Âşık Remzâni |
İsmail KAYGUSUZ
OSMANLI DEVLETİ - ABDAL MUSA SULTAN (1272/3-1361/5) I.Abdal
Musa Sultan Kimdir? Abdal
Musa Sultan'ı tanıtan bilgiler, tüm eksiklik ve fazlalıklarıyla dört ana
kaynaktan günümüze ulaşmıştır: 1) Birbirini kopya edip bazan fazladan bir-iki cümle eklemiş Osmanlı
tarihyazıcıları. 2) Alevi-Bektaşi toplu tapınma Cem geleneği içinde yetişip dillenmiş Alevi
ozanları ve bu geleneği sürdürmüş olan Dedeler. 3)
Velâyetname-i Abdal Musa Sultan ve Menakıb-i Kaygusuz Baba. 4)
Vaktiyle yaşamış ve gezmiş olduğu yörelerde anlatılan söylenceler.
Abdal
Musa, “Biz Horasan mülkündeki boydanız” ve “neslimiz sorarsan asıl Hoy'danız”
dizelerinde, Horasan'dan gelerek, Azerbaycan'ın Hoy bölgesine yerleşmiş bir
Türkmen boyuna mensup olduğunu belirtmiştir.
Bu kaynaklardan yüzeysel de olsa, elde edilen bilgilerle Abdal Musa
hakkında özet olarak şunları biliyoruz. Abdal Musa 13. ve 14.yüzyıllarda
yaşamıştır. Hacı Bektaş Veli'nin önde gelen ardıllarından ve onun Anadolu'daki
gözcülerindendir. İkinci Pir olarak tanınır. Hacı Bektaş Dergahı'ndaki oniki
hizmet postundan Ayakçı Postu Abdal Musa'nındır. Horasan erenlerinden derviş
gazi Abdal Musa'nın babasının adı Hasan Gazi ya da Seyyid Hasan olarak anılır.
Dedesi Haydar Ata, Hacı Bektaş Veli'nin amcasıdır. Bu yolla yakın akraba
olmaktadırlar. Ulu Pir Hakka yürümeden önce “beni isteyenler Genceli'de Abdal
Musa'ya gelsün bulsun” diyerek, onun yerine geçmesini, ardılı olmasını
istemiştir. Hünkar, onunla yeniden dünyaya geleceğini, onda tezahür edeceğini
söylemiştir hal diliyle. Abdal Musa, kendi şiirindeki”Hacı’m umman oldı biz o
göldeniz ve Güvercin donunda geldim bu hane” dizeleriyle de bunu belirtmektedir
kapalı da olsa. Hacı
Bektaş Veli'nin ilkelerini temel alıp Yol'u ve Erkan'ı kuran; Hak Çerağı'nı
uyandıran, “demine Hü” deyip gülbenk çeken, talipleri Meydan'da dâra durdurup
nefsini haklayıp paklayan, Pir-i Sani Abdal Musa Sultan'dır. II.Abdal
Musa ve Osmanoğlu Orhan Bey (1324-62) Hacı
Bektaş Dergâhı ve buraya bağlı Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) ve Abdalan-ı
Rum (Anadolu Derviş-Gazileri) Osmanlı Beyliği kurulmadan önce, büyük olasılıkla
Karamanoğulları'nı desteklemişlerdi. 1262-63'ün
önemli olaylarından sonra eski Selçuklu uç beyleri genişleme, büyüme süreci
içine girmişlerdir. Ama Anadolu birliğinin sağlanması, Konya Selçuklu-Moğol
işbirlikçi yönetiminin ortadan kalkmasına bağlıydı. Konya'nın ele geçirilmesi,
Nure Sufi Nureddin'in torunu Karamanoğlu Mehmet Bey'e nasiboldu.(1277) Hacı
Bektaş Veli çevresinin eski siyasetine uygun olarak II. İzzeddin Keykavus'un
oğlu Siyavuş'u desteklediler. Alaeddin
Siyavuş'un ortadan kaldırılmasıyla Alevi Türkmenler gözünü güneye dikmiş
olabilir. Abdal Musa Velâyetnamesi'nde onun Genceli'de yetim büyüdüğü ve
kendisine kötü davranılmış olunduğu anlatıldığına göre [1], bölgeyle siyasi ve
yerleşme ilişkileri 1290’lara kadar yoğun biçimde sürmüştür. Ancak Osmanlı
Beyliği'nin kuruluşuyla birlikte, Dergah'ın genel siyaseti içerisinde Abdal
Musa, Edebali, Hoy'dan hemşehrisi Geyikli Baba, Gözcü Karacaahmet, Murad Baba
gibi derviş-gaziler tarafından Osmanlı beyliği topraklarına çağrılmış
olmalıdır. Çünkü, Aşık Paşaoğlu'ndan başlayarak ilk dönem Osmanlı
tarihyazıcılarının hepsi, Abdal Musa'nın Orhan Bey zamanında Bursa'nın fethine
(1326) katılmış olduğu üzerine hemfikirdirler. Abdal Musa bu sırada elli yaşın
ortalarında olmalıdır. Abdal
Musa Sultan Bursa'nın alınışından sonra Osmanlı Beyliği'ni kesinlikle
terketmiştir. Terketmeseydi sürülüp çıkartılacaktı. Yeniçeriliğin kuruluşuyla
da ilgisi yoktur. Bakınız Mustafa Akdağ, Kanuni Süleyman'ın (1520-1546) ilk
dönemlerinde şeyhülislamlık yapmış bulunan saray tarihçisi İbn Kemal
Paşazade'den [2] kaynaklanıp, onunla aynı kaygıları paylaşarak neler yazıyor: “Orhan
zamanında yeni fethedilen Marmara sahasına doğudan pek çok derviş gelerek
tekkeler kurmuş ve `Cihet'ler elde etmişlerdi. Fakat Batıniliğin mahiyeti
icabı, bunlar derhal halk arasında propagandaya girişip, bir takım fesat
hareketleri tertibine çalışmaktan kendilerini alamadılar. Böylece Bursa-İznik
vesair muhitlerde siyasi ve içtimai düzen bir tehlikeye maruz kaldı. Sultan
Orhan (1324-1362) `Işıklar' denilen bütün abdalları yakalatarak şuraya buraya
sürdürdü. Kemal Paşazade'nin ifadesine göre, İnegöl civarında tekkesi olan
Geyikli Baba, Turgut Alp adındaki gazinin (kendisine İnegöl timar olarak
verilmişti) dürüstlüğüne şahitliği sayesinde kendini kurtardı ve hatta yeniden
taltif gördü. Anlaşılıyor ki, vaktiyle Selçukiler devrinde tehlikeli
isyanlarını gördüğümüz Batıniler, Osmanlı rejiminin ilk başladığı yerlere daha
yayılarak, aynı hareketi tekrarlamak istemişlerdi. İlk Osmanlı Batınileri dahi
devlet kadrolarında vazife sahibi değillerdi.” [3] Burada,
yeni fethedilmiş çevrelerdeki “siyasi ve içtimai düzenin” nasıl bir tehlikeye
maruz kaldığı örneklenmemiş. Anlaşılıyor ki, Beyliğin kurulmasında hizmeti
geçen Batıni güçler, yani Alevi Türkmenler, önderleri Babalar ve Gazi-Abdallar
aracılığıyla iktidardan pay istiyorlardı. Osman ve Orhan Bey'lerin bölgedeki fetih
siyasetinin “siyasi ve içtimai düzenini” beğenmiyor, eleştiriyorlardı. Bu
konuda, Dimitar Angelov adlı Bulgar araştırmacının yazdıkları ilginçtir: “Orta
Çağ Türk tarihyazıcılarının hemen tümü Osman ve Orhan dönemlerinden büyük
övgüyle sözederler. Bu sultanların çok adil, asil ruhlu, erdemli, eşitlikçi,
sadık ve alçakgönüllü oldukları sıkça vurgulanır. Olayları ve insanları aşırı
derecede idealize etme hali ve yüksek övgüler, ne yazık ki, çağdaş Türk burjuva
tarihçilerinde de bulunmaktadır. Osmanlı fetihlerini tarih içinde
`uygarlaştırıcı ve ilerletmeci' misyon gibi algılayıp sunuyorlar. Gerçekte
tarihsel olaylar bize başka şeyler söylemektedir. Dönemin Bizanslı ve diğer
yazarları, Küçük Asya'nın Türkler tarafından fethinin, yerli halk için gerçek
afet olduğunu yazmaktadırlar......” [4] Osman
Bey (1299-1326), bu askeri şeflerden Hasan Alp ve Turgut Alp, Alp Konukyar'a
Anghelokoma (İnegöl), Yar Hisar, Kara Tchepis gibi şehir ve kalelerden geniş
paylar bağışlamış, yine büyük askeri şefi Alp Gündüz'e de Subaşılık bölgesini
vermişti. Aile üyelerini de ihmal etmemiş, oğlu Orhan'a Kara Hisar'ı,
kayınbabası Edebali'ye de Bilecik kentinin gelirini bağışlamıştı. Anlaşıldığı
kadarıyla, Sultan Orhan şeyhlerin, derviş gazilerin bu dünya değil “öbür dünya”
ile ilgilenenlerini seviyor, koruyordu. Bizans'tan ele geçirilen köy, kent ve
geniş araziler Osman ve Orhan tarafından yakınlarına bağışlanırken savaşçı
derviş gaziler dışlanmıştı. Onlar tekkelerinde Tanrı ile söyleşip ibadette
bulunsunlardı; dünyalık varlık nelerine gerekti? Bundan yararlanan sadece
Osman'ın kayınbabası Edebali oldu. Bilecik kentinin tüm geliri ona
bağışlanmıştı, çünkü ailedendi. Baba İlyas'ın ardıllarından ve Hacı Bektaş'ın
yoldaşı Edebali'ye tanınan bu ayrıcalık, yine Baba İlyas'a bağlı bir Babai dervişi
ve Hacı Bektaş'ın yoldaşı Geyikli Baba ve ardılı Abdal Musa'ya tanınmamıştı. Üstelik
cezalandırma, Osmanlı topraklarından çıkartma yoluna gidilmişti. Oysa beyliğin
kurucusu Osman’ın, kendi oğlu Orhan’a
yaptığı öğütlerinden ilki, “dini ve
dünyevi bütün olaylarda, maddi ve manevi bütün konularda senin ahvalde öncün ve
amelde rehberin Muhammed Mustafa’nın
şeriatı ve (Sünni inancına aykırı olarak
İ.K.) Ali’nin yolu olsun”dur.[5] Buna rağmen Orhan Bey, Ali yolu izleyen
Alevi-Bektaşi inançlı Türkmenleri yönetimden uzaklaştırarak ikiyüzlülüğünü
açıkça ortaya koymuştur. Aslında Osman Bey’in kendisi de Hacı Bektaş’ın yoldaşı
ve kaynatası Edebali’nin ,“Ey oğul!
Beysin... Bundan sonra öfke bize, uysallık sana...Güceniklik bize, gönül almak sana...Suçlamak bize, katlanmak
sana... Geçimsizlikler, çatışmalar,
anlaşmazlıklar bize, adalet sana...’’
gibi güzel öğütlerini yerine getirdiği ve Ali yolunu izleyenlerin gönlünü
aldığı, çatışma ve anlaşmazlıkları gidermekte adaletli davrandığını söylemek
olası değildir; en yakınlarını kayırarak kurmaya çalıştığı hanedanlığı
güçlendirmeyirev bilmiştir. a.Abdal
Musa’nın Finike çevresine yerleşmesi ve Teke Beyi ile Mücadelesi Herşeyden
önce Abdal Musa Velâyetnamesi'nde, Osmanlı tarihyazıcılarının çoğunun ısrarla
yazmalarına rağmen, Orhan'dan (1326-1362), dolayısıyla İlk Osmanlılarla
ilişkilerinden tek söz etmemektedir. Belli ki Osmanoğlu Orhan'a karşı hiç de
dost olmayan bir tavır içindedir. Velâyetname-i Abdal Musa'da geçen çok önemli
birkaç olay vardır: 1)
Abdal Musa Sultan'ın Teke Beyi ile savaşıp Genceli'yi alması, onu beylikten
indirip oğlunu yerine geçirmesi, yeni Bey’in kendisini baba ve vezir olarak
görmesiyle bölgedeki üstünlüğü. 2)
Rodos cemaatı ile ilişki. 3)
Aydınoğlu Gazi Umur'u deniz kıyısında karşılayıp askerlerini doyurması ve
kendisine kızıl börk giydirip Gazi unvanı vermesi, Kızıl Deli Sultan'ı yanına
katması. Abdal
Musa ile Teke beyi arasındaki bu savaş ilişkisi bizce, onun bu bölgeye
yerleşmesi sırasındaki çıkartılan güçlükleri yoketme ve bölgeyi yurt edinme
mücadelesidir. Bursa'nın fethinden (1326) az bir zaman sonra Osmanoğulları
Beyliği topraklarından ayrılmak zorunda bırakılan Abdal Musa'nın - büyük
olasılıkla, Karamanoğlu Mehmet Bey ve Prens Siyavuş (Cimri) başkaldırısından
sonraki yıllarda doğup ilk gençliğini geçirdiğini düşündüğümüz bu bölgeye
girmesi istenmemiştir. Teke İli'nde yaşayanların büyük çoğunluğu Alevi
Türkmenler olduğundan, “bölgenin beyi olur” korkusu vardır. III.
Abdal Musa Sultan ve Aydınoğlu Umur Bey (ö.1348) a.
Umur Bey’i Akdeniz Yalısında Karşılaması Ve Ona Kızıl Börk Giyirmesi Gazi
Umur, 1334’de Aydınoğulları Beyliği’nin başına geçtikten sonra Saruhanlılar ve
Bizans İmparatoru ile Osmanoğlu Orhan’a karşı yapılan andlaşmayı bir süre daha
sürdürdü. [6] Abdal Musa Sultan Velâyetnamesi’nde anlatılanlara bakılırsa Abdal
Musa Sultan, Aydınoğlu Gazi Umur Paşa’yı bir süredir bekliyordu. Belki de
Aydınoğlu Umur’a müridlerinden bir Türkmen Babasını peyik salmıştı. Aynı
şekilde Abdal Musa Sultan’ın yoldaşı, Hacı Bektaş Veli halifelerinden Gözcü
Karaca Ahmet ve Pir Hamza Baba’nın Saruhan Beyliği topraklarında yaşadıkları
bilinmektedir. Hamza Baba Saruhan Beyi ile kurduğu ilişki sonucu onu etkileyip,
dokuz kişilik mürid ekibiyle etkinliklerini sürdürmüştür. Mevlevi eğilimli olan
Saruhan Beyi kendisine bir vakıf arazisi bağışlayarak, tekke kurmasına izin
vermiştir. Müridlerinden Koca Bektaş Baba Akhisar Beyova’ya; Yatağan Baba ise
Soma Yatağan köyüne yerleşip tekkesini kurmuştu. Türbesi bugün
İzmir-Kemalpaşa’ya bağlı Hamza Baba köyünde bulunan Hacı Bektaş halifesi Pir
Hamza Baba’nın halifeleri ve ona bağlı Aleviler yarım yüzyıl sonra Şeyh
Bedreddin’i takip edip, eylemine katılacaklardır. [7] Şimdi
Abdal Musa Sultan’ın Gazi Umur Paşa ve askerlerini nasıl karşılayıp, ağırladığını
Velâyetname’den okuyarak, yorumlamaya ve tarih saptamaya çalışalım: “Andan
sonra Abdal Musa Sultan kalkdı, deniz kenarına indi. Ve dedi ki: ‘Buraya leşker
geliyor. Karıncıkları açdur, bir şikârcık sunmadılar, karıncıklarını
doyuralım.’ dedi. Bir saattan sonra denizden bir gemi zuhur etdi. Geldiler,
yalıya çıktılar. Gemiden çıkanlar Abdalların yanına gelüb: ‘Ey Abdallar, ne
ararsınız?’ dediler. Abdallar eyitdiler: ‘Bunda gerçek er vardır, size
muntazırdur (sizi beklemektedir-İK), Sizin için yemek hazırladu’ dediler.
Bunlar dahi sürüb Er’in nazarına geldiler. Ocakta Er’in haranisin gördiler.
Bunlara az göründi, dediler ki: ‘Hay Sultanım, bu yemek sizin leşkere mi yoksa
bizim leşkere mi yeter?”[8] Anadolu’nun
pek çok yöresinde yatan veliler için anlatılan söylencelerde bu “bir küçük
kazandan binlerce askere yemek verme” motifi yer almaktadır. Ama hemen hepsinde
de Veli yoksul mu yoksul bir derviştir, keramet ağır basmaktadır. Bazen,
doymayacaklarından kuşkulanan veya fazladan haram lokma alanlar cezalandırılır.
Burada ise gerçek durum ağırlık kazanmakta ve yansımaktadır. Son soru çok
önemlidir. Abdal Musa Sultan’ın da çok sayıda askerleri vardır. Velâyetname’de
her ne kadar, sahile çıkan askerlerin sayısının kırk bin olduğu vurgulanıyor
gibi görünüyorsa da, buna Abdal Musa Sultan’ınkiler de dâhil olsa gerektir. “Bunlar
tamam kırkbin er idi. Abdallar yemeği üleştirdiler. Yemek cümlesine yetişdi.
Karınları doyduktan sonra önlerinde döküli kaldı... Abdal Musa Sultan kepçeyi
haranininn üzerine koydı, geri çekildi. Abdallar gördüler ki harani yine
evvelki gibi dolup durur... Geldiler gaziler temaşa eylediler. Bildüler ki bu
gerçek velidür. Gazi Umur Bey geldi, eyitdi: ‘Şimdengeru biz sana çağırıruz,
efendi himmet eyle!’ dedi. Abdal Musa Sultan eyitdi: ‘Bir börk getürün Umur
Beğe geydirelüm’ dedi. Bir kızıl börk getürdiler. Umur Beğin başına
geydirdiler. ‘Gaziler şimdengeru buna Gazi Umur Beğ deyin, varsın bu Beğ de
gazi olsun. Geru size şimden sonra gazilik verir dururuz’ dedi. Gazi Umur Beğ
eyitdi: ‘Bize bir yadigâr verin sultanım.’ Sultan eyitdi: ‘Şol Kızıl Deli’yi
size verdük, alın gidin’ dedi. Bu gaziler kalktılar. ‘Gider misin baba?’
dediler. Kızıl Deli Sultan, işaretle: ‘Giderin’ dedi. Abdal Musa Sultan çağırub
bir ağaç kılıç sundu. Kızıl Deli Sultan aldı, öpdi, başına kodı. Andan sonra
yürüdiler. Abdal Musa Sultan eyitdi: ‘Deyin imdi, hiçbir yere gitmen, Boğaz
Hisarı’na varın. Üzerine düşün, ikdam idün (ilerleyin) alursunuz. Boğaz
Hisarı’n (Çanakkale Boğazı ve çevresi, İlion-İK) aldıktan sonra Rum İlin size virdüm,
önünüze kimse durmasun’ dedi.”[9] Gerek
çağdaşı ve dostu Bizans devlet adamı Kantakuzenos’un tarihinde ve gerekse
Osmanlı tarih yazıcı Enveri’nin Düsturname’sinde hakkında geniş bilgi verilen
ve tanıtılan Aydınoğlu Gazi Umur Paşa, 1334 yılında babası Aydınoğlu Mehmed’in
ölümüyle başkent Birgi’de yerine oturmuştur. Enveri’nin
anlattığına göre ilk gazasına on sekiz yaşında başlamış ve yirmi bir yıl
boyunca 26 savaş yapmış olan Gazi Umur’un, bu karşılama ve onca askerini
kondurup göçürmesinden sonra “Şimdengeru biz sana çağırıruz, efendi himmet
eyle!” dediğini ve Abdal Musa Sultan’a intisap ettiğini görüyoruz. Umur Paşa
görmüştür ki, o Mevlana ailesi uluları gibi sadece sema ayini yaptırıp,
arkasından hediyelerini alarak Konya’ya çekilmiyor. Hacı Bektaş Veli ardası ve
Dergâhın yaşlı Piri Abdal Musa elindekini avucundakini konuğunun önüne döküyor.
Ayrıca bir bahadır gazi olarak kendilerine savaş taktikleri de veriyor. Bununla
da kalmıyor, Velâyetname’de Gazi Umur’un ‘yadigâr’ isteği üzerine, kendisinin
yerine yetiştirdiği Hacı Bektaş emaneti Seyyid Ali Sultan Kızıl Deli’yi ve
elbette ki onun buyruğu altında bir Türkmen gücü de sunuyordu. Abdal
Musa Sultan bu genç Paşa’da büyük devlet adamı yeteneği görmüştü. Bu güne kadar
ki kulağına gelen başarıları ve fetihçi-gaspçı Osmanoğlu Orhan’a karşı oluşu,
Abdal Musa’yı Aydınoğlu Umur’a yaklaştırmıştı. Yetmiş yıl önce Saru Saltuk
Dede’nin mekân tuttuğu (1262-1263’lerde Dobruca’da) Balkanlar’da, Rum İli’nde
yeni yurt aramanın tam sırasıydı. Çünkü Aydınoğlu Gazi Umur’la Saruhanoğlu
Süleyman Paşa, Bizans İmparatorluğu tahtını ele geçirmeye çalışan
Kantakuzenos’la dostluk ve yardım ittifakı kurmuşlar; sürekli Avrupa yakasına
çağrılmaktaydılar. Abdal
Musa Sultan, Kızıl Deli ve Türkmen askerlerini Gazi Umur Paşa’ya katarken,
ilerideki başarılardan ve iktidardan pay alma hesaplarını da yapıyor olmalıydı.
Ancak Alevi inancı, Pir Hacı Bektaş ilkeleri gereği, herhalde “Kılıcın
körelsin, mazlumları kesmesin!” demek olan simgesel tahta kılıcı kuşatıyordu
Kızıl Deli’ye. Aydınoğlu
Gazi Umur Paşa ile Abdal Musa Sultan’ın bu karşılaşması, Gazi Umur’un Adalar
Denizi egemenliğini tamamıyla ele geçirdiği 1341 yılında olmalıdır. Bu yıl
içinde Girit’e ve arkasından Kıbrıs’a bir sefer yapmıştı. Büyük olasıyla Girit
seferi dönüşünde Gazi Umur ve askerleri, Abdal Musa Sultan’ın (görünüşte
inançsal) egemenlik alanındaki kıyılara su ve yiyecek gereksinimi için
çıkmışlardı. Ancak Abdal Musa geleceklerini bildiğine göre bir haberleşme
içinde de olabilirlerdi. Ayrıca yine olasıdır ki, onu Kıbrıs’a Abdal Musa
Sultan yönlendirmişti. b.
Kızıl Deli Sultan’ı Umur Bey’e Yadigâr Vermesi ve Rumeli’ne Geçiş Velâyetname’ye
göre Abdal Musa Sultan genç bahadır Kızıl Deli ve yiğitlerini Umur Bey’in
yanına katarken, önce Çanakkale boğazına bir iyice hakim olup, sonra Rum İlinde
ilerlemesini salık veriyor. Bu tavsiyenin altında Osmanoğullarından önce
başarması gerektiği arzusu yatmaktadır. Gerçekten Gazi Umur ertesi yılın
sonlarına doğru, Kantakuzenos'un yardım çağrısıyla 380 gemilik koca bir
donanmayla Boğaz Hisar'a ve oradan Meriç ağzına, yani Enez'e kadar çıkıyorsa da
kış engeline çarpıp geri İzmir'e dönüyorlar. 1343 yılı başında dostu
Kantakuzenos'tan aldığı yeni bir haber üzerine yeniden Rumeli'ye geçen Gazi
Umur Bey Selanik ve Trakya çevresinde geniş yağma hareketine girişmiş. Bu
kesimleri ve savunmasını kırarak girdiği Didymoteikhos'u (Dimetoka)
Kantakuzenos'a kazandırmıştır. Ostrogorski’ye göre : “Ancak başarı bedeli,
işgal edilen toprakları Türk birliklerinin yağmalaması oldu.” [10] Abdal
Musa'nın el verip bel bağladığı ve börk giydirdiği, yani taçlandırdığı
Aydınoğlu Umur Bey'in ömrü uzun olmadı. 1348 yılında İzmir'e işgal etmiş olan
Haçlı ordusunu kentten çıkarmak içen ön saflarda çarpışırken 39 yaşlarında
öldü. Türklerin
Rumeli'ye geçişine Aydınoğlu Gazi Umur'un öncülük ettiği ve Osman Oğulları'nın
askeri teşkilatında Aydınoğlu Umur'un maddi ve manevi önemli etkileri olduğunu
belirleyen bir belgede şunlar yazılıdır. Bu belge aynı zamanda, Abdal Musa
Sultan Velâyetnamesi'nde verilen bilgileri destekleyen bilgiler içermektedir: “Aydın
Bey oğlu Gazi Umur Bey gemilere binüb gazalar iderdi. Al-i Osman beylerinden gemi ile evvel gaza
iden Umur Bey'dir. Nice kerre velayeti zahir olmağın gaziler, 'Gazi Umur canı
içün' deyu yemin ederlerdi. Bu Umur bey zamanında gaziler ganimet malın Bektaşi
börkleriyle üleştirdiler. Anın için börklerin eşfesin altun ile bezediler;
şimdi ol kisbeti çorbacılar ve solaklar giyerler, Umur Bey kisbetidir. Yeniçeri
keçesi sonra ihdas oldu...” [11] Abdal
Musa Sultan Velâyetnamesi ve başka tarihsel yapıtlar gösteriyor ki, Seyyid Ali
Sultan Aydınoğlu Gazi Umur ile birkaç kez Rumeli'ne geçmiştir. Teke Beyliği de
Abdal Musa Sultan yaşarken Osmanoğullarına bağlanmamıştı. Ama Seyyid Ali
Sultan’ın Osmanoğullarının, Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa komutasında
Çardak’tan (Çanakkale) Trakya’ya ilk geçişlerinde birlikte olduğu
menakıbnamelerde anlatıldığına göre, kendisinden klavuz olarak
yararlanılmıştır. Demek ki o seçimini yapmış. Yıllar önce Umur Gazi ile aynı
yollardan geçip Trakya’yayı tanımış olduğundan, askersel deneyimlerini ve bölge
hakkındaki bilgisini Osmanoğulları’na sunmuştu. Vilayetname’den,
Abdal Musa Sultan’ın Gazi Umur’a vermeden önce Kızıl Deli Sultanı, adı
verilmeyen kendi oğluyla birlikte, yanlarına kırk abdal katarak Hacı Bektaş
Dergahı’na gönderdiğini öğreniyoruz. Bu da gösteriyor ki, Abdal Musa da
mücerred değildir. Onlarla gönderdiği iki testi dolusu parayla Hünkar’ın
türbesinin yaptırılması, Dergah avlusuna ağaç dikilmesi, yapılan bahçeden meyve
devşirilmesine kadar kalınıp bakım yapılmasını buyuran Abdal Musa Sultan [12],
oradaki üç emaneti alıp getirmelerini istemektedir. Söyledikleri oldukça
önemlidir, çünkü Hünkar olarak dünyaya yeniden ve bir don değişikliğiyle
(reéncarnation), yani Abdal Musa adıyla geldiğini yinelemekte, bunu da Hakka
yürümeden önce emanetleri koyduğu yerleri açıklayarak kanıtlamaktadır: Kızıl
Deli Sultan’ın kırk neferiyle birlikte Hacı Bektaş’ın türbesi, tekkesi ve
fırınını yapması ve onlar tarafından bir meyva bahçesinin yetiştirilmesi ve
emanetlerinin Abdal Musa’ya getirilmesi hepsinin de Hacı Bektaş dergahıyla
yakın ilişkisini ve oranın bakımını üstlendiklerini göstermektedir. Abdal Musa
Sultan’ın emanetlerin yerlerini açıklayıcı söyledikleri dahil, onları teslim
almış olması, Hacı Bektaş Veli’nin ardılı ve ikinci Pir olduğunun da birer
kantıdır. Abdal
Musa Velâyetnamesi'nin, olasıyla bölgenin henüz Osmanoğullarının egemenlik
alanı içerisine girmediği Beylikler döneminde yazılmış olması dolayısıyla
şeriat ögelerine rastlamıyoruz. Birkaç yerde geçen “sabah, akşam namazından
önce, sonra ya da namazında” söylemleri, sadece zaman belirleyici olarak
kullanılmıştır. Teke, Alaiyye, Menteşe ve Aydınoğlu Beyliklerinden ya da
Beylerinden onca sözedilmesine rağmen, Osmanoğulları hakkında tek sözcük
konuşulmaması, Abdal Musa Sultan'ın yemiş olduğu nankörlük darbeleri yüzünden,
onlarla ilgili anılarını silmiş olma isteğine bağlamak gerektir. IV.Abdal
Musa Sultan ve İmam Kasım Şah (1310-1370) İsmaili
Alevilerinin 29. ve Almut sonrasının 2. İmamı olan Kasım Şah’ın, 1310-1370
arasındaki gizli İmamlık döneminde bir süre Anadolu’da saklanarak yaşamıştır.
Konuya ilişkin görüş, yorum ve varsayımlar üzerinde “Nizari İsmaili Devletinin
Kurucusu Hasan Sabbah ve Alamut” kitabımızda [13] yazdıklarımızı burada birkaç
cümleyle özetleyeceğiz. Çünkü bu, hangi belgelere dayandığı açıklanmamakla
birlikte, Anadolu’da yaşayan Alevi-Bektaşi inancının Alamut Nizari İsmailiğiyle
ilişkisi bağlamında, çok önemli bir vurgulamadır. Bilindiği
gibi bu dönemde Anadolu’da merkezi bir devlet yoktur. Karamanoğulları,
Aydınoğulları, Karasioğulları, Osmanoğulları, Çandaroğulları, Germiyan,
Hamid-Teke, Eretna ve Alaiye, Akkoyunlu gibi çok sayıda Türkmen ve Mogol asıllı
beylikler hüküm sürmekte birbirleriyle üstünlük yarışında; biri diğerini
ortadan kaldırma çabası içindeydi. Anadolu’da müslüman nüfusun çoğunluğunu
oluşturan Türk-Türkmen, Kürt ve Arap gibi hetrodoks gruplar, yani batıniler
(Alevi-Bektaşiler) bu beyliklere ait topraklarda, konar-göçer ya da yerleşik
durumda yaşıyorlar. Hacı Bektaş Veli’nin dergahında el verip yetiştirdikten
sonra görevlendirdiği 360 halifesinden birine bağlı bulunuyorlardı.
Güneydoğu’da yaşayan ve doğrudan Suriye’deki İsmaili dailere bağlı bazı Kürt ve
Arap gruplar dışında hepsi de, Sulucakarahüyük’teki Hacı Bektaş Veli dergahında
onu temsil eden, yani onun postunda oturanlara bağlı ve onları büyük mürşid ya
da ulu pir biliyorlardı. Bu pir de Abdal Musa Sultan’dan başkası değildi. Çok
büyük olasılıkla İmam Kasım Şah önce Güneydoğu’da bir süre kaldıktan sonra onu
Alevi Türkmenlerin arasına götürmüşler. Kasım Şah’ın “Anadolu'da, Kürtler ve
Türkmenler arasında gelişen bir sufi düzeni mensupları olan Bektaşilerin
çevresinde kısa bir süre yaşamış olduğu söylenen” [14] en güvenli yer Abdal
Musa’nın Alevi-Bektaşi dergahıdır. Kasım Şah, 1340 ile 1360 arasında, kıyı
bölgesinin esenlikli bir zaman dilimi içinde belirli bir süre burada yaşamış
olmalıdır. IV.Abdal
Musa Sultan’ın Doğum ve Ölüm Tarihleri Üzerine Görüşler Velayetname’de
Abdal Musa Sultan’ın doğum tarihine ilişkin güvenilir bir belirtiye
rastlayamıyoruz. Ancak ilk sayfalarda geçen şu söylemler yoruma açıktır: “...Horasanlı
Sultan Hacı Bektaş Veli (Tanrı aziz sırrını kutsasın) bir gün hayatında
otururken, mübarek nefesinden nutka gelüp ayıttı: ‘Ya Erenler! Genceli’de genç
ay gibi doğam. Adımı Abdal Musa çağırdıram, dedi; beni isteyen [S.2] anda
gelsün bulsun’ dedi. Hünkar Hacı Bektaş vefat edicek, Abdal Musa zuhura geldi.
Seyyid Hasan Gazioğlu Seyyid Musa anasından yetim kaldı.” Görüldüğü
gibi Hacı Bektaş Veli 1271-73’te Hakk’a yürümeden önce, Abdal Musa’nın kendi
donunda ve Genceli’de dünyaya geleceğini haber vermiş. Ve ona bağlanılmasını
buyurmuştur. Kısacası Anadolu Alevi-Bektaşilerinin “Hacı Bektaş Veli Ali’nin
kendisi” olduğuna inandıkları gibi, Abdal Musa Sultan da Hacı Bektaş’tır ve
dolayısıyla zamanın Velisi-İmamı Ali’dir. Zaten şiirinde de belirtiyor: “Ali
oldum adım oldu bahane Abdal
Musa oldum geldim cihana” Ayrıca
Seyid Ali Sultan’ı kırk Abdalla birlikte Hacı Bektaş Dergah’ındaki emanetleri
almaya gönderdiğinde, “Hacı Bektaş olup dünyaya geldigü vakt” onları nereye
koyduğunu da tek tek söylüyor. Bu reenkarnasyon inancının ve Velâyetname’deki
diğer bazı keramet söylencelerinin bizce altında yatan nesnel gerçekleri şöyle
sıralayabiliriz: 1)Abdal
Musa Sultan’ın ailesi Genceli’de yaşamış ve kendisi de burada doğmuştur.
Bebeklik yıllarında kendisi ve ailesi burada pek sevilmiyordu. Zaten bebekken
anadan yetim kalmış ve bir “koca karıcık” onu ineğinin südü ile beslemiş. Ancak
Abdal Musa’nın yıllar sonra nasıl Genceli’nin üzerine tümen tümen askerle
yürüdüğünü Kaygusuz Abdal şiirinde şöyle dile getirmiştir: Ali'm
Zilfikar'ın almış destine Sallar
durur Yezidlerin kastına Tümen
tümen Gencali'nin üstüne Sırlar
gelir Sultan Abdal Musa'ya Velâyetname’de
ise Teke Begi’ni yenerek, Genceli’yi “basıp altına alırken” bu kadının evini
ziyaret etmiş, ona dokunmamıştır. Ayrıca yine Velâyetname’nin başlangıcından
anlaşıldığı üzere, ilk önce yaylak olarak kullanılan Genceli’ye uğramış ve
oradan sahile inmiştir. 2)
Hacı Bektaş Veli’nin vefatının hemen arkasından dünyaya gelmiştir. Bu bilgiden
hareketle Abdal Musa’nın doğum tarihi 1272-1273 arasındadır diyebiliriz.
Olasıdır ki, Hacı Bektaş’ın müridlerine bu vasiyeti üzerine çocukluğunda Hacı
Bektaş Dergah’ına getirilerek, o dönem Dergah’ın başında bulunan Kadıncık Ana
tarafından yetiştirilmiştir. 3)
“Kaygusuz Abdal Sultan” incelememizde vurguladığımız gibi Abdal Musa Sultan
büyük olasılıkla 1365’ten önce ölmüş olmalıdır Kıbrıs kralı Piérre’in
donamasıyla 1361 yılında kıyı emirliklerine saldırması ve Antalya’yı ele
geçirmesiyle bölgede başlayan büyük bir kriz yıllarıdır. Kaygusuz Abdal ilk
Mısır yolculuğundan döndüğünde Pir’ini bulamamıştır. “Beglerimiz Avlan gölün
üstüne/ Onlar gelir Sultan Abdal Musa’ya” dizeleriyle başlayan ve “Kul Kaygusuz
ayrı düşmüş pirinden/Ağlar gelir Sultan Abdal Musa'ya” biten övgüsel yas
şiirinden bu açıkça anlaşılıyor. Çünkü Pirine, dostuna, sevgilisine kavuşan
kişi şad olur, sevinir ve coşar. İnsan sevdiklerinden ayrılırken ağlar sızlar,
ama ağlayarak buluşmaya gelinmez. Onun Pirinden ebedi ayrılığıdır bu. [15]
[1]
Elyazm. S.1,2,3 [2]
Elyazması, No.26, varak 46b-47b [3]
M.Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi I, s.340 [4]
D.Angelov, “Certains aspects de la conquete des peuples Balkaniques par la
Turcs'' (Balkan halklarının Türkler tarafından fethinden bazı görünümler), Les
Balkans au Moyen Age: La Bulgarie des Bogomils aux Turcs, London-1978,
s.222-223 [5]
Belki bu konuda en son düşünülecek bir tarihçi olan İdris Bitlisî’nin
Nuruosmaniye Kütüphanesi 3209 numarada kayıtlı Heşt-i Bihişt 70a’dan aktaran
Vural Genç, 2006-2007’de Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Ana Bilim Dalı, Ortaçağ Tarih Programı’nda hazırladığı “İdris Bitlisî’nin
‘Heşt Bihişt’in Mukaddimesi ve I.Defteri’nin Tahlil ve Tercümesi” adlı basılmamış yüksek lisans tezi s.291. [6]
Himmet Akın, Aydınoğulları Tarihi Hakkında bir Araştırma, İstanbul, 1946, s.
34-35 [7]
Cemal Şener, Alevi Törenleri, İstanbul-1991, s.127-129 [8]
Elyazması, s. 26 [9]
Elyazması, s. .27,28 [10]
Himmet Akın, agy, s.44; Georg Ostrogorski, Almancadan Çeviren:Prof. Dr. Fikret
Işıltan, Bizans Devleti Tarihi, TTK Yayınları, Ankara-1981, s. 477 [11]
Suhbat al Ahbar, Aksaray Kütüphanesi, 16. yüzyıl Elyazması No.722 yaprak 35'den
aktaran Himmet Akın, agy, s.49 [12]
Elyazm. S. 23 [13]
Su Yayınları, İstanbul,2004, s. 167-173 [14]
www.ismaili.net [15]
Abdal Musa’ya ilişkin geniş bilgi ve açıklamalar için bkz. İsmail Kaygusuz,
Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İstanbul,2005, s.188-191; Abdal Musa Sultan,
Velâyetname, Karacaahmet Sultan Derneği yayınları, İstanbul, 2008, s.5-77
|