Âşık Remzâni

 

 

 

ÂŞIKLIK GELENEĞİ VE MÜZİĞİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER

 

Hazırlayan

Cevahir KARACA

Haliç Üniversitesi -

Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Musikisi

Yüksek Lisans Tezi - 2012

 

             Halk edebiyatı ve onun bir dalı olan halk şiiri, aslında halk bilimi alanına girer. Âşık Edebiyatı ise, bireysel temele dayanan, belli kuralları ve özellikleri olan bir edebiyattır. (Köprülü, a. 1962 : 30-31) Türkleri, tarihleri kadarda eski bir edebiyatları vardır. Yazının bilinmediği çağlarda ki bu edebiyat sözlü idi. Çok eski çağlarla ilgili edebi belgelerden yoksun isek de, uygarlık dünyasına katkıda bulunan bir ulusun edebiyat alınında da ileri bir durumda bulunacağında şüphe edilemez. Kaldı ki azda olsa ele geçen belgeler Türkler’in çok gerilere doğru uzanan bir edebi bir geçmişleri bulunduğu inancını ve kanısını verecek yoldadır. (Caferoğlu, 1958: .179)

            Sözlü Edebiyat geleneği, yazılı edebiyat döneminde de unutulmamış, Türkler İslamlığı kabul ettikten sonra puta tapıcılık çağında kalma edebi biçimler ve İslami kılığa bürünmüş konular varlıklarını sürdürmüştür. Eski Türk topluluklarında Ozanlar, bütün ilkel topluluklarda görüldüğü gibi, çeşitli görevleri üzerlerinde toplamışlardı; kahramanlık olaylarını, savaştaki başarıları, toplumun ortak duygularını kopuzlarının eşliğinde şiirleriyle dile getiriyorlar. Büyücülük ve hekimlik yapıyorlardı. Toplum üzerinde etkindiler. İçinde bulundukları topluluğun önemli kişileri sayılıyorlardı. ( Köprülü, b. 58; a. 1962 : 78 )

 

            Eski çağlarda çeşitli Türk kavimleri tarafından halk şairlerine çeşitli isimler verilmiştir.

 

- Altay Türkleri : KAM

- Kırgızlar, Türkmenler, Karakalpaklar ve Özbekler : BAKSI-BAKŞI-BAKŞİ ya da BAHŞİ

- Tonguzlar : ŞAMAN

- Yakutlar : OYUN

- Kozaklar ve bir bölüm Kırgızlar : AKIN

- Azerbaycan Türkleri : ÂŞIK

- Oğuz Türkleri : OĞUZ ismini kullanmışlardır. (Halıcı, 1992: 6)

 

            Türklerin şair – çalgıcıları hakkında en eski bilgiler, Hiyung – nularla ilgilidir. Çeşitli kaynaklarda rastlanan kayıtlardan, Hiyung- nularda halk şairlerinin varlığını öğrenmekteyiz. Bu şair – çalgıcılar, Hunlar da ve Atilla ordularında da görülmektedir. Hun ordularıyla birlikte ülkeden ülkeye giden ordunun kahramanlıklarını ve başarılarını çalgılarıyla yansıtan bu ozanlar, “ hiç şüphesiz, daha sonra ki saz şairlerimizin dedeleridir”. (Köprülü, a.158 )

            Oğuz Türkleri’nin Ozan dedikleri şair – çalgıcılara başka Türk kavimlerinde rastladığımız gibi, bu sözcüğü öteki Türk kavimlerinde de görmekteyiz. 13. yüzyılda Mısır Memlûk ordularında ki şair – çalgıcılar Ozan diye anılıyordu. 14. ve 15. yüzyıllarda, Azeri alanında da halk şair – çalgıcılarına Ozan deniliyordu. ( Talat , 1933 : 75 )

            Âşık edebiyatı 16.y.y da orduda, köy, kasaba gibi kırsal bölgelerde gelişmeye başlamıştır. Âşık edebiyatını öne çıkaran unsurlar: halkçı, bölgesel, doğal ve nispeten somut olmasıdır. ( Çötüksöken, 1993-1994)

            Âşıklık, çağlar süren deneyimlerden geçerek biçimlenmiş, kendine özgü icra töresi, geleneğe dayalı yapısı, âşık olmak, âşıklığı sürdürmek için uyulması gereken kuralları olan bir gelenektir. (Artun E., 2011 )

            Âşık’ların ataları en eski devirlerde, önceleri dini ve sonraları sihri dini mahiyetteki ozanlardı. (Şenel, 1997-1998)

 

            Ozan sözcüğünün kaynağı ve türeyişi üzerinde iki ayrı görüş vardır:

            

            1- Çankırılı Ahmet Talât ( Onay ) : Ozan sözcüğü üzerinde çok müphem, değişik, hatta çelişik şeyler söylemektedir. Deşişe adlı bir sözcüğe dayanarak, sözcüğün ozan ya da uzan okunabileceğini, sözlük yazarının oz, uz ile uzan arasında bir yakınlık gördüğünü belirtiyor, ardından da Fuat Köprülü’yü kaynak göstererek uzan sözcüğünün us, uz köklerinden türediğini, bakıcı, bilici, akıllı, bilge anlamlarına geldiğini ve şair sözcüğünü tam karşıladığını bildiriyor. (Talât, 1933 : 75 )

            Oysa, kaynak gösterdiği Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatı Tarihli Araştırmasında böyle bir düşünceye rastlanmamaktadır. (Dizdaroğlu, 1993 : 5)

            

            2- Fuat Köprülü ise, Ozan sözcüğünü ozmak köküne bağlamaktadır; Ozmak “önce gelmek, ileri geçmek” anlamlarındadır. Bu kökten türemiş iki sözcük daha vardır: Ozgan (koşuda birinci gelen köpeklere verilen ad), Ozuş (kurtuluş). Fuat Köprülü, ozgan ile ozan’ın aynı olduğu kanısındadır: Oz + gan = Oz + an. Çünkü, “Oğuzca’da ortadaki ve sondaki g’lerin düşmesi, hemen umumi bir kaidedir. (Köprülü, a.142)

            Ancak o da, düşüncelerinin bir kesinlik taşımadığını, varsayım olduğunu, bu sorunu çözümlemenin dilcilere düştüğünü söylemektedir. ( Dizdaroğlu, 1993 : 5 )

            Ozanlar göçebe Oğuz Topluluklarında kopuz eşliğinde destan – türkü okuyan kutsal kişilerdi. Ozanlar, zamanla bu vasıflarını terk ederek şair – çalgıcı haline gelmişlerdir. 16.yy’dan sonra Anadolu ve Azerbaycan yöresinde, kimi özellikleriyle ozanları hatırlatan şairlere Âşık denmeye başlanmıştır. Özellikle İslam kültürünün de etkisiyle ozanlık geleneği yerini âşıklık geleneğine bırakmıştır. (Çötüksöken, 1993-1994: 50,51)

            Âşık sözcüğünün nereden çıktığı henüz ispatlanmamıştır, değişik görüşler öne sürülmüştür bu konuda. Veled Çelebi, ışık ve âşık sözcüklerinin Türkçe ışık sözcüğünden geldiği kanısındadır. Arapça olamaz, diyor. Çünkü, Kuran’ da buna rastlanmıyor. Çankırılı Ahmet Talât, Veled Çelebi’nin düşüncesini temel alıp bir örnekseme yaparak, âşık sözcüğünün “yüreği aş ile yanan, kalbi muhabbetle nurlanan kimse” demek olduğu sonucunu çıkarmaktadır. (Talât, 12 ve Kültürbakanlığı, 1993 : 1)

            Hüseyin Kâzım Kadri, aşk’ı Arapça isim saymakta, “muhabbet-i müfrite, alâka, gönül verme” demek olduğunu, âşık’ın da “aşk ve muhabbetle melûf olan, aşka düşen, gönül veren” anlamlarına geldiğini belirtmekle yetinmektedir. (Kadri, 1943 : 507)

            Âşık ve saz şairi sözcükleri anlamdaştır, aralarında ayrım yoktur. (Köprülü, c. 1940 : 877) Âşık mistik birlik arayan dervişle dans ve müzik eşliğinde İslamiyet öncesi inanç sistemiyle beslenen destan kültürünün taşıyıcısı ozandan işlevsel olarak ayrılır. (Artun , 1998 – 2011 )

 

            20. yüzyılın başından beri Türkiye’de âşık yerine “Ozan” terimi daha fazla kullanılmaktadır. Ancak Ozan tüm şiir söyleyenler için yani şairler için kullanıldığından geleneksel âşıkları bunlardan ayırmak için biz, âşık terimini kullanmaya devam edeceğiz. (Duygulu, 2011)

            Âşık edebiyatının temel özelliklerinden biri sözlü olmasıdır. Bu bakımdan Âşıklar sözlü geleneğin kural ve ilkelerine bağlıdırlar. Âşık, Âşık edebiyatı gelenek ve tarzında söz söyleyecekse, çıraklığında ustasından saz çalma, sözü musiki ile birleştirme, belli bağlamlara özgü kalıp deyişleri kullanma becerisini öğrenmelidir. (Çötükseken, 1993-1994 : 50-51)

            Buradan anlaşılacağı gibi âşıklık geleneğinde bir ustaya bağlılık söz konusudur. Alevi – Bektaşi geleneğinde bir ustaya bağlanmaya boyun kesmek denir. ( Şenel, 1997 -1998 )

            Âşıklığa heves eden birisi, bir ustanın yanında yıllarca çıraklık edip, saz ve şiir tekniği konusunda gerekli bilgileri öğrendikten ve ustasından (mahlas, takma ad) aldıktan sonra “Âşık” olabilirdi. Usta da, çırak bu aşamalardan geçtikten sonra, ona “Âşık” unvanını verirdi. Böylece âşık kolu denilen gelenek oluşmuştur. (Emrah kolu, Ruhsatî kolu gibi) ( Çötükseken, 1993- 1994 : 50-51 )

            Bunlardan ayrı olarak badeli Âşık (veya halk âşığı) denilen âşıklar da vardır. Bunlar söylentiye göre Hızır Peygamberin elinden bade (aşk şarabı) içtikten sonra seveceği kişinin hayalini gören, aşkı onu şair yapan ve uyandıktan sonra eline sazını alıp şiir söyleyerek sevdiğini arayan Âşıklardır. (Âşık Garip, Kerem ile Aslı hikayesi gibi) (Çötükseken, 1993-1994 : 50-51 )

            Âşık olarak anılan kişilerde bir ustaya bağlılıkla birlikte gezgin olma vasfı da vardır. Edebiyattaki “âşık saz çalabilen, irticalen (hazırlıksız olarak) şiir söyleyebilen, atışabilen, çoğu zaman gezgin olan ve bir ustaya bağlı kişidir” tanımı bunun en iyi göstergelerindendir. Âşıkların gezgin olmaları onların bilgi, görgü ve becerilerini arttırırken, zengin bir repertuar genişliğine ve çeşitliliğine sahip olmalarını da sağlar. En önemlisi gezgin olmak âşık sanatının yaşatılması ve yayılması için en önemli unsurdur. ( Şenel, 1997- 1998)

            Daha önce de belirttiğimiz gibi âşıklık geleneğinde söz ve musikiyi birleştirmek son derece önemlidir. Bunun için şiir söyleyecek bir âşık, sözü musikiyle birleştirmenin kurallarını da öğrenmek zorundadır. Ezgiyle birlikte şiir okumanın kurallarını öğrenen âşıklar, âşıklık geleneğini yaşatmakta olan en önemli güçlerdir. ( Şenel, 1997-1998 )

            Âşıklık vasıflarına sahip olmayan yani saz çalmayan, gezgin olmayan, özellikle irticalen şiir söylemeyen ancak âşık tarzında şiir yazan ve söyleyen âşıklar da vardır. Bunlar halk arasında âşık olarak kabul edilmezler ve Saz Şairi, Sazlı Şair ve Ozan gibi isimler alırlar. ( Şenel, 1997-1998 )

            Aşıkların yetiştiği çevreler köy, kasaba gibi kırsal yörelerdir. Buralarda âşıklık geleneğinin korunmasının, ıralarının ( karekterlerini ) kaybolmamasının en önemli özelliği Klasik edebiyatın etkilerinin az görülmesidir. Bunun tam tersi olarak büyük kültür merkezlerinde âşıkların ıralarını (karakterlerini), geleneklerini koruyamamalarının nedeni Klasik edebiyattan fazlaca etkilenmeleridir. Âşıkların yetiştiği diğer bir ortamda asker ocaklarıdır. ( Turan, 2001 )

            Burada yetişen âşıklar geleneklerini korudukları gibi bulundukları ortamın, tanık oldukları olayların özelliklerini de eserlerine katmışlardır. (Turan, 2001)

Âşık “seven” kimse demektir. Âşığın dünyası birkaç kavramla betimlenebilir; güzele ve güzelliğe duyulan sevgi, âşığı içinde yaşadığı dünyaya bağlar. Âşık yaşama bağlılığının simgesidir. Ancak âşı dünyevi yani maddidir. Dünyadaki güzellikler ve güzellerle sınırlıdır. Bunun dışında bir de manevi âşıklar vardır. Tasavvufi anlamda kullanılan bu aşk Allaha âşık olmak “cemal” ve “celal” sıfatlarına tutkun olmadır. ( Çötükseken, 1993- 1994 : 50- 51 )

            Âşık doğa ve doğal güzelliklere hayranlık duyan, gurbeti en etkili biçimde yaşayan kimsedir. Bu onun yaşamının doğallığından kaynaklanmaktadır. ( Çötükseken, 1993- 1994 : 50-51 )

            Günümüzde âşıklık geleneğinde Bektaşi fikirleri ön plandadır. Bunun en büyük nedenlerinden biri Bektaşilik felsefesinin dayandığı hoş görüdür. Özellikle İslamlıkla birlikte Türk toplumunda güzel sanatları sınırlayan eğilimler, sazı yasaklama, şeytan işi görme Alevi – Bektaşi düşüncesiyle bir çıkış bulmuş ve kendisini burada var etmiştir. 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı merkezi Sünni hükümetinin, Batıni tarikatlara yönelik baskı ve sindirme politikasının bu gelenekte büyük rolü vardır. Ayrıca Alevi – Bektaşi düşüncesindeki topluluklar geleneksel Türk kültürünün İslamın yasak ve sınırlarına karşı diri tutmaya ve sürdürmeye özellikle uğraşmış topluluklardır.

            Geleneği güçlü âşıklarının bu düşünce ortamında yetişmelerinin başlıca kaynakları budur. ( Turan, 2011 )

Âşık musikisi türlerinin belirlenmesinde tespit edilmiş dört ana unsur vardır.

 

            Bunlar;

 

- Vezin, Biçim

- Konulu söyleyiş

- Yarışma / Karşılama ve fonetik unsur

- Anlatıma bağlı unsurlar.

 

            Sözlü âşık müziğinde hem hece vezni hem aruz vezni kullanılmıştır. Yurdumuzda âşıklık geleneği ile ilgili ilk ciddi çalışmalar Tanzimattan sonra başlar. İlk başvuru kaynakları yazma eserleridir ve Cumhuriyetin ilanından sonra canlı kaynaklarda önem kazanmaya başlamıştır. (Şenel, 1997-1998 )

 

            Aşıklık geleneklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

 

1. Mahlas Alma.

2. Rüya Sonrası Âşık olma.(Bade içme)

3. Usta Çırak

4. Atışmak Karşılaşma

5. Leb-Değmez ( Dudak Değmez )

6. Aşkı ( Muamma )

7. Dedim-Dedi Tarzı Söyleyiş.

8. Tarih Bildirme.

9. Nazire Söyleme.

10. Saz çalma.

( Kültür Bakanlık Resmi İnternet Sitesi, 2012 )

 

Mahlas Alma :

 

            Mahlas, şairlerin yazdıkları şiirlerde asıl adlarının yerine kullandıkları takma ada denir.

            Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kuraldır. Âşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş, mahlasları isim olarak kullanılır olmuştur. Dadaloğlu'nun asıl adı Veli, Sümmani'nin Hüseyin, Gevheri'nin Mehmet vb.'dir.

 

            Aşık geleneğe uygun olarak kullanacağı mahlası şu yollarla alır:

 

Mahlasını Kendi Seçerek Alma :

 

- Adını, soyadını mahlas olarak kullanır.

- Yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır.

 

Bir usta aşıktan imam, pir ya da mürşitten alma :

 

- Usta aşık çırağı sınava tabi tutar.

- Usta âşık çırağının durumuna göre bir mahlası uygun görür.

- Şeyh ve pirin manevi tesiriyle mahlas alır.

 

Rüya Sonra Âşık Olma (Bade İçme) :

 

            Rüya motifi Türk Halk Edebiyatında sıkça karşımıza çıkan bir motiftir. Genellikle halk hikayelerin de yer alan bu motif bazı âşıkların hayat hikayeleri içinde de görülmektedir. Âşıklar âşıklığa başlamayı ya da yetişip usta âşık olmayı geleneksel bir unsur olarak gördükleri iki önemli yol, usta yanında yetişme ya da rüyada bade içerek badeli âşık olmaya bağlarlar. Bade, şerbet, su gibi içilecek bir mai olabileceği gibi elma, nar, ekmek, üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olabilir.

            Âşık edebiyatında bade içme rüya motifi bir gelenek icabıdır. İnanışa göre âşık olmak için ya usta yanında yetişmek ya da mutlaka "pir" elinden bade içmek gerekir.

 

            Bade âşığa;

 

-Bir Pir Tarafından,

-Üçler Tarafından,

-Beşler Tarafından,

-Yediler Tarafından,

- Kırklar Tarafından verilir.

 

Usta - Çırak : 

            Âşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri de usta çırak geleneğidir. Âşıklar genellikle bir usta aşığın yanında onun çırağı olarak yetenekler ölçüsünde olgunlaşırlar.

            Gelenek gereği icracılık ve aşığın şairlikteki ustalığı için üstad da denilen bir aşığın yanında ders almaları gerekmektedir. Genç aşığın ustasının yanında çok büyük bir sabır göstermesi gerekmektedir. Sabrın sonunda çırak ustasının hayır duasını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur.

 

Âşık Karşılaşmaları :

 

            Atışma, âşıkların dinleyenler karşısında, deyişme sırasında birbirini iğneleyici fakat mizah çerçevesi içinde söyleşmeleridir.

            Karşılama, âşıkların rakibine üstün gelmek için soru cevaplı tarzı seçmesi yada onu mat etmenin yollarını aramasıdır.

            Âşıkların doğaçlama, karşılıklı olarak belirli bir kural çerçevesinde söyleşmelerine "atışma" denir. Atışma, en az iki aşığın dinleyici huzurunda karşı karşıya gelerek birbirlerini sazda ve sözde belli kurallar çerçevesinde denenmeleri esasına dayanır.

 

Leb-Değmez :

 

            Âşıkların ustalıklarını sergilemek için bir nevi söz hüneri olarak başvurdukları bir biçimdir. İçinde (B,P,M,V,F) dudak ve diş-dudak sesleri bulunmadan söylenilen şiir demektir. Âşıkların dudakları arasına iğne koyarak yarıştıkları bir atışma biçimidir.

 

Aşkı (Muamma) :

 

            Muamma, halk şiirinde bir kimsenin ya da varlığın adını gizleyen şiir demektir. Âşık edebiyatında muammanın özel bir önemi vardır. Âşıklarca muamma düzenlemek ya da bir muammayı çözmek bilgi ve zekâ ister.

            "Murat Uraz" muammanın uygulanışını şu şekilde anlatmaktadır: Kahvelerde muamma teşhir edildiği gecelerde; sigara ve nargile içilmez, kimse sesli konuşmaz, herkes intizam içinde oturur. Halk şairi tarafından hazırlanmış muamma büyük ve uzaktan okunabilecek bir yazı ile kağıda yazılır ve tahtaya yapıştırılır. Tahtaya bir milimetre kalınlığında bal mumu sürülür. Aşıklar nöbetle kahveye gelenlere işine ve halk arasındaki derecesine göre ağırlamalar söylerler. Ağırlanan kişi de ağırlığına göre muammanın etrafındaki bal mumu sürülmüş tahtaya para yapıştırır. Muammayı kim çözerse paraları alır ve muammayı tertipleyen aşık da bir taksim çıkarırdı. Şayet bu muamma birkaç gece kahve duvarında asılı kalır, kimse tarafından da çözülmemiş olursa sahibi olan aşık bunun ne olduğunu söyler ve bütün paraları alırdı.

 

Dedim - Dedi Tarzı Söyleşi :

 

            Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan bir biçim olup koşma ve semailerdeki âşık ve sevgilinin (dedim-dedi ifadesine bağlı) karşılıklı söyleşmeleridir.

 

Tarih Bildirme :

 

            Âşık, kıtlık, yangın, sel felaketleri, salgın hastalık, önemli savaşlar vb. toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olaylarla kendi doğumtarihini şiirlerinde tarihi birer belge olmasını istemiş ve genellikle ilk ya da son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir.

 

Nazire Söyleme :

 

            Nazire, bir şairin şiirini diğer bir şair tarafından aynı uyak ve ölçüde benzer bir biçimde yazma demektir.

 

Saz Çalma :

 

            Saz, âşık için ilhamı kamçılayan bir alet olup âşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir.

( Kültür Bakanlık Resmi İnternet Sitesi, 2012 )

 

            Âşık tarzı şiiri daima saz eşliğinde, âşık düzeni veya âşık ayağı adı verilen özel bir akort sistemi içinde dile getirilmektedir. ( Günay, 1993 : 21)

            Âşık repertuarının en bilinen ve en yaygın olan türleri; muamma asma, varsağı, taşlama, kalenderi, selis, deyiş, destan, divan, koşma, tekellüm, mani, türkü, semai, satranç, vezn-i Aher... Bunların şiirlerinden oluşan binlerce cönk bulunmaktadır.

            Âşıklar, saz adı verilen çalgının boyutları değişen çeşitlerine, değişik adlar vererek kullanırlar. Bağlama, divan, bozuk, çöğür, ruzba bunlardan yalnızca bir kaçıdır. Saz dışında keman, kaval gibi çalgılar çalan âşıklar varsa da en yaygın çalgı saz’dır. Aşık ezgilerinde sol sesi ana ton olmakla beraber la ve mi seslerinin ana ses tonu olarak kullanıldığı örnekler vardır. (Duygulu, 2011)

            Âşık tarzı müzik geleneğinin genel özelliklerinden bir başkası da, şiir ile ezgi arasındaki ilişkinin birbirinden hiçbir suretle ayrılmaz olduğu var sayımının tam tersine ayrılabilirliğidir. ( Çobanoğlu, 2000: 30,31,32 )

            Âşıkları genel olarak iki ana grupta toplayabiliriz: Gezginci ve Yerel Âşıklar. (Duygulu, 2011)

 

            1. Âşıkların birinci kısmı :

 

a. Ümmîdirler, okuma yazma bilmezler, hiç öğrenim görmemişlerdir.

b. Saz çalmasını bilirler, şiirlerini saz eşliğinde söylerler.

c. Şiirleri hece ölçüsüyledir. Ancak okuma yazma bilmedikleri, öğrenim görmedikleri halde, bu kuralın dışına çıkan, aruzla söyleyen âşıklar da vardır. (Sümmanî, Âşık Şenlik gibi)

 

            2- Âşıkların İkinci kısmı :

 

            Belirli bir öğrenimden geçtikleri gibi, saz çalmasını da bilirler. Fakat şiirlerini hem hece, hem de aruz ölçüleriyle yazmışlardır. (Âşık Ömer, Gevherî, Dertli, Erzurumlu Emrah gibi) (Dizdaroğlu, 1993 : 6)

            Âşıklar dinsel ve mezhepsel bağlılıklarıyla da birbirlerinden farklılık gösterir. Üstelik bu fark onların repertuarını da direkt olarak etkiler. Örneğin Alevi – Bektaşi toplulukları içinde yer alan âşıklar atışma yapmazlar. Alevi – Bektaşi edebiyatı ve müziğinin; Deyiş, Nefes, Duvaz, Kalenderi, Semah, Nevruziye, Mersiye (Kerbela için) gibi türlerine bu âşıklarda daha fazla rastlanır. (Duygulu, 2011)

 

Âşık Edebiyatının Özellikleri :

 

1. Âşık veya Ozan denilen kişlerin, saz eşliğinde söyledikleri şiirlerden oluşur.

2. Genelde sözlü olmasına rağmen şiirler, “cönk” dedikleri defterlerde oluşur.

3. Şairler, sazlarını omuzlarına alarak köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmışlardır.

4. Şiirlerde anlatım içten, canlı ve yalındır.

5. Şairler, halkın içinden çıktığından halk dilini kullanmışlardır. Bu sade dil 18. ve 19. yüzyıllarda bazı şairler tarafından Divan Edebiyatı’nın etkisinde kalmasıyla eski arılığını kaybetmiştir.

6. Nazım birimi dörtlüktür.

7. Koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.

8. Hece ölçüsünün 7’li, 8’li kalıplarına ağırlık verilmiştir.

9. Aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, ölüm, özlem, kıskançlık, yiğitlik, toplumun sorunları, insan davranışları, bunlarla ilgili eleştiriler konu olarak işlenmiştir.

10. Şiirlerin son dörtlüğünde şairin adı veya mahlası geçer.

11. Göz kafiyesi anlayışı yerine, kulak kafiyesine ağırlık verilmiştir. Yani kafiye için aynı sesin kullanılmasına gerek yoktur. Buna göre p/b , ç/ş, t/d, l/ n gibi seslerle de kafiye yapılmıştır.

12. Genellikle yarım ve cinaslı kafiye kullanılmıştır.

13. Benzetme (teşbih) ve kişileştirme (teşhis) dışında edebi sanatlara fazla yer verilmiştir.

14. Bazı ürünlerde yöresel özellikler görülür.

15. Şiirler genellikle hazırlık olmaksızın irticalen yani içe doğduğu gibi söylenir.

16. Divan Edebiyatı'nda görülün kalıplaşmış benzetmeler (mazmun) Halk Edebiyatı'nda da vardır. Buna göre sevgili anlatılırken yeşil başlı ördek, inci diş, elma yanak, badem göz, kiraz dudak, keman kaş, sırma saç, selvi boy gibi benzetmeler kullanılmıştır.

17. Divan Edebiyatı daha çok düşünceye önem verdiği için soyut bir edebiyattır. Divan Edebiyatı daha çok düşünceye önem verdiği için soyut bir anlatır. Bu nedenle Aşık Edebiyatı, somut bir edebiyattır. Ayrıca Divan Edebiyatı'nda sevgilinin tipi çizilir, adı söylenmez. Halk Edebiyatı'nda ise sevgilinin adı (Elif, Ayşe...) vardır.

18. Şiirler, işlenen konulara göre "koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt" gibi adlar alır.

19. Âşık Edebiyatı hayali olaylardan çok, gerçekçiliğin ön plana çıktığı bir edebiyattır. ( turkceciler .com)

 

Âşık Edebiyatı Nazım Biçimleri :

 

            Âşık Edebiyatı’nın en sevilen ve en yaygın olarak kullanılan şiir biçimidir. Koşmalar genellikle lirik konularda söylenir.

            Dörder mısralık bölümlerden oluşur. Dörtlük sayısı genelde üç ile beş arasında değişir. Altı dörtlükten oluşan koşmalar da vardır. 11'li hece ölçüsüyle (6+5 ya da 4+4+3 duraklı olarak) yazılır/söylenir. 4+3 ve 4+4 kalıbıyla söylenmiş koşmalar da vardır.

            Sözlü Türk Edebiyatın’daki koşuk nazım şeklinin devamı niteliğindedir. Koşmalarda değişik kafiye örgüleri kullanılır. En yaygın kafiye örgüsü: ababcccb dddb cccb ... veya; aaab cccb dddb... veya; xaxa bbbc ccca ddda... şeklindedir. Son dörtlükte şairin adı veya mahlası geçer. Koşmalar konu yönünden Divan Edebiyatı'ndaki Gazel ve şarkı'ya benzer. Türk Edebiyatı'nın tanınmış koşma şairleri Karacoğlan, Bayburtlu Zihni, Âşık Ömer ve Erzurumlu Emrah’tır.

            Genellikle saz eşliğinde, ezgiyle söylenen koşmalar, ezginin niteliğine göre "Acemi koşması, Ankara koşması, topal koşma, kesik kerem" gibi türlere ayrılır. Aşk ve doğa konularının yanı sıra, ayrılık, özlem, yalnızlık, gurbet, sıla, ölüm gibi temaları işler. ( turkceciler.com )

 

 Koşmalar Konularına Göre Dört Çeşittir :

 

a. Güzelleme : İnsan, hayvan ve tabiat güzelliklerinin anlatıldığı koşmalara denir. En ünlü  şairi Karacaoğlan (17.yüzyıl)’dır.

b. "Acemi koşması, Ankara koşması, topal koşma, kesik kerem" gibi Dadaloğlu (19. yüzyıl)’dır.

c. Taşlama: Toplumun ve insanların eksik yönlerinin ele alınarak, bunların eleştirildiği koşmalardır. Aynı konunun işlendiği şiirler Divan Edebiyatı'nda hiciv, Batı edebiyatında satir, çağdaş edebiyatta yergi olarak adlandırılır. Bu türün ünlü ozanı Seyrani (19.yüzyıl)’dır.

 

Semai

 

            Semai, “işitilerek öğrenilen” şiir demektir. Âşık edebiyatının kimi yönlerden koşmaya benzeyen bir nazım biçimidir.

 

Semainin Başlıca Özellikleri Şunlardır :

 

            8’li hece ölçüsüyle söylenir. Koşma gibi 3-6 dörtlükten oluşur. Halk şiirinde aruzla söylenmiş semailer varsa da bunlar Divan şiirine özenen kimi ozanlar tarafından söylenmiştir. Uyak düzeni koşmaya benzer. Koşmada işlenen temalar ve konular semaide de işlenir. Söyleyenleri bellidir. Semainin de güzelleme, koçaklama, taşlama,.... gibi türleri vardır.

            Genellikle aşk ve doğa konusu işlenir. Kafiye düzeni ve dörtlük sayısı bakımından Koşmaya benzer; fakat semailerde 8'li hece ölçüsü kullanılır. Ayrıca semailerin kendine özgü bir de ezgisi vardır. Karacoğlan'ın semaileri ünlüdür.

 

Varsağı

 

            Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Varsak boyu ozanlarınca söylenen şiirlere varsağı denilmiştir. Çok yaygın olmayan bir nazım biçimidir, ölçüsü ve uyak düzeni semai gibidir. (8'li ölçü, abab / cccb / dddb...) özel bir ezgisi vardır.

            Genellikle 3-5 dörtlükten oluşur. Dörtlük sayısı daha fazla da olabilir. Koşma ve semaide işlenen konu ve temalar varsağıda da işlenir. Müziğinde ve sözlerinde meydan okuyan, babacan, erkekçe, yiğitçe bir hava duyulur. Bu da dörtlüklerin içindeki "bre" "hey" "behey" gibi ünlemlerle sağlanır. Hayattan ve talihten şikayet üzerinde sık sık durulur. Bu türün en güzel örneklerini Karacaoğlan Vermiştir.

 

Destanı

 

            Âşık edebiyatındaki destanı, ulusların başından geçen kahramanlık olaylarını anlatan destan (epope) ile karıştırmamalıdır. Âşık edebiyatındaki destanlar, toplumu yakından ilgilendiren savaş, ayaklanma, eşkıyalık, kıtlık, deprem, yangın gibi olaylar; toplumsal yergiler; cimrilik, dalkavukluk, mirasyedilik... gibi gülünç hayat olayları üzerinde durur.

 

Destanların diğer özellikleri şunlardır :

 

1- Duygusal öğelere hemen hiç yer verilmez.

2- 11'li ya da 8'li hece kalıbıyla söylenir. Dörtlüklerle oluşur.

3- Uyak düzeni koşmaya benzer. Konusu ve uzunluğu bakımından koşmadan ayrılır.

4- Halk şiirinin en uzun nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Dörtlük sayısı konunun özelliğine bağlıdır.

5- Kendine özgü bir ezgisi vardır

6- Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.

7- Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi....gibi gruplandırabiliriz.

8- Seyranî ve Âşık Ömer bu alanda ünlüdür. Kayıkçı Kul Mustafa'nın Genç Osman Destanı ''en ünlüsüdür''. (turkceciler.com)

 

Alevi – Bektaşi Topluluklarında Âşıklık Geleneği

 

            Alevi – Bektaşi şiiri, tarihsel süreç içerisinde Anadolu ile Rumeli çevresinde dağınık biçimde yerleşmiş büyük çoğunluğu Türk soyundan gelen, Alevi – Bektaşi – Kızılbaş – Tahtacı – Rafizi – Işık – Harbendulu – Batıni – Hurufi – Haydari – Caferi – Baraklı – Hüsyini – Bedreddinli – Tapduklu ve bunlar gibi isimlerle anılan heterodoks mezhep ve tarikatlara mensup toplulukların aşağı – yukarı 13. yüzyıl ile 20. yüzyıl gibi uzun bir zaman bölümünde ürettikleri tuğuy, ilahi, nefes, deme, tevriye, seyriye, mıraçlama, taşlama, ağıt, nefes, deyiş, mani gibi adlar altında yazılan, söylenen şiirlerden oluşur.

            Bu şiirlerin konuların, çeşitli olmakla birlikte, ağrlıklı olarak Allah – Muhammet – Ali üçlüsü ile Eh-li Beyt, On iki İmamların , kendilerine yakın ve önemli saydıkları ermiş – pir – mürşit – dede – baba’ların yaşamlarından kesitleri, onlara karşı duyulan büyük ve içten sevgiyi, Hz. Ali’nin, Hz. Hüseyin’in ve yakınlarının şehit edilmelerini ve bunlara benzer yol – yolak ve inançlarla ilgili konuları içerir. ( Özmen, 1995 : .23)

            Bu nefeslerde şair, Allah’la, Muhammet’le, Ali ile Ehl-i Beyt ile içli dışlıdır, sohbet eder, konuşur, dertleşir, yine bu deyişlerde, korkudan çok sevgiye dayanan derin, içten ve çoşkulu bir inancın yansıması vardır. ( Özmen, 1995 : .30 )

            Alevi - Bektaşi yazınında Arap kökenli aruz ölçüsü, yerli “hece” ölçüsü yanında, özellikle Seyyid Nesimi ile izleyicileri ve Bektaşi şairlerinin Osmanlı edebiyatına yakın duranları tarafından kullanılmıştır. Genel olarak hece ölçüsünün, onbir (5+6); sekiz (4+4); yedi (3+4) kalıpları kullanılmıştır.

            Şiirler çoğu kez dörtlüklerle yazılmıştır. Dörtlüklerden oluşan bu şiirlere “ayet, deyiş, nutuk, nefes, deme” isimleri verilmiştir.

            Hz. Ali’yi, Ehlibeyti, Oniki İmam’ı takdir eden adlarını anan şiirlere “Düvazdek İmam – Düvazman – Duvazde” denilir. Hz. Hüseyin ve Kerbelada şehit düşen yakınları için ağıt içerikli manzum”mersiye” ler yazılmıştır. Bunlarda şekil olarak çoğu kez mersiyelerin klasik şekli kullanılmıştır. Bunun dışında Alevi – Bektaşi şiirinde, yedi heceli ve tek dörtlükten oluşan maniler de yazılmıştır. (Özmen, 1995 : 35)

            Alevi - Bektaşi şiiri ,belli kurallara kalıplara ve belli düşüncelere bağlı bir şiir biçimidir. Ölçüde kafiyede ayakta ,nazım biçimleri ve dilde aşık edebiyatı özelliklerini gösterir. Dünyayı Alevi- Bektaşi kültürüne göre kavrayan aşıklar şiirlerini mistik ve metafizik temele dayarlar. Günümüz aşıkları usul, adap, erkan ve öğretiden çok şiirlerinde Alevi kültürünü işlerler. Ölmeden önce ölmek, yani yaşarken nefsi öldürme düşüncesi sıklıkla işlenir. Şiirlerde insana yönelme , gönül denilen cevherde aşkı bulma düşüncesi öne çıkarılır.

Aşıkların şiirlerine Alevi-Bektaşi felsefesindeki "Ruhun ölümsüzlüğü esastır, ölüm Hak'ka teslim olma, Hak'ka yürümektir. Her ne ararsan kendinde ara." düşüncesi egemendir.

            Alevi - Bektaşi edebiyatı, gelenekleriyle, anlatım biçimiyle, terminolojisiyle şuh ve müstehzi edasıyla irfanı ve inancıyla orijinal bir edebiyattır. Bu özellikleriyle diğer edebiyatlardan kolaylıkla ayırt edilir. Alevi aşklar tasavvufu kendi anlayışlarına göre yorumlarlar. Şiirlerine neşve hakimdir. (Levent, 1993 : .25)

            Alevi - Bektaşi aşıkları mahlas alırlarken,kendilerini divan şairlerinden ve aşık edebiyatı aşıklarından ayırmak için "Hatai", "Kamberi", "Misali", "Virani" vb. gibi farklı aşıklık adı alırlar. Bazı aşıklar bununla da yetinmeyip mahlaslarının başına "kul","abdal", "pir","sultan"gibi belirleyici adlar almışlardır. Bazı aşıklar da mahlaslarının sonuna "sultan", "baba","dede ve benzeri adlar eklemişlerdir. ( Zelyut, 1992 : .67-69)

            Alevi-Bektaşi edebiyatının kökleri Yunus Emre'ye kadar uzanmaktadır. Fakat kuruluşu 14. yüzyılda Kaygusuz Abdal'la olmuştur.

            Alevi-Bektaşi edebiyatının kökleri Yunus Emre'ye kadar uzanmaktadır. Fakat kuruluşu 14. yüzyılda Kaygusuz Abdal'la olmuştur. (Birdoğan, .420 ) Alevi aşıkların yetişmelerinde Ayin-i Cemlere katılmalarının ve Alevi - Bektaşi şiir örneklerini dinleyerek ilk bilgileri almalarının rolü büyüktür. Ayin-i Cemlerin başlamasından önce "muhabbet" deyişlerinin söylendiği ya da aşıkların kendi deyişlerini okudukları bir bölüm vardır. Deyişlerin yanı sıra bu bölümde sohbetler de yapılmaktadır. Bu aşıklar kendilerine "Cem Aşıkları" adını vermektedirler. Aşıklar öğüt verme ,Alevi- Bektaşi yolunun kurallarını hatırlatma amacıyla öğütleme türünde deyişler de söylerler. Ayin-i Cemlerde ve Balım Sultan muhabbetlerinde usta malı deyişler söylerler. Onlara göre badeli aşık olmak Hak vergisi, lutuf olarak kabul edilir. Bu gelenekte aşıklara mahlasları genellikle bağlı bulundukları postnişin tarafından verilir.

            Aşıklar küçük yaşlarından itibaren Ayin-i Cemlere katılarak, kendileri için gerekli olan tasavvufi halk edebiyatı ve Alevi-Bektaşi kültürüyle ilgili bilgileri buradan elde ederler. Ayin-i Cemlere başlamadan önce "muhabbet" adı verilen saz eşliğinde ,eski aşıkların deyişlerinin söylendiği ve aşıkların kendi deyişlerini okudukları bir bölüm vardır. "Pir Sultan Abdal", "Nesimi", "Kul Himmet", "Sıtkı Baba","Sadık Baba", "Şah Hatai", "Kaygusuz Abdal", vb. aşıklardan usta malı deyişler okurlar. Bu bölümde deyişlerin yanı sıra sohbetler de yapılmaktadır. ( Sezgin, 1998 : 32 )

            Alevi-Bektaşi geleneğinde saz çok önemlidir. Saza büyük bir ilgi vardır. Özellikle Ayin-i Cemlerin semah bölümünde zakirler saz çaldıkları için saz yüzyıllardır bu geleneğin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Aşıklar, sazı ve sözüyle toplumun dili ve yüreğidir. Onlar toplumun yaşadığı ama dile getiremediği bir çok olayı tele döküp dillendirirler. Âşık yaşadığı toplumun sözcüsüdür.

 

            Aleviler çoğu 11 li heceyle ,bir kısmı 7 li ya da 8 li heceyle yazılmış olan ve dörtlüklerden meydana gelen bu şiirlere "ayet, deyiş", Bektaşiler bazen "nutuk", fakat genel olarak "nefes" demektedirler. Bu edebiyatta vahdet-i vücut anlayışı geri plandadır. Çoğu zaman Allah'la içli dışlı bir üslup kullanılır. Bunun nedeni Alevi Bektaşi inancında var olan Allah'a korkudan çok sevgiyle ulaşma düşüncesi vardır. ( Sezgin, 1998 : 32) Âşık Remzâni’de bir çok yöre aşıklarından farklı olarak, kendine has bir tavrı ve üslubu olan ve genellikle de tasavvuf, Tanrı aşkı ve inanç şiirleri söylemiş bir aşıktır. Söylediği şiirler çoğunlukla kendi şiirleridir. Yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi, Alevi – Bektaşi geleneğine mensup bir ustaya bağlı olan bir halk âşığıdır.

 

KAYNAKLAR

Artun E., Âşıklık Geleneği Ve Âşıklık Edebiyatı,

www.ilknokta.com 11.09.2011

Artun E., Emlek Yöresi ve Çevresi Halk Ozanları Sempozyomu Bildirileri,

Ankara, 1998 www.katreyiz.com

Birdoğan N., Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik, S. 420

www.turkuler.com

Caferoğlu A., Türk Dili Tarihi 1, İstanbul, 1958: s.179 Kültür

Bakanlığı Halk Ozanlarının Sesi Dergisi Sayı 4 Eylül 1993, s.2

Çobanoğlu Ö, Aşık Tarzı Kültür Geleneği ve Âşıklarda Müzik,2000, S.30,31,32 www.forum.enstrumantal.net

Çötüksöken Y., Theme Laourusse Tematik Ansiklopedisi, “Aşık Edebiyatı" : 1993-1994 : s. 50,51

Duygulu M., Anadolu’da Aşıklık Geleneği ve Aşıklarda Müzik,

2011, http://forum.ensturumantal.net

Halıcı F, “Aşıklık Geleneği ve Günümüzde Halk Şairleri”, Ankara;1992-s.6

Kadri H.K., 1943 : 507 Kültür Bakanlığı Halk Ozanlarının

Sesi Dergisi Sayı 4 Eylül 1993, s.198

Köprülü F., Edebiyat Araştırmaları :b. s.58; Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul a. 1962 : s. 78 Kültür Bakanlığı Halk Ozanlarının Sesi Dergisi Sayı 4 Eylül 1993, s.3

Köprülü F., Edebiyat Araştırmaları, a. s.158 Kültür Bakanlığı Halk Ozanlarının Sesi Dergisi Sayı 4 Eylül 1993, s.4

Köprülü F., Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul , a. 1962 : s. 142 Kültür Bakanlığı Halk Ozanlarının Sesi Dergisi Sayı 4 Eylül 1993,s.5

Köprülü F., Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul ,a. 1962 : s. 30-31

Kültür Bakanlığı Halk Ozanlarının Sesi Dergisi Sayı 4 Eylül 1993

Köprülü F., Türk Saz Şairleri Antolojisi c. 1940 : 877 Kültür Bakanlığı Halk Ozanlarının Sesi Dergisi Sayı 4 Eylül 1993, s.6

Özmen İ., Alevi – Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Cilt 1. 1995 , s.23

Özmen İ., Alevi – Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Cilt 1. 1995 , s.30

Özmen İ., Alevi – Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Cilt 1. 1995 , s.35

Sezgin F.,"Günümüzde Şanlıurfa Kısas Köyü Aşıklık Geleneği ve Kısaslı Aşıklar" Çukurova Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana,1998 : s. 32 www.turkuler.com

Şenel S., “ Türkiye’de Aşık Musikisi” İ.T.Ü.T.M.D.K., T.H.M.

Bilgileri Ders Notları : 1997-1998 99

T.C. Kültürbakanlığı, Halk Ozanlarını Sesi Dergisi, 1993 s..6

Talat A.(Onay), Türk Şiirlerinin Vezni, İstanbul 1933 : s.75 not

1, Kültür Bakanlığı Halk Ozanlarının Sesi Dergisi Sayı 4 Eylül 1993, s.5

Turan M., Saz Şairleri ve Saz Şiiri, İstanbul 2001, www.turkuler.com

Yardımcı M., Âşık Edebiyatıında Rüya Sonrası Âşık Olma,

http//turkoloji.cu.edu.tr (24.09.2011)

Yardımcı M., Onsekizinci Yüzyıldan Günümüze Zileli Âşıklar

Zinciri (8.Milli Türkoloji Kongresi, İstanbul 14.18.Eylül 1986)

http://unyezile.com

Yardımcı M., Yüzyıllar Boyu Zileli Halk Ozanları Ay Yıldız Matbası Ankara , 1983

Zelyut R., Halk Şiirinde Gerçekçilik,İstanbul,1992: s. 67-69

www.turkuler.com

 

İNTERNET

 

http://www.forum.enstrumantal.net

http://www.ilknokta.com

http://www.katreyiz.com

http://www.kultur.gov.tr

http://www.turkceciler.com/asik-edebiyati-nazim-sekilleri.html

http://www.turkoloji.cu.edu.tr

http://www.turkuler.com

http://www.unyezile.com

http://www.zile.bel.tr

 

 

                                                       -  Ozanlarımız  -