Âşık Remzâni

 

 

 

Yolumuz Bir Gün Kaymazyayla Köyüne Düşer

 

Emel  SUNGUR UZMAN

Mart  2016

 

Yollardır insanı insana ulaştıran derlerse de yürekteki sevgiymiş onu anladım… Kaymazyayla Köyünde, adeta tanıyormuşçasına, oradaki bacılarla gözyaşımız aynıymış, acımız aynı; sevdamız aynıymış, yolumuz aynı... Pek çoğu Barış TV’deki programı izlemiş; oradan sevmişler beni, öyle diyenlerde oldu.

 

Soğuk bir günde yüreğin ısınacağını, sıkıntılı bir günde bir nefesin insanı sıkıntısından uzaklaştıracağını bir kez daha gördüm.

 

Ankara’nın üzerindeki kara bulutları ve kanı, bana iki gün için de olsa unutturdu Kaymazyayla Köyü… Renkleri gördüm, umut dolu gözlerdeki okyanus gibi maviyi, saçlarda başak gibi sarıyı, yemenilerde alı, gülü, pulu, oyayı gördüm. Elbette yeşili gördüm toprağın ıslattığı, gökyüzünün ağladığı bu günlerde yeniden fidanlara umut bağlamanın doğruluğunu gördüm.

 

Şehirleri birbirine bağlayan yollar vardır, onlardan hiç fark etmeden yüzlerce kez geçeriz. Geçeriz de iki adım ötesinde sapaktan dönülünce kimler var hiç mi hiç bilmeyiz. Toprakları besleyen asıl şehirler değildir. Toprakları besleyen sevgi ile insanı buluşturan, yağan yağmurun ıslaklığını, ağlayan bulutun gözyaşını elimizle koymuş gibi buluruz bu Anadolu topraklarında.

 

Güneş de açsa, gözyaşı da dökseniz bu topraklardan beslenenler iki adım ötesindeki soğuk yollardan geçenlerle paylaşmazlar buralarda yaşayanlar bu özel dünyalarını.

 

Onları tanımak için o yol sapağından içeri girmek gerekir. Sapaktan içeri girdiğinizde aynı gönül meydanını açarcasına bu dünyalarda canlar can olur, nefesler nefes, yürekler birlenir.

 

İşte Eskişehir, Ankara yolu üzerinde bulunan bir dünyayı keşfetmek, yaşamak, paylaşmak böyle bir şeydi.

 

Daha önce buralara, erenler, dedeler, ulular gelip geçmişlerdi buraların havasından, suyundan ve oradaki canların gönüllerinden besbelliydi bu.

 

Bir gün bu güzelliği paylaşmaya çağırdı bizi güzel canlar. Gönülleri birlemeye; biz yol hizmetlilerini, biz talipleri de Kaymazyayla Köyünün havasını solumaya çağırdı, bu güzel köyün muhtarı, Avukat Şenol can ve Vakfımızın mütevelli heyetinden gözü güzel, gönlü güzel Namık Kemal can seslendi Kaymazyayla Köyünden yüreğini açarak. Kentlerin, bulutlu, sisli, karanlık, yorucu ve ihanet dolu dünyasından çekip çıkarıp bu mis kokan yaylanın eteklerine varmak üzere yola düştük.

 

Bu yollardan çok geçen olmuştu, yaşlısı, genci, delisi, velisi, abdalı, rehberi, dedesi... Yol doğruydu; vardık soğuk yağmurlu bir günde keşfettiğimiz sıcacık yuvamıza.

 

Gönlün heyecana gelmesi bir anlık tepkidir, yeter ki yaptığınız işe inanın gönlünüzde aşk olsun. O sapaktan döner dönmez gördüğüm tabela beni çocuk yaşıma götürdü arabadan inip önce tabelanın resmini çektim.

 

Yağmur yağıyor” dediler “yağsın ne olur ki, rüzgâr varmış essin ne ola ki bacıların bağrına rüzgâr esemez mi?” Eser, o bacılar da rüzgâra karşı öyle bir dik ve sağlam dururlar ki, sallayamaz bile onları rüzgâr. Bacılar karar verdimi onları kim tutabilir ki? İzlerler yüreklerinin sesini, dinlerler nefeslerini dikkat ederler “gitme gitme” derler kendilerine ve karar verirler ya, işte o zaman “dönme, dönmedir” artık.

 

İşte bu bacıları gördüm, aslında pek çoğu belki de şehirlerde yaşıyordu ama eşikten çıkınca da eşiğin içinde ki dünyayı yaşadıklarından değişmemişlerdi, edeperkân dersi verdiler adeta.

 

Hizmet, yol ulularına saygı, muhabbet ve bütün bu hizmetler yürütülürken cemali aydınlık, gönülleri birlemeye hazır bir muhabbet dili; şalvarlarının desenleri, renkleri bile aynıydı adeta. Hizmetin kimin tarafından yapıldığını fark etmek bile mümkün değildi, orada canlar tek candı. Elden ele giden tabaklar, tepsilerle gelen lokmalar bu hareket bu bereket konuklara saygıdandı, yola olan itikattandı Safa ve Veliyettin Ulusoy Efendimin nefesindendi.

 

Ayrıca inandıkları bir hizmet daha yürütülüyordu o yeşilin mavi ile nefesin nefesle karıştığı yere 1200 fidan gitmişti, oraya dikilecekti. Çocuklarımızın, torunlarımızın fidanlarıydı. Fidanları yok eden bir dünyada, ağaçları katleden bu topraklarda Kaymazyayla Köylüleri ve yolcular inadına fidan, inadına ağaç, inadına doğa, inadına soluk, inadına insan diyordu.

 

Muhabbette birlendik, cemalleri ayna ettik, yürüdük gittik, Kaymazyayla Köyünden, Yıldız Dağı’na; Yıldız Dağından, Kaz Dağlarına; Mesudiye’den, Kısas’a; Kısas’tan, Antep’e; Antep’ten, Urfa’ya dolandık, Hünkâr’ın Serçeşme’sinde konakladık peşine takılıp telli kuranın. O söyledi biz dinledik, biz söyledik o dinledi. Ağaç ısındı coşa geldi, yürek ısındı gözyaşı döktü.

 

Bacılar sabahın köründe kalkmışlardı bir gün önceden de köye mihman olanlar vardı ama o gece güneş battı, ay doğdu, ay battı güneş doğdu hepsini birlikte yaşadılar, belki hiç uyumadan bir ara gönüllerini dinlendirerek.

 

Sabahın erken saatlerinde hazırdı her şey, evlerine misafir götüremeyenler aralarında konuşuyorlardı “bize kimse gelmedi” diye, biraz üzgünlerdi hatta. Sarılasım geldi bacıma bir gün daha kalasım, ama Efendim “bir daha ki gelişimizde sende gel” demişti. Ben o evi bulup ananın omzuna başımı koyarım diye düşündüm.

 

Hep bacılardan bahsediyorum ama diğer canlarda en az onlar kadar hizmetliydi. Çay bardaklarını taşırken insanın inanası gelmiyordu o hıza gönül meydanı ah o meydan var ya onu açmışlardı gelen canlara.

 

Meydan açmayı aslında biliyordum ama hep söylerim ikrar kendine ikrardır önce, gönül meydanını açmak yine önce kendine hastır, canlarla zenginleşir o meydan.

 

Gelelim biz misafir gibi oturan canlara… Canlar, orası Cemevi, Cemevinde misafir olmaz eşikten içeri girdik ya artık bitmiştir dışarlık. Orada hem mihmansındır, hem yolcusundur, hem hansındır, hem hancısındır. Hepimiz yollardan geliriz oralara bir heyecan ile. Heyecanı inanın hizmet yaparak daha da büyütürsünüz.

 

Gelen ile giden farklı değildir, yola çıktıktan sonra. Yaşlı ve hasta olanlara hizmet görevdir ama biz çayımızın elimize verilmesini beklememeliyiz. Hizmet Hak içindir unutmamalıyız… Kaynayalım aynı kazanda, pişeceksek pişelim; harman olacaksak harman olalım, yar ile yaren, can ile canan yola çıkanlara, hizmet verenlere aşkı muhabbetlerimle…

 

Sadece hizmet için değil teşekkür ve minnetim. O sapağı döndükten sonra Kaymazyayla Köyündeki fidanları soldurmayacakları için; umudu yeşerttikleri için, bize yeni bir ikametgâh adresi verdikleri için; hanelerine mihman edip yüzünün ve ellerinin derin çizgilerine rağmen yürekleri gülümsediği için; bana yeniden “baltalar elimizde uzun ip belimizde” çocuk şarkısını hatırlattıkları için ve artık, Ankara’dan Eskişehir’e giderken kapısını çalınca kapıların açılacağını bildiğim içindir teşekkürlerim.

 

Hak, yol için hizmet veren canların hanelerini şen etsin, dermansız dert vermesin, yürüdüğünüz yolda ayaklarına taş takılmasın, Hızır hanenizden topraklarınızdan bereketi eksik etmesin, evlatlarımız güzel günlerde yaşasınlar.

 

Şimdi de orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür demek istiyorum, Kaymazyayla Köylüleri kabul ederse. Ben de bir gün bu kirli büyük şehirlerin içinden süzülüp giderim. Elimdeki o gün için baltaydı, belki bir gün sazım olur o da olmazsa her renkten oluşan bayrağım ve bana o zaman deli derler, abdal derler ne derler bilmem ama o gün karar vermişimdir kara ve karanlık suratlardan uzaklaşmaya, karanlık yürekleri görmemeye.

 

Gönül bahçemi iki gün içinde zenginleştiren bütün canların Hünkâr yardımcısı olsun, yolumuzu her daim aydınlatan ulularımız başımızdan eksik olmasın, bütün canlara aşk ile.

 

                                                          -  Makaleler  -