Âşık Remzâni |
Hacı Bektaş
Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy ile Söyleştik Değişim,
Cahili Öldürür, Arifi Yaşatır Ahmet KOÇAK Efendim, Birinci
Dünya Savaşı’nın başlamasının yüzüncü yıl dönümündeyiz. Osmanlı
İmparatorluğunun yıkımı ile sonuçlanan bu savaş, Alevi-Bektaşi toplumunun
tarihinde nasıl bir rol oynadı? Dokuz
milyon kişinin öldüğü bunun iki katı sayıda insanın yaralandığı Birinci Dünya Savaşının
bilançosu korkutucuydu. Askerlerin yanı sıra, binlerce sivil insan da açlık,
hastalık ve savaşın şiddetiyle hayatını kaybetti. Silahlar sustuğunda ise
insanlık, öldürücü bir salgın hastalıkla karşı karşıya kaldı. Ordular evlerine
döndüğünde bilanço çok daha ağırdı: Elli milyon kişi ölmüştü. Savaşın
büyüklüğü ve yıkıcılığı halen tartışılan birçok sorunu ortaya çıkardığı gibi
yeni siyasi fikirlerin de yayılmasına neden oldu. ABD Başkanı
Wilson, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ve dünyayı demokrasi ile daha
güvenli bir yer haline getirmekten bahsetti. Diğer taraftan Rusya’da Lenin ve
Bolşevikler, “Sınırsız ve sınıfsız bir dünya” önerisi sundu. Bu iki görüşün
çatışması, günümüzden 25 yıl önceye kadar devam eden Soğuk Savaşı tetikledi. Alevi-Bektaşi-Kızılbaşların
yaşam alanında cereyan eden savaş sonucunda sınırlar tekrar çizildi. Osmanlı
İmparatorluğu tarihe karıştı ve bu topraklar üzerinde pek çok devletler
kuruldu. Bunun sonucu olarak: Birinci
Dünya Savaşından bu yana Dünya etnik milliyetçilik şiddetinden çok çekti ve
halen çekiyor. Çok uluslu imparatorluklar,
hataları çok olsa da farklı guruplardan insanları birlikte yaşatmayı
başarıyordu. Savaşla birlikte Avrupa’da ve eski dünyada hem imparatorluk içinde
hem de devletlerarası dengeler bozuldu. Savaş
sonunda Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Almanya ve Rusya imparatorlukları tarihe
karıştı. Onların yerine Orta Avrupa’da Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya,
Macaristan gibi devletler kuruldu. Daha kuzeyde, Baltık Denizi çevresinde
Litvanya, Letonya, Estonya ve Finlandiya devletleri kuruldu. Kafkaslar ve Orta
Asya’da da bir dizi devlet ortaya çıktı. Ancak bu devletlerin kuruluşu bir
sonraki savaşın nedenlerini de hazırladı. Balkan
Savaşı yıllarında Osmanlı Devletinin parçalanmasıyla Hıristiyan halklardan bağımsızlıklarını
kazanmıştı. Savaş yıllarında Müslüman Araplar da bağımsızlık yoluna girdi. Orta
Doğu’nun büyük bir bölümünde dört yüz yıldır süren Osmanlı düzeninin çöküşüyle
yeni bir dönem, yarı-sömürge olarak yönetilen Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan ve
Libya devletleri ortaya çıktı. Mezopotamya’da
savaşın galipleri olan İngiltere ve Fransa arasında “Sykes-Picot” antlaşması
ile çizilen nüfuz bölgelerinin sınırları, bir sonraki savaşın ardından
kurulacak devletlerin sınırlarını oluşturdu. Bizim
yaşadığımız topraklarda Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun “El ele, el Hakk’a” düsturu büyük ölçüde çöktü. Merkez Dergâhla
bağlar koptu. Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’da pek çok dergâh yıkıldı ve baştakiler
zorunlu göç ettirildi veya asimile oldu. Bugün Yunanistan
sınırları içerisinde bulunan, Hacı Bektaş Veli Dergâhını temsil eden ve
bölgenin en yetkili dergâhı Seyit Ali Sultan Dergâhı iyice küçülmüş ve
merkezden kopmuştur. Yine aynı
şekilde, Makedonya’da bulunan Kalkandelen Dergâhı işgal altındadır. Benzeri
onlarca örnek vardır. Efendim, Birinci
Dünya Savaşı ardından çizilen sınırlarla bölünmüş eski Osmanlı toprakları olan komşu
ülkelerde binlerce insan, kadın çocuk demeden katlediliyor. Bu savaş ve
katliamlar hakkında neler söylemek istersiniz? Birinci
Dünya Savaşı ardından çizilen sınırlarla bölünmüş eski Osmanlı toprakları
üzerinde etnik ve mezhep kavgaları hiç bitmedi ve bugün de olanca şiddetiyle
sürüyor. Bu
ülkelerde kadınlara gülmek yok, çağdaş hukuk yok, eleştiri ve muhalefet yok… Irak’ta
korkunç katliamlar devam ediyor. Binlerce Ezidi öldürülüyor, Türkmenler
acımasızca katlediliyor, Araplar öldürülüyor, Kürtler öldürülüyor… Çöller,
dağlar kurşunlanmış masum insan cesetleriyle dolu. Masum insanlar hayattan
kopup gidiyor ve dünya bu trajediyi dizi film izler gibi izliyor. Avrupa,
Amerika, Rusya, Çin, koskoca devletler, kafa kesen IŞİD terör örgütü ile
savaşmayı göze alamıyor… IŞİD canavarından
kaçan binlerce Ezidi, dağlarda perişan oluyor. Bir kısmı Cizre yakınlarında
Rojova’da kampa sığındılar. Türkiye’ye girmelerine mani olunuyor… Anlatılanlar
içler acısı: Kadınlar ve kızlar her hangi bir durumda kendilerini öldürmek için
bıçak taşıyorlar… “Sizlere dokunmayacağız”
diyerek geliyor, kızları götürüyorlar; bazı kadın ve erkekleri vahşice
öldürüyorlar… Tam bir insanlık dramı… Dünyada
insanlık, vicdan, merhamet kalmadı; zayıflar ezilip öldürülüyorlar. Ölen de
öldüren de “Allah-ü Ekber” diyor... Efendim, Birinci
Dünya Savaşı sonrasında ülkemizde yaşanan katliamlardan etkilenen Alevi-Bektaşi-Kızılbaş
toplumu, bugün benzer saldırılarla bir kez daha karşılaşma korkusunu yaşıyor.
Bu konuda neler söylemek istersiniz? Sınırlarımızda
bunlar olurken, bu mezhep kavgasının ülkemize de sıçrayacağı korkusuyla yaşıyoruz.
Kutuplaşmalar ve Osmanlı’dan devralınan ötekileştirme hat safhaya ulaştı. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş
toplumunun arzuladığı ve dilinden bırakmadığı laiklik, eşit vatandaşlık, karşılıklı
saygıya dayanan kardeşçe bir arada yaşamak, inancın sorgulanmadığı bir ortam, mevcut
şartlarda ülkemizden gittikçe uzaklaşıyor. Demokrasi
ve barış istemi toplumumuzda çok güçlü, bu da mensup olduğumuz inancın ve yolun
bizlere verdiği bir erdem. Bunu hiçbir şekilde ve şartta terk etmeyeceğiz ve
şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bunun yılmadan usanmadan mücadelesini
vereceğiz. Efendim, Dergâh’ta
Birlik toplantısında alınan tavsiye kararları doğrultusunda bugüne kadar
yapılan çalışmalar konusunda neler söylemek istersiniz? 2011
yılında Hacıbektaş’ta yapılan “Dergâhta
Birlik” toplantısında alınan tavsiye kararları doğrultusunda kurduğumuz
vakıf, çalışmalarına başladı. Ancak çalışmalar, beklediğim ve umduğum hızda
değil. Buna rağmen önemli adımlar atıldı. “Hakk’a Yürüme Erkânı” iki yıldan fazla
süren titiz bir çalışma sonucu hazırlanarak kitapçık haline getirildi ve bir
kitapçık halinde basıldı. Erkânı hazırlama sürecinde altmışın üzerinde erkân
toplandı ve incelendi. Bunların, Alevi dil ve geleneğinden ne kadar uzak
olduğu, komşu inançların ne kadar etkisinde kaldığı tespit edildi. İncelenen erkânlar
içerisinde Tahtacıların, “Hakk’a Yürüme
Erkânı”nın gerçeğe en yakın olduğu ve bundan çok yararlandığımızı ifade
etmek isterim. Bu konuda
çalışmalarımız henüz bitmedi. Hakk’a Yürüme Erkânı ile ilgili olarak
Ankara’daki Serçeşme Cemevinde seminerler verilecek ve bölgesel toplantılar
yapılacak. Hatta uygulamacıların ayağına gidecek seyyar bir hizmet oluşturmak da
projelerimiz arasında. Efendim, Serçeşme
Cemevinin yaptığı çalışmalara ve planladığı çalışmalara değinir misiniz? Serçeşme Cemevinin
açılışında, toplumun ihtiyaç duyduğu yol hizmetlilerinin, inanç ve kültür
ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte dedelerin ve görevlilerin yetiştirileceği
bir kurum olacağı konusunda projelerimizin olduğunu belirtmiştim. Bugün bu
projelerde bir değişiklik yok. Ne yazık ki, Serçeşme Cemevinin hizmete girmesi
önündeki bürokratik sorunların aşılması çok uzun sürdü. Bunun dışında maddi
sıkıntımızın olduğunu da burada açıkça belirtmek isterim. Eylül
ayından itibaren Serçeşme Cemevindeki etkinliklerimizin artacağını ve
toplumumuzun ihtiyaçlarının karşılanması için arkadaşlarımızın büyük bir
özveriyle çalıştıklarını belirmek isterim. Efendim, kendisi
görülmeyen-sorulmayan, aklanıp-paklanmayan bir dede talibin görgüsünü yapabilir
mi? Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz? Alevi-Bektaşi-Kızılbaş
geleneğinin olmazsa olmaz diyebileceğimiz “El
ele, el Hakk’a” geleneği, bugün artık belli yöreler dışında uygulanmıyor. Hacı Bektaş
Veli’nin, “Arı olmayan arıtamaz!”
sözü de bunu teyit eder. Alev-Bektaşi-Kızılbaş geleneğinde yıllık Görgü Cemleri
olur. Canlar eşiyle veya musahip kardeşler eşleri ile birlikte meydana çıkıp dâr’a
dururlar. Birliğin de
dirliğin de sırrı, “Dâr’a durup, sorgudan
geçmektir”. Bu bireyin huzuru, toplumun düzenidir. Her can yeniden doğar, hâl
ehli olur. Cem’e ölü can olarak gelir, Cem’den diri can olarak çıkar. Katılan
cem erenlerinin önünde, kendi vicdanıyla baş başa kalarak özünü yoklayıp,
önceki yaşamış olduğu Görgü Ceminden, o anki Görgü Cemine kadar olan yaşamıyla
yüzleşir ve iç hesaplaşmasını yapar. Bundan başarıyla çıkarsa, dede onları “Erkân”dan veya “Pençe-i Âl-i Âba”dan geçirir. Böylece canlar yaşamıyla yüzleşerek
bir manevi arınma yaşarlar. Bu arınmayı
Görgü Cemini yürüten Dede yapar. Burada şu soruyla karşılaşıyoruz: Peki, Dede
görgüden geçmiş midir, yani Hacı Bektaş Veli’nin sözleriyle, “Arı mıdır?” Arı değilse başkasını nasıl
arıtacaktır? İşte burada, “El ele, el
Hakk’a” geleneğinin ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkıyor. Şimdi öyle
bir zamanda yaşıyoruz ki, “Erken kalkan Dede
oluyor.” İşin gerçeğinde, bir Dedenin evlatlarının tümü Dede olmaz. Belli
özellikleri olması gerekir ve en önemlisi, talibin gönlünde yer bulmasıdır. Önceleri Dedeler
hizmet için evinden ayrıldığında, yanında oğlu olurdu. Babasının yanında
yıllarca çıraklık eder, deneyim kazanır, talipleri ile tanışır ve aralarında
bir gönül bağı oluşurdu. Bugün artık
böyle bir gelenek yaşanmıyor. Kursla, seminerle yetiniliyor. Ayrıca dedelik
makamının “bir hizmet makamı değil,
geçinme makamı” haline geldiğini gözlemliyoruz. Yıllarca bu topluma hizmet
etmiş ve toplumun bugüne gelmesini etken olmuş bir makam böylece yozlaşmış
oluyor. Efendim, Alevi
toplumunun günümüzde karşı karşıya olduğu bir dizi müşkül var. Bunlara
değinebilir misiniz? Köyden
şehre göç ile Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun pek çok geleneği uygulanamaz
hale geldi. Bunların başında musahiplik geliyor. Musahiplik, geçmişte toplumun
birbiriyle kaynaşmasında, yol geleneğinin uygulanmasında ve böylece toplumumuzun
bugüne gelmesinde en büyük etkenlerden birisiydi. İmam Cafer Buyruğu, “Musahip kardeşlerin aynı şehirde oturmaları erkândır.” der. Buna
uyan bugün kaç musahip kardeş var? Namusun dışında her şeyin ortak olduğu bu
kurum, bugünkü ekonomik sistemde uygulanabilir mi? Musahip kardeşlerden birisi
suç işlediğinde, diğer kardeş de cezalandırılıyor. Dünyada hangi hukuk
sisteminde işlemediği suçtan ceza var? Bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz,
ancak, cevaplar hep, “Hayır”
olacaktır. Önceleri
kapalı bir toplumduk, köy ortamında yaşıyorduk. Musahip kardeşler günün her
saatinde birlikteydiler, ekonomik yönden ve diğer bakımlardan bir eşitlik söz
konusuydu. Musahip kardeşlerden birisi suç işlemeğe niyetlense bile, öbür
kardeşin buna mani olma şansı vardı. Yukarıdaki soruları,
Alevi Bektaşi toplumunun göçten önceki köy yaşamında sorsaydık cevaplar hep “Evet” olurdu. Toplumumuz
bir değişim döneminden geçiyor. Bu değişim dönemi aynı zamanda bir kargaşa
dönemidir. “Değişimler cahili öldürür,
arifi yaşatır.” Eskiyle
gurur duymak, ama eskiden yeniye devamlılığı sağlamak çok daha iyidir. Zaman ve
şartlara uyum sağlayamazsak sonumuz hüsran olur.
|