Âşık Remzâni

 

 

 

SİYASET ALEVİ ÖRGÜTLÜLÜĞÜNÜ PARÇALIYOR

 

Ahmet KOÇAK

 

 

DEMOKRATİK kitle örgütlerimizin ku­rulma süresi çok kısa, yirmi dört-yirmi beş yıllık bir süreç. Yirmi dört yıllık bu süreç içerisinde her ilde bir, bazen bir ilde birden çok Alevi derneği kurduk. Daha sonra vakıflar dü­zeyinde, dernekler düzeyinde federasyonlaş­tık. Avrupa’da konfederasyonumuz da var.

 

Yirmi beş yıl öncesinden örgütlenmeye baş­lanırken özellikle Pir Sultan Kültür Derneği, Hacı Bektaş Veli gibi derneklerin ilk örgütlen­diği yıllar bir ihtiyaçtan çıktı ama zaruri değil­di. O günlerde bir şubeyi kurabilmek için çok sıkıntı çekiyorduk. Pir Sultan Genel Merkezi Ankara’daydı. 1990’lı yıllarda İstanbul’da şu­besini açabilmek için kelimenin tam tabiriyle alnımızın damarı çatlıyordu, kurucu üye bula­mıyorduk.

 

Örgütlülüğün bugünkü hale gelebilmesinin miladı, 1993 yılında yaşanan Sivas kıyımıdır. Bu kıyımla Alevi-Bektaşi toplumu örgütlen­menin zaruri olduğunun farkına vardı. Bugün artık her ilde bir Cemevi, büyük illerde birkaç tane cemevi var. Köylere kadar cemevleri açtık.

 

Örgütlerimizi kurduk ama örgütlerimizin ne yapacağı konusunda kafamız çok açık değildi. Bu dernekler demokratik dernekler mi? İnançsal dernekler mi? Kültürel dernekler mi? Bir türlü buna karar veremedik. On-on beş yıl bunları tartıştık. Bunun dışında sistemin bize dayattığı tartışma noktaları da oldu: Alevilik nedir üzerinden, Ale­vilik İslam’ın neresinde? Aleviliğin İslam ile alakası var mı? Yok mu? gibi, Alevi örgütlerinin enerjisini bu yöne kanalize etti. Bu süreçte ister istemez birbirimizi kırdık, üz­dük, darıldık. Örgütlülük genişleye­cekken örgütlülüğü küçülttük.

 

Bütün bu olumsuzluklara rağ­men ben demokratik örgütlülük düzeyinde bugünkü gelinen noktayı başarı olarak görüyorum. Dokuz yüz yıllık bir dev­let geleneğinin karşısında biz yirmi beş yıllık bir örgütlülükten bahsediyoruz. Karşımızda muhteşem bir devlet geleneği var. Bu devlet geleneğinin karşısında da biz yirmi beş yılda örgütlenip hakkını arayan bir toplum pozisyo­na gelmişiz, o nedenle diyorum bu azımsana­cak, küçümsenecek bir şey değil. Eksiğimiz de olsa, hatalarımız da olsa yanlışlarımız da olsa bunu bir kere görelim. Öncelikle bunun altını çizelim, sonra son yıllarda demokratik Alevi örgütlüğünün niye zayıfladığını birkaç cümleyle ifade edelim.

 

Demokratik Alevi örgütlülüğünün zayıf­lamasının en önemli nedeni siyasallaşmaktan kaynaklanıyor. Siyaset Alevi örgütlerinin içe­risine girdiği andan itibaren toplumu parçala­maya başlıyor. Şu an bizi buraya Alevi-Bektaşi inancı ve felsefesi getiriyor öyle değil mi? Her­hangi bir partinin etkinliği olsa buraya parti kimlikli ya da siyasi kimlikli insanlar gelirdi.

 

Bu derneklerin kurulmasındaki amaç top­lumun inancı, kültürü için çalışma yapması gerekiyor ise o amaçta çalışmak lazım. Biz ne yaptık? Derneklerimizi kurduk, derneklerin içerisinde çalışırken kendi siyasi görüşümüzü, dünya görüşümüzü kurumun içerisine empoze etmeye çalıştık. İnancın içerisine siyasi görüşlerimizi giy­dirmeye çalıştık. Ve o derneklerin üzerine basarak kendimize siyasi kariyer edinmeye çalıştık.

 

2008 yılı da örgütlenme açısından önemli bir milattır. O yıl Ankara’da yapılan miting önemlidir. Bütün toplumun, herkesin katıldığı o miting, Alevilerin demokratik ve eşit yurttaşlık temelindeki talep­leri konusunda muhteşem bir güç gösterisine dönüştü. Ve tüm kamuoyu, Türki­ye’deki farklı kesimler Alevilere gözünü çevir­di: “Evet, bu toplumda bu coğrafyada yaşıyor ve bu coğrafyada bu toplumunda beklentileri, demokratik talepleri var” bilincini gündeme getirdi. Ama ne hikmetse görünen ya da gö­rünmeyen eller o gücü bir biçimde pasifize et­mek için son beş-altı yıldır çalıştılar.

 

Aleviler siyaset yapmayacak mı? sorusu gündeme geldi o günlerde. Aleviler tabii ki siyaset yapacak, ama Aleviler kendi siyasetini bırakıp başka siyasetlerin peşine gittiğinde işte o zaman parçalanmaya da başlamış oluyor.

 

Bunun en kötü örneği bu yıl 12 Ekim’de Ankara’da yapılan mitingde resmedildi. 12 Ekim’de yapılan mitingin başarısız olmasının altındaki neden sadece miting provoke edile­cek gibi sansasyonel haberler değildi. ABF’nin içerisindeki iç çatışmalar ondan öncesinde de vardı. Ve bu durum ne yazık ki mitinge yansıdı.

 

Alevi-Bektaşi toplumu siyaseten yekpare bir toplum değil. Alevi-Bektaşi toplumunun içerisinde siyaseten çok farklı akımlar, çok farklı görüşler var. Bu da toplumun ve insanın doğasına ters olan bir şey değil. Herkesin siyasi mücadelesini şu ya da bu şekilde verebileceği kul­varlar var. Alevilerin kendi siyasal talepleri vardır. Aleviler kendi si­yasal taleplerini demokratik kitle örgütleriyle yapacaklardır.

 

İnançsal birlik ayrı bir şeydir. İnancının da gereklerini yerine ge­tirebilecek inançsal birliğinin yapılması gereken mekânları vardır. Bunlar ocaklardır, dergâhlardır; geçmişten bugüne kadar zakir­leridir, dedeleridir, mürşitleridir, pirleridir; bunlar bir araya gelecek inançsal birliğini sağlayacaklardır.

 

Sorunlarımızın çözüm kaynağı kendi birliğimizden geçiyor. De­mokratik mücadele için demokratik derneklerimizin güçlü olması lazım. Bu kurumlarımıza sahip çıkmamız, bu kurumlarımızı güç­lendirmemiz lazım. Bu kurumları­mızla beraber inanç kurumlarımızı güçlendirmemiz lazım.

 

 

Aleviler DevlettenNe İstiyor ya da İstemiyor

 

Bizim sorunumuz herhangi bir siyasi partiyle veya siyasi iktidarla değil, devletledir. Devlet­te süreklilik geleneği vardır. Osmanlı devleti Selçuklu’dan, Cumhuriyet devleti de Osman­lıdan devir almıştır devlet geleneğini. Kimisi iyidir, kimisi kötüdür bu ayrı bir tartışma me­selesi, ama devlet politikasının geçmişten bu güne Alevilere ne uyguladığını, neyi reva gör­dükleri gözümüzün önünde duruyor.

 

Biz kendi donumuzu biçmezsek, iktidar ya da yandaşları ya da öyle düşünen Osmanlı artığı ulemalar bize sürekli bir don biçme he­vesinde olacaklar ve don biçecekler. İçimizde de buna müsait insanlar yok mu? Var. “Her ağacın kurdu kendi özünde olur” atasözünde­ki gibi kendi içimizde de çürük olan kişiler, gidecekler bunlarla pazarlık yapacaklar ve bu pazarlık sonucunda bazı şeyler kapacaklar. Daha önceden bu resmi bize gösterdiler. Ney­di bu? Kültür bakanlığına bağlı bir müdürlük, müdürlükte devlet bir bütçe ayıracak bu bütçede dedeler yetiştirilecek dedelere maaş veri­lecek. “Dedelere maaş verilirse o dede kimin dedesi olur? Devletin dedesi olur.” Postnişin Veliyettin Efendi tüm konuşmalarında bunu söylüyor.

 

O halde biz, “Topluma din ko­nusunda hizmet getirmeyin kar­deşim. Siz topluma kültür, sağlık, eğitim, sanayi, işsizlik bu konuda hizmet getirin, devlet olarak sizin göreviniz budur.” diyeceğiz.

 

Diyanet işleri kaldırılmadan tam laiklikten tam demokrasiden bahsedilmez. Laikliğin anlamı bellidir, laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. O zaman dini bir kurum olan diyanet varken nasıl olurda laik bir toplum oldu­ğumuzu söyleyebiliriz.

 

Aleviler, Türkiye de laikliği isteyerek kendisinin dışında kalan toplumsal kesimlerin de aynı zamanda taleplerini istemiş oluyor. Bu coğrafyada Rumlar, Ermeniler, Ezidiler ve Süryaniler var. Bunların da haklarını savun­muş oluyor. Yani biz demokrasiyi sadece ken­dimiz için istemiyoruz.

 

 

Anadolu’da Süreklerve Sorunları

 

Anadolu Aleviliğinde üç farklı sürek var: Bunlar, Babagan, Dedegan ve Çelebi sürek­leri. Babagan süreğinde nasip alma, Dedegan süreğinde musahip olma, Çelebi süreğinde ikrar vererek yola girme kuralı, yani tarikata girme koşulları vardır.

 

Biz bu koşulların hangisini yerine getiriyo­ruz? Bugün önümüzde duran sorun bu. Dede­gan süreğine göre musahiplik olmadan görgü ve ikrar cemine giremezsiniz, yani görülemez­siniz. Görülmek demek yıllık arınmak, aklan­mak, paklanmak demektir.

 

Ben köydeydim, ikrar verdik, dara çıktık, musahip olduk. Benim musahibim köyde kal­dı ben çıktım İstanbul’a gittim. Ben zengin oldum, musahibimin durumu hala kötü. Ben musahibime para gönderiyor muyum? Ha­yır. Musahibimin ne yaptığını ben görüyor muyum? Görmüyorum. Musahibim benim İstanbul’da ne yaptığımı biliyor mu? Hayır. Bu durumda birbirimizi denetleyemiyoruz, bir şey paylaşamıyoruz. Oysaki musahiplik kurumu denetleme kurumudur, kardeşlik kurumudur. Musahiplik kurumu, “Güruhu Naci” diye ifa­de edilen kurtarılmış topluluğu hedefleyen bir kurumdur. Bu kurumun bugünkü sistem içeri­sinde yaşama şansı yok. Ocaklarımız o neden­le bugün özellikle görgü cemlerini yapmakta sıkıntı yaşamaktadırlar.

 

1900’lü yılların başında dönemin Postnişini Ahmet Cemalettin Çelebi bu sorunu görmüş ve kişinin “ikrar” vererek yolu sürdürebileceğini ta­liplerine salık vermiştir. Ve bu sürek taliplerinin önemli çoğunluğu yolu böyle sürdürmektedir.

 

Babagan süreğinde kişi,“nasip” alıyor ve yola giriyor. Daha sonra sırasıyla derviş, baba, halife baba gibi makamlara yükselebiliyor. Bu sürek, diğer iki sürekten önemli ölçüde ayrışıyor.


 

                                                            - Makaleler -