Âşık Remzâni

 

 

 

 

Namık Kemal DOĞANAY

 

ALEVİ-BEKTAŞİLİK’TE HAKK’A YÜRÜME (KALIP-DON DEĞİŞTİRME, DEVRİYE)

 

 

İkrar Vererek Hakk’a Yürüme

 

Berzahtankurtuldum çıktım aradan

On yedi yaşında doğdum anadan

Muhammed Hilmi Dede Babadan

Çok şükür hamdolsun geldim imkâna

                                                  Edip Harabi

 

Alevi-Bektaşilikte “yaşam arlanma, ölüm sırlanma”dır. “Arlanma”, dört kapı kırk makamı uygulayarak, kamil insan olmak anlamında olup; “sırlanma”  Hakk’a yürüyerek Hakk’la bir olmak, Hakk’a kavuşmaktır.

 

Hakk’a yürümenin Alevilikte iki yorumu vardır. Birincisi İkrar törenindeki “Ölmeden Evvel” ölümdür. Bu aşama en zorlu bir aşamadır.

Alevi-Bektaşilikte Muhammed-Ali yoluna girmek; ölmeden evvel ölmek, yeniden doğmak ya da ikinci kez doğuşa ermek demektir. Ölmeden evvel ölmek ya da Hakk’a yürümek için, kişinin önce ikrar cemi adı verilen merasimde, yemin-ikrar vermesi gerekmektedir.

 

Yolun ilkelerini, yükümlülüklerini yerine getirebilecek, kendi kararını verebilecek yaşa gelen, evli ya da bekar kişi rehber eşliğinde düzenlenen törende, yemin edip, ikrar verdikten sonra yola kabul edilir ve “yol oğlu/evladı” olunur. Yola girmiş kişiye artık bundan sonra Can denilir. Yemin ederek bu topluluğa katılan Can, yolun gereklerini  yerine getirmek zorundadır. Bundan böyle elini, dilini, belini mühürlemek zorundadır.

 

Eli mühürlü olan Can, hiçbir canlıya zarar veremez, öldüremez, başkasının malına el uzatamaz, çalamaz.

 

Dili bağlı olan Can,  Aleviliğin sırlarını saklar, yalan ve kötü söz söyleyemez, iftira, dedikodu yapmaz, haram yemez, ağzını kirletecek hiçbir şeyi dudaklarından geçiremez.

 

Beli bağlı, mühürlü Can, yuva yıkmaz, eşine sadık kalır, birden fazla eşle ve yuvasını yıktığı kişinin eşiyle evlenemez, harama uçkur açmaz.

 

İkrar veren Can’ın bundan böyle ikrarında sadık olması, bütün insanlara aynı gözle bakması, incinse de incitmemesi, görmediğini dememesi, gördüğü kötü şeyleri gizlemesi, kişilerin ayıbını kapatması, döktüğü varsa doldurması, yıktığı varsa yapması, ağlattıklarını güldürmesi, büyüklere saygılı olması, küçüklere sevgi göstermesi, tüm canlar ile iyi geçinmesi, yardıma muhtaç kişilere yardım etmesi, yoldan-erkandan çıkarmak isteyenlere karşı ikrarında daim olması gerekecektir.

 

İkrar vererek yola giren, Dört Kapı Kırk Makam kaidelerini içselleştirip hayatında birebir uygulayan Can; özünde olan tüm kötü olumsuz duygu, düşünce ve davranışlarını yokedip öldürdüğünde, kendi saf varlığına eriştiğinde yani ölmeden evvel öldüğünde, Hakk’a yürüyecek, Hakk’la bir olacaktır. Buradaki Hakka Yürüme, ruhun kalıptan-dondan çıkıp başka bir dona-kalıba geçmesi olmayıp; bizzat mevcut donunda-kalıbında ikrar verip kötü özelliklerinden, benliğinden arınarak, nefsini öldürerek Hakk’a yürümesi Hakk’la bir olmasıdır.

 

Ten’in Biyolojik Ölümüyle Hakk’a Yürüme

 

İkinci ölüm ise biyolojik ölümdür. Alevilikte, bir Can ruhunu teslim ettiğinde kesinlikle “öldü” demeyiz, “Hakk’a yürüdü” veya “don-kalıp değiştirdi” deriz. “Hak ile bir olmak”, “Hak ile Hak olmak” ve “Hak’tan geldik, Hakk’a gidiyoruz” gibi deyimleri, Alevi-Bektaşiler olarak günlük yaşamda sıkça kullanırız. 

 

 Alevi-Bektaşi inancında, yokolma anlamına gelen “ölüme” inanılmamaktadır. İnancımızda Can’ın ölümü yoktur, aslına dönüşü vardır. Çünkü hiçbir varlık yoktan var olmaz ve ebediyen yok edilemez.  Bu inancımız, Can-Evren-Tanrı (Vahdet-i Vücud) bütünlüğünden kaynaklanmaktadır. Hakk’a yürümek, canın biçimden kurtulup öze Tanrıya(Hakk) dönmesi anlamına gelmekte olup, kişinin-canın Hakk’ın varlığında yok olması ve/veya bir olmasıdır.  Hakk’ın özünü taşıyan insan, Hakk’a yürümesiyle (biyolojik ölümüyle) birlikte, tekrar Hakk’a kavuşacak ve bütünleşecektir.

 

Kemteri’yim yeryüzünde bittikçe

Çok kalıp eskittim gelip gittikçe

Pek tutmuşum o sultanı buldukça

Topraktan beni ademe dönderdi

                                               Kemteri

 

Alevi-Bektaşilik’te Hakk’a yürüyenin arkasından “ruh-i revan şad olsun” veya “devri asan olsun” denilmektedir. Belirli bir olgunluk seviyesine gelen Can için “ruhi revan şad olsun!” ya da “devri daim olsun!” denilirken; yaşarken olgunlaşmamış kişinin Hakk’a yürümesinden sonra ruhunun dolaşacağı kalıplarda kolaylıklar olması anlamında “devri asan olsun!” denilmektedir.

 

Ten fanidir, can ölmez

Gidenler geri gelmez

Ölür ise ten ölür

Canlar ölesi değil

                          Yunus Emre

 

Alevi inancı, Can-Tanrı birliği inancına dayanır. Tanrı evrendir, evren Tanrı’dadır. Evren Tanrı’nın bir görünüşü, dışa vuruşudur. Evrende görünen çokluk varlık türleri, bütün olanda bir’dir, tek’tir. Bu tek olan Tanrı’dır. İnsan ya da Can, dolayısıyla tanrısal bir varlıktır. Bu nedenle İnsanın canı sonsuz kudrettir, asla kaybolmaz. İnsanın teni ölür, canı(ruhu) ölmez. Can kaynağını ilahi (Tanrı) güçten aldığı ve onun parçası olduğu için ölümsüzdür. Ten’in ölümüyle ruh geldiği kaynağa, Tanrıya döner.  Yoktan varolmadığı için de yok da olmaz.

 

Zaman geldi bu aleme derildik

Aşık olduk şu cihanda göründük

Remzani’yim Hakk libası büründük

Erişip Kırklar’a dar çektik biz

                                          Aşık Remzani

 

Can, ilahi kaynağa dönünceye kadar devamlı hareket halindedir. İlahi kudrete dönünceye kadar binbir donda yaşam bulur ve bedenden bedene, kalıptan kalıba, dondan dona geçer.

 

Ali oldum adım aldı bahane

Güvercin donunda geldim bu hane

Abdal Musa oldum geldim cihane

Arif anlar bize nice sırdanız

                                         Abdal Musa

 

Abdal Musa, önce Ali olarak göründüğünü, Hacı Bektaş olup güvercin donunda geldiğini, sonradan don değiştirip Abdal Musa olduğunu yukarıdaki dizelerinde anlatarak  “devriyeyi-kalıp değiştirmeyi” anlatmıştır. 

 

“Devriyeyi-kalıp değiştirmeyi” başta Nesimi, Hatayi, Pir Sultan, Şiri  ve Harabi olmak üzere Alevi-Bektaşi ozanları şiirlerinde çokça işlemişlerdir.  Devriyeyi en özgün bir şekilde ise, onbeş kıtalık nefesiyle Şîrî (Bektaş Çelebi- 1710-1761)  anlatmıştır.

 

 ………

Şu fena mülküne çok gelip gittim

Yağmur olup yağdım ot olup bittim

Urum diyarını ben irşat ettim

Horasan’dan gelen Bektaş idim ben

 

Gahi nebi gahi Veli göründüm

Gahi uslu gahi deli göründüm

Gahi Ahmet gahi Ali göründüm

Kimse bilmez sırrım kallaş idim ben

 

Şimdi Hamdülillah Şîrî dediler

Geldim gittim zatım hiç bilmediler

Sırrımı kimseler fark etmediler

Hep mahluk kuluna kardaş idim ben 

 

Alevi-Bektaşilikte, Hakka yürümek “yok olmak” anlamına gelmemesinin bir doğal sonucu olarak, Azrail can alan olarak değil “Canı Cana Kavuşturan” olarak görülür. Nitekim Yedi Ulu Ozan’dan biri olan Kul Himmet dört büyük melekleri anlatırken Azrail’i can alan olarak değil, “Canı cana kavuşturan” olarak açıklamıştır.

 

Kudret kelamını söyler Cebrail

Rıza lokmasını sunar Mikail

Canı cana ulaştırır Azrail

İsrafil ağzında düğündür Muhabbet

 

Alevi-Bektaşiler, kalıp-don değiştirmeye inanmalarının sonucu olarak;  sevdikleri ulu kişilerin daha önceden İmam Ali, Hasan, Hüseyin, Hacı Bektaş olarak yaşadığına inanırlar. Nitekim, Padişah II. Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı 1826 yılında kapatmasından sonra Amasya’ya sürgüne gönderilen Hamdullah Çelebi ile ilgili olarak Amasya-Tokat-Çorum bölgesinde anlatılan aşağıdaki söylencede, bu inanç açıkça görülmektedir;

 

“Amasya’ya sürgüne gelen Hamdullah Çelebi’ye bir talibi bir kat elbise (urba) alır. Talibi, önce Çelebi’yi hamama götürür ve yıkanıp-paklandıktan sonra elbiseyi vermeyi düşünür. Hamdullah Çelebi hamamda yıkanırken bir ara talibi kapı aralığından hamama bakar. Bir de ne görsün? Hamdullah Çelebi kendi başını kucağına almış yıkıyor. Yıkanma bittikten sonra talibin evine gidip dinlenmeye geçiyor. Talibi çok mahcup bir şekilde hamamdaki başını kucağına alıp yıkamasının nedenini soruyor. Hamdullah Çelebi talibine yavaşca “o kellenin bir de Kerbela’daki hünerini görseydin” der. Talibi, O’nun önceki donunda İmam Hüseyin olduğunu anlar.

 

Alevi-Bektaşiler, insan olarak gelmesine rağmen kalıbına sahip olamayan, insan olma şerefini kaybeden, zalimin yanında olup haksızlık eden, kul hakkı yiyen, kısacası Can olamayan kişilerin de kalıp değiştirdiğine inanır fakat, son girdiği kalıp, ilk kalıbını mumla aratır. Aşağıdaki söylence ise, Hamdullah Çelebi’yi Kırşehir Şeriat Mahkemesi’nde idamla yargılayan mahkemenin kadısı Hacı Müfit’in  devriyesine  iyi bir örnektir.

 

“Amasya’da uzun süren kuraklığın sonunda, devlat erkanı ve din adamları yağmur duası için hükümet konağı önünde toplanırlar. Hamdullah Çelebi ve sürgüne gönderilen yardımcıları ve talipleri de oradadır. Sünni din adamları ve devlet erkanı Hamdullah Çelebi’ye iyi gözle bakmazlar. O’nun Amasya’ya gelmesi ile kuraklığın başladığını düşünürler. O sırada önlerinden odun yüklü katırlar  geçer. Katırlardan birisi kendini yere atar ve kafasını yerde sağa sola çevirerek sert sert vurur. Sahibi ise, yerden kalkması için katırı acımasız bir şekilde döğer. Katır hem kendi kafasını yere vurmasından, hem de sahibi tarafından şiddetli döğülmesinden dolayı kan içinde kalır. Devlet erkanı ve Sünni din adamları bu durumu hayretler içinde izlerken, Hamdullah Çelebi “katır benden utandı, ben gittikten sonra o gider” der ve konağın içine girer. Hamdullah Efendi’nin içeriye girmesi ile birlikte katır yerden fırlayarak kalkar ve hızlıca kaçarak uzaklaşır. Katırın uzaklaşması üzerine Hamdullah Çelebi dışarıya çıkar. Hayretler içinde olan devlet erkanının ve din adamlarının sormaları üzerine, Hamdullah Çelebi, “Katırın, Kırşehir’de yargılandığı mahkemenin Kadısı olduğunu, haksızlığın tarafını tuttuğunu, şeref ve haysiyetini kaybettiğini,  o’nun kendisini tanıdığını, kendisinin de o’nu tanıdığını, ölümüyle insan olma şerefini kaybettiğini, bu hale geldiğini” söyler.

 

Sonuç itibariyle Alevi-Bektaşilik’te, ten’in biyolojik ölümü yukarıda da açıklandığı üzere; can’ın yok olması, son bulması anlamında olmayıp; öz ile yani ilahi kudretle buluşmasıdır.

 

 

Kaynakça:

-Kaygusuz, İsmail. Anadolu Bilgeleri, 2005 Su Yayınları

-Özmen, İsmail. Simgeler ve Rıza Kenti: Alevilik/Bektaşilik, 2010 Parşömen Yayınları

-Eyuboğlu, İ.Zeki, Varidat, 2010 Derin Yayınları

-Kızan, A., Doğanay, N.K., Aşık Remzani, 2014 Hünkar Yayınları

 

 

                                                          - Makaleler -