Âşık Remzâni

 

 

 

YER - SU KÜLTÜNÜN GELENEKSEL KÜLTÜRÜMÜZDEKİ YERİ VE ŞİİRİMİZE YANSIMASI

 

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

zileli.yardimci@gmail.com

 

Batıda tapma, tapınma gibi kavramları içermesi nedeniyle insanın doğa üstü güçler karşısında dua etme, kurban verme vb. ritüelleri çeşitli hareketlerle ifade ettiği şekiller olarak yorumlanabilen kült, geleneksel kültürümüzde varlığını hep hissettiren bir olgudur. Türk kültür tarihi incelendiğinde Türklerin Kök Tanrı yanında Yer-Su’lara kurban sundukları görülmektedir.(1)

 

Yer-Su’lar dört yöne dağılan, dört yüksek dağ ve dört büyük ırmaktan ibaret olup eski Türklerde dağların, taşların, yerden kaynaklanan ırmak ve suların, ağaçların insan ya da hayvan şeklinde beliren ruhların olduğuna, ölenlerin  Yer-Su ruhlarına karıştıklarına inanılmaktadır.(2)

 

Ziya Gökalp, Türklerin Yer-Su terimini kutsal saydıklarını işaret etmektedir.(3) Sadettin Gömeç, Bahattin Ögel de benzer görüşler ileri sürmektedir.  Oğuz’un ikinci eşinin bir ağaç kovuğunda bulunması ve saçlarının bir ırmak gibi tasvir edilmesi bu terimi genelinde akarsu, dağ, orman;  özelinde su, taş ağaç kültü olarak tanımlamaktadır.

 

Yine yer unsuru olan demirin kötü ruhları kovduğuna inanılmakta ve demir eski Türklerce kutsal sayılmaktadır.

 

Abdülhalik Çay, “Tütk Ergenekon Bayramı” adlı çalışmasında nevruzdan bahsederken özellikle su kültü, atalar kültü ve ateş kültü üzerinde durmuş; bu unsurları taşıyan ritüelleri nevruz gelenekleri bağlamında değerlendirmiştir.

 

Türk folklorunda kutsal ve aydınlık olarak yorumlanan su, tüm Yaratılış ve Türeyiş destanlarında doğanın başlangıç noktasıdır.  Kutsallığı ile Fırat Efsanesi gibi pek çok efsaneye kaynaklık etmiş, Anadolu halk kültüründe yerden kaynaklanan ve şifa veren kaplıca sularına kutsallık yükleyip Cimcime Sultan  gibi ilginç efsaneler oluşturmuştur.

 

Hızır-İlyas inancının Yer-Su kültünden kaynaklandığı bilinmektedir. Yine Yağmur Duası bu kültürün geleneksel kültürümüzdeki önemli halkalarından biridir.

 

Arif sundu Musa cihanı biçti

Cebrail çok vakit deryada uçtu

Hak bir avuç toprak deryaya saçtı

Derya süzülüp de yer olmadı mı

 

gibi dizeler  Yer-Su kültünün işaretlerindendir.

          

Eski Türklerde yer kültlerine bağlı olarak birçok inanç gelişmiştir.  Bunlardan biri de kutsal dağlarla ilgilidir. Mitolojide rüzgâr ve yağmurla ilgili ögelerin de yer-su kültü ile doğrudan bağı bulunmaktadır.

 

Ağaç da Yer-Su kültünün en önemli simgelerinden biri olarak geleneksel kültürümüzde önemli yere sahiptir.  Hayat Ağacı inancı, meşe, kayın, zeytin vb. ağaçlara yüklenen kutsiyetin şiirlerde:

 

Altın yapraklı mübarek kayın

Sekiz gölgeli mukaddes kayın

Ey mübarek kayın ağacı

Sana kara yapraklı ak kuzu kurban ediyorum

 

gibi dile gelişi, kutsal sayılan ağaçların kesilmeyeceği inancı Yer-Su kültünün günümüzdeki yeri ve önemini sergilemektedir.

 

Bu ön açıklamalardan hareketle yer-su kültünün önemli öğelerinden  taş, ağaç, ateş ve su kültünü irdeleyelim.

 

Anadolu’nun çeşitli kültürlerindeki taşla ilgili inançlar incelendiğinde tarih öncesi devirlerdeki aterien denilen kültür devrinde taşın önemli bir yeri olduğu görülür. Sümer, Akad, Babil gibi kültürlerde yer alan ve önemli işlevler yüklenen taş, Anadolu’da, Hititler’de ve daha sonraki kültürlerde hep vardır.

 

Taşlardaki canlılığa ve gizil güce inancın bir uzantısı olarak tüm Türk boylarında kutsal sayılan Yada Taşı  üzerine geleneksel kültürümüzde sayısız efsane ve menkıbe oluşmuştur.

 

Taş yerinde ağırdır biçiminde atasözlerine konu olan taş kimi zaman Sırt Taşı gibi şifa kaynağı olarak düşünülmüş, kimi zaman da Dilek Taşı gibi umut simgesi olmuştur. Hastalık, şifa için taş taşındığı, suyununu yıkanıp, kaynatılıp içildikten başka, taşın okşandığı, gömüldüğü, gizlendiği, büyüde, yeminde, ilençte, duada kullanıldığı görülmektedir.(4)

 

Hayatın ve tarihin bütün macerası taşların gizil sırrında saklıdır. Altay Türklerinin Yaratılış Efsanelerinde, uçsuz bucaksız evrende uçan Ülgen, denizden çıkan taşa oturunca rahatlar ve:

 

“Denizden çıkan taş fırladı çıktı yüze,

Hemence taşı tuttu, bindi taşın üstüne!

Artık Ülgen memnundu, rahatı bulmuş idi

Üzerinde duracak bir yeri olmuş idi.” (5)

 

biçimindeki mitolojik anlatıda görüldüğü gibi taş, yeryüzü, insanlar, bitkiler ve hayvanlar yaratılmadan önemli bir işlev üstlenmiştir.

 

Dünya durdukça duran taşlar, en kalıcı belgelerdir. Çünkü taşlar biçimlendirilerek oluşturulan eserler ve insan eli ile üzerine işlenen izler, tarihe ışık tutan geçmişten geleceğe uzanan sağlam köprülerdir.  Friglerde görülen Ana Tanrıça Kybele’nin de başlangıçta bir meteor taşıyla ilgisi olduğu bilinmektedir.

İbrani geleneğine göre Tanrı, Musa’ya “Dağın üstüne, bana doğru gel ve orada kal ki, sana buyruklarımı vereyim” dedi.

Burada, Tanrı’nın İsrailoğullarına verdiği ve taş levhalar-tabletler üzerine yazılı olan 10 emrinden söz edilmektedir.

 

Türk kültürünün ana belgelerinden Orhun yazıtlarında taş aracılığıyla, tarihimizin, kültürümüzün ve medeniyetimizin ilk önemli belgelerine ulaştığımız gerçeği bunlardan ilk akla gelenlerdir.

 

İyi talih ve saadet getiren dağ anlamındaki Kutlug Dağ Uygurlara güç ve bereket verir. Uygur hakanlarından Yü-lun Tigin, Çin sarayından bir kızla evlenmek için Kutlug Dağı’nın taşlarını Çinlilere verince düzen bozulur. Kuşlar, hayvanlar tuhaf tuhaf bağrışır, kağanlar peş peşe ölür, kıtlıklar, kıranlar başlar.

 

Uygurlar göç etmek zorunda kalırlar. Tarihimizdeki  bu göç anlatısı kayanın kutsallığını dile getirmesi açısından önemlidir. Buradan hareketle taşların da bir ruhu olduğuna inanılır.

 

Anadolu sahasına bakıldığında Türk kültür ve tarihinde dağın kutsallığı ve önemi Orta Asya’da olduğu gibi canlılığını korumaktadır. Kanlı Mağara adlı bir Anadolu efsanesinde Aksultan adlı bir gelinin bir geyiğin üzerine binerek bir dağın üzerindeki mağaraya girip kaybolması ve dağa Akdağ denmesi, Hamza Baba adlı efsanede Hamza Baba’nın dağların, taşların şahitliğini istemesi üzerine dağın taşın ayaklanıp yuvarlanışı, “dur” deyince duruşu dağ kültündeki bu canlılığın örneklerindendir.(6)

 

Maçka’da derlenen “Dağlar Anası” efsanesiyle Antalya’da anlatılan “Kohu Dağı” ile ilgili efsane de dağ kültünün canlılığını koruyan anlatılardandır.(7)

 

Yer yüzünde gözle görülen her şey bir sebeple yaratılmıştır. Taşlar da bu halkanın en önemli araçlarıdır.

 

Milyonlarca yıldır mağmanın çekirdeğinden hareket halindeki lav seli olarak yukarıya çıkması, çatlaklarda toplanıp oluşması ve bu arada gördüğü basınç ve içinde bulunan mineraller sayesinde kazanmış olduğu bir enerji vardır.

 

Taşlardaki bu canlılığa ve gizil güce inancın bir uzantısı olarak Yakutlarda yad, yada, sata, Kıpçak grubuna bağlı lehçelerde cay, cama, Kırgızlarda joytaş, Oğuz şivesinde ve tüm Anadolu’da yada taşı dediğimiz bir taşın yağmur yağdırma gücüne sahip olduğuna inanılır. Taşın canlılığı ve gücü ile ilgili bir anlatıya da  Divanü Lügati’t Türk’te rastlanmaktadır.(8)

 

Çevrelerine belirli tesirler yaydıklarına ve canlı organizmalar üzerinde önemli etkilerde bulunduklarına inanılan bazı taşlara eski uygarlıkların kültürlerinde tılsımlı taşlar  adı verilmiştir.  

 

Sihirli asalarla ilgili inanç da bu konuyla ilgilidir. Bu asalar birtakım enerjileri çeken, toplayan, dönüştüren taştan yapılmış bir alet konumundadır. Önce Atlantis’te sonra da Mısır’daki inisiyelerin ellerinde görülen bu sihirli asalardan birinin en son Musa Peygamber’de görüldüğü üzerine çeşitli anlatılar bulunmaktadır.

 

Türk kültüründe kartal, aslan ve kaplumbağanın çok önemli yeri vardır. Bu hayvanların işlevleri nedeniyle önemsendiği için taştan heykelleri yapılıp önemli yerlerde kullanılmıştır.

 

Sabrın, uzun ömrün simgesi kaplumbağa Orhun yazıtlarının temel taşı biçiminde yer alırken, gücün ve azametin simgesi Aslan taş heykeller biçiminde saray kapılarında, Orhun Yazıtlarına giden yolun iki tarafında, oradan esinlenerek de günümüzde Aslanlı Yol adı ile Atatürk’ün anıt kabrinde ve kimi önemli devlet konutlarında kullanılmıştır.

 

Nemrut dağındaki Antiokos’un mezarı ölüyü kötü ruhlardan korumak amacıyla kartal ve aslan heykelleriyle çevrilmiştir. 

 

Kartal burada Zeus’un olduğu kadar, Anadolu uygarlığının da bir amblemi olarak simgelenmiştir. Türk kültüründe önemli bir yere sahip kartal Hun İmparatorluğu’nda  Gök Tanrı sayılmış,  Dede Korkut’ta da  kuşların sultanı olarak yorumlanıp  Tanrı’ya yakın uçucu kuş diye tanımlanmıştır.

 

Kayalık yerlerde yuva kuran kartal çeşitli özellikleriyle türkü, mâni, tekerleme ve şiirlerimizde kendine özgü yerini almıştır.

 

Geleneksel kültürümüzde taş, hep ön planda yer almıştır. Binaların temel taşından başlamak üzere akla gelen her yerde önemli bir işlevle karşımıza çıkmıştır. Taş, sıcak yuvamızda duvar olurken, damımızın üzerindeki toprağı sertleştirmek için silindir biçimindeki loğ taşı adı ile önemli bir görev yüklenmiştir. 

 

Yine sosyal yaşamımız içinde; ark taşı (oluk), kuyu taşı (Kuyu ağızlarına tolanın sığacağı büyüklükteki yayvan taş),  suluk, çeşmelerde yalak taşı, düven altında çakmak taşı, dibek taşı (Siyah taştan oyularak yapılan dibek), merdivenlerin ilk basamağı olarak yapılan ayak taşı, binek taşı, fırın taşı, dilek taşı, siğil taşı,  hamamlarda göbek taşı, camilerde musalla taşı ve mezarlıkta mezar taşı bir çırpıda sayabileceklerimizdendir.

 

Ezan okunurken, taşlarla örülü yüksek bir yere çıkılır, Kâbe ziyareti sırasında  Şeytan’ın dışlanması taş atılarak sembolleştirilmiştir.

 

Mermer, ilginç yönleri olan bir taş türüdür. Öncelikle beyazdır ve ölümsüzlüğün rengini yansıtır. Dayanıklı ve uzun ömürlü olmasına karşın biraz da duygusaldır. Çünkü mermer bir heykele parmakla dokunulsa terden bile etkilenir. Bu olaya mermerin ağlaması denir.

 

Kutsallığına inanılan, hakkında efsaneler anlatılan bazı taşlarla ilgili uygulamalardan taşı ziyaret; çevresinde dolanma, taşa el sürme, vücuda sürtme, taşı öpme, üstte taşıma, evde saklama, yerinden alıp belli bir süre sonra alındığı yere bırakma vb. biçiminde yapılmaktadır.

 

Anadolu’da uğurlu ve kerametli sayılan delik kayaların bulunduğu delik taştan geçmenin uğur getireceğine inanıldığı bilinmektedir.

 

Zirveleri gökleri deler gibi yükselen ve başları bulutlar içinde kaybolan dağlar, sanki Tanrı ile konuşur ve ilgi kurar gibi görünmüşlerdir. Bu nedenle Orta Asya’daki dağların çoğu Tanrı ile ilgili adlar almışlardır.

 

Dağlara, tepelere dinler tarihi içinde verilen öneme temasla Anadolu’da böyle dağ ve tepelere Kısmet Tepesi, Kısmet Taşı, Kısmet Dağı denilmektedir.(9)

 

Taşlar, tedavi yöntemi olarak kullanılmaları dışında zihinsel yetenekleri geliştirmek, ruhsal gelişime yardımcı olmak, pozitif enerjileri çekmek ve sezgileri güçlendirmek gibi amaçlarla da kullanılmışlardır.

 

Değerli taşlarla ilgili inanışların bazılarını şu şekildedir:

 

a. Akik: Sinir sisteminin sağlıklı seyrini sağlar, yorgunluğu giderir öz güveni artırır.

 

b. Ametist: Cilt hastalıklarını giderir, migren, sitres ve sinir sistemini etkiler, ruhsal dengeyi sağlar.

 

c. Aytaşı: Hormon dengesini ve sindirim sistemini etkiler, ruhsal dengeyi sağlar.

 

ç. Kuvars: Kemik ve eklem ağrılarını giderir, sitresi azaltır.

 

d. Firuze: Solunum yolu hastalıklarını etkiler, boğaz ağrılarını giderir.

 

e. Lal: Vücudun bağışıklık sistemini güçlendirir.

 

f. Kaplan gözü: Kemik ve eklemleri güçlendirir, iç huzuru sağlar.(10)

 

Taş, sosyal yaşamımızı ve geleneksel kültürümüze o denli yer etmiştir ki;  beddualarımızda;

 

Başına taş düşe,

Sidikliğine taş dura 

 

gibi ilenmelerin yanı sıra  analarımızın her birini bir amaç için söylediği:

 

Taşıma su ile değirmen dönmez

Taş ol da baş yar

Taş taş üstünde olur, ev ev üstünde olmaz

Taş yerinde ağırdır

Taş atana ekmek at

Taş çömleğe çarparsa vay çömleğin haline;

Çömlek taşa çarparsa yine vay çömleğin haline 

 

biçimindeki özgün atasözlerimizle;

 

Taşa tutmak

Taş yürekli

 

gibi deyimler sadece birkaç örneğidir.

 

Türkülerimizde:

 

Aşan bilir karlı dağın ardını

Çeken bilir ayrılığın derdini

 

A dağlar ah ulu dağlar

Eşinden ayrılan ağlar

 

biçiminde yer alan dağ kültü,  âşıklarımızın deyişlerinde yer-su kültünü yansıtan ana öğelerden biri olarak yer almıştır.

 

Taşlarla ilgili inanma ve uygulamaların biri de siğil ocağında ocak zadenin siğil üzerine dua okuyarak gücüne inandığı taşı siğil üzerinde gezdirerek siğili giderme olgusu taşlarla ilgili inanma ve uygulamaların bir başka boyutudur.

 

Kimi toplumlarda ölünün ruhunun onun mezar taşında yaşadığı inancı halâ korunmakta, bunun için mezar üzerine taş konulmaktadır. 

 

Halen ünlü kişilerin taştan heykellerini yapma geleneği ruhun taşta yaşatma duygusundan kaynaklanmaktadır.

 

Toprak da su kaynaklarını, madenleri ve tüm cevherleri içinde saklayan hazine olup içindeki yararlı maddeleri bir ana sütü gibi vererek üretimi  ve çoğalmayı sağlayan doğurgan bir ana görevi üstlenen bir külttür.   

 

Taşla ilgili inanma ve uygulamalar o kadar çeşitlidir ki örneğin mezar başına mutlaka iki taş dikilir. Bunlardan baş kısmındakinin ölüm, öbür dünya;  ayak ucundakinin ise hayat, bu dünya için olduğuna inanılır. 

 

Mezarlıkta dua okurkan kabrin ayak ucunda durularak dua okunur. Bu şekilde bu dünyadan, öbür dünyadakine iyi niyet dilekleri gönderildiğine inanılır.

 

Ölü çıkan evde cenazenin yıkandığı yere irice bir taş bırakılırsa yakın sürede evden ikinci bir cenaze çıkmayacağına inanılır.

 

Hıdrellezde taş taş üstüne koyarak ev maketi yapanın yakın zamanda ev sahibi olacağına inanılır.

 

Yaratılıştan bu yana, insanoğlunun kullandığı, en temel araçlardan biri ateştir. İlk ateşin kaynağı da toprağa düşen yıldırımdır. Ateşin denetim altına alınması, yani istenildiği zaman yakılıp söndürülmesi uygarlığa giden yolun başlangıcı kabul edilir. Mitolojiye göre, ateşi ilkin göğü, dağları ve denizleri yaratan Gaia’nın oğlu Prometeus keşfederek tanrılardan çalmış ve insanlara vermiştir. Ateş ilkel toplumlarda günahtan arınma ayinlerinde manevi bir araç olarak değerlendirilmiştir.

 

Ateş, gözlenen ve maruz kalınan yakma, ısı ve ışık verme, korkutma, korunma ve haberleşme aracı olarak kullanılma gibi etkileri nedeniyle insanoğlunun saygı duyduğu bir madde olup tanrı katına çıkarılmış ve bir kült objesi olmuştur. 

 

Türk mitolojik sisteminde ateş ve ocak kültürünün başlıca fonksiyonu insanları, onların ailelerini beladan, hastalıklardan koruma günahlardan rınma ve evin bereketini sağlamaktadır. Bugün günahlardan arınmak için nevruz gelenekleri arasında uygulanan ateşten atlama, birliği ve beraberliği sağlamak için de ateş etrafında çember oluşturma bu kültün izleridir.

 

Türk Moğol topluluklarının inançlarından en önemlisi çok kutsal sayılan ateşin de bir ruh olduğuna inanılmasıdır. Ateşin günahlardan arındırmayla ilgili güç ve kutsallığı onun bir taraftan yeryüzündeki bitki örtüsünü tahrip ederken hemen ardından aynı yerlerde yepyeni ve günahsız bir doğanın oluşmasını sağlamasından ileri gelir. Anadoluda anız yakma geleneği bu düşüncenin izlerini taşımaktadır.

 

Ocak ateşi aile birliğinin ve aşkın sembolüdür.

 

Ocak, konutlarda dinsel bir merkez ve köşe sayılır.

 

Türkler arasında  ocağı yanmak sözü ailenin var olmasına delil olarak alkış (dua); ocağı sönmek ifadesi de ailenin yok olmasına işaret olarak kargış (beddua) ifadesi yaygınlık kazanmıştır.

 

Anadolu’nun birçok yerinde ateş kutsal sayılır. Ateşe karşı tükürmenin, ateşe su dökmenin, gece vakti komşuya ateş vermenin uğursuzluk sayılması ateş kültünden ve ateşin kutsal sayıldığı dönemlerden günümüze kalan uygulamalardır. 

 

Dünyayı yaratan dört etkenden ikisi ateş ve hava olup erkek karaktere sahip, diğer ikisi de toprak ve su olup dişi karaktere sahip olduğu düşüncesi yaygındır.

 

Doğada çiftlerin daima bir birine gereksinimleri olduğu bir gerçektir. Ateş havasız olamayacağı gibi toprak da susuz olamaz.

 

Doğanın yeşermesi, suyun balık vb. canlıları çoğaltması dişi karakterindendir. Hava, ateş, su ve toprak tek tek yaşamın simgeleri oldukları halde tek tek değil ancak dördü bir arada oldukları taktirde yaşam sürdürülebilir. Bu kültlerden biri olmadan yaşam olmaz.

 

Anadolu topraklarında ateşin kutsallığı İslâm dininin benimsenmesinden sonra da sürüp gitmiştir. Ahilerde, Bektaşilerde ve Mevlevilerde ateş ve ateşin bulunduğu ocak kutsal sayılmıştır. Bütün bu inançların özünde yer-su kültünün ve çok eski çağ dinlerinin, ateşin bir tanrı olarak kutlandığı dönemlerin derin izleri ve köklü kalıntıları vardır.(11)

 

Mecusi ve Zerdüşt dinine mensup olanların ateşperest oldukları, bir küvet içinde yaktıkları ateş karşısında ibadet ettikleri bilinmektedir.  Onlara göre yakılan ateş tanrı, ateşin bulunduğu yer ise ocaktır.(12)

 

Ateş kültünün  bazı inanç ve töreler doğrultusunda şekil değiştirerek günümüze dek gelen uzantıları bulunmaktadır. Kiliselerde ve türbelerde mum yakma, nevruz ateşi yakıp üzerinden atlama bu kültün geleneksel kültürümüzde yaşatılmasının örnekleridir.

 

İnsanoğlu ilk çağlarda, yeryüzündeki temel maddeleri aramış ve  suyu buldukları dört temel maddenin anası kabul etmiştir.

 

Bütün kültürlerde olduğu gibi geleneksel  kültürümüzde de başlangıçta yalnızca su olduğu ve ilk canlıların su  aracılığıyla yaratıldığı kabul edilir.

 

Dede Korkut “suya ecel gelmez” sözünü bu gerçekten hareketle söylemiştir.

 

Çünkü Türk mitolojisi suyu ölümsüz kabul etmekle kalmaz, Tanrı’nın önce suyu yarattığını kabul eder. Bu nedenle Türk efsanelerinde geçen  Dirilik Suyu önem arzetmektedir. Dirilik suyu, tasavvuftaki  vahdet-i vücut düşüncesinin efsanelere yansımasıdır.

 

Halk arasında insanın bu dört unsurda kemale ereceği düşünülerek  su gibi aziz, hava gibi lâtif, toprak gibi mütevazi ve ateş gibi sıcak olması tavsiye edilmiştir. 

 

Aziz görülüp her şeyin sudan yaratıldığı bildirilmiş fakat suyun neden yaratıldığından söz edilmemiştir. Tıpkı ruh gibi o da gizli bir hazinenin içinden çıkmış gibidir.

 

Yeryüzü başlangıçta büyük bir okyanus ile ve bu okyanusun üzerinde ruhlar alemi ile kaplıydı. Tıpkı tasavvuftaki  vücut-ı mutlak gibi. Bu hal sonraları:

 

Arif sundu, Musa cihanı biçti

Cebrail çok vakit deryada uçtu

Hak bir avuç toprak deryaya saçtı

Derya süzülüp de yer olmadı mı

 

biçiminde Bektaşi nefeslerine kadar yansımıştır.

 

Su aslında cansızdır, ancak canını cansız olanlardan alan diğer yaşayanlar gibi su olmadan can ve canlı da olmamaktadır.

 

Canlıların hayatta kalmalarını sağlayan başlıca gıda su olduğu için halk ona hayat adını vermiştir.  Su her yerde devadır. İlaç bile su ile içilir. 

 

Sel, Türk mitolojisinde oldukça önemlidir. Hatta Selçuk adının bile kökünün selden geldiği söylenebilir.

Cengiz Han kabilesinin adı kılan ya da  kıyan’dır. Kıyan sözü Türkçe kayan yani selden gelmektedir.

 

Anadolu baştan başa efsanelerle doludur.  Bunların içerisinde nehirler, ırmaklar, kaynaklar ve kaplıcalarla ilgili yüzlerce efsane saymak mümkündür.

 

Anadolu’da yerden kaynayan ve hasta insanlara şifa veren sular bulunmaktadır. Zemzem suyunun yerden fışkırması öyküsüne benzeyen  efsaneler  anlatılmaktadır.

 

Haymana’da  Cimcime Sultan efsanesi gibi  Gönen, Havza, Sulusaray, Amasya Terziköy vb. yerlerdeki kaplıca sularının ilginç öyküleri bulunmaktadır.

 

Fırat’ın kaynağı olarak bilinen Dumlu  Erzurum topraklarında ve aynı adı taşıyan köyün yakınında doğmaktadır. Adını Horasan’dan gelmiş Dumlu Sultan adlı evliyadan almıştır.

 

Dumlu Sultan, Horasan’da iken  batın gözü  ile Fırat’ın kaynağını görmüşler. Ona oraya gidip yerleşmesini buyurmuşlar. Gelmiş, yerleşip bir zaviye kurmuş. Suyun nereden  çıktığını merak etmiş. Eline bir tas alıp havaya kaldırmış. Boş tas su ile dolmuş. Efsaneye göre Fırat sularını gökten alırmış. Bu kaynağın suyunda olağanüstü güçlerin olduğuna inanılarak çeşitli efsaneler oluşturulmuştur.

 

Geleneksel kültürümüzde inanışa göre Hızır ve İlyas iki kardeştir.  Bu kardeşlerden birisi karadakileri, diğeri de sudakileri kötülüklere karşı korur. İki kardeş her yıl 6 Mayısta bir su başında bir araya gelirler. Bu buluşma Hıdrellez  şenlikleri olarak kutlanır.

 

Geleneksel kültürümüzde yağmur duası önemli bir uygulamadır. Divan şairi Necatî:

 

İhtiyat itmez misin andan ki ashâb-ı niyâz

Baş açup zârî  kılup yirden göğe yalvaralar

 

dizelerinde özgün bir anlatımla vurgulamıştır.

 

Halk  pratiklerinde de Çömçe Gelin  adı ile:

 

Yağ yağ yağmur

Teknede hamur

Ver Allah’ım ver

Selli sulu yağmur

 

tekerlemesine bağlı olarak  çocuk oyunları arasında sayılabilen  yağmur duası geleneği de uygulanır.

 

Kirli su yoktur, kirletilmiş su vardır  diyen atalarımızın, uzun denemelerine dayanan yargıların genel kural biçiminde söylenen atasözlerimizin önemli bir bölümü su ile ilgilidir. Bunlardan:

 

-          Derin su yavaş akar.

-          Dereyi tepeyi sel bilir iyiyi kötüyü el bilir.

-          Taşıma su ile değirmen dönmez.

-          Dünyayı sel bassa ördeğe vız gelir.

 

gibileri sadece birkaçıdır.

 

Deyimlerimizden: Su almak, su gibi ezberlemek, su katılmamış, su kesmek gibi söz değerlerimiz de su ile ilgili önemli söylemlerimizdendir.

 

Genel olarak atalarımız akan sularda gizli bir güç olduğunu hissetmişler ve korkmuşlardır.  Bu korku nedeniyle Anadolu’da  suyun üstünden geçerken  suya bakılmaz.  Eğer çok bakılırsa su iyesi o kişinin başını döndürüp gözünü karartır.(13)

 

Köylerde ilk defa suya giden genç gelin  su anasına adak için suyun haftına demir para atar. Kutsal kabul edilen bazı sulara para atma geleneği bu anlayışın ürünüdür.

Vücudumuzun önemli bir bölümü su olduğu halde ve dörtte üçü su olan bir evrende yaşadığımız halde suyu gereği gibi tanımadığımız önemli bir gerçektir. Hayalî’nin:

 

Cihan ârâ cihan içindedir ârâyı bilmezler

Ol mâhiler ki derya içredir deryâyı bilmezler

 

dediği gibi yaşamımızın tüm evrelerinde en önemli unsurlardan biri olan suyun geleneksel kültürümüzdeki yerini ne denli az bildiğimiz ortadadır.

 

Çağlayan sular ve akıntılı seller, Türk mitolojisinin en önemli konuları ve motifleri arasındadır.  Âşığın:

 

Cennetteki ol dört ırmak

Coşkun akan sel bizdedir

 

deyişindeki “coşkun akan sel” Türk halkının his ve düşüncelerini kaplayan yer-su kültü ile ilgili en önemli mitolojik motiflerden biridir.

 

Yine Yunus Emre’nin:

 

Şol cennetin ırmakları

Akar Allh deyü deyü

 

deyişi de kutsal ırmak kavramını en açık dille sergilemektedir.

 

Âşıklar yurdun dört bucağında dereli, çaylı, çeşmeli, pınarlı, selli türküler söylemişlerdir. Bunlardan Balıkesir Sındırgı yöresinde söylenen:

 

Ak pınar yapısına

Gün doğmuş kapısına

Eminem çiçek yollamış

Uyandım kokusuna

 

biçiminde başlayan duygu yüklü türkü güzel örneklerden biridir.

 

Adları unutulmayan âşıklarımızın içinde su ile ilgili şiir söylememiş olanı hemen hemen yok gibidir.

 

Bunlar kimi türkülerde derin duygularını dile ve tele dökmüşlerdir.

 

Gevherî sevgilisine:

 

Naz ile bağrımı ezdin

Gel bizim göle gel kuğum

 

derken; Karacaoğlan pınar başlarını mekân tutup:

                  

Akça kızlar göç eyledi yurdundan

Koç yiğitler deli oldu derdinden

Gün öyle sonu da belin ardından 

Saydım altı güzel indi pınara

 

deyip altı güzelin bir bir özelliklerini  sayıp dökmüştür.

 

Dadaloğlu’nun ünlü Kızılırmak Ağıtı ise âşığın dilinde ve telinde:

 

Kızılırmak parça parça olaydın

Her parçanı bir diyara salaydın

Sen de benim gibi yarsız kalaydın

Kızılırmak nettin allı gelini

Gerdanı püskürtme benli gelini

 

biçiminde yüreğimizi dağlamıştır.

 

Su iyesi çeşitli biçimleriyle Anadolu’nun hemen her köşesinde geleneksel kültürümüze bağlı pratikler olarak uygulanmaktadır. Akarsulardaki mistik gücün olumsuzlukların önüne geçeceğine inanılır.

 

Ağrı ve Kars’ta baharın ilk günü suya girildiğinde  ağırlığımı, kirliliğimi, kelliğimi, hastalıklarımı su götüre” denir.

 

Tokat, Sivas ve Kars yöresinde kısmet açmak için yedi ayrı kaynak suyundan  su getirilip sabah ezanı bu suyla yıkanılır.

 

Su, geleneksel kültürümüzde çok önemli bir yere sahiptir. Bütün âşıklarımız su motifini şiirlerinde çeşitli  yönleriyle dile getirmişlerdir. 

Bunlardan bazıları:

 

Düştüm bu aşk denizine

Bahrılayın yüzer oldum

Seyran ettim denizleri

Hızırlayın gezer oldum.

           Yunus Emre

 

Bir katreyim geldim sana

Sen ummansın daldım sana

Karışayım senden ana

Umman olayım gideyim

                                Abdurrahman Tirsî

 

Ne balık var, ne su var,  tor salarsın

Balı tutmadın parmağın yalarsın

                   Kaygusuz Abdal

 

biçimindedir.        

 

Geleneksel kültürümüzde göllerin meydana gelişi de olağanüstü olaylarla açıklanır. Kimi denizlerin ve göllerin kurban istediklerine inanılır. Zonguldak’ta yaşayan geleneğe göre, Karadeniz’de balığa çıkanların kadınları, fırtınanın azdığı zamanlar bezden yapılmış  bebekleri  denize atarlar. Kara bir ineğin sütünü sağıp denize dökerler, ya da gemiciler suyun yüzüne zeytinyağı dökerek azgın suların yatışacağına inanırlar.

 

Kirli su yoktur, kirletilmiş su vardır diyen atalarımızın, uzun denemelerine dayanan yargıların genel kural biçiminde söylenen atasözlerimizin önemli bir bölümü su ile ilgilidir. Bunlardan:

 

-          Derin su yavaş akar.

-          Dereyi tepeyi sel bilir iyiyi kötüyü el bilir.

-          Taşım su ile değirmen dönmez.

-          Dünyayı sel bassa ördeğe vız gelir.

-          Erkek sel, kadın göldür.

-          Su akarken testiyi doldurmalı.

-          Su içene yılan bile dokunmaz.

-          Suyun yavaş akanından, adamın yere bakanından kork.

-          Su aka aka yolunu bulur.

-           

gibileri sadece birkaçıdır.

 

Dünyanın dörtte üçünün su olduğu gibi,  insanın da yüzde seksen beşinin su olduğu söylenir.  Âşık Rehayî bu durumu:

 

Hem ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben

San ol nilüferim kim suda bittim, suda yittim ben (14)

 

biçiminde özgün bir söyleyişle dizelere aktarılmıştır.

 

Vücudumuzun önemli bir bölümü su olduğu halde ve dörtte üçü su olan bir evrende yaşadığımız halde suyu gereği gibi tanımadığımız önemli bir gerçektir.  Hayalî’nin:

 

Cihan ârâ cihan içindedir ârâyı bilmezler

Ol mâhiler ki derya içredir deryâyı bilmezler

 

dediği gibi yaşamımızın tüm evrelerinde en önemli unsurlardan biri olan suyun geleneksel kültürümüzdeki yerini ne denli az bildiğimiz ortadadır.

 

Âşıklar yurdun dört bucağında dereli, çaylı, çeşmeli, pınarlı, selli türküler söylemişlerdir. Kimileri halen âşığının adı ile ünlenirken kimileri de son dörtlükler söylemeden okuna okuna anonim türkü olarak yüreklere yer etmiştir.

 

Bunlardan :

 

Ak pınar yapısına

Gün doğmuş kapısına

Eminem çiçek yollamış

Uyandım kokusuna

 

biçiminde başlayan duygu yüklü türkü, Afyonkarahisar’ın hikâyeli türkülerindendir.

 

Onsekizdir siyah saçın örgüsü

Bu güzellik sana Hakkın vergisi

Suya düştü Ümmü kızın kendisi

Katil göller, nere kodun Ümmü’mü 

 

biçimindeki acıklı türkü, yine acıklı türkülerden Gelin Ayşem türküsü, Çukurova’da oyunlu türkülerden olan:

 

Suya giden allı gelin

Niçin böyle salınırsın

Gelin bir su ver içeyim

Gelin kimin gelinisin

 

Su değildir senin derdin

Görmek ise yeter gördün

Oğlan burda çok durdun

Ağam gelir dövülürsün

 

türküsü çeşitli olay ve durumlar nedeniyle âşıkların diline ve teline yansıyan deyişlerdendir.

 

Pınarla ilgili deyişlerden olup yazarı unutulduğu için repertuarlarda anonim olarak görülen bir Orta Anadolu türküsü:

 

Pınar senin ne belalı başın var

Baş ucunda elvan elvan taşın var

Yarenin var, yoldaşın var, ein var

Yandım kızlar bir su verin pınardan

 

biçimindeki türkü pınarla ilgili türkülerin en güzellerinden biridir.

 

KAYNAKÇA

 

1. Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir), Anadolu Tanrıları, İst. 1962

2. Fuzuli Bayat,  Türk Mitolojik Sistemi 2, İst. 2007

3. Özkul Çobanoğlu, Türk Mitolojisinin Kutsal Sabit Mekân Fikrinin Yaratılış Tipolojisi Üzerine Tespitler, Uluslar arası Türkistan Halk Kültürü Sempozyumu, Muğla, 2001

4. Pervin Ergun, Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Ank. 2004

5. Necmettin Ersoy, Semboller ve Yorumları, İst. 2007

6. Emel Esin, Türk Kozmogonisine Giriş, Kabalcı Yay. İst. 2001

7. İsmet Zeki Eyüboğlu, Bütün Yönleri İle Anadolu İnançları, İst. 1974

8. Deniz Gezgin, Su Mitosları, İst. 2009

9. Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, I. Kitap, İst. 2007

10. Hayrettin İvgin, Türk Mitolojisinde Deniz, Türk Kültüründe Deniz ve Deniz Edebiyatı Sempozyumu, 27 Nisan-2 Mayıs, Antalya, Bildiriler Kitabı, Ank. 2008

11. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi,  Ankara, 1971

12. Muharrem Kaya, Mitolojiden Efsaneye, Türk Mitolojisinin Türkiye’deki Efsanelerde İzleri, İst. 2007

13. İskender Pala, Dört Güzeller, Toprak, Su, Hava, Ateş, İst. 2008

14. Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ank. 1987

15. Mirali A. Seyidov, Eski Türk Kitabelerinde Yer Sub Meselesi, DTCF Dergisi, C.18, S.29, Ank. 1966

16. Nilgün Sözer, Taşların Gizli Gücü, A’dan Z’ye Taşlar, İst. 2007

17. Mehmet Yardımcı-Cahit Kavcar, Efsanelerimiz, Malatya, 1990



[1] Mirali A. Seyidov, Eski Türk Kitabelerinde Yer Sub Meselesi, DTCF Dergisi, C.18, S.29, Ank. 1966, s.1

[2] Emel Esin, Türk Kozmogonisine Giriş, Kabalcı Yay. İst. 2001, s.77

[3] Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, I. Kitap, İst. 2007, s. 31-42

[4] Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ank. 1987, s.19

[5] Bahattin Ögel, Türk Mitolojisi,  Ankara, 1971, s. 433

[6] Mehmet Yardımcı-Cahit Kavcar, Efsanelerimiz, Malatya, 1990, s.9, 112

[7] Muharrem Kaya, Mitolojiden Efsaneye, Türk Mitolojisinin Türkiye’deki Efsanelerde İzleri, İst. 2007, s.98

[8] Kaşgarlı Mahmut, Divan ü Lügati’t Türk, Besim Atalay Çevirmesi, C.III, s. 3

[9] Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir), Anadolu Tanrıları, İst. 1962, s. 86

[10] Nilgün Sözer, Taşların Gizli Gücü, A’dan Z’ye Taşlar, İst. 2007, s.49

[11] İsmet Zeki Eyüboğlu, Bütün Yönleri İle Anadolu İnançları, İst. 1974, s. 74-75

[12] Necmettin Ersoy, Semboller ve Yorumları, İst. 2007, s.57

[13] Hayrettin İvgin, Türk Mitolojisinde Deniz, Türk Kültüründe Deniz ve Deniz Edebiyatı Sempozyumu, 27 Nisan-2 Mayıs, Antalya, Bildiriler Kitabı, Ank. 2008, s.150

[14] İskender Pala, Dört Güzeller, Toprak, Su, Hava, Ateş, İst. 2008, s.6

 

                                                      - Makaleler -