Âşık Remzâni

 

 

ŞİİR  DÜNYAMIZDA ÂŞIK  VEYSEL 

 

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

zileli.yardimci@gmail.com

 

Gün ikindi akşam olur

Gör ki başa neler gelir

Veysel gider adı kalır

Dostlar beni hatırlasın

 

Doğumunun 120. yılında unutmadığımızı vurguluyor, yeri zor doldurulacak üstadın sesini, sazını, sanatını hayranlıkla arıyoruz.

 

Âşık Veysel’in dedesi Şatıroğullarından Ali Ağa, Kars’tan göçerek önce Sivas’ın Divriği ilçesine bağlı Kaledibi köyüne, oradan da Şarkışla ilçesine bağlı Söbealan şimdiki adıyla Sivrialan  köyüne yerleşmiş ve burayı kendine yurt edinmiştir.

 

Ali Ağa’nın oğlu Karaca Ahmet, Âşık Veysel’in babasıdır. Ali Ağa, Soyadı kanunda Ulu soyadını almıştır.  Sivas âşıklar bayramına  Veysel Ulu  adı ile katılan Aşık Veysel, daha sonraki yıllarda  soyadını aile  lâkabı olan  Şatıroğlu’na  çevirttirmiştir.

 

Veysel Karanî’nin Yemen çöllerinde kaybettiği devesini Sivas Emlek yöresindeki Beserek Dağı’nda bulduğuna inanılarak kutsal sayılan bu tepeyi yöre halkı ziyaret edip, dilek dileyip kurban keser. Veysel’in babası da bu tepede dilek dileyerek “Oğlum olursa adını Veysel koyacağım.” der. Oğlu olunca da dileğini yerine getirerek adını Veysel koyar. 

 

Âşık Veysel’in gözünü kaybetmesi ile ilgili 1964’te Ankara Radyosu’nun Veysel için hazırladığı sohbet programında Rıdvan Çongur’a  anlattığı biçimi şöyledir:

 

Yedi yaşımda çiçek hastalığına yakalandım. Çiçek hastalığı yüzünden sağ gözümü tamamen kaybettim. Sol gözüme ise perde indi.

 

Bir gün,  anam inek sağıyordu, ben de yanında bekliyordum. Babam da arkamızda duruyormuş. Ben onun geldiğini fark etmemiştim. Bana,  ‘Veysel’ diye seslenince birden geriye döndüm. Koltuğunun altında ucu sivri bir övendire varmış. Başımı çevirmemle övendirenin sivri ucunun sol gözüme saplanması bir oldu.

 

Böylece sol gözümü de kaybettim.

 

Genç yaşımda felek vurdu başıma

Aldırdım elimden iki gözümü

Yeni değmiş idim yedi yaşıma

Kayıp ettim baharımı yazımı

 

O yıllarda, elimden tutarak beni gezdiren, hep kız kardeşim Elif oldu. Elif’ten gördüğüm yardımı, sevgiyi unutamam:” (1)

 

Aynı konuşmada saz çalmaya başladığını da:  On yaşıma girdiğim zaman, biraz oyalanmam için, babam bana eski bir saz aldı. Kendisi saz çalmasını bilmezdi. Şiir yazmazdı. Ama bazı halk şairlerinin şiirlerini ezbere söylerdi.

 

Babamın bana ezberlettiği ilk şiir  Kul Abdal mahlaslı bir şairimize aittir. Kul Abdal’ın hiç unutmadığım şiiri şöyledir:

 

"Kul Abdal’ım yalan dünya vefasız

Âlemde bir yere düştüm devâsız

Sen bana yar olman behey vefasız

Var kimin olursan ol şimden geru"                                               

 

Uzun süre saza alışamadım. Sazdan ses çıkaramadım. Yani saz çalamadım. Artık onu  bırakmak istiyordum.

 

Komşularımızdan Molla Hüseyin, Hıdır Dede ve Çamşıhlı  Ali Ağa  bana sazı öğrettiler.  Asıl ustam Ali Ağa’dır. 

 

Veysel, ilk şiiri ile ilgili anısını şöyle  aktarmıştır:

 

O zamana kadar ben hiç yazmadığım için,  usta malları satıyordum. Nahiye  Müdürümüz Ali Rıza Bey, köye geldiğinde bana:

 

‘Cumhuriyetin onuncu yılı için güzel bir destan hazırla, bayramda nahiyeye gel okursun.’ dedi.  Ben de ilk defa:

 

Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası

Kurtardı vatanı düşmanımızdan

Canını bu yolda eyledi feda

Biz dahi geçelim öz canımızdan

 

biçimindeki  bu destanı yazdım. İlk deyişim budur."

 

Daha sonra  şiirini Atatürk’e okuma  hevesine kapılıp, arkadaşı İbrahim’le köy köy dolaşarak  üç ayda Ankara’ya gitmiştir.

 

Veysel, halk şiiri geleneğinin çağımızdaki önemli ustalarından biri olmakla

birlikte, klasik anlamdaki bu geleneklerin tamamını uygulayan âşıklardan değildir.

 

Yaşamı boyu bir kez doğaçlama şiir söylediği bilinir. O da, İstanbul’da verdiği bir konserde  gördüğü ilgi üzerine, sahnede, doğaçlama olarak:

 

Verilen kıymete layık değilim

Bir aciz kimseyim ayık değilim

Yüzemem deryada kayık değilim

Diyorsunuz gir deryaya yüz bana

 

biçiminde söylediği şiirdir.

 

Veysel’in Ustalığı, lirizmi iyi yakalayışında ve hayatının bazı kesitlerini dizelerine ustaca aktarışındadır. Sazını öyle özgün kullanmıştır ki,  musikimizde  Veysel düzeni  diye adlandırılan bir  eda  oluşturmuştur.

 

Divan şairinin kalemi ne ise, âşığın da sazı ve tezenesi odur.  Halk, âşığı sazsız düşünemez.  Bu nedenle  Sazsız âşık kulpsuz testiye benzersözü yaygınlık kazanmıştır.

 

Âşık hep sazıyla övünür. Sazı onun dili ve gönlüdür. Onunla sohbet eder, onunla dertleşir, bütünleşir.  Veysel:

 

Ben gidersem sazım sen kal dünyada

Gizli sırlarımı âşikâr etme

 

diyerek, onunla dert ortağı olmuş;

 

Bir Veysel demişler olabilirsem

Söylerim sözümü bilebilirsem

Bir cura sazım var çalabilirsem

Defli dümbelekli caz neme gerek  

 

biçimindeki ifadesiyle de   sazın yaşamındaki yerini işaret etmiştir.

 

Zaman içinde Veysel, köyünden kopup, sazı elinde dolaşıp, kent kültürünü köyüne taşırken, yenilikleri, hassas kulakları ile algılayıp, gönül gözünün kevgirinde süzüp, şiirine malzeme yaparak,  deyişlerinde  orijinalliği yakalamıştır. 

 

Onda bağırtılı, laf kalabalığı içinde anlamı müziğe feda eden bir tavır sezilmez. Söyleyişinde net, arı-duru, yapmacıksız bir Anadolu Türkçesi hakimdir. Sözcükler, yerli yerine oturmuş ve özgündür. 

 

O, çıktığı kaynağın,  koşuktan-koşmaya,  bin yıllık birikimini yansıtan bir ayna gibidir. 

 

dillerden düşmeyen

 

Güzelliğin on para etmez

Bu bendeki aşk olmasa

Eğlenecek yer bulaman

Gönüldeki köşk olmasa                                                                             

 

deyişi irdelendiğinde sıradan bir âşıkla değil, Anadolu bilgeliğinin en önemli simalarından biri ile  karşılaştığımızı hissederiz. 

 

Aşkı insan, ancak gönül gözüyle bilebilir. Bu anlamda insan gönlü, eğlenecek geniş bir köşk gibidir. Veysel’in insan gönlünü köşke benzetmesi de ayrı bir inceliktir.

 

Gelenek gereği icracılık ve âşığın şairlikteki başarısı için üstad da denilen usta bir âşığın yanında uzun süre ders alması benimsenmiştir. Her âşık ustası ile iftihar eder.  Tokatlı Nurî, ustası Emrah’ı:

 

Sorarlarsa âşık sadıkın kimdir

Nurî vardır Emrah çıraklarından (2)

 

biçiminde  övgüyle dile getirir. 

 

Veysel, Hıdır Dede için, “Rahmetlinin bana çok emeği geçti”(3) diyerek ustası olduğunu doğrulamıştır. Buna rağmen usta-çırak geleneğini tam sürdürmeyen Veysel’in çırağı da yoktur. Fakat kendinden sonraki pek çok âşığa büyük etkisi vardır.

 

Bade içme de âşık edebiyatının önemli geleneklerindendir. Kimi âşıklar gerçekten bade olayını yaşamış ve yaşadıklarını anlatmışlardır. Veysel ise badeli âşıklardan değildir. O, çalışıp didinerek belli bir düzeye ulaşmıştır.  Her ne kadar  kimi  şiirlerindeki:

 

Elinden bir dolu içtim

Türlü türlü derde düştüm

 

şeklinde söyleyişleri bade içme geleneğine  çağrışım yaratsa  da, Veysel’de rüya olgusu yoktur. Bunu kendisi de ifade etmiş, Erdal Öz’le yaptığı bir konuşmasında çalışarak kazandığını söylemiştir.[4] 

 

Âşık edebiyatının önemli geleneklerinden biri de âşık karşılaşmalarıdır. 

Ne yazık ki Veysel’i, çok iyi atışma yapan bir âşık olarak göremeyiz. Veysel’e hiç atışma yapmamıştır denilemez. Örneğin, Âşık Çakır’la 1936’da Yozgat’ın Çayıralan ilçesinde atışma yaptığı ve 1942’de de Kastamonu Halkevi’nde Behçet Kemal Çağlar yönetiminde atışma yaptığı yazılı kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca, Kul Ahmet’le yaptığı: 

 

Uyanan milletin ismi cihanda

Bu günde mi, yarında mı, dünde mi?

Bu ilmin ışığı hangi insanda

Akılda mı, fikirde mi,  fende mi?

 

biçiminde başlayan atışması, geleneği yansıtmakla birlikte, o, hiçbir zaman  Semaî, Selmanî, Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova   gibi atışmanın önemli âşıkları arasına girememiştir. Yalnız Veysel’de:

 

Çarık:          

 

Aman kardeş çok üşüdüm

Sen köşede ben dışarda

Senin ile kardeş idim

Sen köşede ben dışarda

 

Mes:   

 

Elin yüzün çamur bu ne

Git ahırda kızınsana

Laf istemem uzun çene

Ben köşede sen dışarda

 

biçiminde başlayan çarık-mes atışması geleneksel atışma kurallarına uymasa da, toplumsal karşıtlıklara duyarlığını sergileyen bir çeşit atışma uyarlaması olarak görülür. Bu şiire dayanarak bir başka şiirinde de kendi konumunu:

 

Oğlum kızım hep çarıklı

Mes giymemiş soyum benim

 

diyerek dile getirmiştir.

 

Âşıklar, toplumu yakından ilgilendiren  olaylarla, kendi doğum tarihlerinin şiirlerinde tarihi birer belge gibi kalmasını istemiş ve dörtlükler arasında tarih belirtmişlerdir.  

 

Veysel, iki şiirinde önemli tarihleri vurgulamak istemiş ve tarih düşürme yöntemine baş vurmuştur. Bunlardan biri:

 

Üç yüz onda gelmiş idim cihana

Dünyada bakmadan ben kana kana

 

biçimindeki doğum tarihini belirttiği dörtlük, diğeri de,  Erzincan depreminin tarihinin belirtildiği şiirdir.

 

Edebiyatımızda en fazla işlenen konuların başında beşeri aşk konusu gelir. Veysel de aşkı Veysel'ce işleyip;

 

Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı

Avlasam çöllerde saz ile seni

 

deyip ustaca vurmuştur sazının teline.

Âşık, gerek övgü, gerekse yergide sınır tanımaz. Veysel ise övgü ve yergilerinde daha ölçülü olmuş, hep insancıl, az ılımlı tavır takınmıştır. 

 

Yeri geldiğinde, Tarsus’ta parasını çalan hırsıza, yaptığı yergide:

 

Dünyada görmedim böyle bir talan

Kapı kitli, cüzdan cepte, para yok.

 

biçiminde, ölçüyü elden bırakmadan, insancıl bir tavırla çıkmıştır karşımıza. 

 

Yeri geldiğinde de: Kaygusuz’un taşlaması kadar olmasa da:

 

Türlü türlü dillerin var

Ne acayip hallerin var

Çok karanlık yolların var

Sırat köprün nerde senin

 

ya da

 

Meryem Ana neyin imiş

Bu işin var bir de senin

 

diyecek  kadar,  söyleyeceğinden  geri durmamıştır.  

 

“Veysel’in elinden tutulmasa, devlet desteği olmasa, Veysel, Veysel olmazdı” diyenlere karşı yine ılımlı tavrını bozmadan,  imalı bir şiirle:

 

Tilki gölgesinde aslan gizlenmez

Yiğidin gölgesi kendinden olur

 

biçiminde yanıt vermiştir. O, ulus olmanın bilincine varmış bir ortamın sanatçısı tavrından hiç uzaklaşmamıştır.

 

Âşıkların en önemli yanlarından biri de, ülkenin sosyal ve kültürel sorunlarını, gerçekçi ve akılcı bir tarzda dizelerine aktarmalarıdır.

 

İlim kültür deryasına dalalım

Çevremize  bakıp ibret alalım

Kendi yaramıza merhem bulalım

Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız

 

diyen Veysel, yurt sevgisini nasıl yüreğinde duyduğunu, tezenenin ucuna dökmüştür.

 

Birlik, beraberlik kardeşlik üzerine söylediği:

 

Kur'an'a bak İncil'e bak

Dört kitabın dördü de Hak

Hakir görüp ırk ayırmak

Hakikatte yüz karası

 

biçimindeki söylemi ibret belgesi gibidir.

 

Atatürk'ün ölümü üzerine yazdığı:

 

Ağlayalım Atatürk'e

Bütün dünya kan ağladı

Süleyman olmuştu mülke

Geldi ecel can ağladı

 

biçimindeki ağıtı da, duyarlığının ne kadar üst düzeyde olduğunun işaretidir.

 

Veysel,  kavga adamı olmamakla beraber, yeri geldiğinde 

 

Beni hor görme kardeşim

Sen altınsan ben tunç muyum

Aynı vardan var olmuşuz

Sen gümüşsün ben saç mıyım

 

diyecek güçle, sazına yaslanıp direnmesini bilen, gönül adamlığının yanı sıra yürek adamıdır. Veysel, dini, toplumu bir arada tutan önemli bir unsur olarak görür.

 

Ahlak sahibi olmayı, iyi bir insan olmayla aynı görerek, kendi zamanındaki toplumsal ahlak anlayışında görülen bozulmalardan şikâyet eder.

 

Veysel, ülkenin kalkınması için bilgiye gereksinim olduğunu, bu amaçla eğitime önem verilmesini vurgulamış, köy enstitüleriyle halk evlerini savunmuştur.

 

Aldanma cahilin kuru lafına

Kültürsüz insanın kökü yalandır

 

İlimsiz insanın şöhreti zahir

Cahilden iyilik beklenmez ahir

 

gibi deyişleri toplumun ilim ve fenne yönelmesi gerektiğinin ve kalkınmanın ancak bu yolla olabileceğinin işaretidir.                           

 

İşlediği konuyu can damarından yakalayan Veysel, saf ve güzel Türkçesiyle  değme düşünürün söyleyemeyeceği özgünlükle dile getirmiştir.

 

Veysel’in şiiri incelendiğinde buram buram Anadolu kokan temalar önümüze çıkar.

 

Bozkır kültürünün etkisiyle Türklerin sosyal yaşamında ve inancında doğa kültürünün çok önemli yer tuttuğu bilinmektedir.

 

O, çevresini, doğayı kendine özgü doğallıkla anlatır. Sözcükleri, herkesin kullandığı halk söylemleridir ama, söyleniş biçimi:

 

Yağmur olduk sepelendik

Toprak olduk tepelendik

 

örneğinde görüldüğü gibi Veyselcedir.

 

Doğa bir bakıma onun için, Tanrı’nın insanlara ve bütün canlılara verdiği en büyük armağandır. O, ormanların varlığını korunması gereğini vurgulamış, doğayı hep övmüştür. 

 

Veysel’e asıl ününü Anadolu insanını yakından ilgilendiren konular vermiştir. 

 

Tarlam sana üçyüz fidan aşlasam

Tarla coşar, fidan coşar, el coşar.

Gücüm yetse hemen işe başlasam

Kazma coşar, kürek coşar, bel coşar.

 

dörtlüğüyle başlayan şiiri, insan emeğinin toprakla bütünleşmesinin önemine dikkat çeken  ifadelerdir. 

 

Anadolu insanını en çok saran, en güzel şiiri ise meşhur Toprak şiiridir. Kara toprak,  Anadolu insanının anası, sevgilisi, sığınağıdır.

 

Veysel, derdini sazına döktüğü gibi yorgunluğunu, kırgınlığını, kahrını da toprağa döker. 

 

Dağlar çiçek açar

Veysel dert açar

 

derken gönlündeki sırları, tarlasında yeşeren otlara, ekinlere, bahçesinde filizlenen ağaçlara açmaktadır. Kara toprak, değişik açılardan yorumlanabilir. 

 

Veysel, Toprak şiiriyle başından geçenleri, vefasızlıkları dile getirmekte, bir doğa gerçeğini dillendirmekte, tasavvufi ve özlü bir anlatımla insanlık serüvenini özetlemektedir.

 

Veysel’in huzur bulduğu, ayrılmak istemediği, dönüp dolaşıp varmak istediği yer;  bahçesi,  tarlası, dağı, taşıyla özlemini duyup:

 

Arzusun çektiğim Beserek Dağı

Elvan elvan çiçekleri açtı mı

Çevre yanın güzellerin otağı

Bizim eller yaylasına göçtü mü

 

biçiminde dile getirdiği memleketidir.  

 

Veysel’in şiirinde toprak sadık yardır. Onu bağrına basacak bir sığınaktır.  Ne olursan ol, onu ne kadar üzmüş olursan ol, sana kapısını açacak olan, seni saracak, kendisine katacak olan topraktır. Veysel’in toprağı toprak olarak sevmesi yanında vatan olarak sevmesi ve ona bağlanması da önemlidir.

 

Aslıma karışıp toprak olunca

Çiçek olur mezarımı süslerim

 

deyişleri,  insanın topraktan yaratıldığı efsanesini vurgulamaktadır. 

 

Toprak şiirindeki “Kazma ile dövme” sözleri emek-üretim ilişkisini ustaca ortaya koymaktadır. Toprak,  bu bilinçle  de söylenmiş bir şiirdir.

 

Veysel, toprağı anlatırken  gerçeği dile getirip, Toprağın insan ve Tanrı’yla olan ilgisini gözler önüne sermektedir.

 

Aşık edebiyatında ustalığın belgesi öncelikle ele aldığı konuları en iyi biçimde işleyebilmesidir. Yoksa unutulup gider.

 

Veysel’i unutulmaz kılan ele aldığı konuları özenle işleyişidir.  Çoğu kimse gurbet konusunu dizelerine aktarmıştır ama Veysel’in:

 

Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan

Bekletme yolları gel diye yazmış

Sivralan köyünden bizim diyardan

Dağlar mor menevşe gül diye yazmış

 

deyişindeki  doğallık  ve  rahatlığı herkes yakalayamamıştır.

 

Veysel’in gurbeti dile getirdiği bütün şiirlerinde bu rahatlık ve yürekten söyleyiş hissedilir.

 

Veysel bu gurbetlik kâr etti câna,

Karıştır göçünü ulu kervana.

 

gibi dizeler bu görüşün kanıtlarındandır.

 

Veysel'de  aşk konulu şiirler, çok iyi gören, gördüklerini çok iyi resimleştiren bir âşığın kaleminden çıkmış gibi canlı, renkli ve  kusursuz işlenmiştir.

 

Gözleri görmeyen Veysel, sevgilinin özelliklerini toplumdaki genel güzellik anlayışı çerçevesinde dile getirmiştir.

 

Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı

Avlasam çöllerde saz ile seni

 

biçimindeki deyişler toplumun duyuş, düşünüş ve sevgi anlayışına tercüman olan deyişlerdendir.

 

Hayatın bütün çetin koşullarını tatmış, Uzun yaşamında çeşitli siyasi çalkantılara tanık olmuş bir âşık olan Veysel’in:

 

Dönüyor bir dolap çarkı belirsiz

Çağlayan bir su var arkı belirsiz

Veysel neler satar narkı belirsiz

Ne müşteri gördüm,  ne hesap gördüm

 

deyişiyle  düzenin bozulduğuna vurgulamaktadır.

 

Veysel’in,  olgunluk dönemindeki  her  deyişi  nasihat yüklüdür.

 

Sohbet etme kötü ile

Güreş tutma katı ile

Gitme hırsın atı ile

Sakın hileden tuzaktan

 

gibi deyişi  bunların güzel örneklerinden biridir.

 

Âşık, çevresindeki kişilere göre daha bilge bir kişiliğe sahip olması nedeniyle,  nasihat ağırlıklı şiirlere daha çok yer vermiştir.  Veysel bir şiirinde:

 

Olmak istiyorsan dünyada mesut

Hak’a halka yarayacak bir iş tut

Çalıştır oğlunu kızını okut

İnsan olmak için okumak gerek

 

diyerek hem nasihat etmiş, hem de bilgece yol göstermiştir. 

 

Bir şiirinde:

 

Kabul et kapında beni de kul say

Dost yoluna ölür âşık ar etmez

 

deyişindeki felsefi derinlik Yunusça olup, oldukça düşündürücüdür.

 

Veysel, kırk yaşından sonra tasavvufa meyletmiştir. Bu yönelişte Hacı Bektaş Velî, Ahmet Yesevî ve Yunus Emre tasavvuf geleneği etkili olmuştur.

 

Her nesnede mevcut, her cesette can

Ânın için dedik biz ona cânân

Evvel-ahir O’dur, O’nundur ferman

Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar

 

deyişinde Yunus çizgisinde olduğunu sergilemektedir.

 

Kırk yaşımdan sonra kalbime ilham

Erişti Mevlâ’dan bir ihsan oldu

Hakkı bilenlere hazırdır her an

İnkâr edenlere sır nihan oldu

 

biçimindeki söyleyişlerle de Mutasavvıf bir kimliğe büründüğünü göstermektedir.

 

Bir deyişinde: 

 

Her millete birer yüzden göründün

Kendini sakladın sardın sarındın

Bu dünyayı sen yarattın gerindin

Her nesnede gösterirsin nakşını.

 

diyen Veysel’e göre, güzelliklerin hepsi Tanrı güzelliğidir. O, Allah’ı ve bazı tarihi kişileri şöyle anmış:

 

Hayyam’a görünmüş kadehte meyde

Neyzen’e görünmüş kamışta neyde

Veysel’e görünmüş mevcut her şeyde

Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar

 

deyişiyle, Tanrı’nın her zerrede var olduğunu dile getirip, tasavvuf felsefesini tümüyle benimsediğini vurgulamıştır.          

 

Tasavvuf, sevgiye ve iç arınmasına bağlıdır.

 

Ortadan kalkardı günah musibet

Âşikâr olurdu hak ile hakikat

Herkes için açık olurdu cennet

İşte hile, sözde yalan olmasa

 

diyerek, tasavvufa bağlananların hile ve yalandan uzak durmalarını istemiştir. O, işlevi itibariyle hem mutasavvıf  hem de lirik bir âşıktır. 

 

Veysel’in şiirlerinde ölüm teması oldukça renkli, ustalıkla işlenmiştir. Ölümü basit insanların sonu olarak gören Veysel, ölüm karşısında ölümsüzlüğü, kalıcı olmayı savunur.

 

Evvelde topraktır sonrada adım

Geldim gittim bu sahnede oynadım

 

derken,  insanın tekrar dünyaya geleceği görüşünü savunmaktadır.

O, insanı toprakta kaybolup gidecek bir varlık olarak değerlendirmez. İnsanı varlık aleminin içinde bırakır.

 

Aslıma karışıp toprak olunca

Çiçek olur mezarımı süslerim      

 

diye, bir şekilde dünyada kalacağını, ölüm karşısında ölümsüzlüğü vurgular. 

 

Tanrı’dan gelen yine Tanrı’ya dönecek olan Bakara Suresi’ne telmih yapmaktadır. Toprakla yokluğu, çiçekle  yeniden doğuşu  vurgulayan Veysel, insanı ölümlü ve ölümsüz yönleriyle ele alır. Bu davranışıyla Yunus Emre’nin  düşüncelerini paylaşır.  Ölümün kaçınılmazlığını bilen Veysel sazı ile sohbetinde:

 

Giyin kara donu yaslan duvara

Garip bülbül gibi âh ü zâr etme

 

diyerek ölüm gerçeğini ve ölüm sonrası uygulamaları kendine özgü bir biçimde dile getirmiştir. 

 

Veysel, bağlı bulunduğu ve özenle sürdürdüğü âşık edebiyatı geleneği içinde, karanlık evreninden ışıklı bir dünya görüşü çıkarabilmeyi başarmış ender kişilerdendir. 

 

O, eski biçimiyle yeni özü bulmuş ve kalıcı deyişler söyleyebilmiştir.  

 

Küçük yaşta gözlerini kaybeden, hiçbir öğrenim görmeyen Veysel, bütün bilgilerini etrafındaki  Kemterî, Veli gibi her biri yörenin usta âşıkları olan saz ustalarının şiirlerini dinleyerek çevresinden edinmiştir. Bu, yazılı kültür kadar önemli sözlü kültürdür. Bu kültür halkın geleneğe bağlı gerçek kültürüdür.

 

1965'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin özel bir kanunla Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü ölünceye kadar 500 lira aylık bağlanan Veysel, kimilerinin dediği gibi  âşıklar zincirinin son halkası değil, uzayıp giden âşıklar zincirinin en önemli halkalarından biridir.

 

1973 yılının 21 Martında toprağın uyandığı Nevruz günü, Hakka yürüyüp toprağına kavuşan Âşık Veysel'in son şiiri de:

 

Selam, sevgi hepinize

Gelmez yola gidiyorum

Ne karaya, ne denize

Gelmez yola gidiyorum

 

Eşim dostum yavrularım

İşte benim sonbaharım

Veysel, karanlık yollarım

Gelmez yola gidiyorum           

 

Dizeleriyle yüklü veda şiiridir.        

 

O, yaşamında kaldığı parlaklık ölçüsünde, hep dile getirdiği zöhre yıldızı gibi parlak kalacaktır.

 



 

[1] Rıdvan Çongur, Milli Kültür Dergisi, Yıl. 1981, S.2/3

[2] Zeki Oral, Tokatlı Nurî, İst.

[3] Gülağ Öz, Hıdır Dede ve Zakirlik Geleneği, Dost Dost Dergisi, S.13, s.40

[4] Muzaffer Uyguner, Âşık Veysel, Bilgi Yayınevi, Ankara 1990, s.19

 

                                                      - Makaleler -