Âşık Remzâni |
Sevgili
dedelerim…
Sevgili dedelerim, ortalığı
öyle bir kokuttular, millet olarak o kadar kirletildik ki, sanki sağımız,
solumuz, önümüz ardımız leş kuyusu. Hükümetin, devletin, yargının, medyanın
düştüğü duruma bakın! Ortaklıklarına, hırsızlık havuzlarına, ortaya saçılan konuşmalara
bakın, medyaya, ülkemizin itibarına bakın… Görüldüğü üzere paramızı çalanlar anamıza sövüyorlar! Bu
kirliliğe sizler de bulaştırılmak isteniyorsunuz. Ben sizi “gül yüzlü, aksakallı, helal sütü
emmiş” dedelerim diye sever, ayakta karşılar, ellerinizden öperdim… Keşke
şunca kirlenmişlik içinde siz, ecdadınıza yaraşır kalsaydınız. Elinizi ve
öğretinizi lekelemeseydiniz, din-inanç kisvesi altında teklif edilen rüşveti
elinizin tersiyle itip, suratlarına çarpsaydınız… Temsil ettiğiniz öğretiyi “akil
Alevinin” politik hevesine kurban etmeseydiniz… Ne
oldu size; yolumuzu kendine benzetmek isteyene iman etmek neden? Bu milletin en temiz vicdanını
temsil ediyordunuz… Alevinin, Sünni’nin, inançlı, inançsız 73 milletin,
demokrasinin, laikliğin, cumhuriyet değerlerinin, Atatürk ilkelerinin en
dirençli kaleleriydiniz… “Haram yemez itlerimiz” diyen
öğretinin önderleri olarak sorumluluklarınız vardı, harama, rüşvete
bulaşmamıştınız. Yezide biat etmeyen, Maviye’ye lanet okuyan, hiçbir dünya malına
teslim olmayan İmam Hüseyn’in yol evlatlarıydınız. “Bizi Hacca götüreceğinize, ibadethanemizi
tanıyın; çocuklarımıza ve bize zulmetmeyin, çocuklarımızı ‘din dersi’ adı
altında kendinize benzetme çabasından vazgeçin” deseydiniz ya; İmam Hüseyn’in yol
evlatları olarak, ecdadınıza yakışanı yapsaydınız ya! İmam
Hüseyn’i, Şah Kalender’i, Pir Sultan Abdal’ı bilir, iman eder, mücadelelerini
bilirsiniz. Meydanlarda;
“işte
bunlar Alevi… Beni mahkûm ettiler… Bunların
mezhepleri, meşrepleri böyle” diyen, inancımızı aşağılayan günümüz
Yezidinin “hac” teklifini, rüşvetini kabul ettiniz; tuzağa düştünüz, “gayrimeşru
bir hükmet” noktasına gelen Erdoğan Hükümetinin, Ömer Çelik’in
sözlerine kandınız! Üzgünüm sevgili dedelerim ama bunu
öğretiye ve Alevilere reva görmemeliydiniz… Bizleri üzdünüz, kırdınız, özümüzü,
itikadımızı örselediniz… Yezid’in; “ey Hüseyn! Biat edersen canını
bağışlayacağım ve buradan gitmene izin vereceğim” teklifini reddeden,
biat etmeyen Gönüller Padişahı İmam Hüseyn’in huzuruna nasıl vardınız? Sevgili
dedelerim; Öğretimiz insanı kutsar, merkeze
insanı koyar değil mi? Muhabbet, nasihat ve nefeslerinizde; “her
ne arar isen kendinde ara/ Küdüste, Mekke de Hac da değildir” der,
şaşmaz “gerçeği” vaaz ederdiniz… İbadet karşılığı rüşvetle nasıl “eyvallah”
dersiniz; nasıl olur da iblisin tuzağını görmezsiniz; talibinizden, pir ve
Mürşidinizden el almadan, helalleşmeden öğretimizde hiç yeri olmayan Hac’a
nasıl gidersiniz? Nasıl yaparsınız bunu bize, ulular
ulusu yolumuza… Madımak yitiklerimize, daha dün katledilen 7 evladımıza, Ali
İsmaillere nasıl kıyarsınız; evlatlarımızın, eren ve evliyalarımızın Pir
Sultan’ın, Hace Bektaş’ın, Hamdullah Çelebi’nin mirasını nasıl çiğnersiniz? Aah,
sevgili dedelerim ah! Devlet
parasıyla, yetimin hakkıyla ibadet olur mu? Bir bilseydiniz neleri feda
ettiğinizi, neleri yıktığınızı, direncimize, mücadelemize nasıl kıydığınızı,
nasıl bir yol açtığınızı! Bizler; “din ve devlet ayrı dursun Diyanet ve zorunlu
din dersi kalksın…” derken, ecdadımız bin yıldır, bizler otuz yıldır
öle-kala, yana yakıla bunun mücadelesini verirken, siz kalkıp bir de Hac icat
ediyorsunuz… Kerbela ve Necef ziyaretiniz
kabul olsun ama bu görevi kendi olanaklarınız ve paranızla yapmalı, öncelikle de Mürşitten, talipten rızalık
almalıydınız… Alevi, gönül haccı yapar, Kabesi, kıblesi insandır,
gönüllerdir… Ondan öte Hac sorumluluğumuz yoktur, Hac yoktur, şeytan yoktur,
şeytan taşlama yoktur… Kaldı ki, şeytanla işbirliği yaparak şeytan taşlanmaz!
Rızasız parayla ibadet edilmez! Aynileşmek, benzeşmek olmaz; biz farklıyız… Hepimiz
aynıysak, farkımız yoksa neden asıldık, yüzüldük, yakıldık?
RIZALIK
YOLU Yol
ocaklara, ocaklar da Serçeşmeye bağlıdır. Serçeşme, Mürşit, Pir, Rehber, Dede;
“silsile
bu” der, böyle vaaz ederdiniz… Ve biz bu nefesinize “eyvallah”
ederdik… “Rızasız lokma yiyenin derdine derman yoktur” der; dedelik yapmak
için “Serçeşmenin iznini, talibin rızasını” arardınız. Talibin
rızasını almadan posta oturmazdınız. Önce talip sizi, sonra da siz talibi
görürdünüz… En temel unsur, rızalıktı… Kıldan ince, kılıçtan keskin yol böyle
sürülürdü… Serçeşme Postnişini Veliyeddin
Ulusoy’un 10.02.2014 tarihli nefesinden bir paragraf; “Devletin parasıyla seyahat eden
bu dedeler yıllık görgülerinde taliplerine soru sorma hakkına sahip
olabilecekler mi? Burada Pirimizin sözü bize kılavuzluk eder: ‘Arı Olmayan,
Arıtamaz!” Öğretinin iç disiplini böyle
sağlanmış, bütün ölüm-zulüm ve baskılara rağmen bugüne taşınması, bu hiyerarşik
kurumlaşmayla mümkün olabilmiştir. İşte şimdi bu hiyerarşik kurumlaşma,
sistemin akıl almaz saldırısıyla karşı karşıyadır. Günümüzün Yavuzları,
Yezitleri bu hiyerarşiyi kırıp, öğretiyi berhava ederken, yine bizden
birilerini, zayıf halkaları satın almaya, kullanmaya yelteniyorlar… Tarihte
olduğu gibi… Bu yüzden saldırının hedefi Serçeşmedir.
Sistem, suyun gözünü tartışılır duruma getirmek istiyor. Tuzağın farkında
olamayan dedelerimiz de, Ocakları yarıştırmaya, “Er’i Er’den üstün tutmaya,”
bünyemize virüs bulaştırıp, hasta etmeye çalışıyorlar… Lütfen
sevgili dedelerim, ecdadınız hakkına; Yol, iz, iç disiplin kaybolur, başıbozuk
hale gelirsek, yok uluruz! Murtaza DEMİR
|