Âşık Remzâni |
İsmail KAYGUSUZ
İmam Ali ve Ghadir Khum Günü Muhammed
Peygamber’in Ali’yi Ardıl Ataması Bu
yazımızda Veda Haccı, Ghadir Khum ve Halife seçimi hakkında başlangıçta
geçtiğimiz genel bilgiyi ikinci bölümde biraz daha açıp, çeşitli yapıtlar aracılığıyla günümüze gelen
Peygamber’in verdiği hutbe konuşmasından bazı bölümleri ve Ali hakkında
söylediklerini verdik. Şii, Sünni ve
İsmaili’lere ait çeşitli Web sitelerinden
derleyip türkçeleştirdiğimiz bu önemli tarihsel bilgilerin eski
(özellikle Sünni) kaynaklarının listelerini de aşağıda sunmuş bulunuyoruz.
Günümüz Sünni tarihçi ve din bilginlerinin bu tarihsel olaya olumlu
bakmadıkları ve ardıl olayını
yadsıdıkları düşünülürse, neden
özellikle Sünni kaynakları referans olarak verildiği anlaşılır. Ayrıca
yazıya üçüncü bölüm olarak Nasiruddin Tusi’nin (1201-1274) bir yapıtında
rastladığımız Ghadir Khum gününün batıni yorumunu da eklemiş bulunuyoruz. İsmaili
Alevileri dahil tüm Şii topluluklar, Ali’nin ardıl olarak duyurulduğu ve
Muhammed’in kendisinden sonra Ali’yi
ümmetinin, bütün Müslümanların
Mevlası-Efendisi olarak sunup
yücelttiği ve yerine ardıl atadığı –Mart’ın ikinci haftasına rastlayan- Ghadir
(Khum) gününü bayram olarak kutlamaktadır. Anadolu Alevi-Bektaşilerinin bu
inanç geleneğinden habersiz olmaları ve bu günü bayram olarak kutlamamaları
düşündürücüdür. Oysa Cem toplu tapınmalarında, sohbetlerinde hep Muhammed
Peygamber’in Ali’yi yücelten hadisleri konuşulur ve “Buyruk”ta da dolaylı ya da doğrudan mucize
söylemi içinde en az üç yerde geçen
Ghadir Khum olayı anlatılır; hatta Cem yürüten Dedeler ya da Babalar’ın
Peygamber’in Ali için söylediği “lahmike
lehmi, demmike demmi ve ruhike ruhi “(etin etimden, kanın kanımdan, ruhun
ruhumdan..) hadisi dillerinden düşmez. Tapınma derecesinde Ali’yi seven bu
topluluğun bu bayramı tanımamaları veya
benimsememiş olmaları, doğrusu araştırılmaya değer bir konu. I.
Peygamber’in
Ardılı ve ilk Halife Seçimine ilişkin genel bilgiler Muhammed
Peygamber'in ardılı (halefi) sorunu, tarihsel olarak İslam içinde
azınlıkta olan Şiileri ve Alevileri, Sünni çoğunluktan onları ayıran ana
nedenlerden biridir. Muhammed kendi yerine
ardıl olarak nass (vekil-vekillik tayini) ve nass wa-ta'yin (açıklamalı
atama) yöntemiyle Ali bin Abu Talib'i atamıştır. Peygamberlik dönemi boyunca,
Arapçada denildiği gibi vali amru' l raiyya (devlete bağlı halkın koruyucusu)
ya da vali ahad (bir memurun yerine geçen kişi) olarak, nass yöntemiyle zaman
zaman (bu) atama yapıldı. Ali bin Abu Talib için Kuran'da Veli, Nur, İmam-i Mubin, Rasikhul fi'l İlm,
Uli’l Amr, İlmul Kitab vb. gibi farklı
söylemler kullanılmıştır. Ali'nin halefliğini belirleyen hadislerde en sık
kullanılanlar ise şunlardır: Hujjatullah(Tanrının tanığı), Sayedu'l Muslimin (Müslümanların önderi), Şabih Harun (Harun
gibi), Sahibu'l liva (İslam bayrağının sahibi-efendisi), Sahibu'l hauz (Kevser
havuzunun sahibi), Babu'l Ilm (Bilimin kapısı) vb. Nass
wa-ta'yin (açıklamalı atama, atama duyurusu)Muhammed'in kutlu-veda Haccından
sonra yapıldı. Hicretin 10.yılı 20 Zilkada Cuma günü Muhammed aşağıdaki
vahyi aldı: “VeHac için halka çağrı yap. Onlar çok uzak
yerlerden yaya ya da develerle gelerek sana ulaşacaklar” Çağrı
gereğince, Müslümanlar hacca katılmak
için toplandılar ve Muhammed'in kendisi
Medine'den 25 Zilkada'Cumartesi
günü veda Haccı için ayrıldı. Zilhicce ayının 7'sinde Çarşamba günü Mekke'ye
ulaştı ve hac düzenledi. Arafat'ta tarihsel hutbesini verdi. Hac törenleri
bittikten sonra 14 Zilhicce'de Mekke'den ayrıldı. Kervanı 18 Zihicce 10/16
Mart 632 günü öğleden az önce Khum olarak tanınan Ghadir'e (küçük göl,
havuz) ulaştı. Bu vaha Sahara'i Huja denilen çölün ortasında ve Mekke'nin 3 mil
kadar kuzeybatısında bulunuyordu. Muhammed burada da Allah'tan şu vahyi aldı: “Ya
Peygamber! Tanrından sana indirilmiş olanı
vazet-söyle ve eğer söylemezsen, Onun mesajını teslim etmemiş olurdun.Ve
kuşkusuz Tanrı seni insanlardan koruyacaktır.” Al-Jahfa
kasabası Medine, Mısır, Suriye ve Irak'a giden yolların oradan farklı yönlerde
yayıldığı bir yol kavşağıydı.Onun sınırında, süpürülüp budanmış çalılıklar ve
ağaçlarla sarılımış çok geniş bir düzlüklü bir vaha olan Ghadir’e vardı.
Muhammed için iki ağacın gölgesi altında
deve semerlerinden bir kürsü yapıldı. O kürsüye çıktı ve sağına Ali'yi aldı.
Sonra verdiklerinden ötürü Tanrıya şükrederek bir hutbe okudu. Yakın zamanda
öleceğini hissetmişti. Kendilerine iki önemli emanet, Kuran ve Ehlibeyti
bırakacağını söyledi. Eğer insanlar ikisini birbirinden ayırmadan, her ikisine
de sıkıca sarılırsa, asla kötü yola sapmayacaklarını yineledi. Muhammed
Peygamber dinleyenlerine, kendisinin inananların en (hayırlısı) ulusu olup
olmadığını sordu. Kalabalık tek ağızdan olumlu yanıt verdi. Arkasından o, “Ben
kimin Mevlası-efendisi isem, Ali de onun Mevlasıdır” dedi ve şu duayı yaptı:
“Allahım, kim ona dost olursa, sen de onların dostu; onun düşmanına da düşman
ol” Hutbeden
sonra Muhammed minberden indi ve çadırına dinlenmeye çekildi. Ali insanların
kutlamalarını ve biatını-bağlılığını kabul etti. Muhammed'in
bu cümleyle ifade ettiği, gerçekte
kendisine göre Tanrının daha üstün ve yüce; inananlara göre onun (Muhammed'in)
daha hayırlı ve üstün olduğuydu. Ali’nin ise, Muhammed'i insanlığın en yücesi bilen herkesin efendisi
ve ulusu olduğunu anlatıyordu bu hadis. Ghadir
i-Khum olayının en eski kaynağı, Ali’nin yengesi Asma bint Umays (ö.658), yani
Jafer Tayyar bin Abu Talib'in karısıdır. Ondan gelen bu bilgi, tarihçi Yakubi
(ö.898) tarafından “at- Tarikh” (Beirut 1960) kitabında verilmektedir. Çok
tanınmış bir Arap ozanı Hassan bin Thabit (d. 40/661), 228 şiiri içeren
Divan'ında olayı canlı bir biçimde dizelerinde aktarmıştı. Bu konuda Suleyman
bin Qays al-Hilali ( ö. 82/701) da en erken yekililer arasında yer alır.
Bununla birlikte, Alman bilim
adamlarından Horovitz ve Goldzier, Kumyt bin Zaid'in (60-126/680-744) konunun
en eski yetkilisi olduğunu düşünmektedir. Ghadir Khum olayını anlatan önemli sahabiler
arasında Abuzar Ghafari (ö. 32/653), Huzaifah al-Yameni (ö. 29/650), Abu Ayub
Ansari (ö. 50/670), Ammar bin Yasir (ö. 37/657), Salman al-Faris (ö. 36/657),
Abdullah bin Abbas (ö. 86/705) vb.ler de
bulunmaktadır. Erken Emevi tarihçilerinin en tanınmışlarından olan İbn Shihab az-Zuhari (50-125/670-744) İbn
Ishaq (ö.152/769) da olayı kaydetmişlerdi. 632
ile 912 yılları arasında yaşamış tarihçi ve hadis toplayıcılar, Emevi ve Abbasi
iktidarlarının fazlasıyla baskısı
altındaydılar. Bunun için onlardan İbn Hisham (ö. 218/833), İbn Sa'd (ö. 230/845)
and Tabari (ö. 310/922) gibileri olayı vermekten kaçındılar. Buna rağmen Nisai
(ö. 151/768), Ahmad bin Hanbal (ö. 241/855), Tirmizi (ö. 279/893), İbn Majah
(ö. 283/897), Abu Daud (ö. 276/890) ve Yaqubi (ö. 284/898) tarafsızlıklarını
göstermişlerdi; onların cesurca konu üzerinde bilgi vermeleri, bu tarihsel
olaya açıklık getirdi. Özet olarak, Hussein Ali Mahfuz, araştırmalarını,
“Tarikh ash-Shia” da (Karbala, n.d.,s. 77) belgeleyerek yazdı. Ayrıca Dr.
S.H.M. Jafri, "Origins and Early Development of Shia Islam" (London,
1979, s. 20) yapıtında, Ghadir Khum olayının en azından 110 sahabi, 84 tabi'un(
Muhammed'i gözüyle görmüş ve zamanında yaşamış olanlar), 355 bilgin, 25
tarihçi, 27 Hadisçi, 11 Kuran yorumcusu, 18 dinbilimci (theoligian) ve 5 filozof
tarafından anlatılmış olduğunu
yazmaktadır.
I.a İlk Halife seçimi
Anımsatmakgerekir ki, Kureyş kabilesine mensup olan Arabistan’ın Orta ve Kuzey bölgesi
Arapları Mekke'de egemen durumdaydı.Güney Arabistan kökenli Banu Haws ve Banu
Khazraj halkı Medine'de oturmaktaydı. Güney ve Kuzey Arapları arasında sosyal,
kültürel, ekonomik, cografi ve dinsel olarak çok farklılıklar vardı.
Kuzeydekilerin önderi, başkanlık yeteneğine sahip de olsa, yaşta soyluluk
ilkesi üzerinden seçilirdi; Güneyli Araplar ise önderlik konusunda soydan gelme
(babadan oğula geçme) geleneğine sahiptiler. Bu olaylar (a rağmen) kaşısında,
Güney Arabistanlı Aws ve Khazraj kabileleri Medine'de sağlıklı bir ortam
oluşturmuşlardı. Kuzeyli Arapların büyük çoğunluğu göçebeydi ve en azından, kabul
etmelerinin ilk aşamasında İslamı, Kuran da "Başıboş çöllerde dolaşan
Araplar (Bedeviler) inançsızlık ve kafirlikte üstlerine yoktur ve Tanrının
Peygamberine gönderdiği buyrukları anlamamaya daha yatkındırlar"(9, 97)
denildiği gibi, sosyo-politik bir disiplin olarak algıladılar. Buna karşılık
Aws ve Khazrac kabileleri İslamı, bir sosyo-politik hareket gibi görünmekle
birlikte, temelde dinsel bir disiplin olarak kavramışlardı. Muhammed Peygamber
632'de öldüğü zaman, ardılının çıkışı, hem politik hem de dinsel başkanlığın
birleştirilmesi olarak algılandı. Birilerine göre bu dinsellikten daha fazla
politik, diğerlerine göre politikadan çok dinle ilişkiliydi. Önderleri
olarak Ebubekir'i kabul edenlerin çoğu,
Ehlibeyt'in kalıtımsal
(kutsallık) dokunulmazlığı fikrini ve dinsel ilkeleri hiçesayarak (saygısızlık
ederek),İslamın sosyo-politik yanı
üzerine daha büyük vurgulama yaptı. Bu varsayım Ömer bin Hattab'ın İbn Abbas'a
yanıt olarak söylediği şu sözle destekleniyor: “Halk Peygamberlik ve ve Halifeliğin Banu Haşim'de
birleştirilmesini istemiyor.” (Tabari, 1st vol., p. 2769). Bundan dolayı,
(sözde) Muhammed başlangıçta, önder seçimini halka bırakma geleneği nedeniyle
Ali'yi açık bir biçimde (ardıl) tayin etmedi. Oysa Kuran, Muhammed'in ailesinin
diğerleri üzerinde bir ayrıcalığa sahip olduğunu söylemektedir. Buna karşılık
ne Ebubekir'in klanı Banu Taym bin Marra ve ne de Ömer bin Hattab'ın mensup
oduğu kabile Banu Adi bin Kaab'ın herhangi bir dinsel zemindeki değerinden
ötürü önemliydi. Fakat dinsel buyruklar üzerinde gerginlik çıkaran bu
kişilerin Muhammed'e ardıllığa aday
olarak kabul edilemezdi. Ardıl Adaylığı Banu Haşim'den ve onların içinde de
sadece ardıllık (haleflik) için Ali bin Abu Talib vardı. Medine'den
takriben 6 mil uzakta, Arapların karşılıklı sorunlarını tartıştıkları, Banu
Saad'a ait bir toplantı salonu (Saqeefa) vardı. Muhammed'in ölümü üzerine aşağı
yukarı 300 ile 325 sayıda Ensar ve Medine Muhacirleri, Banu Saad sakefasında
liderlerini seçmek için toplandılar. Banu Haşim'den tek kişi bile yoktu.
Ebubekir ve Ömer bin Hattab, burada toplanan halk halife olarak seçtikleri Abu
Ubeyde'den tam bağlılık andı alma noktasındaykan katıldılar. İşlem durduruldu
ve aralarında sıcak tartışmalar başladı. Tabari (3rd vol., s. 198), “Ensar ve
diğer bazıları, Ali'den başka hiçkimseye biat etmeyeceklerini tartışıyorlardı”
diye yazıyor. Hemen hemen kılıçlar kınlarından çekilirken, Ömer Abubekir'den
elini kaldırmasını rica etti ve ona biat etti.
Sonra onu Abu Ubeyde ve halkın geri kalanı izledi. Sir
Thomas W. Arnold “The Caliphate” (London, 1924, s. 30) kitabında şunları
yazmaktadır: “Peygamber
tek idi; devletin de dinin de başı olarak aynı kişiydi. Kent devleti
siyasetinin en üst denetimi onun
ellerindeydi; çeşitli Arap kabilelerin teslimini arzeden elçileri kabul eder ve
haraçları-borçları ve vergileri toplamak için memurların atamasını yapar.
Askeri olaylar ve askeri seferler düzenlemede yüksek yetkilerini kullanırdı. O
aynı zamanda yüksek yasakoyucuydu; o sadece yasal statüleri duyurmakla kalmıyor, ayrıca davaları adil
biçimde karara bağlıyordu. Onun kararlarına karşı itiraz edilmezdi.” “Bir
yönetici, askeri komutan ve yargıç olarak bu resmi politik ve başkanlık
ofislerin düzenlenmesine ilaveten o, Tanrıdan vahiy alan ve duyurusunu yaptığı
dinsel dogmaların- ki bunlardan kuşku duyulmaz ve tartışılmaz-, yandaşları
tarafından Tanrısal gerçeğin açıklamalarını yaptığı kabul edilen bir Peygamber
olarak saygı görmekteydi. Aynı zamanda en yüksel dinsel hizmetleri düzene sokar
ve İmam olarak, Medine mescitinde belirlenmiş saatlerdeki toplu tapınmaları
yönetirdi. Bütün bu konularda Ebubekir din kurucusunun - peygamberlik işlevinin
uygulaması istisnasıyla- ardılı oldu. Özetle Muhammed İslamın hem dünyevi hem de ruhsal güçlerini yönetti.
Onun dünyadan göçüşünden sonra, dünya iktidarı halifelik biçiminde
Ebubekir'in ellerine düştü; ruhsal erk
ise İmamlık biçiminde Ali bin Abu Talib
ve onun soyundan gelenlere miras kaldı.” Ebubekir'in
halifelik dönemi boyunca, Ali'nin adaylığı için başlangıçta yapılmış olan
destek ne olursa olsun, Ali'nin kendisinin
dünyasal talepleri, ilerletmeyi reddetmesi karşısında eriyip yokoldu.
Ali sessiz bir yaşam sürmeye geri döndü ve hemen hemen evinin dört
duvarı içine kapandı. Onun aslında bir şansı da
yoktu. Bunun için mevcut düzenle kendisini barıştırmak zorunluğu duydu.;
çünkü o, herhangi bir siyasal eylemin, henüz çocuk olan İslam'ı yıkıp
yokedeceğini düşünmüştü. Onun siyasal iktidarla uzlaşması, herhangi bir çeşit
açık muhalefet davranışı göstermediği Medine'de yaşamını sürdürmüş olmasıyla kanıtlanabilir. Eğer Medine'den ayrılıp başka
bir yere gitseydi, davasını destekleyen yandaşları kuşkusuz yalnız bırakmayıp,
onu izleme zorunluğu duyacaklardı. Tabari
(3rd vol., s.203-4) Abu Sufya bin Harb'in şu sözlerle Ali'yi kışkırtmaya
çalıştığını yazıyor: “Çekilir
şey mi? Arabistan'ın en aşağı-sıradan
ailelerinden biri, senin bu duruşunla iktidarı kazanmak onuruna erişti. Eğer
sen öyle arzu edersen, Medine'nin caddelerini ve sokaklarını, sana yardım
edecek atlı askerlerle doldurayım.” Ali
ona kısa ve anlamlı bir yanıt verdi: “Vallahi, sen her zaman İslamın ve
Müslümanların dostu değil, düşmanı oldun.” Bu, Ali'nin nasıl İslamın
birliği-dayanışması ve toplumun ortak yararını öne alarak kesin biçimde nasıl çözümlemiş olduğunu göstermektedir. İmam
Ali barışçıl davranışını sürdürerek, her fırsatta halifelere yardım etti.
Onların en değerli bir danışmanı oldu ve din uğruna beslediği özveri duygusu,
kahramanlık aşkıyla o hep baştaydı; halifeleri ciddi yanlışlar yapmaktan hep o
kurtardı. Bu nedenden ötürü, Ömer'in sık sık “eğer Ali olmamış olsaydı, Ömer
mahvolurdu” dediği bildirilir.
II.Veda Haccı, Ghadir Khum Olayı ve İmam Ali Peygamber
hicretten on yıl sonra yakın
yoldaşlarına (sahabilere), farklı bölgelerdeki bütün insanları son haccında
kendisine katılmaya çağırmalarını buyurdu. O bu hac esnasında, haccın doğru
olarak ve birleştirilmiş biçimde nasıl düzenleneceğini öğretti. İlk kez
Müslümanlar çok büyük bir kalabalık halinde önderleri Tanrının Peygamberinin
huzurunda toplandılar. Mekke yolunda Peygamberin peşinde yetmiş binden fazla
insan vardı. Zilhicce ayının dördüncü günü
yüzbinden fazla üslüman Mekke’ye girdi. 18
Zilhicce’de (Dhul-Hajjah) son Haccını (Hajjatul-Widaa) tamamladıktan sonra,
Peygamber Mekke’den edine’ye doğru
hareket etti. O ve peşindeki kalabalık (bugünkü
Cuhfah adlı yerin yakınında bulunan) Ghadir Khum denilen yere ulaştı. Burası değişik
eyaletlerden gelen halkın birbiriyle vedalaşıp, farklı yollardan evlerine
gittikleri bir buluşma yeri ve dört yolağzıydı. Aşağıdaki ayet burada
Peygambere indi: “Ey
Tanrının Elçisi! Rabbin tarafından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmaz,
bildirisini sunmaz isen, elçilik görevini yapmamış olursun. Tanrı seni
insanlardan koruyacaktır. Tanrı gerçekten kafirler-inançsızlar topluluğuna yolgöstericilik
yapmaz” (Kuran 5, 67). Ghadir
Khum’da Peygamberin konuşmasından önce bu ayetin indiğini doğrulayan Sünni referanslardan bazıları şunlardır: (1)
Fakhr al-Razi, Tafsir al-Kabir, vo12, s. 49-50; Ibn Abbas, al-Bara Ibn Azib,
and Muhammad Ibn Ali tarafından anlatılanlar
ve Kuran (5, 67) ayetinin yorumunda . (2)
al-Wahidi,Asbab al-Nuzool,s.50;Kuran ve Hadis otoriteleri Atiyyah ve Abu Sa'id
al Khudri’nin rivayetleri (3)
al-Hafiz Abu Nu'aym, Nuzul al-Quran; Abu Sa'id Khudri ve Abu
Rafi’ninrivayetlerinden aktarma. (4)
Ibn Sabbagh al-Maliki al-Makki, al-Fusool al Muhimmah,s.24 (5)
al-Hafiz al-Suyuti, Durr al-Manthur; Kuran 5,67(ayetinin)yorumu (6)
al-Shawkani,Fathulr; Kuran 5,67(ayetinin)yorumu (7)
Hasan Khan, Fathul Bayanr; Kuran
5,67(ayetinin)yorumu (8)
Shaykh Muhi al-Din al-Nawawir; Kuran 5,67(ayetinin)yorumu (9)
Noor al-Din al-Halabi, al-Sirah
al-Halabiyah vol.3, s.301 (10)
al-Ayni,Umdatul Qari fi Sharh Sahih al-Bukhari, (11)
Tafsir al-Nisaboori, vol. 6,s.194 (12)
Ibn Mardaway ve daha birçokları… II.
a Ghadir Khum Söylevine giriş ve
Ehlibeyt ve Ali hakkında bazı Hadisler Aldığı
ayet üzerine Peygamber, oldukça sıcak olan Ghadir Khum vahasında durdu. Yola
çıkmış olan bütün insanların hemen geri gelmesi için haber saldı ve geride
kalan bütün hacılar ulaşıncaya dek bekledi; herkes geldi ve biraraya
toplandılar. Muhammed Salman’a kaya
parçaları ve deve semerleri kullanarak yüksekçe bir minber (kürsü) yapmasını
buyurdu. Ancak böyle bir yerden duyurusunu yapabilirdi. İlk inen ayeti
bildirdiğinde öğle saatiydi ve o vadinin içi aşırı sıcaktı. Bunun için insanlar
giysilerini ayaklarına bacaklarına sararak, kaya parçaları üzerindeki
semerlerden minberin çevresinde oturuyorlardı. O
gün Tanrının elçisi, üç saati minberde olmak üzere tam beş saatini konuşmakla
harcadı. Kur’an’dan yaklaşık 100 ayet okudu ve yetmiş üç kere de hatırlatma
yaptı ve insanları işleri ve geleceklerine ilişkin olarak ikaz etti. Sonra
onlara uzun bir söylev verdi. Sünni hadisçiler tarafından da genişçe
nakledilmiş olan söylevinden aşağıdaki birkaç kısa paragrafın arkasından daha
büyük bir bölüm verilecektir.Ve Tanrının elçisi şöyle başladı konuşmasına: “Tanrı
tarafından çağrılacağım ve benim bu çağrıyı yanıtlayacağı vaktin yakın olduğu
görülüyor. Sizin için iki değerli şey bırakıyorum ve eğer bunların ikisine sıkı
yapışırsanız, benden sonra asla yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlardan biri Allahın
kitabı Kuran, diğeri ise benim soyumu sürdürecek olan Ehlibeyt’im. Bu ikisi birbirinden asla ayrılmayacaktır
taki onlar cennetteki havuzun başında benim yanıma gelinceye kadar.” Sonra
Peygamber sordu : “Onların kendileri üzerinde olduğundan daha fazla inananlar üzerinde benim hakkım yok
mudur” Kalabalık bağırark yanıtladı : “Evet, ya Resulullah!” Bunun üzerine
Peygamber, Ali’nin elinden tutup havaya kaldırdı ve “ben dedi, herkimin
mevlası, efendisi-önderi isem, Ali de onun önderi efendisidir. Ey Tanrım, onu
sevenleri sev, ona düşman olanlara düşman
ol!”
Bunlarıanlatan Sünni referans kaynaklardan bazıları: (1)
Sahih Tirmidhi, v2, s.298, v5,s.p.63 (2)
Sunan Ibn Maja, v1,s. 12,43 (3)
al-Nisa'i, Khasa'is, s. 4,21 (4)
al-Hakim, al-Mustadrak, v2, s129, v3, s. 109-110,116,371 (5)
Musnad Ahmad Ibn Hanbal, v1, s, 84,118, 119, 152, 330, v4, s. 281, 368, 370, (6)
Ahmad Hanbal,Fada'il al-Sahaba, v2,s. 563,572 (7)
Majma' al-Zawa'id, by al-Haythami, v9, p103 (from several transmitters) (8)
Tafsir al-Kabir, by Fakhr al-Razi, v12, pp 49-50 (9)
Tafsir al-Durr al-Manthur, by al-Hafiz Jalaluddin al-Suyuti, v3, p19 (10)
Tarikh al-Khulafa, by al-Suyuti, pp 169,173 (11)
al-Bidayah wal-Nihayah, by Ibn Kathir, v3, p213, v5, p208 (12)
Usdul Ghabah, by Ibn Athir, v4, p114 (13)
Mushkil al-Athar, by al-Tahawi, v2, pp 307-308 (14)
Habib al-Siyar, by Mir Khand, v1, part 3, p144 (15)
Sawaiq al-Muhriqah, by Ibn Hajar al-Haythami, p26 (16)
al-Isabah, by Ibn Hajar al-Asqalani, v2, p509; v1, part1, p319, (17)
Tabarani, who narrated from companions such as Ibn Umar, Malik Ibn (18)
Tarikh, by al-Khatib Baghdadi, v8, p290 (19)
Hilyatul Awliya', by al-Hafiz Abu Nu'aym, v4, p23, v5, pp26-27 (20)
al-Istiab, by Ibn Abd al-Barr, Chapter of word "ayn" (Ali), v2, p462 (21)
Kanzul Ummal, by al-Muttaqi al-Hindi, v6, pp 154,397 (22)
al-Mirqat, v5, p568 (23)
al-Riyad al-Nadirah, by al-Muhib al-Tabari, v2, p172 (24)
Dhaka'ir al-Uqba, by al-Muhib al-Tabari, p68 (25)
Faydh al-Qadir, by al-Manawi, v6, p217 (26)
Yanabi' al-Mawaddah, by al-Qudoozi al-Hanafi, p297 Muhammed’in
konuşmasının bitirmesinden hemen sonra bir
Kuran ayeti indi: “Bugün
dininizi mükemmel kıldım ve sizin üzerinizde cömertliğimi, ödülümü tamamladım.
Dininizin İslam olmasından tatmin oldum.”
(Kuran 5:3) Bu
ayetin Ghadir Khum’da Muhammed’in
konuşmasının bitişinden sonra indiğini açıklayan Sünni kaynaklardan bazıları: (1)
al-Durr al-Manthur, by al-Hafiz Jalaluddin al-Suyuti, v3, p19 (2)
Tarikh, by Khatib al-Baghdadi, v8, pp 290,596
from Abu Hurayra (3)
Manaqaib, by Ibn Maghazali, p19 (4)
History of Damascus, Ibn Asakir, v2, p75 (5)
al-Itqan, by al-Suyuti, v1, p13 (6)
Manaqib, by Khawarazmi al-Hanfi, p80 (7)
al-Bidayah wal-Nihayah, by Ibn Kathir, v3, p213 (8)
Yanabi' al-Mawaddah, by al-Qudoozi al-Hanafi, p115 (9)
al-Hafiz Abu Nu'aym, Nuzul al-Quran; Abu Sa'id Khudri’den rivayet Yukarıdaki
ayet açıkça belirtmektedir ki İslam, Peygamberden sonra önderlik sorunu
açıklığa kavuşturulmadan tamamlanmamış ve dinin tamamlanması-olgunlaşması
Peygamberin kendisine ardıl-halef(ataması) duyurusuna bağlı kılınmıştı. II.
b Bağlılık (Biad) Andı Konuşmadan
sonra Tanrının elçisi herkesten Ali’ye bağlılık yemini istedi ve onu (Ali’yi)
kutladı. Ona bağlılık andı yapanlar arasında Ebubekir, Omer ve Osman da
bulunuyordu. Ebubekir ve Ömer’in Ali’ye biat ettikten sonra, “Aferin sana ya
Abi Talip’in oğlu! Bu gün, bütün erkek ve kadın tüm inananların mevlası
(efendisi-önderi) oldun” diyerek onu kutladıkları anlatılır. Ghadir günüde Ali’ye bağlılık yemini olayın,
anlatan bazı Sünni kaynaklar: (1)
Musnad Ahmad Ibn Hanbal, v4, p281 (2)
Tafsir al-Kabir, by Fakhr al-Razi, v12, pp 49-50 (3)
Mishkat al-Masabih, by al-Khatib al-Tabrizi, p557 (4)
Habib al-Siyar, by Mir Khand, v1, part3, p144 (5)
Kitabul Wilayah, by Ibn Jarir al-Tabari (6)
al-Musannaf, by Ibn Abi Shaybah (7)
al-Musnad, by Abu Ya'ala (8)
Hadith al-Wilayah, by Ahmad Ibn `Uqdah (9)
Tarikh, by Khatib al-Baghdadi, v8, pp 290,596
from Abu Hurayra II.
c Ghadir Khum’da toplanan insanların sayısı ve tanıklıkları üzerine Anlatıcıların
dilleri ve zaman aşımı aracılığıyla
artan bir saygınlığın bu gelenekle birleştirilmesi Tanrının iradesiydi. Öyle
ki, yolgösterici İmam(Ali) için ayakta
dimdik duran bir kanıt vardır. Tanrı
Peygamberine, kalabalık toplandığı zaman halka bir bildirimde (tebliğde)
bulunmasını buyurmuştu. Böylece oradaki herkes geleneğin anlatıcıları oldu. O
esnada kalabalığın sayısı yüzbini geçmişti.
Zaid
İbn Arqam’ın rivayeti: “Abu al-Tufail dedi ki : ‘Bunu Tanrının elçisinden
duydum ve orada kimse yoktu ki kendi gözleriyle onu (Muhammed’in Ali’yi ardıl
atama olayını) görmesin, kendi
kulaklarıyla işitmesin” Diğer
birkaç Sünni kaynak:
(1) al-Nisa'i, al-Khasa'is, , s.21; (2)
al-Dhahabi said it is sahih (authentic), as said in: (3)
History of Ibn Kathir, v5, s.208 Rivayet
edilir ki, orada “Tanrının Elçisi sesini
yükselterek çağrı yaptı-duyurdu”.(Sunni yazar
al-Khawarizmi, Manaqib al-Khawarizmi, s. 94) Yine
bir başka Sünni yazar İbn al-Jawzi,
Manaqib’inde, “Peygamberle birlikte sahabilerden, Mekke ve Medine civarında
oturmakta olan Araplardan yüz-yüzyirmi kişi vardı. Onlar Veda Haccında bulunan insanlardı ve onlar bu
konuşmayı işittiler”diye yazmaktadır. Bazı
Sünni yorumcular, Maaric Suresinin ilk üç ayetinin (Kuran 70, 1-3) Peygamber’in
Veda Haccından dönüşü, Mekke’den Medine’ye gelişinden sonra bir tartışma
çıktığı zaman Peygambere indiğini ileri sürmektedir. Tanrının
Elçisi Ghadir Khum’da halkı toplayıp Ali’yi onlara tanıttıktan sonra yukarıda belirttiğimiz üzere “ben kimin
efendisiysem, Ali de onun (Mevlası) efendisidir” diye buyurmuştu. Haber hemen kent ve kırsal bölgelerde çabucak
yayıldı. Harith Ibn Nu'man al-Fahri ( diğer bir söylentiye göre Nadhr Ibn
Harith) bunu öğrenir öğrenmez, devesine atlayıp Medine’ye geldi ve Tanrının
Elçisinin huzuruna çıkıp şöyle konuştu:
“Bize Allah’tan başka tapılacak Tanrı olmadığına ve senin Tanrının elçisi olduğuna inanmamızı
buyurdun ve biz kabul ettik. Bize hergün
beş kez dua etmemizi Ramazam ayında oruç
tutmamızı buyurdun boyun eğdik. Sonra Mekke’ye Hac yapmaya gitmemizi söyledin
onu da kabullendik. Fakat, sen bütün bunlarla yetinmedin (tatmin olmadın).
Şimdi kuzenin Ali’i kendi elinle tutup kaldırdın, ‘ben kimin Mevlasıysam, Ali
onun da Mevlasıdır’ deyip efendimiz olarak onu bize zorla kabul ettiriyorsunuz.
Bu zorunlu yük de Tanrıdan mı yoksa senden mi geliyor?” Peygamber bu soruya
kısaca şu yanıdı verdi: “Vallahi
sadece Tanrının buyruğudur; Esirgeyen Bağışlayan Allahtan geliyor bu”. Bunu
işiten Harith (Haris) dişi devesine doğru ilerlerken kendi kendisine
söyleniyordu: “Ey
Tanrı, eğer Muhammed’in söylediği doğruysa, o zaman gökten bir taş fırlat
üzerimize ve bizi şiddetli acı ve işkence altına koy!”. Bütün noksanlıkların
üstünde olduğuna inanılan Allah, onun kafası üzerine gökten bir taş fırlattı,
taş vücudunun içine girip bedeninin altından çıktı ve onu cansız bıraktı. Bu
olay üzerine Tanrı aşağıdaki ayeti indirdi: “Bir
inkarcı (gökten) düşecek bir ceza istedi. İnanmıyanlar için onu savacak
hiçbirşey yoktur. Çünkü o(ceza), yücelik derecelerinin tek sahibi Tanrıdan
gelmektedir.” (Kuran, 70, 1-3) Olay
ve ayetin yorumuna ilişkin Sunni kaynaklar: (1)
Tafsir al-Tha'labi, by Is'haq al-Tha'labi, commentary of verse 70:1-3 (2)
Noor al-Absar, by Shablanji, p4 (3)
al-Fusool al-Muhimmah, by Ibn Sabbagh al-Maliki al-Makki, p25 (4)
al-Sirah al-Halabiyah, by Noor al-Din al-Halabi, v2, p214 (5)
Arjah al-Matalib (6)
Nazhat al-Mujalis from al-Qurtubi İmam
Ali, kişisel olarak, Ghadir Khum olayına ve Tanrının Elçisinin hadislerine
bizzat tanık olan bazı kişilere kendisi kişisel anımsatma yapmıştır. Bu
anımsatma olaylarından bazıları şunlardır: -
Osman’ın Seçimi-Şura Gününde - Osman’ın
yönetim dönemi boyunca -
Rabbah Günü (656 yılında, içlerinden onikisinin Bedr savaşçıları olan 24
sahabinin birinci elden Peygamberin
hadislerini işittikleri ve onu dinledklerine dair toplanıp yemin ettkleri gün), - Camel
savaşında (657) Talha’ya anımsatması -
Dokuz tanığın dinlendiği (tanıklık ettiği) Atlılar Günü Ali’nin
Camel savaşı anımsatması hakkında al-Hakim, Ahmed İbn Hanbal ve diğer bazı
Sünni yazarların tanıklardan naklettikleri
ortak bilgiler: “Camel
savaşında biz Ali’nin tarafındaydık. Savaş başlamadan önce Ali Talha ile konuşmak için haber gönderdi.
Talha öne doğru ilerledi. Ali ona yaklaşarak şunları söyledi: ‘Allahın rızası
için senden rica ediyorum; Peygamberin, ‘ben kimin Mevlası isem, Ali onun da
Mevlasıdır. Tanrım, onu seveni sev, ona herkim düşmanlık ederse ona düşman ol’
dediğini işitedin mi?’ Talha ‘evet,
işittim’ diye yanıtladı. Bu kez Ali ona
sordu: ‘Öyleyse benimle niçin savaşmak istiyorsun?” Olayı
anlatan Sünni kaynaklar: (1) al-Mustadrak, by al-Hakim, v3, pp 169,371 (2) Musnad Ahmad Ibn Hanbal, on the authority of
Ilyas al-Dhabbi (3) Muruj al-Dhahab, by al-Mas'udi, v4, p321 (4) Majma' al-Zawa'id, by al-Haythami, v9, p107 Ahmad
İbn Hanbal’ın Musnad’ında şunlar kayıtlıdır: “Abu
Tufayl anlatmıştı: Hicretin 35.yılında (656) Ali, halkı Rahbah düzlüğünde
topladı ve orada mevcut, Tanrının Elçisinin Ghadir Khum duyurusunu işitmiş
olan her erkek Müslümandan ayağa kalkıp,
Allahın adına Ghadir Gününde
Peygamberden işittiklerinin tanıklığını yapmasını rica etti. Bunun üzerine otuz
kişi ayağa kalktı ve Peygamberin Ali’nin elinden tutarak kalabalığa doğru,
‘Yaşamları(na önderlik ettiğim) üzerinde büyük yetkiye sahip olduğum bana
inanan herkesin üzerinde Ali en büyük otoriteye (yetkiye) sahiptir. Tanrım, onu
seveni sev ve ona düşmanlık edene düşman ol!’diye seslendi dediler ve tanıklık etti. Abu
Tufayl, Ali’nin Rahbah ovasında, hadislere
itaat etmemiş olan Müslüman kitlelere bıraktığı şeyin , büyük bir
zihinsel kışkırtma ifadesi olduğunu söylemektedir. Bundan dolayı o Zaid İbn
Arqam’ı çağırıp, Ali’den ne işittiğini
sormuş. Zaid de, bizzat kendisi
Peygamberin bu sözleri söylerken dinlediği için hakkında herhangibir
onun hakkında kuşku duymadığını kendisine anlatmıştır.” Sünni
Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmad İbn Hanbal Musnad yapıtında Rahbah yeminini
bir başka tanıkla anlatnayı sürdürmektedir: “Abd
al-Rahman İbn Abu Laylah anlattı: Ali’nin Rahbah ovasında halk yeminini
yönetmesine tanıklık ettim. Ali, ‘Ghadir
gününde Peygamberin ‘ben kimin mevlası isem Ali onunn da mevlasıdır’ sözünü
işitenler Allah rızası için kalkıp tanıklık yapmasını, göz tanığı olmayanların
ise ayağa kalkmamasını rica ediyorum’
dedi.Bunun üzerine Bedr savaşına katılmış oniki
kişi ayağa kalktı. Olay belleğimde hala
tazeliğini koruyor.” Al-Nisa'i
de (Khasa'is, s. 21,103) yukarıda adları geçen
Umayah Ibn Sa'd, Zaid Ibn Yathigh, ve Sa'id Ibn Wahab’ın söylediklerine
benzer bilgiler vermektedir. Ek olarak şu olayı anlatıyor: “
Tanıklardan biri olan Anas ayağa kalkmıyor: Ali, Anas’a ‘Peygamberi Ghadir gününde dinlediğin halde
neden ayağa kalkmadın?’ diye sorduğu zaman o, ‘ya inananların Emiri, çok
yaşlandım, hatırlamıyorum’ yanıdını verdi. Bunun üzerine Ali, ‘eğer gerçeği
kendine saklamak, gizlemek niyetindeysen, Allah seni, türbanınla kapatılmayacak
beyaz bir benekle seni (cüzzamla) damgalasın, dedi. Anas oradan ayrılmadan önce
yüzünde bir kocaman beyaz benek kabardı, cüzzam oldu. Anas ondan sonra, ‘Allahın en doğru kulunun
lanetin altındayım’der dururdu.” Olayla
ilgili başvurulacak diğer Sunni kaynaklar: (1)
Ibn Qutaybah, al-Ma'arif, s.1;özürlüler arasındaki Anas’ın öyküsüne gelince.. (2)
Ahmad Ibn Hanbal, Musnad Vol.1, s.199; yukarıdaki anekdotu şu sözlerlekanıtlar:
“Ali’nin lanetine uğrayan üç kişi dışında herkes ayağa kalktı” (3)
Abu Nu'aym, Hilyatul Awliya,Vol.v5, s.27 II.
d Peygamber’in Ghadir Khum Konuşması ve
bazı diyaloglar
Tanrını
Elçisi dedi ki: “Övgüler
Tanrıya aittir. Biz O’na inanır ve
O’ndan yardım dileriz, O’na güveniriz. Ruhlarımızı kötülükten ve işlerimizi
(amellerimizi) günahlardan korumak için O’na sığınırız. Gerçekten, Tanrının yalnızbaşına bıraktığı
bir kimse için yolgösterici yoktur ve Tanrının yolgöstermiş olduğu bir adamı da hiçkimse yoldan saptıramaz.” “Ey
Ahali! Biliniz ki, birkaç kere Cebrail indi ve bana esirgeyen ve bağışlayan ulu
Tanrıdan bana bir buyruk getirdi; bu yerde durmam ve size bildirmem gerekiyor.
İşte böyle, (Tanrı tarafından) çağrılacağım zaman yaklaşmış görünüyor ve ben bu
çağrıyı yanıtlayacağım.” “Ey Ahali! Allahtan başka Tanrı olmadığı,
Muhammed’in Onun kulu ve Peygamberi
olduğuna; Cennetin ve Cehennemin varlığına; ölümün ve yeniden dirilişin
gerçekliğine tanıklık (şehadet) etmiyor musunuz? Kuşkusuz saati gelecek ve Tanrı
insanları mezarlarından kaldıracak,
bunlara inanmıyor musunuz?” Oradaki
halk hep birlikte “evet, onlara inanıyoruz”diye yanıtladı. Peygamber kalabalığa
sesinin iyi duyulup duyulmadığını sorup olumlu yanıt alınca sürdürdü: “Öyleyse
iyi dinleyiniz! Size paha biçilmez değerde iki emanet bırakıyorum. Eğer onların
her ikisine de yapışırsanız (tutunursanız), benden sonra asla doğru yoldan
sapmayacaksınız. Bunların her biri kendi yüceliği içinde diğerine üstündür. ” Bir
kişi sordu: “Ey Tanrının Elçisi! Nedir o iki paha biçilmez şey?” Muhammed
Peygamber açıkladı: “Onlardan
biri Tanrının kitabı Kuran, diğeri ise soyumu (ıtrat) yürütecek olan
Ehlibeytim, ev halkımdır. Aranızdan ayrıldığım zaman onlara nasıl
davranacağınıza çok dikkat ediniz; zira Ulu Tanrı bana bildirdi ki, bu ikisi
(Kuran ve Ehlibeyt), Cennetteki Kevser Havuzunun başında bana ulaşıncaya dek asla biri
diğerinden ayrı (düşünülmeyecek) olmayacaktır. Tanrının adına size Ehlibeytim
hakkında anımsatma yapıyorum! Tanrının
adına size Ehlibeytim hakkında anımsatma yapıyorum! Tanrının adına size Ehlibeytim hakkında
anımsatma yapıyorum!” “Unutmayınız
ki, ben Cennetteki Kevser Havuzunun başında bulunacak ve size karşı tanıklık
yapacağım. Şu halde benden sonra bu iki değerli şeye nasıl muamele
edeceğiniz-davranacağınız konusunda çok dikkatli olun. Bu iki şeyin önüne
geçmeyiniz, zira mahvolursunuz. Onlardan uzak kalmayınız, zira yine
mahvolursunuz.” “Ey
ahali, ey İslam ümmeti! Bilmezmisiniz ki, sizin üzerinizde kendinizden fazla
benim yetkim (ve hakkım) vardır.” O
büyük halk kitlesi “Evet, ya Resulallah!”diye bağırarak onaylayınca Peygamber
sorusunu genelleştirerk yineledi: “Ben,
inananların üzerinde kendilerinden daha fazla hakka sahip değil miyim?” Kalabalık
yine toptan bağırarak evetledi.
Peygamber, “Ey
burada toplanmış olan halk, dedi, kuşkusuz Tanrı benim efendim ve ben de
bütün inananların efendisiyim.” Bunun
üzerine Ali’nin elini tutup kaldırdı ve halka şunları söyledi Tanrının Elçisi : “Ben
kimin efendisiysem Ali onun da efendisidir.(bunu üç kez yineledi). Tanrım! Onu
sevenleri sev, ona düşman olanlara düşman ol. Ona yardımcı olanlara yardım et.
Onu terkedenleri, ondan ayrılanları sen de terket Tanrım. Ve o herne yana dönse
gerçeği onunla koru (onu gerçeğin ekseni yap).” “Ali
İbn Abu Talib beni kardeşim, mirasçım (vasi), benim ardılım (halef, halife) ve
benden sonra önder (İmam) odur. Bana
göre onun durumu-yakınlığı, Musa’ya göre Harun’un (Aaron) durumuyla aynıdır,
tek fark o benden sonra peygamber olmayacak. Ali, Tanrıdan ve Onun elçisi olan
benden sonra hepinizin efendisi ve önderidir.” “Ey
burada toplanmış halk! Tanrı onu size İmam ve önder seçip tayin etti. Ona
itaat, bütün Muhacirin (Mekkeliler), Ansar (Medineliler) ve doğrulukla onları
izleyenler için ve kentlerde yaşayanlar, göçebeler, Araplar- Arap olmayan,
köle-azatlı, genç- yaşlı, büyük-küçük ve siyah-beyaz herkesin üzerinde bir
görev ve zorunluluktur.” “Onun
buyruklarına itaat edilecektir. Onun sözü bağlayıcı ve onun buyruğu, bir Allaha
inanan herkes için zorunluluktur. Ona itaat etmeyen kimse lanetli, onun
arkasından giden ise kutsanmıştır ve ona inanan gerçek mümindir. Onun
Vilayeti-Veliliği (onun önderliğine inanma) mutlak ve yüce Tanrı tarafından
zorunlu kılınmıştır.” “Ey
Müslüman halk! Kuran’ı inceleyiniz; onun açık ayetleri üzerinde düşünün, ama
kapalı-örtülü (batıni) ayetlerin anlamı üzerinde tahminlerde bulunmayınız. Çünkü, vallahi, o ayetlerin içindeki
uyarıları ve onların anlamlarını ben kendim ve önümdeki elini tutup kaldırdığım
bu adam (Ali) dışında hiçkimse size açıklayamaz.” “Ey
Müslümanlar! Sonuncu kez sizinle bu toplantıda bulunuyorum. Onun için beni iyi
dinleyin; Tanrının buyruğuna boyun eğin ve itaa edin. Gerçek Tanrı sizin
Allahınız ve Efendinizdir! Ondan
sonra Onun Peygamberi, (onu) size
bildiren ben Muhammed sizin efendinizim.
Böylece benden sonra, bu Ali, Tanrının buyruğuna göre sizin efendiniz ve
önderiniz (İmam) olacak. Ali’den sonra ise, Allah ile Peygamberinin buluşacağı
güne (Kıyamete?) kadar benim soyumdan gelen bazı seçilmiş bireyler aracılığıyla
önderlik (İmamlık) sürdürülecektir.” “Biliniz
ki, mutlaka Tanrıyla yüzyüze gelecek ve amelleriniz hakkında sorguya
çekileceksiniz. Sakın benden sonra birbirinizin boyunlarını vurarak kafir
olmayınız! İşte bu söylediklerimin burada bulunmayanlara bildirilmesi, beni
dinleyenlerin üzerinde zorunlu bir görevdir. Çünkü belki de haber
verilen-bilgilendirilen kişi, bu toplantıda bulunan bazılarından onu daha iyi
anlayabilirdi. Şu halde, Tanrının
buyruğunu size iletmiş bulunuyor muyum? Şu halde, Tanrının buyruğunu size
iletmiş bulunuyor muyum? Şu halde, Tanrının buyruğunu size iletmiş bulunuyor
muyum?” Gadirhum’daki
yüzbinin üzerindeki Müslüman topluluk, son soruya her keresinde, “Evet ya
Resullallah (Tanrının Elçisi)” bağrışarak karşılık verdiler. Bunun üzerine
Muhammed Peygamber yüksek sesle, “Ey
Tanrım, tanığım Sensin!” dedi. Peygamber’in
konuşmasının geniş ayrıntıları için kaynaklar: (1)
A'alam al-Wara, s. 132-133 (2) Sibt Ibn al-Jawzi al-Hanafi ,Tadhkirat
al-Khawas al-Ummah, s. 28-33 (3) Noor al-Din al-Halabi, al-Sirah
al-Halabiyyah, Vol.3, s.273 İlk
Halife Seçimindeki Olaylar (Sadece
Ehli Sünnet Kaynaklarından Derlenmiştir)
1-Ebu Cafer Belazuri (Ahmed bin Yahya bin Cabir-i Bağdadi, Ö. 279) Ensab’ül
Eşraf kitabında C.1, S.586’da şöyle
nakletmiştir: “Ebu Bekir Hz. Ali’yi biat için çağırdı; ama o kabul etmedi.
Ömer’i gönderdi; Ömer de evi yakmak için ateş getirdi. Hz. Fatıma (a.s) kapıda
onu görünce; “Ey Hattab’ın oğlu! Evimi yakmak için mi gelmişsin?” diye buyurdu.
Ömer; “Evet! Bu iş (hilafet), babanın getirdiğinden (risaletten) daha
önemlidir.” diye cevap verdi. 2-
Izzuddin bin Ebi’l- Hadid el-Mutezili ve Muhammed bin Cerir-i Taberi şöyle
nakletmişlerdir: Ömer, Useyd bin Hüzeyr, Seleme bin Eslem ve bir grup
toplulukla Ali’nin (a.s) kapısına gittiler. Ömer: “Dışarı çıkın! Çıkmadığınız
takdirde evinizi yakacağım.” diye haykırdı. 3-
Ibn-i Hızabe “Gadır” adlı kitabında Zeyd bin Eslem’den şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Ben, odun toplayıp Ömer’le Fatıma’nın kapısına gidenlerdendim. Ali ve
ashabı biat etmekten sakınmışlardı. Ömer Fatıma’ya dedi ki: “Bu evde kim varsa
dışarı çıkar, aksi takdirde evi ve evde olanları yakarım.” Evde Ali, oğlu Hasan
ve Hüseyin, Fatıma, Beni Haşim ve ashaptan bir grup kimseler vardı. Fatıma
şöyle buyurdu: “Evi ve çocuklarımı yakmak mı istiyorsun?” Ömer; “Evet, Allah’a
and olsun ki, dışarı çıkıp Peygamberin halifesi ile biat etmeleri için bu işi
yapacağım.” 4-
Ibn-i Abdurabbih “Ikd’ul- Ferid” kitabının c. 3, s. 63’ünde şöyle yazmıştır:
Ali (a.s) ve Abbas Fatıma’nın evinde oturmuşlardı. Ebu Bekir Ömer’e dedi ki;
“Git onları biat için buraya getir; gelmekten sakınırlarsa, onlarla savaş.”
Ömer bir ateş alarak evi yakmaya gitti. Fatıma kapıya gelerek şöyle buyurdu:
“Ey Hattab’ın oğlu! Evimizi yakmak için mi geldin? Ömer: “Evet!...” dedi. 5-
Ibn-i Ebi’l- Hadid Mutezili “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 1, s. 134’ünde
“Sakife-i Cevheri” kitabından naklen “Sakife-i Beni Saide” olayını genişçe
nakletmiştir. Kitabında şöyle diyor: Haşimiler Ali (a.s)’ın evinde
toplanmışlardı. Zübeyr de onlarla beraberdi; zira kendisini Haşimilerden
biliyordu. (Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki; Zübeyr sürekli bizimle beraberdi,
ancak çocukları büyüdükten sonra onu bizden ayırdılar.) Ömer
bir grup askerle Fatıma (a.s)’ın evine gitti. Useyd ve Selme de onunla birlikte
idiler. Ömer şöyle dedi: “Dışarı çıkınız! Biat ediniz!” Onlar biat etmekten
çekindiler. Zübeyr kılıcını çekerek dışarı çıktı. Ömer; “Bu köpeği yakalayın!”
dedi. Selme bin Eslem kılıcını alıp duvara vurdu. Bu sırada Ali (a.s)’ı çekerek
zorla Ebu Bekir’e doğru götürdüler. Haşimiler de O Hazretle beraber gelip O’nun
tepkisinin ne olacağına bakıyorlardı. Ali (a.s); “Ben Allah’ın kuluyum,
Resulullah (s.a.a)’in kardeşiyim” diyordu. Ama kimse aldırış etmiyordu. Nihayet
O’nu Ebu Bekir’in yanına götürdüler. Ebu Bekir: “Biat et.” dediğinde Hz.
Ali şöyle buyurdular: “Ben
bu makama daha layığım, ben size biat etmiyorum; sizin bana biat etmeniz
gerekir. Siz, Resulullah’a yakınız diyerek bunu Ensardan kopardınız. Aynı
delille ben de size delil sunuyorum; öyleyse insaflı olun; nasıl ki Ensar size
insaflı davrandı. Allah’tan korkuyorsanız hakkımızı itiraf edin. Eğer böyle
yapmazsanız, bilin ki bana zulüm ediyorsunuz.” Bu
esnada Ömer: “Biat etmedikçe seni bırakmayız.” dedi. Hz.
Ali de şöyle buyurdular: “Birbirinizle
iyi anlaşmışsınız! Bugün ona çalışıyorsun ki, yarın o bu makamı sana döndürsün.
Allah’a ant olsun ki, senin sözünü kabul ederek ona biat etmeyeceğim.” Daha
sonra halka dönerek şöyle buyurdular: “Ey
Muhacirler topluluğu! Allah’tan korkun! Allah’ın Muhammed (s.a.a) ailesine
verdiği saltanatı onlardan çıkarmayın; onları kendi hak ve makamlarından
uzaklaştırmayın; sizin aranızda Allah’ın kitabını ve Resulullah’ın sünnetini
bizden daha iyi bilen ve dini tam manasıyla kavrayan bir kimse yoktur. Allah’a
and olsun ki, bunların hepsi bizdedir. Öyleyse nefsinize uyarak haktan
uzaklaşmayın.” Bu
sırada Ali (a.s) biat etmeden eve döndü. Hz. Fatıma (a.s) hayatta olduğu
müddetçe evinde kalarak biat etmedi. Ama O’nun vefatından sonra biat etmek
zorunda kaldı. 6-
Dinever kentinde resmen kadılık yapmış ve H. 276’da vefat etmiş olan Ebu
Muhammed bin Müslim bin Kuteybe bin Amr el-Bahili ed-Dineveri “Tarih-i Hulefa
Raşidin ve Devlet-i Emevi” (el-Imamet-u ve’s- Siyase diye meşhurdur) kitabının
c. 1, s. 13’ünde Sakife olayını genişçe açıklamış ve şu ibareyle konuya
girmiştir: “Ebu
Bekir ashaptan bir grubun biat etmediğini ve Ali’nin (k.v) evinde
toplandıklarını öğrenince, Ömer’den onların biat etmeleri için dışarı
çıkarılmasını istedi. Ama onlar dışarı çıkmaktan çekindiler. Ömer onların bu
hareketini görünce odun toplattırıp şöyle dedi: “Ömer’in canı elinde olan
Allah’a and olsun ki, ya dışarı çıkacaksınız veya evi içindekilerle birlikte
yakacağım.” Halk
dedi ki: “Ey Eba Hafs (Ömer’in künyesi)! Resulullah’ın kızı Fatıma (a.s) da bu
evdedir!” Ömer;
“O olsa dahi, evi yakacağım!” dedi. Bu
sırada evdekiler dışarı çıkıp biat ettiler. Ama Ali biat etmekten çekinerek
şöyle dedi: “Ben
Kur’ân’ı toplamadıkça dışarı çıkmayacağıma ve dışarı elbisesi giymeyeceğime
dair yemin etmişim.” Ömer
yine de kabul etmedi. Ancak Hz. Fatıma (a.s)’ın ağlamaları, halkın da kınaması
üzerine Ömer Ebu Bekir’in yanına geri dönüp Hz. Ali’den biat alması için Ebu
Bekir’i tahrik etti. Ebu Bekir birkaç kez Kunfuz’u Ali (a.s)’ın kapısına
gönderdi ama her defasında olumsuz cevap aldı. Sonunda Ömer bir grup cemaatla
birlikte Fatıma (a.s)’ın evine gelip kapıyı çaldılar. Fatıma (a.s) onların
sesini duyunca yüksek bir sesle ağlayarak şöyle figan etti: “Babacığım!
Ya Resulellah! Senden sonra Ömer bin Hattap ve Ebu Bekir bin Ebu Kuhafe’den
nedir çektiklerimiz!” Halk
Fatıma (a.s)’ın ağlama ve figanını duyunca ağlayarak geri döndüler. Ama Ömer
birkaç kişiyle kaldı ve zorla Ali (a.s)’ı Ebu Bekir’in yanına götürerek; Hadi
Ebu Bekir’e biat et” dediler. Hz. Ali (a.s): “Biat etmesem ne yapacaksınız”
buyurduğunda dediler ki: Bu durumda Allah’a and olsun ki boynunu vururuz.” Hz.
Ali (a.s): “Allah’ın kulu ve Resulullah’ın kardeşini mi öldüreceksiniz?” buyurduğunda
Ömer; “Sen Resulullah’ın kardeşi değilsin!” dedi. Ebu
Bekir onun bu sözleri karşısında sessiz durup hiçbir şey söylemiyordu. Ömer Ebu
Bekir’e dönerek; “Bütün bu işleri senin emrinle yapmıyor muyuz? dedi. Ebu Bekir
de: “Fatıma olduğu müddetçe onu zorlamayacağız.” dedi. Emir’ul-
Muminin Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)’in kabrine vararak ağlar bir halde,
Harun’un kardeşi Musa’ya dediklerini Hz. Peygamber’e arz etti. Allah Teala
Kur’an’da Harun’un Musa’ya şöyle dediğini nakletmiştir: “Annem
oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi ve neredeyse beni
öldüreceklerdi.” Dineveri
olayı genişçe anlattıktan sonra şöyle diyor: Ali (a.s) biat etmeyerek evine
geri döndü. Daha sonra Ebu Bekir ve Ömer Hz. Fatıma’nın rızasını elde etmek
için O’nun evine gittiler. Fatıma (a.s) onlara şöyle buyurdu: “Allah
tanık olsun ki, sizin ikiniz beni incittiniz; babama kavuşuncaya dek her
namazda size beddua edeceğim; sizi babama şikayet edeceğim.” 7-
Ahmed bin Abdulaziz Cevheri [2] “Sakife” kitabında (nitekim Ibn-i Ebi’l- Hadid
de “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 2, s. 49’unda ondan nakletmiştir) Ebu’l-
Esved’e istinaden şöyle demiştir: “Ashap
ve Muhacirlerden bir grup, Ebu Bekir’in biati hususunda onlarla istişare
edilmediğinden dolayı sinirlenerek biat etmediler, Ali ve Zübeyr de
sinirlenerek biat etmeyip Fatıma’nın evine gittiler. Bu sırada Ömer, Useyd bin
Huzeyr, Selme bin Selame (ki her ikisi de Beni Abduleşhel kabilelerindendiler)
ve bir grup halkla birlikte Fatıma’nın evine baskın yaptılar. Fatıma (a.s) her
ne kadar ağladı, sızladı ve rica ettiyse de fayda etmedi. Ali (a.s) ile
Zübeyr’in kılıçlarını alarak duvara vurup kırdılar ve zorla onları biat için
Mescid-i Nebi’ye götürdüler!” 8-
Yine Cevheri Selme bin Abdurrahman’dan rivayet etmiştir ki: Ebu Bekir kürsüye
oturduğunda, Ali, Zübeyr ve Haşimilerden bir grup kimsenin Fatıma (a.s)’ın
evinde toplandıklarını duydu. Bunun üzerine Ömer’i onları getirmesi için
gönderdi. Ömer, Fatıma’nın kapısına giderek; “Dışarı çıkınız, aksi takdirde
Allah’a and olsun ki; evi sizinle yakacağım.” dedi. 9-
Yine Cevheri, Ibn-i Ebi’l- Hadid’in “Nehc’ul- Belağa Şerhi” c. 2, s. 19’da
yazdığına göre, Şa’bi’ye istinaden şöyle nakletmiştir: “Ebu
Bekir, Haşimilerin Ali’nin evinde toplandıklarını öğrenince Ömer’e; “Halid
nerededir?” diye sordu. Ömer de; “Buradadır” dedi. Ebu Bekir; “Öyleyse gidin
Ali ve Zübeyr’i biat etmeleri için dışarı çıkarın.” dedi. Ömer
ve Halid Fatıma’nın evine gittiler. Ömer içeri girdi, Halid de kapıda
bekliyordu. Ömer Zübeyr’in elinde kılıcı görünce, “Bu kılıç nedir?” diye sordu.
Zübeyr de cevaben; “Bunu Ali’ye biat etmek için hazırlamışım” dedi. Ömer
Zübeyr’in kılıcını çekip elinden alarak orada buluna taşa vurup kırdı. Sonra
Zübeyr’in yakasından tutup çekerek dışarı çıkardı ve Halid’e teslim edip tekrar
eve döndü. Evde Mikdad ve Beni Haşim gibi birçok kimseler vardı. Ali’ye; “Kalk
gidelim Ebu Bekir’e biat et” dedi. Ali (a.s) gitmekten çekindi. Bundan dolayı
Hz. Ali’nin elinden tutup O’nu çekmeye başladı. Nihayet O Hazreti de Halid’e
teslim etti. Sokakta Halid’le birlikte birçok kimseler de vardı; Ebu Bekir
onları Ömer’e yardım etmeleri için göndermişti. Nihayet
Ömer ve Halid Ali’yi çekerek zorla götürüyorlardı; halk da sokaklara dolup
seyrediyorlardı. Hz. Fatıma Ömer’in hareketlerini görünce, kendisine başsağlığı
ve tesliyet için gelen kadınlarla beraber dışarı döküldüler. Ömer’in
yaptıklarını görünce, figan ve feryat edip yüksek sesle ağlamaya başladılar.
Ebu Bekir’in yanına vardıklarında, Hz. Fatıma (a.s), Ebu Bekir’e hitaben sert
bir şekilde şöyle buyurdu: “Resulullah’tan
sonra O’nun Ehl-i Beyt’inin evine iyi baskın yaptınız! Allah’a and olsun ki,
Allah’a kavuşana dek Ömer’le konuşmayacağım.” [3] 10-
Yıllarca Hanefi mezhebinin Halep’te kadılığını yapan ve H. 815’de vefat eden
Ebu Velid Muhibbuddin Muhammed bin Muhammed bin eş-Şahne el-Hanefi “Ravzat’ul-
Menazır Fi Ahbar’il- Avail’i ve’l- Evahır” adlı tarihinde, Sakife olayını açıklarken
ateş ve yakma meselesini şöyle anlatıyor: Ömer Ali’nin (a.s) evini ve
içindekileri yakmak için geldi; Fatıma’yla karşılaşınca dedi ki: “Ümmetin dahil
olduğu şeye, siz de dahil olun...”[5] 11-
Taberi kendi tarihinin c. 2, s. 443’ünde, Ziyad bin Kuleyb’den şöyle
naklediyor: Talha, Zübeyr ve Muhacirlerden bir grup Ali’nin evindeydiler. Ömer
bin Hattap gelerek şöyle dedi: “Biat için dışarı çıkın; aksi takdirde hepinizi
yakarım.” 12-
Taberi kendi tarihinde C.3, S.203’te şöyle nakletmiştir: Ömer ateş ve odun
istedi. Sonra dedi ki: “Ya biat için çıkarsınız, yoksa içindekilerle beraber
(evi) yakarım. Ona dediler ki: “Ama bu evde Fatıma vardır” Dedi ki: “Fatıma da
olsa” 13-
Meşhur Tarihçi Ibn-i Şahne Ibn-i Esir’in “Kamil” kitabının haşiyesinde (c. 11,
s. 112’de), Sakife olayını anlatırken şöyle yazmıştır: Beni
Haşim ve ashaptan bazıları örneğin: Zübeyr, Utbe bin Ebu Leheb, Halid bin Said
bin As, Miktad bin Esved-i Kendi, Selman-i Farisi, Ebuzer-i Gifari, Ammar bin
Yasir, Bura bin Azib, Ubey bin Ka’b, Ebu Bekir’e biat etmekten çekinerek Ali’ye
meyilleri olduğu için O’nun evinde toplanmışlardı. Ömer bin Hattap, evde
olanları yakmak için geldi; kapıda Hz. Fatıma’yla karşılaşınca dedi ki: “Halkın
girdiği şeye siz de girin.” (Yani siz de biat edenler gibi biat edin.) Tanınmış
ünlü şair ve sünni alimlerinden biri olan Hafız Ibrahim Mısri Ömer’iyye
kasidesinde halife Ömer’i medh ederek şöyle demiştir: Bir
söz söyledi Ömer Ali’ye, Onu,
dinleyene duyur ve söyleyenini büyült Biat
etmesen yakarım evini, bir kimse bırakmam orada; O
evde Mustafa’nın kızı olsa da. Bunu
Ebu Hafs’tan (Ömer’den) başkası söyleyemez; Adnan
kabilesinin kahraman ve himayecisi olan Ali’ye. Ehl-i
Sünnet âlimlerinden Ibn-i Kuteybe El-Imâmet-u Ves-Siyâse kitabının Ali'nin
Biatının Keyfiyeti bölümünde şu bilgilere yer vermiştir: Ebu Bekir bir ara
biatten kaçınıp Ali'nin evine toplananları aradı ve Ömer'i onların peşine
gönderdi. Ömer Ali'nin kapısına gelerek onlara seslendi; dışarıya çıkmaktan
çekinince odun getirmelerini istedi ve onlara şöyle bağırdı: 'Ömer'in canını
elinde tutana (Allah'a) andolsun ki dışarıya çıkarsınız ya da evi içindekilerle
birlikte yakacağım.' 'Ey Ebâ Hafs (Ömer), bu evin içerisinde Fâtıma vardır'
dediklerinde 'Farketmez' diye cevap verdi... (Bu
olayı diğer bir çok Sünnî kaynağı da nakletmiştir; örneğin şu kaynaklara
bakılabilir: Kenz-ül Ummâl, C.3, S.139, Er-Riyâz-ün Nazire, C.1. S.218,
Tarih-ül Hamis, C.2, S.169, Ensâb-ül Eşrâf, C.1, S.586, Tarih-i Yakubî, C.2,
S.126, Müruc-üz Zeheb, C.2, S.100, Şerh-i Nehc-ül Belâğa Ibn-i Eb-il Hadid),
C.1, S.134. ) Ibn-i
Kuteybe El-Imâmet-u Ves-Siyâse kitabının Ali'nin Biatının Keyfiyeti bölümünde
bir diğer yerinde şöyle nakletmektedir: Ömer Ebu Bekir'e Şöyle dedi: 'Hadi kalk
Fatıma'ya gidelim; biz onu gazaplandırdık.' Birlikte Fatıma'ya gelip görüşmek
için izin istediler; fakat Hz. Fâtıma izin vermedi; bu sefer Hz. Ali'ye
geldiler; o da onları Fâtıma'nın yanına götürdü; yanında oturduklarında Hz.
Fâtıma yüzünü duvara doğru çevirdi; selam verdiler; cevaplarını vermedi...Sonra
Hz. Fâtıma onlara hitap ederek şöyle konuştu: 'Size Resulullah'tan bir hadis
nakledersem tasdik eder misiniz?' Evet dediler; şöyle devem etti: 'Sizi Allah'a
ant verdiriyorum, Peygamber'den benim hakkımda 'Fâtıma'nın rızası benim
rızamdır; Fâtıma'nın gazabı benim gazabımdır; kim benim kızımı severse beni
sevmiştir; kim Fâtıma'yı hoşnut ederse beni hoşnut etmiştir; kim onu
gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur' buyurduğunu duydunuz mu? Onlar da
evet duyduk cevabını verince Hz. Fâtıma şöyle dedi: 'Allah ve melekleri şâhid
olsunlar ki siz ikiniz beni gazaplandırdınız ve hoşnut etmediniz. Peygamber'in
yanına vardığımda mutlaka sizi şikayet edeceğim.' Bunun üzerine Ebu Bekir
ağlayarak 'Allah'ın ve senin gazabından Allah'a sığınırım' deyince, Hz. Fâtıma
şu cevabı verdi: 'Allah'a andolsun ki kıldığım her namazın ardından sana beddua
edeceğim... Hz.
Fatıma (sa)’nın Muhsin’i Düşürmesi Rivayetleri 1-
Ebu’l- Hasan bin Ali bin Hüseyin el-Mes’udi (Ö.H.347) “Müruc-uz Zeheb” ile
“Isbat’ul Vasiyya li Ali bin Ebi Talib” S.124 adlı eserlerinde Sakife günü olaylarını genişçe naklederek
şöyle diyor: “...Derken Hz. Ali’ye saldırdılar; O’nun evinin kapısını yaktılar
ve evde bulunanları zorla çıkardılar ve hanımlar efendisi Fatıma’yı ise kapı
ile duvar arasında sıkıştırdılar; bu esnada Muhsin adlı çocuğunu düşürdü.” 2-
Selahattin Halil bin Ebik es-Sıfdi “Vafi bil Vefeyat” adlı eserinde C.6,
S.76’da, Elif harfli isimler listesinde Ibrahim bin Seyyar bin Hani
el-Basri’nin (Nezzam-ı Mutezili diye meşhurdur) söz ve inançlarını naklederken
onun şöyle dediğini yazar: “Ömer, biat günü Fatıma (a.s)’ın karnına vurdu,
Fatıma (a.s) bu darbe neticesinde Muhsin adındaki çocuğunu düşürdü.” (I’lamü
Inni Fatima C.8, S.715) 3-
Şehristani “el-Milel ven-Nihel” C.1, S.57’de şöyle nakletmiştir: “Ömer, biat
günü Fatıma (a.s)’ın karnına vurdu, bunun sonucunda karnındaki cenini düşürdü.
Ve şöyle bağırmıştı: “Onun evini içindekilerle beraber yakın” Evde ise “Ali,
Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den başka kimse yoktu” (Selahattin Halil bin Ebik
es-Sıfdi “El Vafi vel-Vefayat C.6, S.17) 4-
Ibni Hacer el-Askalani “Lisan’ül Mizan” adlı kitabında C.1, S.268’de şöyle
nakletmiştir: Ömer, Fatıma’nın karnına vurdu, ve Muhsin’i düşürdü. (ez-Zehebi
“Mizan’ul Itidal” kitabı C.1, S.139) 5-
Ibn-i Ebi’l- Hadid’in “Nehc’ul- Belağa Şerhi” adlı kitabının c. 3, s. 351’de
şöyle diyor: Mutezile şeyhlerinin büyüklerinden olan üstadım Ebu Cafer’e;
“Hebbar bin Esved’in süngü ile Hz. Resulullah’ın kızı Zeyneb’in tahtırevanına
saldırdığında, Zeyneb’in korkudan çocuk düşürdüğü haberi Resulullah’a ulaştığında
Resulullah (s.a.a) Hebbar’ın kanını mubah kıldı.” dedim. Ebu Cafer bu söze
karşılık; “Eğer Resulullah (s.a.a) hayatta olsaydı, Fatıma’yı korkutarak O’nun
çocuğunun düşmesine sebep olan şahısın da kanını mubah kılardı.” dedi. Mesudi
Resulullah (saa)’den sonra gelişen olayları şöyle nakletmiştir: Emir’ül
Müminin Hz. Ali, Resulullah (saa)’ın terbiyesi altında büyüdü ve Resulullah
peygamberliğini ızhar etmeden iki yıl hep beraber namaz kılmıştı. Sonra
Resulullah (saa) hayatı boyunca kendi nefsinin ilmini ve terbiyesini aktardı ve
peygamberliğinin zuhurundan sonra da önceden belirttiğimiz gibi Gadir-i Hum
gününde ve başka meşhur olan hadislerle Emir’ül Müminin Ali, Allah'ın emriyle
müminlere Resulullah’tan sonra başkan oldu. Ona karşı ancak münafıklar karşı
çıkıp, kendi nefislerine Allah'ın seçmediği birini (Ebu Bekir) seçip, onu
kendilerine başkan ve dünya önderi kıldılar. Rivayet edilir ki, Resulullah
(saa) vefat ettikten sonra Abbas, Emir’ül Müminin Ali’nin yanına gelip dedi ki:
“Elini uzat da sana biat edeyim” Buna karşılık Emir’ül Müminin şöyle buyurdu:
“Bu hilafeti bizden başkası kendisine kim ister ve kime bizden daha
müstehaktır?” Sonra insanların bazıları yine aynı şeyi teklif ettiler, fakat
Emir'ül Mümimin Ali bu tekliflerini reddetti. Muhacir ve Ansar birbirine
dediler ki: “Bizden bir başkan ve sizden de bir başkan” Muhacirlerden de
bazıları dediler ki: “Resulullah (saa)’ın şöyle buyurduğunu duyduk: ‘Hilafet
Kureyş’tedir.” Bunu duyan Ansar topluluğu hilafeti Kureyş’e teslim etti.
Topluluğun içinde bulunan Ansarın büyüklerinden Sad bin Ubade’nin karnına
vurdular. Sonra bu kargaşanın içinde Ömer bin Hattap, Ebu Bekir’in elini tutup
ona beyat etti. Ondan sonra da kalpleri mal ile islama sevdirilmiş insanlar ve
başkaları da Ebu Bekir’e beyat ettiler. Emir'ül Mümimin Ali ise Resulullah
(saa)’ı o anda yıkayıp, tekfin ve techiz işinden sonra, beyat haberi ona
yetişti. Emir'ül Mümimin Ali, Haşim oğullarından ve ashabının bazılarıyla
Resulullah’ın cenaze namazını kıldılar, onların içinde Selman, Ebu Zer, Mikdad,
Ammar bin Yasir, Huzeyfe ve Ubey bin
Ka’b vardı ki hepsi kırk adama yakındılar. Emir'ül Mümimin Ali bu durumu (beyat
işini) haber edindikten sonra şöyle buyurdu: “Şayet imamlık hakkı sadece
Kureyş’e ait ise, Kureyş’in içinde imamete benden daha yakın haklı biri yoktur.
Imamet Kureyş’in ise Ansar topluluğuna böylece hiçbir hak kalmıyor.” Bunun
üzerine ashabı ile evine çekildi. Sonra Kuran’ı bir araya toplayıp insanların
arasına (Ebu Bekir ve adamlarının olduğu yere) gitti ve onlara şöyle buyurdu: “Resulullah
(saa)’ın bana vasiyet edip, emrettiği gibi Allah'ın kitab(Diyanet Makt.:
(Diyanet Makt.:ını indiği gibi sizler için bir araya topladım. Orada duranların
bazıları dediler ki: “Kitabı buraya bırak ve buradan uzaklaş” Bunun üzerine
Emir'ül Mümimin Ali şöyle buyurdu: “Resulullah (saa) sizlere şöyle buyurmuştu:
‘Aranızda paha biçilmez iki değerli halife bırakıyorum: Biri Allah'ın kitabı ve
Ehl-i Beyt’im, bunların ikisi kevser havuzunun kıyısına varana dek birbirinden
asla ayrılmazlar.’ Sizler diyorsunuz ki: ‘Kuran’ı bırak ve git’ şayet Kuran’ı
kabul ediyorsanız beni de kabul ediniz ki, sizlere onun içindeki Allah'ın
hükümleriyle hükmedeyim.” Orada bulunanlar dediler ki: “Sana ve getirmiş
olduğun kitaba ihtiyacımız yoktur. Kitabı beraberinde al ki, ikiniz
birbirinizden ayrılmayasınız.” Bunu onlardan duyan Emir'ül Mümimin Ali, şiası
(yandaşları) ile Resulullah (saa)’ın ona ahdettiği gibi evine çekildi. Sonra
onlar (Ebu Bekir ve adamları) onun evine kadar geldiler, onun üzerine hücum
edip, evi yaktılar ve onu zor ile dışarı çıkardılar. Bu esnada kadınların ulusu
olan Hz. Fatıma’yı kapının arkasına sıkıştırıp, hamile olduğu Muhsin’i
düşürmesine sebep oldular. Sonra onu zorla beyat ettirmek istediklerinde,
Emir'ül Mümimin Ali beyat etmedi. Elini zor ile tutmaya çalıştıklarında buna
güçleri yetmedi. Emir'ül Mümimin Ali bu olaylardan birkaç gün sonra o
adamlardan birine (Ebu Bekir’e) rastladığında ona dedi ki: “Resulullah (saa)’ın
bana olan vasiyetini unuttun mu? Ister misin ki, seni Resulullah (saa) ile
buluşturayım da sana bir daha emir verip nehyetsin?” o adam (Ebu Bekir) dedi
ki: “Evet” Bunun üzerine onunla Kuba mescidine gittiler. O adam baktı ki,
Resulullah (saa) mescidin içinde oturuyor
ve ona (Ebu Bekir’e) şöyle hitap ediyor: “Ey filan (Ebu Bekir)! Bu yaptığınız
ile mi bana söz vermiştiniz? Halbu ki siz halifeliği Ali’ye vereceğinizi ve
onun Müminlerin Emiri olarak kabul etmemiş miydiniz?” o adam bunu Resulullah
(saa)’tan bizzat bir daha duyunca hemen geri dönüp, halifeliği alânen Emir'ül
Mümimin Ali’ye azimet etti. Fakat yolda giderken arkadaşına (Ömer’e) rastladı,
arkadaşı onun ne yapmak istediğini bildiğinde ona dedi ki: “Bunun büyük bir
sihir olduğunu görmüyor musun ki, bu Haşim oğullarının işidir. Hatırlar mısın
ki, bir zaman ikimiz onunla (Resulullah’la) beraber idik, hacetini gidermek
için iki ağacın birbirine kaynaşıp ona perde olmalarını emretmişti. Sonra
hacetinden fariğ olunca ağaçların birbirinden ayrılmasını emretmişti ve onlar
ayrılmışlardı. Bunu duyan arkadaşı (Ebu Bekir) dedi ki: “Evet, dediğin gibi
bana da onunla beraber mağaraya girdiğimde, yüzüme elini sürdü ve bunun üzerine
bana denizi gösterdi ve hatta Cafer ve ashabının geminin içinde denizde
olduklarını göstermişti.” Bu konuşmadan sonra ikisi (Ebu Bekir ve Ömer) Emir'ül
Mümimin Ali’yi öldürmeye karar verdiler. Bu işi de Halid bin Velid’e vermeye
birbirleriyle sözleştiler. Bu sözleşmeden haberdar olan Esma bint Amis (Ebu
Bekir’in eşi) Emir'ül Mümimin Ali’ye cariyesiyle haber gönderip, onu öldürmeye
sözleştiklerini bildirdi. Bunu duyan Emir'ül Mümimin Ali, kılıcını kuşanıp
dışarı mescide gitti. Onlar (Ebu Bekir ve Ömer) Halid’e verdikleri talimata
göre imam selam verdiğinde kendisi Emir'ül Mümimin Ali’yi arka taraftan önceden
zehir ile sürüp hazırladığı kılıç ile vuracaktı. Fakat imamları (Ebu Bekir)
selam vermeden şöyle dedi: “Halit bizim ona emretmiş olduğumuz işi yapmasın!” (Ali
bin Hüseyn el-Mesûdi “Isbât el-Vasiyya li Ali bin Ebi Tâlib” S.109-111 Seyyid
Murtada Yayını M.1902 Tahran Bas.; Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i
Resulullâh” S.503-505) Islam
Meşhurları Ansiklopedisi C.2, S.1306’da şöyle yazılmıştır: “Ebul Hüseyn Ali bin
Hüseyn bin Ali, Islâm tarihçilerinin en büyüklerindendir.” Aişe
dedi ki: Hz. Fatma, Ebu Bekre bir risale yazıp babası Hz.
Fatma öldüğünde vasiyeti gereğince Ebu Bekir ve Ömer Hz.
Peygamber Buyuruyor ki: “Fatıma benden bir parçadır, onu Hz.
Peygamber Buyuruyor ki: “Allahu Teala Fatıma’nın gazabına
III.
Ghadir Khum’un Batıni Yorumu İsmaili
Aleviliği yaratılış kuramına göre, onsekiz bin aleme, yedi bin yıllık dönemlerden
oluşan 360 000 yıllık büyük devir ya da dönüşüm biçim kazandırdı. Bu her
7000 yıllık devirde bazı küçük ve sonunda da bir büyük Kıyamet/Yeniden Diriliş vardır. Son 7000
yıllık dönem esnasında, Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed gibi altı
natık (konuşan, yasa koyan, şeriat getiren) geldi. Her büyük devir yeni bir
dinin gelişiyle başladı. Başlangıçta insanlık üzerinde büyük etki yapan din, zamanın geçmesiyle özgün gücünü
kaybetti. Sonuç olarak özgünlüğünü elde tutmak, korumak ve daha sonra bu gücü
geliştirmek için yeni bir sistem onun
yerini alıyordu. Her natık kendi çağı için bir şeriat (dinsel yasalar)
vazetmekte ve bir asas ataması yapmaktadır. Asas,
gizli bilginin-ilmin (ilmi-i batin) temelini atar ve yalnız gerçek ianananlar
arasında gizli bilginin (batın ilminin)
yayılmasını örgütleyen bu kişiye ayrıca Nass, Vasi ya da Kaim de denilirdi. Asas, batıni öğretiler
temelinde davayı harekete geçiren, uyaran, teşvik eden İmamlar zinciriyle südürüldü. Bir
natık’ın çağı (dawr,devir) altı dönemi
kapsar ve yedinci dönemde, ya eskisinin yanısıra duran ya da onu
görüntüsünü-tezahürünü geçersiz sayan,
yani onu iptal ederek (tatil al-shariah) diğer bir şeriat ilan eden bir başka natık -ortaya çıkar. Ve o gizli
sırlar (asrar’ı- batıni) zemini üzerinde yeni bir yorum getirir. Muhammed
Peygamber’den önce beş natık geldi ve her natık bir öncekinin şeriatını iptal
etti. Bu
çağ ile Muhammed, damadı Ali’yi kendisine vasi-kaim tayin eden altıncı natık
olarak görünür. Ondan sonra Peygamber’in çağını kapanışa taşıyan altı İmam birbirini izledi. Yedinci İmam Muhammed bin
İsmail, yeni yedili grup içinde yedinci natık oldu.Bundan sonraki yedili grubun
yedincisi İmam Hasan Zikr’his Selam 1166 yılında Alamut Kıyamet (Yeniden
Diriliş) Çağrısı’yla İmam’un Natık ve Kaimu’l Kıyamat oldu. Alamut Kıyamet’i
360 bin yıllık büyük döngünün ya da dairenin tam yarısı ve Orta Büyüklükte
Kıyamet sayılmaktadır. Bukuramsal inaç bağlamında Muhammed’in Ali’yi kendisine ardıl yaptığı Ghadir Khum
günü, altıncı al-Rasulu’n Natık olarak o
Kıyamet’in (Yeniden Dirilişi) duyurusunu yapıp Ali’yi Kıyamet’in Kaimi ve
İmamu’n Natık atamış oluyordu. Aşağıda
Nasiruddin Tusi’nin (1201-1274), 1256 yılından önce yazmış olduğu İsmaili inanç
ve ilkelerini, felsefesini anlatan Rawdat al-Taslim’in(Teslimiyetin Bahçesi)
Fransızca çevirisinden türkçeleştirdiğimiz, Ghadir Khum olayının batıni
yorumunun daha iyi anlaşılması için bu kısa girişi yapmak gereksinimi duyduk.
Çünkü burada Kıyamet ya da Yeniden Diriliş kavramı, dinlerdeki ortak inanç olan
“ölülerin Tanrının buyruğuyla dirilip mahşer meydanında toplanarak hesap verme
günü” anlamında değildir ve onunla da ilgisi yoktur. Mecazi anlamda yeniden
diriliş; bir uyanış-ortaya çıkış ve canlanmayı sağlayacak yeni bir dönemin
başlaması, daha doğrusu yeni dönemin kendisidir.. III.
a Kıyamet Kaimi’nin Duyurusu “Batıni
yorum (tavil) ustaları, yer ve göğün yaratıldığı süre olarak Kuran’ın sözünü
ettiği o altı günün, gönderilmiş altı Peygamberin dönemlerini simgelediğini
belirtmişlerdir. Her çağ ya da dönem bir günü ve her gün de bin yılın
karşılığıdır: ‘Kuşkusuz,
Tanrının bir günü sizin sayışınıza göre bin yıl gibidir.’(Kur’an 22,47) “Gökyüzü,
dinin zahiri cismani-bedensel buyruklarını; yeryüzü ise dinin batıni ve ruhsal
öğretilerini simgeler. Bu demektir ki, dinin zahiri(dışsal) ve cismani
buyrukları, aynı zamanda batıni (içsel) ve ruhsal öğretileri bu altı
Peygamberin çağları boyunca tam bütünlük kazandı. Yine aynı şekilde batıni
(içsel, ruhsal) yorum (tavil) ustaları bildirmişlerdir ki: Adem zahirin, yani
dinin açık yasa ve buyruklarının tek emanetçisi yapıldı, Nuh ise sadece (dinin)
gizli anlamlarının (batıniliğin) taşıyıcısı oldu, oysa İbrahim peygamber zahiri
ve batını, yani dinin açık ve gizli öğretilerini ikisini de birleştirilmiş
olarak aldı. Musa yalnız dinin batıni
yorumunun emanetçisi olurken, Muhammed
açık (zahiri) tanrısal buyruklarla (vahy), gizli-ruhsal (batıni)
anlamlarıyla birlikte, her ikisini birleşmiş olarak aldı.” “-Barış
onun üzerine olsun- Muhammed’in çağı, Yeniden Dirilişin (Kıyametin) başlangıcı
olduysa da(bile), bizzat yaratıcısı olduğu Yeniden Diriliş (Kıyamet) –barış
onun zikrine olsun- İmamın eseriydi. Adem döneminden beri Muhammed’inkine değin
Peygamberler, gizli ya da açık olarak kendi zamanlarına uyan İmamı duyurdu ve
ondan iyi haberler verdilerse de, buna rağmen, hiçbir Peygamber -barış onun
söylemine olsun- İmamı daha açık ve daha kesin bir biçimde belli etmedi; bunu sadece Peygamberler Mühürü
(Muhammed) yaptı: ‘Eğer
yeryüzü sadece bir tek saat bile İmamdan
yoksun kalsaydı, bütün sakinleriyle birlikte mahvolurdu.’ Sonra şu hadisi söyledi: ‘Kendi
zamanının İmamını tanımadan ölen kimsenin ölüsü kafirlerinkine benzer.’ “Peygamberin
-Barış üzerine olsun- (Ghadir Khum İ.K.) çağrısı- duyurusu, başlangıca uygun ve
Hak tarafından zamanın Hakk’ın savunucusunu (Ali’yi) tanı(t)mak olan bir
buyruktur. Bu çağrıda ayrıca, orta
zamana uygun ve Hakk’ın savunucusu (Muhammed) ve Hakk’ın (kendisi) tarafından
Hakkı savunanı (Ali’yi) tanıtan bir buyruk vardır. Son olarak, Hakkı savunan
(Muhammed) tarafından Hakkı
tanı(t)matmaya dair çağın sonuna özgü bir buyruk daha vardır. Bu üç buyruk
şöyle açınım kazanır ve iyice
belirginleşir: ‘Hakkı,
onun topluluğunun bilgisi aracılığyla tanı. Ali Hak ile birlikte, Hak Ali’yle
birliktedir. Hakkı, açığa çıktığı orada onunla (mazharı olan Ali ile İ.K.)
tanı.” “Başlangıç
dönemi, orta ve son dönem! Yine Muhammed diyor ki:
‘Ademdaha su ile toprak arasındayken ben Peygamber idim.’Başlangıçta düşüncenin sonda ise eylemin(işin) geldiğini bu gerçeklikte söyleyen odur. Başka bir deyişle, başlangıçta hedef olan (şey), sonunda ve mükemmel (olarak) zuhur edecektir. İşte Muhammed’in niçin diğer bütün peygamberlerde bir ön-üstünlüğü ve soyluluk derecesi ya da sırasına gelince bir önceliğe mazhar olması gerektiği (buradadır). Öyleyse, Adem’den itibaren İsa’ya –barış onun üzerine olsun- kadar bütün Peygamberlerin (getirdiği) dinsel yasaların (Şeriatlarının) mükemmeli olan onunkidir, her ne kadar onun bedensel varlığı bütün Peygamberlerinkinden daha sonra olsa da! Bu anlam çerçevesinde
Muhammed-barışonun üzerine olsun- şunları buyurmaktadır:
‘Ben(Tanrı) Sözlerinin (birleştirilmiş) toplamıyla birlikte gönderildim” Yani:
İşte benim taşıyıp getirdiğim bütün sözler! (Nasiruddin Tusi’nin açıklamasına göre
Kuran gösteriliyor İ.K.) ‘Ben
sizin olan bu dünyanın iyiliği ve sizin olacak olan öbür dünyanın selameti için
gönderildim.’ Ve: ‘
Ben size ve bana yapılacakları-olacakları bilmem.’Yani: Yeniden Diriliş
(Kıyamet) gününde sizin gibi bana da olacakları bilmem ben.” “O
zaman (Ghadir günü İ.K.) Vasilik (yerine vekillik, ardıllık İ.K.) görevinin, bu tanrısal makam içinde,
Efendimiz Ali’ye –barış onun zikrine
olsun-devretmesiyle ilgili olan şu Kur’an ayeti indirildi: ‘Ey
Resulullah (Tanrının Elçisi)! Sana Tanrın tarafından indirilen bildirimi yap
(tebliğ et) ve eğer bunu yapmazsan, Tanrı elçiliği görevini yapmamış
olursun’(Kuran 5, 67) Tanrı
buyruğu şu anlama gelmektedir: Bu konuya dair sana duyurduğumuz haberi hemen
ver ver ve eğer bunu yapmazsan vermezsen
sen peygamber olmayacaksın.” “Bunun
üzerine Muhammed –barış onun üzerine olsun- kendi Peygamberlik misyonunu
Ali’nin İmamlığına emanet etti ve zahiri dinsel yasaları(Şeriatı), haberini
verdiği açıkladığı Kıyamet ile sıkıca birleştirdi. Ayrıca Ali hakkında şunları
da söyledi: “Ben
kimin koruyucusu, mevlası isem, Ali onun da mevlasıdır. Tanrı onu (Ali’yi)
seveni sever, onu sevmeyenden nefret eder; Tanrı ona yardım edene yardımcı
olur; onu terkedeni Tanrı da terkeder. Sadece
O (Ali) Hakkın bulunduğu yeri tanıtır ve nerede olduğunu öğretir. Çünkü
, benim Kuran’ın zahiri açıklamaları (Şeriat) için sizinle uğraştığım-mücadele
ettiğim gibi, sizin aranızda, Kuran’ın
batıni anlamlarını açıklayacak ve onlar için sizlerle uğraşacak olan
sadece o (Ali) vardır.” (Nasıruddin
Tusi, ,Rawdat al-taslîm (Teslimiyetin Bahçesi), Farsçadan çeviren, giriş ve
notlar: Christian Jambet, les Éditions de l’Unesco, Paris, 1996, s.212,
327-29,348)
|