikişer
defa tekrarlıyarak celalli celalli, ‘‘Oğlum oğlum söyle onlara kimseye hiç
birşey vermeyin. Artık anlayacağınız şekilde söylüyorum. Eğer verirseniz ananın
durumuna düşersin, onu gördünüz. Söyle onlara, söyle onlara“ diyerek nihan
oldu. Ey zavallı garip bahçıvan derhal bir korkunç içerisinde aleminden
kalkarak heyecanla titriyordu. Derhal bu durumu böyle dile getirdi. Tarih
18.08.1977, 19 a bağlayan Cuma gecesi saat 3 de. Bu, böyle bir gerçek aşkın
gerçek karşılığıdır.
GAM VE AŞK KERVANI
Hakk`ın ilhamiyeti uyku
denilen birşey zaten yok ya. Birgün seherde, “kalk, kalk gafil ne yatıyorsun,
kervan geçiyor” diye seslenen oldu. Bizde zaten mütalada idik. O anda kalktım bir
dışarı uzandım. Yüce dergah sahibinin nuru alemi aydınlatıyor, hafif hafifte
rüzgar esiyor. Fakat bu rüzgarın esmesi bana o kadar bir gam keder getiriyor
ki. İçerisinden de “Ara, ara gel, gel” diye garip garip sedalar erişiyor
kulağıma. “sen sahibim ol yüce dergah sahibi“ diye yürüdüm. Bir de baktım
kendime, büyük bir su kenarındayım. Fakat suda o kadar duru sakin bir tebessümü
var ki, adeta o güzel Kerbela Şah`ı Hüseyin`imden bana haberler veriyor gibi.
Oraya çökmüş kalmışım. Hayli bir alemden sonra kendimi buldum. Kulağıma bir
kervan sesi erişti. Biraz beklerken kervan yaklaştı. İçimden bir ses geldi.
-“Ne duruyorsun yürüsene“.
Fakat kervanın peşinde bir kimseden başka gözüken yoktu. O da kervanı çekiyordu.Yetiştim,
- “Eğlenir misin dost“ diye
seslendim. - “Ne istersin yoldaş“ diye cevap
verdi. - “Bir arzum var“ dedim. - “Söyle“ dedi. Sordum. “İsminiz?“ - “Kervan sonu“ dedi. - “Ah ah tam aradığımızsın“.
Ama çok geç kaldığımı anladım ve sordum.
- “Kervanın önü nerede“. - “Ah yoldaş, önü perşembe günü
gecesi 12.01.79 arasında geçti. Bugün üçüncü gün“ dedi. Sordum. - “Yükünüz ne“. - “Gam ve keder“dedi.
Yola yineberaber devam ediyorken, adam sordu,
- “Neden bu kadar araştırdınız
yoldaş“ Cevap verdim. - “Ah ah baba, bizimde ufak bir
kervanımız var da, o Şah`ın yoluna yürüyen büyük bir kervanın tozuna katılırsak
ne mutlu bize. Onun için soruyorum“. Sordu! - “Sizin kervanınızın adı ne?“ - “Aşkla göz yaşı“dedim. Sordu: - “Micaziyle mi, hakikiyle mi“. - “ Hayır, hakiki göz yaşlarıyla taylanan bir aşk kervanıdır“dedim. Cevap verdi, - “Çok kısa bir vakitte senin istediğin kervan geçecek. Rastlarsan sizin kervanınızı alır. Eğer yine gafil kalırsan yine bana rastlarsın.“dedi. Uğurladık gitti. Ya canım dostlar, işte o kısa vakit gelmiyor ki, gözlerimiz yollarda uzadıkca uzuyor. Fakat ne de olsa
ümidimiz var, siz büyük kervanlara kavuşacağımıza. O günkü alemimiz de öyle
geçti. Ne yapalım bekliyoruz. Yine dönüp dolaşıp dört duvar arasında kendimi
kendimde bulduğum oldu. Kervancı başı sahibimiz olsun. Bizde o kervanın peşine “bugün
erişiriz, yarın erişiriz“ diye koşuyoruz.
HÜ HAK VE HAKİKAT DOSTLARI
Gerçekten
Adem olan gerçek kişinin kendisine taylamış olduğu yüke tahammül edebilmesini
adet etmelidir. Ne çare ki insan oğluyuz. Et, kan parçasıyız. Koskoca kan
kalesiyiz. Tahammül ve tehemmüm edemiyoruz. Başlıyoruz sızlanmaya ve her türlü
şikayetlere. Hal, böyle olmasa çok gerçeklere erişip ve kavuşacağız. Ululuk
tahtının sultanı yüce dergah sahibi ileri gelenlerini teslim ve tastikliğini,
alimlerin sığındığı dergahın kapısını sabır ve tahammülü hediye etmiştir.
Kendisini de makam sahibi kılmıştır. Gerçekten cabbar olan Allah`ın rıza dalı
teslim ve tevekkül ırmağı ile sulanmayınca onun yemişleri ve nimetinin devamı
olan şaadetin ebedi çiçeklerini toplamak mümkün olmaz. Ve ikbal çırağı Allah`ın
sabır ve tahammül ateşine yakın olmadıkça karanlıkta kalanlar ışığa
kavuşamazlar. Doğrusu tevekkül ve teslim dairesi müstahkem bir hisardır. Oraya
sığınanlara felaket suvarilerinin gece hücumundan bir afat erişemez. Ve hakikat
makamı öyle sağlam bir kaledir ki orada oturanlara hadiseler selinin hücumu
tesir etmez. Teslim ehli için aynı devran bezminde müsibet yılanının zehiri
şifa balıdır. Felaket celladının siyaset kılıcı hakikat erbabı için ata
hazinesinin anahtarıdır. Ey can! Alemin vücudu için eczasını terkip eden alem harfleridir. Çünkü
felaketlerin meydana gelmesi alemin vücudu için lazımdır. Hakk`ın her an imtahanı
üzerimizdedir. Verdiklerine sabır ve tahammül kılmasını kendimiz de adet
etmesini bilirsek nasıl ki Hz. Eyüp`u kendi nuruna kardı bizi de nuruna
karacaktır. Biz de şükrünü eda edip tahammül gösterirsek, emanet sahibini
memnun etmiş oluruz. Tüm niyetler Kerbela Şah`ı Hz. Hüseyin aşkınadır.
|
|