Âşık Remzâni

 

 

 

Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy ile Söyleştik 2014

 

Değişim, Cahili Öldürür, Arifi Yaşatır

 

Ahmet KOÇAK

 

Efendim, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının yüzüncü yıl dönümündeyiz. Osmanlı İmparatorluğunun yıkımı ile sonuçlanan bu savaş, Alevi-Bektaşi toplumunun tarihinde nasıl bir rol oynadı?

 

Dokuz milyon kişinin öldüğü bunun iki katı sayıda insanın yaralandığı Birinci Dünya Savaşının bilançosu korkutucuydu. Askerlerin yanı sıra, binlerce sivil insan da açlık, hastalık ve savaşın şiddetiyle hayatını kaybetti. Silahlar sustuğunda ise insanlık, öldürücü bir salgın hastalıkla karşı karşıya kaldı. Ordular evlerine döndüğünde bilanço çok daha ağırdı: Elli milyon kişi ölmüştü.

 

Savaşın büyüklüğü ve yıkıcılığı halen tartışılan birçok sorunu ortaya çıkardığı gibi yeni siyasi fikirlerin de yayılmasına neden oldu.

 

ABD Başkanı Wilson, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ve dünyayı demokrasi ile daha güvenli bir yer haline getirmekten bahsetti. Diğer taraftan Rusya’da Lenin ve Bolşevikler, “Sınırsız ve sınıfsız bir dünya” önerisi sundu. Bu iki görüşün çatışması, günümüzden 25 yıl önceye kadar devam eden Soğuk Savaşı tetikledi.

Alevi-Bektaşi-Kızılbaşların yaşam alanında cereyan eden savaş sonucunda sınırlar tekrar çizildi. Osmanlı İmparatorluğu tarihe karıştı ve bu topraklar üzerinde pek çok devletler kuruldu. Bunun sonucu olarak:

 

Birinci Dünya Savaşından bu yana Dünya etnik milliyetçilik şiddetinden çok çekti ve halen çekiyor.

 

Çok uluslu imparatorluklar, hataları çok olsa da farklı guruplardan insanları birlikte yaşatmayı başarıyordu. Savaşla birlikte Avrupa’da ve eski dünyada hem imparatorluk içinde hem de devletlerarası dengeler bozuldu.

 

Savaş sonunda Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Almanya ve Rusya imparatorlukları tarihe karıştı. Onların yerine Orta Avrupa’da Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Macaristan gibi devletler kuruldu. Daha kuzeyde, Baltık Denizi çevresinde Litvanya, Letonya, Estonya ve Finlandiya devletleri kuruldu. Kafkaslar ve Orta Asya’da da bir dizi devlet ortaya çıktı. Ancak bu devletlerin kuruluşu bir sonraki savaşın nedenlerini de hazırladı.

 

Balkan Savaşı yıllarında Osmanlı Devletinin parçalanmasıyla Hıristiyan halklardan bağımsızlıklarını kazanmıştı. Savaş yıllarında Müslüman Araplar da bağımsızlık yoluna girdi. Orta Doğu’nun büyük bir bölümünde dört yüz yıldır süren Osmanlı düzeninin çöküşüyle yeni bir dönem, yarı-sömürge olarak yönetilen Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan ve Libya devletleri ortaya çıktı.

 

Mezopotamya’da savaşın galipleri olan İngiltere ve Fransa arasında “Sykes-Picot” antlaşması ile çizilen nüfuz bölgelerinin sınırları, bir sonraki savaşın ardından kurulacak devletlerin sınırlarını oluşturdu.

 

Bizim yaşadığımız topraklarda Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun “El ele, el Hakk’a” düsturu büyük ölçüde çöktü. Merkez Dergâhla bağlar koptu. Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’da pek çok dergâh yıkıldı ve baştakiler zorunlu göç ettirildi veya asimile oldu.

 

Bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan, Hacı Bektaş Veli Dergâhını temsil eden ve bölgenin en yetkili dergâhı Seyit Ali Sultan Dergâhı iyice küçülmüş ve merkezden kopmuştur.

 

Yine aynı şekilde, Makedonya’da bulunan Kalkandelen Dergâhı işgal altındadır. Benzeri onlarca örnek vardır.

 

Efendim, Birinci Dünya Savaşı ardından çizilen sınırlarla bölünmüş eski Osmanlı toprakları olan komşu ülkelerde binlerce insan, kadın çocuk demeden katlediliyor. Bu savaş ve katliamlar hakkında neler söylemek istersiniz?

 

Birinci Dünya Savaşı ardından çizilen sınırlarla bölünmüş eski Osmanlı toprakları üzerinde etnik ve mezhep kavgaları hiç bitmedi ve bugün de olanca şiddetiyle sürüyor.

 

Bu ülkelerde kadınlara gülmek yok, çağdaş hukuk yok, eleştiri ve muhalefet yok…

 

Irak’ta korkunç katliamlar devam ediyor. Binlerce Ezidi öldürülüyor, Türkmenler acımasızca katlediliyor, Araplar öldürülüyor, Kürtler öldürülüyor…

 

Çöller, dağlar kurşunlanmış masum insan cesetleriyle dolu. Masum insanlar hayattan kopup gidiyor ve dünya bu trajediyi dizi film izler gibi izliyor. Avrupa, Amerika, Rusya, Çin, koskoca devletler, kafa kesen IŞİD terör örgütü ile savaşmayı göze alamıyor…

 

IŞİD canavarından kaçan binlerce Ezidi, dağlarda perişan oluyor. Bir kısmı Cizre yakınlarında Rojova’da kampa sığındılar. Türkiye’ye girmelerine mani olunuyor…

 

Anlatılanlar içler acısı: Kadınlar ve kızlar her hangi bir durumda kendilerini öldürmek için bıçak taşıyorlar… “Sizlere dokunmayacağız” diyerek geliyor, kızları götürüyorlar; bazı kadın ve erkekleri vahşice öldürüyorlar… Tam bir insanlık dramı…

 

Dünyada insanlık, vicdan, merhamet kalmadı; zayıflar ezilip öldürülüyorlar. Ölen de öldüren de “Allah-ü Ekber” diyor...

 

Efendim, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ülkemizde yaşanan katliamlardan etkilenen Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumu, bugün benzer saldırılarla bir kez daha karşılaşma korkusunu yaşıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

 

Sınırlarımızda bunlar olurken, bu mezhep kavgasının ülkemize de sıçrayacağı korkusuyla yaşıyoruz. Kutuplaşmalar ve Osmanlı’dan devralınan ötekileştirme hat safhaya ulaştı.

 

Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun arzuladığı ve dilinden bırakmadığı laiklik, eşit vatandaşlık, karşılıklı saygıya dayanan kardeşçe bir arada yaşamak, inancın sorgulanmadığı bir ortam, mevcut şartlarda ülkemizden gittikçe uzaklaşıyor.

 

Demokrasi ve barış istemi toplumumuzda çok güçlü, bu da mensup olduğumuz inancın ve yolun bizlere verdiği bir erdem. Bunu hiçbir şekilde ve şartta terk etmeyeceğiz ve şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bunun yılmadan usanmadan mücadelesini vereceğiz.

 

Efendim, Dergâh’ta Birlik toplantısında alınan tavsiye kararları doğrultusunda bugüne kadar yapılan çalışmalar konusunda neler söylemek istersiniz?

 

2011 yılında Hacıbektaş’ta yapılan “Dergâhta Birlik” toplantısında alınan tavsiye kararları doğrultusunda kurduğumuz vakıf, çalışmalarına başladı. Ancak çalışmalar, beklediğim ve umduğum hızda değil. Buna rağmen önemli adımlar atıldı.

 

Hakk’a Yürüme Erkânı” iki yıldan fazla süren titiz bir çalışma sonucu hazırlanarak kitapçık haline getirildi ve bir kitapçık halinde basıldı. Erkânı hazırlama sürecinde altmışın üzerinde erkân toplandı ve incelendi. Bunların, Alevi dil ve geleneğinden ne kadar uzak olduğu, komşu inançların ne kadar etkisinde kaldığı tespit edildi.

 

İncelenen erkânlar içerisinde Tahtacıların, “Hakk’a Yürüme Erkânı”nın gerçeğe en yakın olduğu ve bundan çok yararlandığımızı ifade etmek isterim.

 

Bu konuda çalışmalarımız henüz bitmedi. Hakk’a Yürüme Erkânı ile ilgili olarak Ankara’daki Serçeşme Cemevinde seminerler verilecek ve bölgesel toplantılar yapılacak. Hatta uygulamacıların ayağına gidecek seyyar bir hizmet oluşturmak da projelerimiz arasında.

 

Efendim, Serçeşme Cemevinin yaptığı çalışmalara ve planladığı çalışmalara değinir misiniz?

 

Serçeşme Cemevinin açılışında, toplumun ihtiyaç duyduğu yol hizmetlilerinin, inanç ve kültür ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte dedelerin ve görevlilerin yetiştirileceği bir kurum olacağı konusunda projelerimizin olduğunu belirtmiştim.

 

Bugün bu projelerde bir değişiklik yok. Ne yazık ki, Serçeşme Cemevinin hizmete girmesi önündeki bürokratik sorunların aşılması çok uzun sürdü. Bunun dışında maddi sıkıntımızın olduğunu da burada açıkça belirtmek isterim.

 

Eylül ayından itibaren Serçeşme Cemevindeki etkinliklerimizin artacağını ve toplumumuzun ihtiyaçlarının karşılanması için arkadaşlarımızın büyük bir özveriyle çalıştıklarını belirmek isterim.

 

Efendim, kendisi görülmeyen-sorulmayan, aklanıp-paklanmayan bir dede talibin görgüsünü yapabilir mi? Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

 

Alevi-Bektaşi-Kızılbaş geleneğinin olmazsa olmaz diyebileceğimiz “El ele, el Hakk’a” geleneği, bugün artık belli yöreler dışında uygulanmıyor.

 

Hacı Bektaş Veli’nin, “Arı olmayan arıtamaz!” sözü de bunu teyit eder. Alev-Bektaşi-Kızılbaş geleneğinde yıllık Görgü Cemleri olur. Canlar eşiyle veya musahip kardeşler eşleri ile birlikte meydana çıkıp dâr’a dururlar.

 

Birliğin de dirliğin de sırrı, “Dâr’a durup, sorgudan geçmektir”. Bu bireyin huzuru, toplumun düzenidir. Her can yeniden doğar, hâl ehli olur. Cem’e ölü can olarak gelir, Cem’den diri can olarak çıkar. Katılan cem erenlerinin önünde, kendi vicdanıyla baş başa kalarak özünü yoklayıp, önceki yaşamış olduğu Görgü Ceminden, o anki Görgü Cemine kadar olan yaşamıyla yüzleşir ve iç hesaplaşmasını yapar. Bundan başarıyla çıkarsa, dede onları “Erkân”dan veya “Pençe-i Âl-i Âba”dan geçirir. Böylece canlar yaşamıyla yüzleşerek bir manevi arınma yaşarlar.

 

Bu arınmayı Görgü Cemini yürüten Dede yapar. Burada şu soruyla karşılaşıyoruz: Peki, Dede görgüden geçmiş midir, yani Hacı Bektaş Veli’nin sözleriyle, “Arı mıdır?” Arı değilse başkasını nasıl arıtacaktır? İşte burada, “El ele, el Hakk’a” geleneğinin ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkıyor.

 

Şimdi öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, “Erken kalkan Dede oluyor.” İşin gerçeğinde, bir Dedenin evlatlarının tümü Dede olmaz. Belli özellikleri olması gerekir ve en önemlisi, talibin gönlünde yer bulmasıdır.

 

Önceleri Dedeler hizmet için evinden ayrıldığında, yanında oğlu olurdu. Babasının yanında yıllarca çıraklık eder, deneyim kazanır, talipleri ile tanışır ve aralarında bir gönül bağı oluşurdu.

 

Bugün artık böyle bir gelenek yaşanmıyor. Kursla, seminerle yetiniliyor. Ayrıca dedelik makamının “bir hizmet makamı değil, geçinme makamı” haline geldiğini gözlemliyoruz. Yıllarca bu topluma hizmet etmiş ve toplumun bugüne gelmesini etken olmuş bir makam böylece yozlaşmış oluyor.

 

Efendim, Alevi toplumunun günümüzde karşı karşıya olduğu bir dizi müşkül var. Bunlara değinebilir misiniz?

 

Köyden şehre göç ile Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun pek çok geleneği uygulanamaz hale geldi. Bunların başında musahiplik geliyor. Musahiplik, geçmişte toplumun birbiriyle kaynaşmasında, yol geleneğinin uygulanmasında ve böylece toplumumuzun bugüne gelmesinde en büyük etkenlerden birisiydi.

 

İmam Cafer Buyruğu, “Musahip kardeşlerin aynı şehirde oturmaları erkândır.” der. Buna uyan bugün kaç musahip kardeş var? Namusun dışında her şeyin ortak olduğu bu kurum, bugünkü ekonomik sistemde uygulanabilir mi? Musahip kardeşlerden birisi suç işlediğinde, diğer kardeş de cezalandırılıyor. Dünyada hangi hukuk sisteminde işlemediği suçtan ceza var? Bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz, ancak, cevaplar hep, “Hayır” olacaktır.

 

Önceleri kapalı bir toplumduk, köy ortamında yaşıyorduk. Musahip kardeşler günün her saatinde birlikteydiler, ekonomik yönden ve diğer bakımlardan bir eşitlik söz konusuydu. Musahip kardeşlerden birisi suç işlemeğe niyetlense bile, öbür kardeşin buna mani olma şansı vardı.

 

Yukarıdaki soruları, Alevi Bektaşi toplumunun göçten önceki köy yaşamında sorsaydık cevaplar hep “Evet” olurdu.

 

Toplumumuz bir değişim döneminden geçiyor. Bu değişim dönemi aynı zamanda bir kargaşa dönemidir. “Değişimler cahili öldürür, arifi yaşatır.”

 

Eskiyle gurur duymak, ama eskiden yeniye devamlılığı sağlamak çok daha iyidir. Zaman ve şartlara uyum sağlayamazsak sonumuz hüsran olur.

 

                                                      - Makaleler -