Âşık Remzâni

 

 

 

YIL 1 MAYIS 1977, YAŞ 20 TAKSİM

 

Emel  SUNGUR

 

 

Bugün yaş 55 elimden geldiğince devam ediyorum yolu yarıda bırakmamaya. Bu günleri hiç unutmuyorum ayrıca en ince ayrıntısına kadar. Ama bu yazıyı yazdıran 12 Eylül Mahkemesinde sanık avukatının bizim yaşadığımızı bize anlatmasıydı. En güzel yaşlar, en güzel yıllar ve çoğumuz için yaşanmamış ve alacaklı yıllarımız.

 

Aradan çok uzun yıllar geçip, çocuklar büyüyüp aramızda bir sorun yaşadığımızda karşımıza çıkan bir soru vardır “ÇOCUKLUĞUMDA HER ZAMAN SENİ YANIMDA BULAMADIM, SİZ SİYASET YAPTINIZ” diye serzenişe çok kez şahit olduk. Bizim çocuklarımız yetiştirdiğimiz çocuklar demedi ki bütün bu yapılanlar sadece daha iyi bir dünya içindi, bizler içindi demediler.

 

Zamanı gelince mi anımsanıyor geçmiş yoksa hiç mi unutulmuyor onu tam bilemiyorum ama ben dünyanın bu koşullarına, bu riyakarlığa, bu sırttan vurmaya, bu her şeyin satılıp alındığı dünya da hala bu kadar duygusallık doğrumu diye sorguluyorum kendimi.

 

Evet duygusalım yaşadığım acıları, tatlı şeyleri, göz yaşını, yürek acımı kolay kolay unutamıyorum. Ama bunları yapanlara asla kin duymuyorum çok sevdiğim acıttıysa beni hep içim yanıyor ama.

 

Yıl dedim ya 1977 ve çok taze bir anneyim o zamanlar dünya da her şeyden çok sevdiğim minicik bir kızım var. Kıvırcık saçları, renkli gülen gözleri, hafif göbeği anlatamam ne dayanılmaz bir sevgi.

 

Annelik böyle bir duygu zaten anlatılamaz, büyüdükleri zaman kırar dökerler seni ama evlat dersin onun söylediğine kırılırsın küsemezsin, “ihtiyacım var” der sen aç kalırsın elindekini avucundakini ona ulaştırırsın “ canını ister” hiç tereddütsüz canını verirsin evlat ya.

 

İşte ben büyük bir heyecanla 1977 yılında TMMOB ile İstanbul’a gitmek üzere kızımdan ilk kez ayrılmıştım. Ne heyecan yaşanıyordu, sıra sıra dizili yüzlerce otobüs, bizler gibi öğrenciler, büyüklerimiz.

 

Hoştu heyecanımız aslında heyecan değildi o günkü inançtı, inanç.

 

Bugün birçoğumuzun yitirdiği, bir çoğumuzun sadece muhabbette anımsayıp hatta gözyaşı döktüğü mazimiz ve inancımız.

 

İnancını yitirmeyenler devam ediyor geçmişi ve değerleri anımsamaya ve katkı koyabildiğince meydanda mücadeleye ah o inanç neler yaptırır insana. Bana da 8 aylık kızımı bıraktırıp Taksim’e götürmüştü o inanç 1977 yılında.

 

Bizim otobüslerde ön sıralara büyüklerimiz oturmuştu, şimdi o büyüklerden bazıları ile hala meydanlarda birlikteyiz, bazıları da alacağını alamadan çoktan hakka yürüdü.

 

Öyle kalabalıktı ki otobüs sığamadık ve bizim sıraya biz 3 kişi oturduk. Liseden birlikte okuduğumuz Ayşe, Melih ve ben 2 kişilik koltuğun 3 kişisiydik. İnsan doluydu otobüs ama sıkışmıyorduk, insan kadar da döviz, pankart vardı.

 

BOLU DAĞI HEP SİSLİ Mİ OLUR?

 

Bolu Dağında mola verecektik marşlar, türküler ve en önemlisi muhabbet inletiyordu otobüsü.

Yemek için mola verdiğimiz yerdeki yiyecekler oradan ayrılırken tükenmişti, hatta bazı arkadaşlarımız hiçbir şey yememişti. Hani yanımızda ağabey, ablalar vardı ya onlar biraz daha hazırlıklı gelmişti onların azıkları aç kalanlara dağıtıldı tekrar yola koyulduk. Sisten göz gözü görmüyordu ön sıralarda oturanlar yavaş yavaş uyumaya başlamıştı ama ne gezer bizlerden onların uyuma şansı yoktu hiç uyumadık, hiç uyutmadık.

 

İstanbul dünya tarihi ve dünya güzelliğinin şehri uygarlıkların, farklılıkların beraber yaşadığı dünya şehri sana gelmiştik. Aramızda bu dünya şehrini ilk kez gören arkadaşlar vardı, köprüden geçerken kasıtlı olarak gürültüyü artırdık herkes uyansın ve bu güzelliği birlikte paylaşalım diye. Gün yeni ağarıyordu, hafif bir sis vardı boğazın üstünde ama bulutların altını hayal etmekte çok güzeldi gençtik ancak büyün bu güzellikleri de biliyorduk. İstanbul’a ilk gelenler için otobüsün yer değişmesi durumunda nerelere gidileceği, buluşma yerleri bilgi olarak verildi. Otobüsler Beşiktaş iskelesine yakın bir yere bırakıldı ve bizler inmeye başladık otobüsten. Benim yanımda ağabeyim de vardı. Onun arkadaşları ve TMMOB’den benim tanıdığım yakın arkadaşlarım. Daha doğrusu bu otobüslerle gelen herkesi neredeyse tanıyordum çünkü öğrenci olanlar TMMOB gidip gelen öğrencilerdik. Büyüklerse eşimin oda yönetiminde olması nedeniyle çoğuyla yakın ilişkilerim vardı.

 

Otobüsten indikten sonra Teoman ağabey düştü önümüze.O anda karşımızda duran hafif yokuş olan bir yoldan Taksim meydanına girecektik.Buram buram bir ekmek kokusu sardı etrafı, insanın başını döndürüyordu cebimizde ki paralara bakarak sıcak ekmek, zeytin ve biraz kaşar aldık, bölüştük.( o zaman bölüşme vardı.)

 

Anlatamam ne lezzetliydi bir an aklıma kızım geldi aslında meme emiyordu da o zaman bedenim her annede olduğu gibi onun meme saatlerinde sinyal verirdi öylede oldu bir an içim çekildi.

 

Canım kıvırcık saçlım uyanmıştır, babası çok ilgiliydi, araları çok iyiydi. Yılın çok uzun zamanı Ankara’da olmadığı için 1 Mayıs’a İstanbul’a gitme sırasını bana o önermişti. Güvenerek çıkmıştım yola ama irkildim, içim üşüdü herhalde yaşanacakları hissetmiştim. Feridun’un yanımda olmaması nedeniyle bir saniye yalnız bırakmıyordu can dostlarım biri gidiyor biri geliyordu yanıma ve Teoman ağabey ve eşi hiç ayrılmadık alana girene kadar. Teoman ağabeyin eşi ilk kez böylesi bir eyleme katılıyor biraz çabuk yoruluyor, üşüyor, acıkıyor ve bazen de şikayet ediyordu Teoman ağabey büyük bir sabırla isteklerini yerine getiriyordu. Karınlar doymuştu meydan da bulunan ( o yıllarda tek tük olan) kafeler çay içmek için ve tuvalet ihtiyacı için sıra bekleyen insanlarla dolmuştu. Adeta her yer daha sonra ki yıllarda tanıştığım metro durağı gibiydi. Zaman yavaş yavaş ilerliyordu ancak biz daha hareket edememiştik o yıllar telefon olmaması nedeniyle arkadaşlar tabanvayla ön tarafa gidip ilişki kuruyor bize bilgi getiriyorlardı. Sadece müthiş bir kalabalığın olduğunu ve bizleri beklediğini biliyorduk.

 

Hareket edip alana vardığımızda saat 15,30 olmuştu. Taksim Meydanı hayallerimizdi, gençlik inancımızın yıllardır beklediği ve bugün şahit olduğu kavgamızın birliğiydi. Eğer o günden bugüne kalan acı hatıralarla dolu resimler ve o muhteşem kürsünün olduğu fotoğraf olmasaydı düşlemek ve anlatmak mümkün değildi.

 

BURASI TAKSİM MEYDANI MIYDI YOKSA KIZIL MEYDAN MIYDI?

 

Daha sonraki yıllar böylesi bir güzellik görmedik.

 

KORKTULAR BU FOTOĞRAFTAN VE HAREKETE GEÇTİLER.

 

Kimler yoktu ki alanda sanatçılar, kadınlar, gençler, yaşlı kararlı komünistler, çocuklar vardı meydanda çocuklar. Dikkatimi bir sürü sanatçı çekmişti ama belki ilk kez ve bir kez oraya giden biri vardı o zamanların Cüneyt Arkın’ı beyaz bir takım elbise vardı üzerinde elinde de Cumhuriyet gazetesi kalabalık bir gruptular. Daha sonra hiç duymadım böylesi bir eylemde demek o gün Taksim Meydanı gerçekten Kızıl Meydandı.

 

GELECEĞİMİZ OLAN ÇOCUKLAR VARDI MEYDANDA. KIZIM NE YAPIYORDU ACABA?

 

Davullar, zurnalar, halaylar, renkler, allar vardı meydanda allar.

 

Konuşmalar başladığında saat herhalde 17,00 olmuştu hareket dalgalıydı her taraf konuşmada dinleniliyordu ama coşku artık taşıyordu.

 

Birden bir şey oldu çok anımsamıyorum yerde yatıyordum üzerimden 2-3 kişinin geçtiğini anımsıyorum. Yerdeyken her iki kolumdan da birer kişi tuttu biri ağabeyim diğeri Ersin’di hızla yerden kaldırıp savurdular. Bende akıp giden kalabalıkla akıyordum neresi olduğunu bilmediğim bir yolda. Kafamızın üzerinde adeta arı kovanına çomak sokulmuş ve arılar dağılmış gibi bir uğultudur gidiyordu. Bir an sonlarda kaldığımı gördüm ve fırsat bulup geriye baktım arkada büyüklüğü ve azameti müthiş olan otelden geliyordu bu kovanlar. Hatta çok yakınımızdan geçiyordu. Demek ki o tarafa daha yakındım. Hızlandık ağabeyimle bir duvar vardı önümüzde oradan atlayıp caddeye devam edeceğiz ve odayı biliyordu oraya gidecektik. Kafamı kaldırdım karşıya doğru baktığımda Medet ve Ersin’in duvarın üzerine çıkmış ateşin nereden geldiğine baktığını gördüm delirmişlerdi herhalde çünkü kovan dağılmıştı ya Arıkovanı etraf arıyla dolmuştu. Çekip onları indirdik duvardan “ne yapıyorsunuz” diye sorduğumuzda “ateşin nereden edildiğine “ dediler bu şuursuz bir haldi.

 

Şimdi bir maraton başlamıştı o ara kızım aklıma gelmedi şimdi anımsayınca gözüm doluyor.

Artık arkamıza bakamıyorduk çünkü tam bir can pazarına dönmüştü Taksim Meydanı. Ara sokaklara dağılan insanlar polis arabalarıyla geri püskürtülüyordu koca caddelerden insanlar akıyordu nereye olduğunu bilemeden. Diğer arkadaşlarımız biraz orada kalacaklarını söylediler bizde cebimizdeki biraz paraya güvenerek sonradan Divan Otel olduğunu öğrendiğim bir otelden içeri girip çay içeriz diye otelin kapısına yöneldik kapıdaki görevli kraldan çok kralcı tavrıyla bize saldırdı öyle bir kovalıyordu ki biz epey süre soluksuz İMO doğru koşturuyorduk. Odaya gittiğimizde karşılaştığımız manzara çok kötüydü kapı duvar olmuştu, açılmadı. Düşünmediğimiz bir durumdu böyle bir olay yaşanacağı. Tek bir adres almıştık yanımıza, odanın altındaki pastanede oturup zaman geçirdik bir süre. Siren sesleri azaldı, aşağı doğru akan kalabalık 1 Mayıs için gelenlerin yerine asıl sahiplerine kaldı. Artık geçen dakikalarla yüzleşme zamanı yaklaşıyordu otobüsleri bıraktığımız yere doğru gitmeye başladık. Ulaştığımızda tek tük insanlar vardı birbirimizden haber almaya çalışıyorduk. Söylenilen saate kadar bekledik bizim otobüsümüz dolmuştu, diğerleri de büyük ölçüde ama hala yüzleşmemiştik yaşadıklarımızla. Hareket saati gelmişti en doğru haberi alacağımız yer artık otobüsün radyosuydu ve açtık radyoyu heyecanla anlatıyordu spiker; 1 Mayıs Kutlamalarının yapıldığı Taksim Meydanında olay çıktı diyordu ve saymaya başlamıştı, 1 ölü, 2 ölü ve devam etti.

 

Gelirken yaşadığımız mutluluk ve heyecanın yerini kuşku, korku, acı ve isyan sarmıştı ama ne çare döndük bıraktık bir sürü duygumuzu gömdük Taksim Meydanının asfaltının altına ve döndük.

 

Gelirken o heyecanla içeri girip yiyip içtiğimiz yerde sadece tuvalet ihtiyacı olanlar için duruldu, yol uzadı, karardı, sis artı adeta dönüş patlayan bir yanardağın muhteşem görüntüsünün ardından yakıp yıktığı köylerin hali gibiydi, omuzlarımız düşmüştü.

Kızım geldi aklıma ama şehre girdiğimiz zaman gün ağarmıştı. Otobüslerden Kızılay’da TMMOB’nin olduğu yere yakın bir yerde indirdiler, dolmuşla eve doğru gitmek üzere tekrar yola çıktık.

 

Eve gittiğimde kızım tertemiz çamaşır giydirmiş babası yüzükoyun yatağında uyuyordu. Belki ilk defa uyandırdım uykudan sarıldım, kokladım, için acıdı kavuşmakta varmış oralarda dostları bırakmakta.

 

Çok merak etmişlerdi bizimle giden arkadaşların aileleri bize gelenler olmuştu bir haber alabilir miyiz diye bizde sakinleşip dönmüşlerdi.

 

O günlerden sonra çok düşündüm bazı şeyleri unutamadığımda otelin kapısından bizi kovalayan otelin güvenlik görevlisiydi, halbuki biz onun içinde gelmiştik Taksim Meydanına. Ona anlatamamış mıydık kendimizi yoksa o kendini kurtulmuş olarak gördüğü için miydi bize öylesine öfkesi.

 

Bir de kızımın kokusu.

 

İşte o gün bugündür Taksimde Kızıl Meydanı daha yaşamadık, sadece Kızıl Meydanı değil o birliği, o dayanışmayı,

 

O DİRENCİ VE DAĞILIŞI.

 

Emel, Sungur Uzman

 

 

                                                            - Makaleler -