Âşık Remzâni |
İMAM ALİ’NİN BİLİMSEL KİŞİLİĞİ İsmail KAYGUSUZ
Aralık 2015
“Kişi
insanlar arasında aklıyla yaşar, bilim ve tecrübeleri aklıyla edindiği gibi.” “Bilim
elde etmek için istekli ve araştırıcı
ol.” “Ben devranın bilginiyim, öyleki (onun)
anası-babası gibiyim.” Bu
sözleri İmam Ali’ye ait olduğu bilinen Ali Divanı’dan (Hazreti Emir Ali İbn-i
Ubu Talib, Hazreti Ali Divanı, Arapça
Çeviri:Vedat Atila, İstanbul-1990, nos.
164,1390,1405) derledik. Bilimin ve
deneyimlerin akıl yoluyla elde edilebileceğini söylerken Ali,
Bir düşünen kişi; aklıyla hareket eden, sorgulayarak yargıya varan, soyutlamayı başaran bir kuramcı, kavramlar geliştirir, yorumlar açıklamalar gerektiren özlü sözler söyler ve önermelerde bulunabilir.
Bugün İmam Ali’yi, Muaviye’nin ona lanetle başlattığı Emevi anlayışını günümüzde sürdüren Suudi Vahhabileri gibi değerlendirip küçümseyen ve Halife Osman’dan (644-656) sonra beş yıl kadar İslam imparatorluğunu yönetmiş başarısız , sıradan bir halife olarak görenlerle; bilgeliği, erdemleriyle birlikte bilginliği ve bilimsel düşüncelerinden habersiz ve onu sadece doğaüstü güçleri ve kerametleriyle yüceltenler bizim gözümüzde aynıdır.
Ali zamanının bilginiydi; Peygamberin ölümünden itibaren “Ali bilim şehrinin kapısı” değil, kendisiydi. Zaten o, alçak gönüllülüğe gerek duymadan “ben devranın (dönemin, zamanın) bilginiyim” diyor. Üstelik bir bilgin, bir alim olarak zamanın ebeveyni, yani ana-babasıdır; öyle söylüyor.
Ana-baba çocuklarını korur-kollar, eğitip-yetiştirir, iyiye doğruyayönlendirir. Öyleyse zaman ve o zamanı yaşayanlar, bilginlerin koruması altında olmalı ve onlar yönlendirip
yönetmelidir. İmam Ali, ben bir bilgin olarak devranın (zamanın)
anası-babasıyım, derken bunları söylemiş olmuyor mu?
Aşağıda, Ali üzerinde yapmakta olduğumuz çalışmadan bir bölüm olan, onun bilimsel kişiliği ve kuramcılığı üzerine kısa bir bakış bulacaksınız.
Yazının önemli bir kısmında, başta
www.ismaili.net olmak üzere, İslam bilginleri, İmamlar,Ehlibeyt ve
Şiilik hakkında bilgiler, araştırma yazıları, makaleler yüklenmiş web
sitelerinden yararlanıldı. 1. İmam Ali’nin Bilimsel Kişiliği ve Kuramcılığına Kısa Bakış Ali
bin Abu Talib'in(600-661) erdemlerinin ve niteliklerinin bir portresini çizmek
kolay değildir, zira o bilginin kaynağı ve
bir erdemler örneğiydi. Gerçekten o, bir canlı bilgi ansiklopedisiydi.
Bütün tanınmış sufiler batini (esoteric) bağlarını Ali'ye götürürler. Abu
Nasr Abdullah Sarraj "Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf" kitabında; Junaid
Baghdadi'ye (ö. 910) batıni alanda Ali'nin bilgisi sorulduğu zaman, “Savaşlarda
daha az görevli olsaydı, Ali'nin bizim batıni şeyler üzerinde bildiklerimize
çok daha büyük katkısı olabilirdi, çünkü o, kendisine ilm al-ladunni (doğrudan
Tanrıdan gelen ruhsal bilgi, gizli ilim) bağışlanmış biriydi” diye yazmaktadır.
[1] Ali, yandaşlarına İslamın, kendi nesnelliği içinde düşünce ile uyum sağlayan, ayrıca kendi yasakları ve buyruklarında da doğa ile anlaşan tek din olduğunu öğretti. İslamın din alanında yarattığı büyük devrim, açıkça aklın üstünlüğünü kabullendiği tutumuyla canlılık kanzandı. Ali insanları akıl ve düşüncenin üstünlüğünü kabul etmeye çağırdı ve onları doğal olaylar üzerinde düşünmeye vetartışmaya yönlendirdi.
Ali'ye göre İslam, herşeyden önce aklın dinidir; körbir inanç yolu değildir ve bu nedenle mensuplarının, içsel kavrayışa sahip olurken düşünceyi, yeterliliği ve aklı kullanmalarını talebeder; ancak böylece onlar daima adalet ve gerçeğe ilişkin öğretilenler gereğince hareket edebilirve sağlam bir karakter sahibi olabilirlerdi.
Bunlardan dolayı Ali, çeşitli söylev ve konuşmaları aracılığıyla bilimin değerini yüceltti. Onun eğitim
ilişkilerinden, bilginin bütün dalları kapladığı ve dinsel bilgiyle sınırlı
olmadığı, buna karşılık Araplar'ın sadece teolojinin sınırları içinde durmuş
oldukları anlamı çıkmaktadır. Ali'nin, öğrencisi Abdul Aswad al-Aulai aracılığıyla Arab grameri çalışmalarını kurucusu ve doğru Kuran okuma yönteminin yaratıcısı olduğu bilinmektedir. Ali'nin çalışmaları, Sharif al-Razi Zul Hussain Muhammad bin Hussain bin Musa al-Musawi (ö. 408/1015) tarafından, “Nahjul Balagha” (Güzel konuşma yöntemi) adıyla çok geniş bir özet (compendium) içindetoplanmıştır.
Bu onun, konuşmaları-vaazları, mektupları, tartışmaları,öğütleri, tavsiyeleri; ceza, sivil ve ticari hukuk sistemlerine ilişkin
hükümleri, mali ve ekonomiksorunlar için çözüm önerileri antolojisidir; kitap
ahlak, bilim, teoloji ve felsefe üzerinde yazılan en erken İslami örneği temsil
etmektedir. Kendi özgün dokunulmazlığı içinde yapıt, Şiiler tarafından
Kuran'dan sonra ikinci derecede saygı görür. Onun tartışma konularını incelediğimiz zaman, 1300 yılı aşkın zaman önceki birçok çağdaş bilim kuramlarının Alitarafından ortaya atılmış olduğunu göreceğiz.
Dokuzuncu yüzyıl yazarlarından Şeyh Alibin İbrahim al-Kummi “Wassaffat”da, bir keresinde dolunaylı bir gecede Ali'nin
şöyle söylediğini yazmakta: “Gökyüzünde
gördüğünüz yıldızlar, onların hepsi bizim dünyamızın şehirleri gibi şehirleri
vardır.Her kent dikey doğrultuda bir ışık ışınıyla(huzmesiyle) bağlıdır ve bu
dik çizginin uzunluğu, gökyüzündeki iki yüz elli yıllık bir yolculuğun
uzaklığına eşittir." Fransız
bilim adamı Monsieur Xion bu sözlerden öylesine etkilenmişti ki, şunları ifade
etmek zorunda kaldı: “Bin
yıl önce herhangi bir araca ve gerece başvurmaksızın böyle bir bilgiyi veren
bir kişi, sadece bir insan gözü ya da zihnine sahibolamaz, fakat o Tanrısal
bilgiye sahip olmuş olmalı; böyle bir dinsel rehber ve öndere sahip İslam
gerçekten göksel bir din olmalıdır. Ki bu din, onun kurucusuna ardıl olan
kişinin, insanüstü akıl ve bilgiye sahip olduğu gerçeğiyle kanıtlanmış (olarak)
duruyor.” Rivayet edilmektedir ki Ali, Mısırlı astrolog Sarsafil'e şu soruyu sormuş: “Söyle bana, Venus yıldızının uydular (tawabi) ve sabit yıldızlarla (jawami) ilişkisi nedir?” Sarsafil, sadece Grekastronomisini bildiği için yanıt verememişti.
Uydular için Arapça tawabisözcüğü kullanılır ve “izleyenler” anlamındadır. Gerçekten de bir uydu,
gezegenin çevresini dolaşan bir “izleyen-takibeden”dir. Benzer biçimde, sabit
yıldızlar için kullanılan jawami sözcüğü “biraraya getiren-toplayan ve birarada
olanlar” anlamındadır ve gerçekten güneş ya da bir sabit yıldız, biraraya
toplanıp çevresinde dönen bütün
gezegenleri korur. Ali'nin bu terminolijileri ne denli doğruydu? Bir
kere bir kişi Ali'ye sordu: “Yer
ile güneş arasındaki uzaklık ne kadardır?” Ali yanıtladı: “Bir
atın gece gündüz ara vermeden yeryüzünden güneşe doğru koştuğunu farzet; onun
güneşe ulaşması için tam 500 yıl geçerdi.” Bunun
hesabı yapılırken, bir Arap atının satte normal olarak 22 mil hızla koştuğu
bilinmiş olmalıydı. Böylece at 500 yıl içinde, güneş ile dünya arasındaki
uzaklığı belirten 95,040,000 mil yol alacaktı. Anımsanmalıdır ki, güneş ile dünya arasındaki aynı uzaklık
Rönesans döneminde Avrupa'da genel olarak kabul gördü. Batılı
bilim adamları, başka bir düşünce çerçevesinde 18.yüzyılda aynı uzaklığı ortaya
çıkarmışlardı. Dünyadan saatte 10 000
mil hızla uçan bir jet uçağı 11 yılda güneşe ulaşabilir. Bu yöntem dahi
uzaklığın 95,040,000 mil olduğunu
göstermektedir. [2] Çağdaş bilim gösteriyor ki, yeryüzünün güneşe en yakın
olduğu Ocak başlarında yerden uzaklık 91,400,000 mil ve en uzak olduğu Temmuz
ayında bu uzaklık 95,040,000 mil olmaktadır. Öyleyse o kişi, yukarıdaki soruyu
Ali'ye, büyük olasılıkla Temmuz ayında sormuş olmalıydı. Philip
K. Hitti bir kitabında diyor ki: “Savaşırken
yiğit, danışırken zeki, konuşurken akıcı ve anlaşılır, dostlarına karşı dürüst,
düşmanlarına alicenap olan Ali; hem İslam yiğitliğinin (şövalyeliğinin) tek
örneği hem de adının çevresinde şiirler,
atasözleri, kısa dinsel özlü sözler ve sayısız erdem ve yiğitlik öyküleri
(anecdots)) anlatılan Arap geleneğinin Süleymanı oldu.”[3] William
Muir, Ali'nin hayranlarından biriydi ve yapıtında şunları yazıyor: “Ali'nin
karakterinde övülecek ve saygı duyulacak pek çok şey vardır. Ayaklarına
kapanmış (teslim) olan Basra kentine, cömertçe bir sabırla çok kibar ve
hayırsever davrandı. Sürekli entrikalar ve acımasız isyanlarla onun sabrını
taşırmış olan fanatiklere karşı öcalma duygusu
göstermedi.” [4] Ali
İbn Abu Talib’in Ali Divanı’ndaki(No.1197) “ kim benden birşey için yardım
isterse, yıldız kayması hızıyla ona koşarım” sözü acaba sadece onun büyük
cömertliğini, yardımseverliğini mi gösteriyor? Ya da kendisinden yardım
isteyenlere, Ali olabilecek en büyük hızla yardım ettiğini mi anlatıyor? Zahiri
(dışsal) anlamda bu söz iki açıklamayı da kapsar. Ama Ali’ye inananlar, ona “Ali evvel Ali ahir,
Ali batın Ali zahir”diyen Alevi toplumu tarafından batıni (içsel, mecazi)
anlamda şöyle anlaşılır: Ali nerede çağrılırsa orada hazır ve nazırdır; sıtk-ı
bütün olarak, yani kalpten inanarak, “ya Ali medet!” derseniz, anında
imdadınıza yetişir. İmam
Ali, kendisini yardıma çağıranların yardımına koşmasındaki hızının ölçüsünü,
dörtnala koşan
Acaba o, saniyede 312 500 km.olarak hesaplanan ışık hızının ilkhabercisi miydi? Yukarıdaki örneklemeler
de gözönüne alarak söylersek, bir başka
deyişle ışık hızının ilk kuramcısı Ali olamaz mı? R.A.
Nicholson,[5] “O cesur bir savaşçı, akıllı bir danışman, dürüst bir dost ve alicenap bir düşmanidi.
Şiirde ve düzgün konuşmada en
ilerideydi; dizeleri ve sözleri -onlardan ancak bazılarının aslına uygun olduğu
düşünülmesine rağmen-, Doğu Muhammedileri arasında çok meşhurdur.” Charles
Mills,[6] “Haşimi ailesinin başı Peygamber’in damadı ve kuzeni olarak Ali'nin, Muhammed'in ölümü üzerine hemen halifeliğe geçirilmemiş olması açıkça inanılmaz ve takdir edilemez bir durumdur. Onun doğuşu dahil evliliğinin avantajına, Muhammed'inyakın dostluğu, en önde gelen sahabiliği de eklenmişti.
Ebu Talib oğlu Aliİslamı ilk kabul edenlerin başında geliyordu ve Muhammed'in, kendisine Musa'nınHarun'u kadar yakın olduğunu söyleyecek kadar da gözdesiydi.
Onu, bir hatipolarak başarısı ve bir savaşçı olarak yiğitliği bir millete sunmuştu. Ali’nin içindeki kararlı cesareti
erdem, belagatı (güzel konuşması) ise
akıldı, bilgiydi.” Dr.
Andrew Crichton,[7] “Bu prens (Ali), bir ozanın, bir hatip ve bir askerin yeteneklerini birleştirip, üzerinde toplamıştı; zira o kendi ilgi alanlarında en cesur ve en güzel konuşan kişiydi.
Ockley tarafından İngilizceye çevrilmiş olan Ali’nin 169 özdeyiş ya da ahlakkuralları; onun aklından, ilim ve irfanından bir anıt olarak kolleksiyonunda
hala ayakta duruyor.” Thomas
Carlyle[8] de kitabında şöyle yazıyordu: “…bu genç Ali'ye gelince, kimse ona sevmek dışında birşey yapamaz.. Onun kendisinin gösterdiği gibi zamanının ve sonrakizamanların, sevgi ve cesaret dolu, yüce ve çok akıllı bir yaratığıydı.
Hristiyan şövalyeliğininin gerçek ve incelik içeren sevgi değerlendirmesi ile, ondaki
şövalyelik tam bir arslan cesaretiydi
...” Halifeliği dönemindeki iç çatışmalara, savaşlar ve çeşitli anlaşmazlıklara rağmen, Alidevlet içinde birçok reformlar yaptı. İlk kez o, toprak sahibi köylülerdenyıllık arazi vergisi almayı uyguladı. Ticaretini at üzerinde (gezginci çerçi ticareti?) yapanları vergiden muhaf tuttu. İlk kez o, devletin gelir kaynağına ormanları da dahil etti ve onlarüzerine zorunlu vergi getirdi.
Ayrıca yoksullar için, kendine özgü bir“fakirlere yardım vergisi” koydu. Yargıçlar için İslam yasalarını (Şeri
hükümleri) bir sisteme bağladı. Devlet sınırları içinde taş kırıkları (mıcır)
dökerek ilk stabilize yollar yapan Ali oldu ve tanınmış Astkhar kalesi gibi
bazı kaleler yaptırdı. Orduyu yeniden organize etti ve çeşitli yerlerde askeri karakollar kurdu. Ayrıca Fırat ırmağı
üzerinde ilk kez o sağlam bir köprü yaptırdı. Ali'nin
halifelik yılları aynı zamanda eğitim düzeyinin çok yükseldiği dönem olarak bilinir.
Ali eğitim-öğretimi kendi koruması altına almış olan ilk halife idi. Bunun
sonucu olarak, Küfe'de okuyan 2000 civarında öğrenciye devlet hazinesinden
karşılıksız burs vermişti. Yazıya,
gerçekten tamamlanmasına katkısı olacağına inandığımız, kısa bir bölüm daha
eklemek istiyoruz. Bu, “Görmediğim Tanrıya Tapmam” kitabımızın “İmam Ali’nin
akıl ve gönül penceresinden Derviş Baba’nın gördükleri” bölümünden birinci
kısım olacak.[9] Derviş Baba, Ali’nin aşağıdaki sözlerini yedi kıtalık bir
şiirle yorumlamaktadır : 2.
Ali’nin Siyaset Felsefesi: “Utançtır Yoksulu Ezmek, Ona Zulmetmek...” 38-
Dünya her zaman iki karşıt halde bulunur; biri yokluk ve yoksulluk, diğeri
bolluk ve rahatlık.. 77-
Malı yalnızca kendin için kazanılmış olarak düşünme, Allahın senden kuvvetli
olduğunu unutma ondan kork ve malını paylaş. 677-
Utançtır insana, evinde serilip yatarken komşusunun üstsüz başsız bükülerek
açlıktan (kıvrılıp) yatması. 467-
Nasıl bir hastalıktır, sen evinde tok yatarsın etrafında deriyi kemirmeğe
hasret yürekler varken. 1187-
Benim evim gelen herkesin kendi ortamıdır, kilerimiz yiyecek alana açıktır. 1188-
Bütün varımızı sunarız, sadece ekmek ve sirke olsa da. 24-
Geçim sağlama isteği, beklemekle elde edilmez.Ama sen de susuzluğunun
giderilmesi için kovanı kuyuya göndermelisin. 25-
Gün be gün kova sana suyla gelecektir. Çamuru çok suyu az da olsa su
getirecektir. 1184-
İnsanlar bana diyor ki çalışıp kazanmak utançtır. Dedim ki utanç çalışmayıp
hazır yemektir. 26-
Çok kimse çalışıp çabaladığı halde zenginliğe ulaşamazken, bir diğeri hiç çaba
harcamadan zengin olmuştur. 27-
Ve hiç durmadan mal üstüne mal topladılar 366-
Kişiyi ev barındırır, hırkası üstünü ayıbını örter; ölmeyecek (gereksinimi)
kadar yemek yetmez mi insana? 129-
Geçimini doğruluk kapılarından iste, kat kat artarak gelecektir. 149-
Geçimini şerefsizlikle elde etmeyi isteme. Nefsini yükselt düşük isteklerden. 157-
Mal noksanlığı- kişinin zengin olmaması- aklın yetersizliğine yorumlanır, zeka
fışkırsa da ahmak kabul edilir. 1168-(Oysa)
malı çok olmasa da saygın kılabilir kendini kişi, nice zengin insan vardır ki
zenginliğiyle zelildir (kişilik yoksunudur). 678-
Utançtır yoksulu ezmek, ona zulmetmek... 164-
Kişi insanlar arasında aklıyla yaşar, bilim ve tecrübeleri aklıyla edindiği
gibi.[10] “Bir
gün Tanrı arslanı Ali keremullahı vecheye (iki yüzü Hakka dönük) sordular:
Tanrıyı görürü müsün ki taparsın? Ali eder: ‘Görmesem tapmayıdım(tapmaz
idim)”[11] Ali'm
Sen Alimsin Ali'm
sen alimsin biz bilmiyoruz Gizemine
akıl erdirmiyoruz Dinsel
dünyada görüşün nesnel Sen
maddeciymişsin biz görmüyoruz “Dünyada
karşıtlık var” ne demektir Açıkça
diyalektik düşünmektir Dilindeki “akıl, bilim, emektir” Sosyalistmişsin
de biz görmüyoruz Sözün
açık yorumlamak gerekmez Tok
olan varlıklı açları görmez Emek
sömürücü seni hiç sevmez “Paylaş”
demeni hiç düşünmüyoruz “Kişinin
barınacak evi olsun” “Giyecek
hırkası devliği olsun” Yani
ihtiyacı kadar pay alsın Demek
komünistsin de görmüyoruz [12] Emek
sermay' çelişkisin görmüşsün “Varlık
şerefle sağlanmaz” demişsin Aklı
öne alıp bilg'üretmişsin Sen
bir öğretmensin biz görmüyoruz Ali'm
sen Tanrıyı insanda gördün Onu
“görmeseydim ben tapmam” derdin İnsana
sen Tanrı değeri verdin Evvel
ahir sensin biz görmüyoruz Peygamber
“bilimin kapısı” dedi Övdü
seni kızı Fatma'yı verdi Derviş
Baba ya Ali meded! dedi Sen
aramızdasın biz görmüyoruz
[1]Abu Nasr Abdullah Sarraj, Yayımlayan: Nicholson, Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf ,
London, 1914, s. 129 “Birisi,
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s)'ın yanına gelerek dedi ki: 'Ey Müminlerin
Emiri, kulluk ederken hiç Rabb'ini gördün mü?' Ali (a.s) cevaben şöyle
buyurdu: 'Yazıklar olsun sana! Ben görmediğim Rabb'e kulluk etmem.' Sonra da
şöyle devam ettiler: 'O baştaki gözle görülmez; ancak O'nu kalpler iman hakikatleriyle
görür.”
|