Âşık Remzâni |
ŞİİR DÜNYAMIZDA ÂŞIK VEYSEL
Yrd.
Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI zileli.yardimci@gmail.com Gün ikindi
akşam olur Gör ki başa
neler gelir Veysel
gider adı kalır Dostlar
beni hatırlasın Doğumunun 120. yılında unutmadığımızı
vurguluyor, yeri zor doldurulacak üstadın sesini, sazını, sanatını hayranlıkla
arıyoruz. Âşık Veysel’in dedesi Şatıroğullarından
Ali Ağa, Kars’tan göçerek önce Sivas’ın Divriği ilçesine bağlı Kaledibi köyüne,
oradan da Şarkışla ilçesine bağlı Söbealan şimdiki adıyla Sivrialan köyüne yerleşmiş ve burayı kendine yurt
edinmiştir. Ali Ağa’nın oğlu Karaca Ahmet, Âşık
Veysel’in babasıdır. Ali Ağa, Soyadı kanunda Ulu soyadını almıştır. Sivas âşıklar bayramına Veysel
Ulu adı ile katılan Aşık Veysel,
daha sonraki yıllarda soyadını aile lâkabı olan Şatıroğlu’na
çevirttirmiştir. Veysel Karanî’nin Yemen çöllerinde
kaybettiği devesini Sivas Emlek yöresindeki Beserek Dağı’nda bulduğuna
inanılarak kutsal sayılan bu tepeyi yöre halkı ziyaret edip, dilek dileyip
kurban keser. Veysel’in babası da bu tepede dilek dileyerek “Oğlum olursa adını Veysel koyacağım.” der. Oğlu olunca da dileğini yerine getirerek
adını Veysel koyar. Âşık Veysel’in gözünü kaybetmesi ile
ilgili 1964’te Ankara Radyosu’nun Veysel için hazırladığı sohbet programında
Rıdvan Çongur’a anlattığı biçimi
şöyledir: “
Yedi yaşımda çiçek hastalığına yakalandım. Çiçek hastalığı yüzünden sağ gözümü
tamamen kaybettim. Sol gözüme ise perde indi. Bir
gün, anam inek sağıyordu, ben de yanında
bekliyordum. Babam da arkamızda duruyormuş. Ben onun geldiğini fark etmemiştim.
Bana, ‘Veysel’ diye seslenince birden
geriye döndüm. Koltuğunun altında ucu sivri bir övendire varmış. Başımı
çevirmemle övendirenin sivri ucunun sol gözüme saplanması bir oldu. Böylece sol
gözümü de kaybettim. Genç yaşımda felek vurdu başıma Aldırdım elimden iki gözümü Yeni değmiş idim yedi yaşıma Kayıp ettim baharımı yazımı O yıllarda, elimden tutarak beni gezdiren, hep kız kardeşim Elif oldu. Elif’ten gördüğüm yardımı, sevgiyi unutamam:” (1) Aynı konuşmada saz çalmaya başladığını
da: “On
yaşıma girdiğim zaman, biraz oyalanmam için, babam bana eski bir saz aldı.
Kendisi saz çalmasını bilmezdi. Şiir yazmazdı. Ama bazı halk şairlerinin
şiirlerini ezbere söylerdi. Babamın
bana ezberlettiği ilk şiir Kul Abdal
mahlaslı bir şairimize aittir. Kul Abdal’ın hiç unutmadığım şiiri şöyledir: "Kul Abdal’ım yalan dünya vefasız Âlemde bir yere düştüm devâsız Sen bana yar olman behey vefasız Var kimin olursan ol şimden geru" Uzun süre saza alışamadım. Sazdan ses
çıkaramadım. Yani saz çalamadım. Artık onu
bırakmak istiyordum. Komşularımızdan Molla Hüseyin, Hıdır
Dede ve Çamşıhlı Ali Ağa bana sazı öğrettiler. Asıl ustam Ali Ağa’dır. Veysel, ilk şiiri ile ilgili anısını
şöyle aktarmıştır: “O
zamana kadar ben hiç yazmadığım için, usta malları satıyordum. Nahiye Müdürümüz Ali Rıza Bey, köye geldiğinde bana: ‘Cumhuriyetin
onuncu yılı için güzel bir destan hazırla, bayramda nahiyeye gel okursun.’
dedi. Ben de ilk defa: Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası Kurtardı vatanı düşmanımızdan Canını bu yolda eyledi feda Biz dahi geçelim öz canımızdan biçimindeki bu destanı yazdım. İlk deyişim budur." Daha sonra şiirini Atatürk’e okuma hevesine kapılıp, arkadaşı İbrahim’le köy köy
dolaşarak üç ayda Ankara’ya gitmiştir. Veysel, halk şiiri geleneğinin
çağımızdaki önemli ustalarından biri olmakla birlikte, klasik anlamdaki bu
geleneklerin tamamını uygulayan âşıklardan değildir. Yaşamı boyu bir kez doğaçlama şiir
söylediği bilinir. O da, İstanbul’da verdiği bir konserde gördüğü ilgi üzerine, sahnede, doğaçlama
olarak: Verilen kıymete layık değilim Bir aciz kimseyim ayık değilim Yüzemem deryada kayık değilim Diyorsunuz gir deryaya yüz bana biçiminde söylediği şiirdir. Veysel’in Ustalığı, lirizmi iyi yakalayışında ve
hayatının bazı kesitlerini dizelerine ustaca aktarışındadır. Sazını öyle özgün
kullanmıştır ki, musikimizde “Veysel düzeni” diye adlandırılan bir eda
oluşturmuştur. Divan şairinin kalemi ne ise, âşığın da
sazı ve tezenesi odur. Halk, âşığı
sazsız düşünemez. Bu nedenle “Sazsız âşık kulpsuz testiye benzer” sözü yaygınlık kazanmıştır. Âşık hep sazıyla övünür. Sazı onun dili
ve gönlüdür. Onunla sohbet eder, onunla dertleşir, bütünleşir. Veysel: Ben gidersem sazım sen kal dünyada Gizli sırlarımı âşikâr etme diyerek, onunla dert ortağı olmuş; Bir Veysel demişler olabilirsem Söylerim sözümü bilebilirsem Bir cura sazım var çalabilirsem Defli dümbelekli caz neme gerek biçimindeki ifadesiyle de sazın yaşamındaki yerini işaret etmiştir. Zaman içinde Veysel, köyünden kopup, sazı elinde
dolaşıp, kent kültürünü köyüne taşırken, yenilikleri, hassas kulakları ile
algılayıp, gönül gözünün kevgirinde süzüp, şiirine malzeme yaparak, deyişlerinde
orijinalliği yakalamıştır. Onda bağırtılı, laf kalabalığı içinde anlamı
müziğe feda eden bir tavır sezilmez. Söyleyişinde net, arı-duru, yapmacıksız
bir Anadolu Türkçesi hakimdir. Sözcükler, yerli yerine oturmuş ve
özgündür. O, çıktığı kaynağın, koşuktan-koşmaya, bin yıllık birikimini yansıtan bir ayna
gibidir. dillerden düşmeyen Güzelliğin on para etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönüldeki köşk olmasa
deyişi irdelendiğinde
sıradan bir âşıkla değil, Anadolu bilgeliğinin en önemli simalarından biri ile karşılaştığımızı hissederiz. Aşkı insan, ancak gönül
gözüyle bilebilir. Bu anlamda insan gönlü, eğlenecek geniş bir köşk gibidir.
Veysel’in insan gönlünü köşke benzetmesi de ayrı bir inceliktir. Gelenek gereği icracılık ve âşığın şairlikteki
başarısı için üstad da denilen usta bir âşığın yanında uzun süre ders alması
benimsenmiştir. Her âşık ustası ile iftihar eder. Tokatlı Nurî, ustası Emrah’ı: Sorarlarsa âşık sadıkın kimdir Nurî vardır Emrah çıraklarından (2) biçiminde övgüyle
dile getirir. Veysel, Hıdır Dede için, “Rahmetlinin bana çok emeği geçti”(3) diyerek ustası olduğunu doğrulamıştır. Buna rağmen usta-çırak geleneğini tam
sürdürmeyen Veysel’in çırağı da yoktur. Fakat kendinden sonraki pek çok âşığa
büyük etkisi vardır. Bade içme de âşık edebiyatının önemli
geleneklerindendir. Kimi âşıklar gerçekten bade olayını yaşamış ve
yaşadıklarını anlatmışlardır. Veysel ise badeli âşıklardan değildir. O, çalışıp
didinerek belli bir düzeye ulaşmıştır.
Her ne kadar kimi şiirlerindeki: Elinden bir dolu içtim Türlü türlü derde düştüm şeklinde söyleyişleri bade içme geleneğine çağrışım yaratsa da, Veysel’de rüya olgusu yoktur. Bunu
kendisi de ifade etmiş, Erdal Öz’le yaptığı bir konuşmasında çalışarak
kazandığını söylemiştir.[4] Âşık edebiyatının önemli geleneklerinden biri de
âşık karşılaşmalarıdır. Ne yazık ki Veysel’i, çok iyi atışma yapan bir
âşık olarak göremeyiz. Veysel’e hiç atışma yapmamıştır denilemez. Örneğin, Âşık
Çakır’la 1936’da Yozgat’ın Çayıralan ilçesinde atışma yaptığı ve 1942’de de
Kastamonu Halkevi’nde Behçet Kemal Çağlar yönetiminde atışma yaptığı yazılı
kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca, Kul Ahmet’le yaptığı: Uyanan milletin ismi cihanda Bu günde mi, yarında mı, dünde mi? Bu ilmin ışığı hangi insanda Akılda mı, fikirde mi, fende mi? biçiminde başlayan atışması, geleneği yansıtmakla
birlikte, o, hiçbir zaman Semaî,
Selmanî,
Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova gibi atışmanın önemli âşıkları arasına
girememiştir. Yalnız Veysel’de: Çarık:
Aman kardeş çok üşüdüm Sen köşede ben dışarda Senin ile kardeş idim Sen köşede ben dışarda Mes: Elin yüzün çamur bu ne Git ahırda kızınsana Laf istemem uzun çene Ben köşede sen dışarda biçiminde başlayan çarık-mes atışması geleneksel atışma kurallarına
uymasa da, toplumsal karşıtlıklara duyarlığını sergileyen bir çeşit atışma
uyarlaması olarak görülür. Bu şiire dayanarak bir başka şiirinde de kendi
konumunu: Oğlum kızım hep çarıklı Mes giymemiş soyum benim diyerek dile getirmiştir. Âşıklar, toplumu yakından ilgilendiren olaylarla, kendi doğum tarihlerinin
şiirlerinde tarihi birer belge gibi kalmasını istemiş ve dörtlükler arasında
tarih belirtmişlerdir. Veysel, iki şiirinde önemli tarihleri vurgulamak
istemiş ve tarih düşürme yöntemine baş vurmuştur. Bunlardan biri: Üç yüz onda gelmiş idim cihana Dünyada bakmadan ben kana kana biçimindeki doğum tarihini belirttiği dörtlük,
diğeri de, Erzincan depreminin tarihinin
belirtildiği şiirdir. Edebiyatımızda en fazla işlenen konuların başında beşeri
aşk konusu gelir. Veysel de aşkı Veysel'ce işleyip; Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı Avlasam çöllerde saz ile seni deyip ustaca vurmuştur sazının teline. Âşık, gerek övgü, gerekse yergide sınır tanımaz.
Veysel ise övgü ve yergilerinde daha ölçülü olmuş, hep insancıl, az ılımlı
tavır takınmıştır. Yeri geldiğinde, Tarsus’ta parasını çalan hırsıza, yaptığı yergide: Dünyada görmedim böyle bir talan Kapı kitli, cüzdan cepte, para yok. biçiminde, ölçüyü elden bırakmadan, insancıl bir
tavırla çıkmıştır karşımıza. Yeri geldiğinde de: Kaygusuz’un taşlaması kadar
olmasa da: Türlü türlü dillerin var Ne acayip hallerin var Çok karanlık yolların var Sırat köprün nerde senin ya da Meryem Ana neyin imiş Bu işin var bir de senin diyecek
kadar, söyleyeceğinden geri durmamıştır. “Veysel’in elinden tutulmasa, devlet desteği
olmasa, Veysel, Veysel olmazdı” diyenlere karşı yine ılımlı tavrını
bozmadan, imalı bir şiirle: Tilki gölgesinde aslan gizlenmez Yiğidin gölgesi kendinden olur biçiminde yanıt vermiştir. O, ulus olmanın
bilincine varmış bir ortamın sanatçısı tavrından hiç uzaklaşmamıştır. Âşıkların en önemli yanlarından biri de, ülkenin
sosyal ve kültürel sorunlarını, gerçekçi ve akılcı bir tarzda dizelerine
aktarmalarıdır. İlim kültür deryasına dalalım Çevremize bakıp
ibret alalım Kendi yaramıza merhem bulalım Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız diyen Veysel, yurt sevgisini nasıl yüreğinde
duyduğunu, tezenenin ucuna dökmüştür. Birlik, beraberlik kardeşlik üzerine söylediği: Kur'an'a bak İncil'e bak Dört kitabın dördü de Hak Hakir görüp ırk ayırmak Hakikatte yüz karası biçimindeki söylemi ibret belgesi gibidir. Atatürk'ün ölümü üzerine yazdığı: Ağlayalım Atatürk'e Bütün dünya kan ağladı Süleyman olmuştu mülke Geldi ecel can ağladı biçimindeki ağıtı da, duyarlığının ne kadar üst
düzeyde olduğunun işaretidir. Veysel, kavga adamı olmamakla beraber, yeri
geldiğinde Beni hor görme kardeşim Sen altınsan ben tunç muyum Aynı vardan var olmuşuz Sen gümüşsün ben saç mıyım diyecek güçle, sazına yaslanıp direnmesini bilen,
gönül adamlığının yanı sıra yürek adamıdır. Veysel,
dini, toplumu bir arada tutan önemli bir unsur olarak görür. Ahlak sahibi olmayı, iyi bir insan
olmayla aynı görerek, kendi zamanındaki toplumsal ahlak anlayışında görülen
bozulmalardan şikâyet eder. Veysel, ülkenin
kalkınması için bilgiye gereksinim olduğunu, bu amaçla eğitime önem verilmesini
vurgulamış, köy enstitüleriyle halk evlerini savunmuştur. Aldanma cahilin kuru lafına Kültürsüz insanın kökü yalandır İlimsiz insanın şöhreti zahir Cahilden iyilik beklenmez ahir gibi deyişleri toplumun ilim ve fenne yönelmesi
gerektiğinin ve kalkınmanın ancak bu yolla olabileceğinin işaretidir. İşlediği konuyu can damarından yakalayan Veysel,
saf ve güzel Türkçesiyle değme düşünürün
söyleyemeyeceği özgünlükle dile getirmiştir. Veysel’in şiiri incelendiğinde buram buram Anadolu
kokan temalar önümüze çıkar. Bozkır kültürünün etkisiyle Türklerin sosyal
yaşamında ve inancında doğa kültürünün çok önemli yer tuttuğu bilinmektedir. O, çevresini, doğayı kendine özgü doğallıkla anlatır.
Sözcükleri, herkesin kullandığı halk söylemleridir ama, söyleniş biçimi: Yağmur olduk sepelendik Toprak olduk tepelendik örneğinde görüldüğü gibi Veyselcedir. Doğa bir bakıma onun için, Tanrı’nın insanlara ve
bütün canlılara verdiği en büyük armağandır. O, ormanların varlığını korunması
gereğini vurgulamış, doğayı hep övmüştür.
Veysel’e asıl ününü Anadolu insanını yakından
ilgilendiren konular vermiştir. Tarlam sana üçyüz fidan aşlasam Tarla coşar, fidan coşar, el coşar. Gücüm yetse hemen işe başlasam Kazma coşar, kürek coşar, bel coşar. dörtlüğüyle başlayan şiiri, insan emeğinin
toprakla bütünleşmesinin önemine dikkat çeken ifadelerdir.
Anadolu insanını en çok saran, en güzel şiiri ise
meşhur Toprak şiiridir. Kara toprak, Anadolu insanının anası, sevgilisi,
sığınağıdır. Veysel, derdini sazına döktüğü gibi yorgunluğunu,
kırgınlığını, kahrını da toprağa döker. Dağlar çiçek açar Veysel dert açar derken gönlündeki sırları, tarlasında yeşeren
otlara, ekinlere, bahçesinde filizlenen ağaçlara açmaktadır. Kara toprak,
değişik açılardan yorumlanabilir. Veysel, Toprak şiiriyle başından geçenleri,
vefasızlıkları dile getirmekte, bir doğa gerçeğini dillendirmekte, tasavvufi ve
özlü bir anlatımla insanlık serüvenini özetlemektedir. Veysel’in huzur bulduğu, ayrılmak istemediği,
dönüp dolaşıp varmak istediği yer; bahçesi,
tarlası, dağı, taşıyla özlemini duyup: Arzusun çektiğim Beserek Dağı Elvan elvan çiçekleri açtı mı Çevre yanın güzellerin otağı Bizim eller yaylasına göçtü mü biçiminde dile getirdiği memleketidir. Veysel’in şiirinde toprak sadık yardır. Onu bağrına
basacak bir sığınaktır. Ne olursan ol, onu
ne kadar üzmüş olursan ol, sana kapısını açacak olan, seni saracak, kendisine
katacak olan topraktır. Veysel’in toprağı toprak olarak sevmesi yanında vatan
olarak sevmesi ve ona bağlanması da önemlidir. Aslıma karışıp toprak olunca Çiçek olur mezarımı süslerim deyişleri, insanın topraktan yaratıldığı efsanesini
vurgulamaktadır. Toprak şiirindeki “Kazma ile dövme” sözleri emek-üretim ilişkisini ustaca ortaya
koymaktadır. Toprak, bu bilinçle de söylenmiş bir şiirdir. Veysel, toprağı anlatırken gerçeği dile getirip, Toprağın insan ve
Tanrı’yla olan ilgisini gözler önüne sermektedir. Aşık edebiyatında ustalığın belgesi öncelikle ele
aldığı konuları en iyi biçimde işleyebilmesidir. Yoksa unutulup gider. Veysel’i unutulmaz kılan ele aldığı konuları
özenle işleyişidir. Çoğu kimse gurbet
konusunu dizelerine aktarmıştır ama Veysel’in: Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan Bekletme yolları gel diye yazmış Sivralan köyünden bizim diyardan Dağlar mor menevşe gül diye yazmış deyişindeki doğallık ve rahatlığı herkes yakalayamamıştır. Veysel’in gurbeti dile getirdiği bütün şiirlerinde
bu rahatlık ve yürekten söyleyiş hissedilir. Veysel bu gurbetlik kâr etti câna, Karıştır göçünü ulu kervana. gibi dizeler bu görüşün kanıtlarındandır. Veysel'de aşk konulu şiirler, çok iyi gören,
gördüklerini çok iyi resimleştiren bir âşığın kaleminden çıkmış gibi canlı,
renkli ve kusursuz işlenmiştir. Gözleri görmeyen Veysel, sevgilinin özelliklerini
toplumdaki genel güzellik anlayışı çerçevesinde dile getirmiştir. Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı Avlasam çöllerde saz ile seni biçimindeki deyişler toplumun duyuş, düşünüş ve
sevgi anlayışına tercüman olan deyişlerdendir. Hayatın bütün çetin koşullarını tatmış, Uzun
yaşamında çeşitli siyasi çalkantılara tanık olmuş bir âşık olan Veysel’in: Dönüyor bir dolap çarkı belirsiz Çağlayan bir su var arkı belirsiz Veysel neler satar narkı belirsiz Ne müşteri gördüm, ne hesap gördüm deyişiyle düzenin bozulduğuna vurgulamaktadır. Veysel’in,
olgunluk dönemindeki her deyişi
nasihat yüklüdür. Sohbet etme kötü ile Güreş tutma katı ile Gitme hırsın atı ile Sakın hileden tuzaktan gibi deyişi
bunların güzel örneklerinden biridir. Âşık, çevresindeki kişilere göre daha bilge bir
kişiliğe sahip olması nedeniyle, nasihat
ağırlıklı şiirlere daha çok yer vermiştir.
Veysel bir şiirinde: Olmak istiyorsan dünyada mesut Hak’a halka yarayacak bir iş tut Çalıştır oğlunu kızını okut İnsan olmak için okumak gerek diyerek hem nasihat etmiş, hem de bilgece yol
göstermiştir. Bir şiirinde: Kabul et kapında beni de kul say Dost yoluna ölür âşık ar etmez deyişindeki felsefi derinlik Yunusça olup, oldukça
düşündürücüdür. Veysel, kırk yaşından sonra tasavvufa
meyletmiştir. Bu yönelişte Hacı Bektaş Velî, Ahmet Yesevî ve Yunus Emre
tasavvuf geleneği etkili olmuştur. Her nesnede mevcut, her cesette can Ânın için dedik biz ona cânân Evvel-ahir O’dur, O’nundur ferman Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar deyişinde Yunus çizgisinde olduğunu
sergilemektedir. Kırk yaşımdan sonra kalbime ilham Erişti Mevlâ’dan bir ihsan oldu Hakkı bilenlere hazırdır her an İnkâr edenlere sır nihan oldu biçimindeki söyleyişlerle de Mutasavvıf bir
kimliğe büründüğünü göstermektedir. Bir deyişinde:
Her millete birer yüzden göründün Kendini sakladın sardın sarındın Bu dünyayı sen yarattın gerindin Her nesnede gösterirsin nakşını. diyen Veysel’e göre, güzelliklerin hepsi Tanrı
güzelliğidir. O, Allah’ı ve bazı tarihi kişileri şöyle anmış: Hayyam’a görünmüş kadehte meyde Neyzen’e görünmüş kamışta neyde Veysel’e görünmüş mevcut her şeyde Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar deyişiyle, Tanrı’nın her zerrede var olduğunu dile
getirip, tasavvuf felsefesini tümüyle benimsediğini vurgulamıştır. Tasavvuf, sevgiye ve iç arınmasına bağlıdır. Ortadan kalkardı günah musibet Âşikâr olurdu hak ile hakikat Herkes için açık olurdu cennet İşte hile, sözde yalan olmasa diyerek, tasavvufa bağlananların hile ve yalandan
uzak durmalarını istemiştir. O, işlevi itibariyle hem mutasavvıf hem de lirik bir âşıktır. Veysel’in şiirlerinde ölüm teması oldukça renkli,
ustalıkla işlenmiştir. Ölümü basit insanların sonu olarak gören Veysel, ölüm
karşısında ölümsüzlüğü, kalıcı olmayı savunur. Evvelde topraktır sonrada adım Geldim gittim bu sahnede oynadım derken,
insanın tekrar dünyaya geleceği görüşünü savunmaktadır. O, insanı toprakta kaybolup gidecek bir varlık
olarak değerlendirmez. İnsanı varlık aleminin içinde bırakır. Aslıma karışıp toprak olunca Çiçek olur mezarımı
süslerim diye, bir şekilde dünyada kalacağını, ölüm
karşısında ölümsüzlüğü vurgular. Tanrı’dan gelen yine Tanrı’ya dönecek olan Bakara
Suresi’ne telmih yapmaktadır. Toprakla yokluğu, çiçekle yeniden doğuşu vurgulayan Veysel, insanı ölümlü ve ölümsüz
yönleriyle ele alır. Bu davranışıyla Yunus Emre’nin düşüncelerini paylaşır. Ölümün kaçınılmazlığını bilen Veysel sazı ile sohbetinde: Giyin kara donu yaslan duvara Garip bülbül gibi âh ü zâr etme diyerek ölüm gerçeğini ve ölüm sonrası
uygulamaları kendine özgü bir biçimde dile getirmiştir. Veysel, bağlı bulunduğu ve özenle sürdürdüğü âşık
edebiyatı geleneği içinde, karanlık evreninden ışıklı bir dünya görüşü
çıkarabilmeyi başarmış ender kişilerdendir.
O, eski biçimiyle yeni özü bulmuş ve kalıcı
deyişler söyleyebilmiştir. Küçük yaşta gözlerini kaybeden, hiçbir öğrenim
görmeyen Veysel, bütün bilgilerini etrafındaki
Kemterî, Veli gibi her biri yörenin usta âşıkları olan saz ustalarının
şiirlerini dinleyerek çevresinden edinmiştir. Bu, yazılı kültür kadar önemli
sözlü kültürdür. Bu kültür halkın geleneğe bağlı gerçek kültürüdür. 1965'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin özel bir
kanunla Anadilimize ve milli birliğimize
yaptığı hizmetlerden ötürü ölünceye kadar 500 lira aylık bağlanan Veysel, kimilerinin
dediği gibi âşıklar zincirinin son halkası
değil, uzayıp giden âşıklar zincirinin en önemli halkalarından biridir. 1973 yılının 21 Martında toprağın uyandığı Nevruz
günü, Hakka yürüyüp toprağına kavuşan Âşık Veysel'in son şiiri de: Selam, sevgi hepinize Gelmez yola gidiyorum Ne karaya, ne denize Gelmez yola gidiyorum Eşim dostum yavrularım İşte benim sonbaharım Veysel, karanlık yollarım Gelmez yola gidiyorum Dizeleriyle yüklü veda şiiridir. O, yaşamında kaldığı parlaklık ölçüsünde, hep dile
getirdiği zöhre yıldızı gibi parlak kalacaktır.
[1] Rıdvan Çongur, Milli Kültür Dergisi, Yıl. 1981, S.2/3 [2] Zeki Oral, Tokatlı Nurî, İst. [3] Gülağ Öz, Hıdır
Dede ve Zakirlik Geleneği, Dost Dost Dergisi, S.13, s.40 [4] Muzaffer Uyguner, Âşık Veysel, Bilgi Yayınevi, Ankara 1990, s.19
|