Âşık Remzâni

 

 

 

 

Namık Kemal DOĞANAY

 

 

ALEVİ-BEKTAŞİ TEKKELERİNDEKİ HANÇER: CAMİLER VE ALEVİ-SÜNNİ KARDEŞLİK PROJESİ (!?): CAMİ-CEMEVİ

 

Alevi-Bektaşiler, Anadolu coğrafyasında en çok ezilen, katledilen, katliamlar ile yok edilemeyince asimilasyonlarla bitirilmeye çalışılan inanç topluluğudur. Diğer dinlerle sorunu bulunmayan, hoşgörünün en üst seviyesini gösteren Osmanlı Devleti, Aleviliğe ise hoşgörünün zerresini göstermemiştir. “Alevilerin diğer inanç topluluklarından aşağı bir toplum olduğu, Hristiyanların tövbe edip Müslüman olabilecekleri, Alevilerin tövbesinin Müslüman olmalarına asla yetmeyeceği” şeklindeki şeyhülislam fetvaları ile Osmanlı, Alevi katliamlarına gerekçe bulmuştur.

 

Ebussuud, Kadızade Mehmet Tahir gibi şeyhülislamların fetvaları ile çok sayıda Alevinin katledilmiş olmasına rağmen, Aleviler dağ başlarına, kuş uçmaz kervan geçmez yerlere kaçarak Aleviliği devam ettirmişlerdir. 

 

Şeyhülislamların fetvalarıyla onbinlerce  Aleviyi katleden, buna rağmen ortadan kaldırılamayacağını anlayan Osmanlı Yöneticileri, 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nı kapatarak katliama devam etmiş, en önemlisi ise, katliamlardan daha fazla tahrip edecek asimilasyonu o yıllarda keşfetmişlerdir.

Osmanlının “Vak’a-i Hayriye (hayırlı olay)”, Alevi-Bektaşilerin “Vak’a-i Şeriye (kötülük olayı)” olarak adlandırdıkları 15 Haziran 1826 tarihli Yeniçeri ayaklanmasını bahane eden Padişah II. Mahmut, binlerce Yeniçeri askerini ve Bektaşileri kılıçtan geçirmiş, onbinlercesini ise Belgrad Ormanları’nda diri diri yakmıştır.

 

Yeniçeri ayaklanması üzerine 8 Temmuz 1826 tarihinde yayınlanan fermanla, “Allahın kitabına ve Peygamberin sünnetine uymayanların cezalandırılması” gerekçesi ile Bektaşiliğin yasaklanmasına karar verilmiştir.

 

Yaklaşık 700 tekkesi ve dergahı olan Bektaşiliğin yasaklanması ile birlikte, Anadolu, Rumeli ve Mısır’daki çoğu tekkeler yıktırılıp, mal varlıkları müsadere edilerek kapatılmış, sadece türbeler bırakılmıştır. Geçmişi 60 yıldan fazla olan tekkelere dokunulmamıştır. Tekkelerde görevli çok sayıda dede/baba, ya idam edilmiş ya da sürgün edilmiştir.

 

 Gerek  ”inanç merkezi” olarak kabul edilmesi, gerekse çok büyük isyanların olabileceği endişesiyle Hacı Bektaş Veli, Seyit Battal Gazi, Abdal Musa, Süceaddin Veli vb.  tekkelerin yıktırılmasından çekinilmiştir. Çeşitli nedenlerle yıktırılmayan tekkelerden fiziki yapısı uygun olanlar ise, “Müslümanların ibadeti” için cami, mescid ve medreseye dönüştürülerek, Nakşibendilik, Mevlevilik ve Rufailik gibi Sünni tarikat mensuplarına dağıtılmıştır.

 

Hacı Bektaş Veli tekkesi de yıkılıp kapatılmamış, fakat kontrol altında tutulmuştur. Hacı Bektaş Veli Postnişini Çelebi Hamdullah Efendi idamla yargılanmış, mahkemenin son günü çıkarılan bir fermanla idam kararı sürgün cezasına çevrilerek, 1827 yılında Amasya’ya sürgüne gönderilmiştir.

 

Çelebi Hamdullah Efendi’nin sürgün edilmesinden sonra Dergah’a Nakşi Şeyhlerinden Kayserili Mehmed Said Efendi atanmış, 1842 yılında ölünceye kadar Nakşi usulünü Dergah’da sürdürmüştür.

 

Aleviliği katliamlarla yok edemeyeceğini anlayan Osmanlı, bu dönemde asimilasyonu keşfederek, Alevi-Bektaşi tekke ve türbelerine cami yapmış, bu camilere çoğunluğu Nakşi Şeyhleri olan Sünnileri atayarak Aleviliği içten içe yok etmeye çalışmıştır. O zamana kadar Hacı Bektaş, Abdal Musa, Seyit Battal Gazi, Süceaddin Veli vb. dergahların hiç birinde cami bulunmazken, Yeniçeriliğin kaldırılması ve Bektaşiliğin yasaklanması ile birlikte, birçok Alevi-Bektaşi dergahlarında cami yapılmaya başlanmıştır.

 

Namaz kılanların, Ulu Hünkar’a arkalarını dönmesi için aşağılık biçimde konumu ayarlanan  cami de, o dönem Hacı Bektaş Dergahı içinde yapılmıştır. 1834 yılında inşa edilerek kullanıma açılan Hacı Bektaş Dergahı’ndaki cami, bugün de Alevilerin asimilasyonu için kullanılmaktadır. “Alevilerin camiye gittikleri, namaz kıldıkları, aslında Aleviliğin olmadığı” gibi yalanlara “kanıt”  olarak  bu asimilasyon camileri örnek gösterilmektedir. Ne yazık ki bu gibi yalanlara ve asimilasyonlara, Alevilerden de inananlar olmuştur ve bu gün bile inananlar vardır. Bu asimilasyonlar sonucu kendisini Alevi olarak empoze eden bazı kişiler, “camilerin de cem evlerinin de, namazın da Cem’in de, Ramazan Orucu’nun da Muharrem Orucu’nun da, Şeriatın da Tarikatın da kendilerinin olduğunu” iddia ederek Aleviliği yok etme çabalarına bilerek ve/veya bilmeyerek destek vermektedirler.

 

Katliamlarla, sürgünlerle, dergahlara yerleştirilen camilerle Aleviliği içten içe bitiremeyen Nakşi Sünni otorite ve molla ile, her dönemin adamı olan, her iktidara hizmet etmiş ve hizmetinin karşılığında nemalanmış  “okumuş-yazmış sözde dede” bir araya gelerek günümüzde, güya Alevi-Sünni kardeşliğini sağlamak için Cami-Cemevi projesini haram paralarla hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Aleviler adına özel ve kamu hayatında eşitliğin olmadığı, her türlü ayrımcılığın, baskının, engellemelerin olduğu, eşit rekabet koşullarının bulunmadığı, Alevilerin halen zındık, kafir görüldüğü toplumda; Alevi-Sünni Kardeşliğini sağlama gerekçeli “cami ve cemevinin aynı ada-parsel içinde yapılması projesi” tamamen aldatmaca olup, Aleviliğin bitirilmesine hizmet edecektir.

 

Aleviliği yok etmeye çalışan, Alevileri Sünnileştirmek isteyen kişilere bilerek ve/veya bilmeden destek olan Alevilerin; “Osmanlı tarihi boyunca onbinlerce Alevinin katledildiğini, dergahlardaki camilerin Alevileri Sünnileştirmek için yapıldığını; uzun  dönem dergahları çoğunluğu Nakşi Şeyhleri olmak üzere Sünni din adamlarının yönettiğini; 1827 yılında çok sayıda Alevi-Bektaşi dede/babasının sürgün veya idam edildiğini; Hacı Bektaş Postnişini Çelebi Hamdullah Efendinin Amasya’ya sürgün edilerek orada hakk’a yürüdüğünü; haksızlığa, zulme boyun eğmeyen, insanlık değerlerini her türlü değerlerin üstünde gören Aleviliği, sözde dede/babaların Sünni egemen güçlerle birlikte bitirmeye çalışacaklarını”  unutmaması gerekmektedir.

 

 

 

                                                            - Makaleler -