Âşık Remzâni

 

 

 

PİR BALIM SULTAN VE KIZILBAŞLIK SİYASETİ

 

İsmail KAYGUSUZ

 

 

Mürsel Baba oğlu Sultan Bali, yani Balım Sultan’ın kim olduğu üzerine çok çeşitli ve çelişkili bilgiler verilmektir. Onun bir Sırp Prensinin oğlu ya da bir Sırplı Hıristiyan devşirme olduğundan tutunuz da, Gedik Ahmet Paşa’nın oğlu olduğu sarayda yetiştiği ve hatta kendisinden sonra yaşamış Sersem Ali Baba’nın oğlu(!) olduğuna kadar üretilen söylentiler günümüze ulaşmıştır. Bütün bunlar onun Hacı Bektaş Veli soyundan gelmediğini gösterme çabasıdır; Hacı Bektaş Veli’nin evli olmadığı iddiaları da aynı Osmanlı siyasetinin ürünüdür.[1]

 

Balım Sultan’ın, Sultan Bali asıl adından da anlaşıldığı gibi özbeöz Hacı Bektaş evladıdır. Eğer Edebali, Şeyh Bali vb. Baba İlyas halifelerinin adlarını anımsarsak, Babai kökenli bir ad taşıdığını görürüz.

 

1. Balım Sultan’ın Ortaya Çıkışı  Bayezid Siyasetinin Ürünü müdür?

 

Bayezid ile Sultan Bali, olasılıkla Dimetoka’da geçen çocukluklarından beri tanışıyorlardı. Ama onları ilk birbirine muhtaç ya da zorunlu kılan, Sultan . Bayezid’e Balkanlar’da yapılan suikast olayı olmuştur. . Bayezid, Arnavutluk seferinde 1492–93, Manastır yakınlarındaki Pirlepe yolunda bir Kalenderi derviş tarafından hançerle saldırıya uğramış; Padişaha yaklaşıp, kendisinin Mehdi olduğunu söyleyerek onu öldürme girişimini İskender Paşa önlemişti. Yaşar Ocak’ın yazdığı gibi, dervişin bu suikast girişimi, elbette ki kendini Mehdi gördüğü için bilinçsizce bir saldırı olduğu kabul edilemez. [2] Ancak  Ocak’ın yerinde teşhisiyle, . “Bayezid’e, pek iyi gözle bakmadığı Abdal, Torlak, Haydari gibi Kalenderi topluluklarını cezalandırmak için iyi bir fırsat oluşmuştu.” [3]

 

Alevi inançlı Türkmenler arasında Kalenderiler denilen doğaya uygun ve bir çeşit komün yaşamı süren bu marjinal derviş gruplar çoğunlukla konar-göçerdiler. Topluma düzenine aykırı yaşayan, bazan “Şah-i Merdan aşkına!” dilenen, bazan da punduna getirince zenginleri soyan bu kişiler sınırsız özgürlük isteyen birer halk filozofu konumundaydılar. Bu topluluklar aynı zamanda devlet tarafından koğuşturalan dinsel-siyasal suçluların sığınakları durumundaydı. Toplumsal hareketlerde hemen ön planda yerlerini alıyorlardı. Kızılbaş Safevi ihtilalci siyasi hareketinin başı ve konseyi durumundaki Ehl-i İhtisas kurulunun üyelerinden birinin “Abdal” adını taşıması boşuna değildir. Bu kişi, Anadolu, İran ve Suriye’deki çeşitli adlar taşıyan tüm  Kalenderi topluluklarıyla ilgili propaganda çalışmalarını yönetiyor olmalıydı. Uzunçarşılı’nın . Bayezid’e suikast girişiminde bulunan Kalenderi dervişine “Kızılbaş” nitelemesinin anlamı burada yatmaktadır.  Buna karşılık bazı Kalenderiler, devlet dinine uyum sağlayarak, Sünnileşerek, yani Şeriatı yerine getirmek koşuluyla kentlere yerleşmiş. İstanbul’da Kalenderi tekkelerini açmalarına izin verilmiş ve yüksek düzeyde kalenderane hayatlarını (!) sürdürüyorlardı.

 

Bayezid bu saldırıyı bahane ederek: “Rumeli’de ne kadar bid’ât Abdal ve ışık ve na-hak-gu zzındıklar var ise teftiş olunup Şer’ile küfür söyleyenlerin haklarından geline deyü...” [4] buyruk çıkarıp, Balkanlar ve Rumeli’de geniş bir koğuşturma ve toplu sürgün uygulandı. Bölgede yaşayan tüm Alevi, gayri-Sünni toplulukları Anadolu’ya sürdürdü. Bölgedeki Varna’da tekkesi bulunan Otman Baba ve ona bağlı dervişler bu kıyımdan nasibini aldığı gibi, kuşkusuz Hacı Bektaş dergahına bağlı Dimetoka Seyyid Ali Sultan tekkesine bağlı olanlar da sürgüne uğradı. O yıllarda Seyyid Ali Sultan tekkesinde Mürsel Bali oğlu Balım Sultan (1458-1518/9) oturmaktaydı.

 

Sultan Bayezid,  Balım Sultan’la bu Rumeli kıyımında konuşmuş olmalıdır. Çocukluğunun bir kısmı Dimetoka’da geçmiş olan . Bayezid’in, Kızıl Deli Sultan tekkesini hem de Hacı Bektaş Dergahını yöneten Balım Sultan’ın babası Mürsel Baba’yı tanıdığı ve ilk mürşidinin o olduğu rivayetleri vardır.[5] Buraya özel ilgisinden dolayı, 1512’de oğlu Selim tarafından zorla tahttan indirildikten sonra son yıllarını geçirmek üzere gittiği Dimetoka yolunda ölmüştü. [6]

 

Büyük olasılıkla, Arnavutluk seferi sırasında ziyarete gittiği Dimetoka’da, eskiden tanıdığı Kızıl Deli Seyyid Ali Sultan tekkesinin başındaki, Hacı Bektaş Veli’nin torunlarından Mürsel Baba oğlu Balım Sultan’ın ricasıyla Bayezid, toplu kıyımdan vazgeçip, emrini sürgüne çevirdi.

 

Sultan . Bayezid’in 1500 yılında yaptığı ve Modon, Koron ve Navarino’yu ele geçirdiği Mora seferinden sonra ertesi yıl da Adriyatik kıyılarını işgal ettiğini görüyoruz. Bu seferlerin ardından Dimetoka’dan Balım Sultan’ı İstanbul’a davet ettiği ve daha sonraki yıllar içinde (Turgut Koca’ya göre aynı yıl?) ondan nasib alarak Bektaşi tarikatına girdiği bilinir. Sultan Bayezid, Balım Sultan’ın Dimetoka’ya gitmeyip,  Hacı Bektaş Dergahına dönmesini istemiş ve resmen Dergah’a atamıştır.[7]

 

1501 yılındaki bu atama, kendine yakın gördüğü Balım Sultan’ın Anadolu’da daha geniş Alevi toplumuna etki yapacağı ve Kızılbaş Safevi siyasetine karşı onun kullanılabilir olmasından kaynaklanıyordu kuşkusuz. Ama öyle görünüyor ki Balım Sultan, bu ilk aşamada bile kendisine pek güven vermemiş. Bayezid’in siyasetinin bir parçası olarak Balım Sultan’ın dergahın başına geldiğinin ertesi yılı, Balkanlardan Anadolu’ya sürgün edilen Alevi topluluklar, doğu sınırlarında koğuşturmaya uğrayan çok sayıda Kızılbaşlarla birlikte yeni fethedilmiş Mora topraklarına sürüldüler. Batılı yazarların belirttiği, . Bayezid’in 1502’deki bu büyük koğuşturması ve tek tek kişilerin yüzleri damgalanmış olarak gerçekleştirdiği bu Kızılbaş sürgününden, [8] Türk burjuva tarihçileri söz etmemektedir.  Onun hakkında yaptıkları, basiretsizlik, acizlik ve pasiflik suçlamalarını öne çıkararak, Yavuz Selim’in acımasız Kızılbaş kıyımlarını haklı göstermek  oldu. Oysa Osmanlı topraklarındaki Alevi –Bektaşi Türkmen topluluklarına,  saltanatı süresince 1492, 1502 ve 1511 tarihlerinde bilinen üç büyük kıyım ve sürgün uygulamış, baskı ve zulüm yapmış olan Bayezid de en az oğlu kadar acımasızdı. ‘Bayezid-i Veli’ unvanı bile döneminin Osmanlı siyasetinin bir parçasından başka bir şey değildi.

 

Bu siyasetin kısa bir analizini yapalım: Birincisinde Bayezid suikast girişimini bahane edip, Balkan’larda Alevi kıyımı ve toplu sürgün yapmış, günahsız insanları yerlerinden topraklarından koparmıştır. Bizce Uzunçarşılı’nın düşündüğü gibi bu suikast girişimi, Kızılbaş-Safevi siyasetiyle ilgili olarak bir Kızılbaş tarafından yapılmamıştır. Freiburg Üniversitesi eski İslam tarihi Prof.'ü  H. R. Roemer de yukarıda zikredilen makalesinde suikastçının Kızılbaş değil, sıradan bir Kalenderi dervişi olduğunu vurgulamıştır. Buna rağmen Bayezid tam bir Kızılbaş kıyımı uygulayarak, Şeyh Cüneyd’le birlikte Anadolu’da başlamış olan Kızılbaş hareketini sindirmek için gözdağı vermek istemiştir.[9]

 

İkinci sürgün ve Balım Sultan olayına gelince; karşılıklı olarak birbirlerini kullanmak siyaseti gütmüşlerdir. Biri devletin başında padişah; öbürü Alevi-Bektaşi toplulukların bağlı oldukları Hacı Bektaş Veli soyundan, onun temsilcisi ve Dergahı’nın başındaki manevi önderi. Dikkat edilirse Balım Sultan’ın, Hacı Bektaş Dergahı’nın başına getirildigi tarih, Şah İsmail’in çevresindeki Kızılbaş kuruluyla birlikte ta Gilan-Lâhikan’dan kalkıp Erzincan’a geldiği; kendisini Ali donunda beklemekte olan Anadolu Kızılbaşları, peyikle Şah lokmasını alır almaz, tarlada çiftini-çubuğunu, gerdek yatağında karısını bırakarak yanına koştuğu yılı izlemektedir. Bu gösteriyor ki Bayezid Balım Sultan’ı, kendi siyasetinin bir ürünü olarak başına geçirdiği Hacı Bektaş Dergahı’nı güçlendirerek, siyasallaştırıp, 1450’lerde başlamış ve giderek büyüyen ve devlet kurma aşamasına ulaşmış Kızılbaş hareketinin karşısına çıkararak onu bölmeyi amaçlıyordu. Alevi Türkmen oymak ve kabilelerin, kendilerinden bildikleri ve kuruluşunu, temelini kanlarıyla suladıkları Kızılbaş Safevi devleti topraklarına dalgalar halinde göçmelerini de önlemenin bir yoluydu bu.

 

Ancak Balım Sultan’ın beklenilen nüfuzunun kendini göstermediğinin anlaşılması üzerine, 1502 yılında yukarıda açıklandığı gibi Kızılbaş Safevi yandaşı olduğundan kuşkulanılanlar yüzleri dağlanarak, on yıl önce Balkanlardan sürülenlerle birlikte Mora yarımadasına sürgüne gönderildiler. Bu sürgün olasılıkla Şah İsmail’in Erzincan’a ikinci gelişi sırasında yapılmıştı. İsmail’in Kızılbaş devletinin potansiyel gücünü tez elden dağıtmak amacıyla on binlerce Alevi-Bektaşi hiç bilmedikleri ve yabancısı oldukları diyarlarda oturmaya zorlandı. Girit’te Bektaşiliğin yayılması, bu zorunlu göçlerin adaya sarkmasıyla açıklanabilir. Bu sürgünler gösteriyor ki, Şah İsmail’in bir yıl kadar önce, ‘Baba’ diye hitap ederek Bayezid’e yazdığı bir mektupta, Ustacalu Türkmenlerinin çoluk çocukları ve göçkünlerinin Osmanlı ülkesinde bırakmalarına izin vermesi için ricada bulunması ise yaramamış.[10]

 

Genç erkeklerini Şah İsmail’e göndermiş olan aileler sürgüne gitmiş parçalanmış ve bir daha da birbirlerini görememişlerdir. Alevi Türkmen boylarından eli silah tutanların, ok ve yaylarını, kılıçlarını yüklenip, azık torbalarını boyunlarına asmış gurbete çıkar gibi aileleriyle vedalaşarak, Şah İsmail ile savaşa gitmeleri iki şey düşündürüyor:

 

1. Anadolu’da yaşayan Alevi-Bektaşi toplulukları kendilerini Sünni İslamın egemen olduğu hiçbir feodal devlet ve beyliklere bağlı görmüyordu. Bir siyasi yönetim boşluğu içinde, bağımsız yasamaktaydılar. İnançlarının tapınma uygulamaları olan Cem düzeni, yaşam ve yönetim biçimini oluşturmuştu; Kurtarıcı (Ali-Mehdi-Hızır) gelinceye kadar onunla yetiniyorlardı.

 

2. Kızılbaş Safevi yönetimi Ehl-i İhtisas kurulundan Dede, Abdal ve Halifeler Halifesi gibi görevlilerin geniş siyasi propagandası onlara, çok kısa bir zamanda ailelerinin yaşadıkları bölgeleri, kısacası tüm Anadolu’yu ele geçirip Kızılbaş Devletine bağlayacaklarına inandırmıştı.

 

Tebriz alınıp, 1501-2’de Şah İsmail’in başına Kızılbaş tacı konularak, Oniki İmam adına hutbe okunduktan sonra resmen Kızılbaş Safevi Devleti kurulmuştu. Arkasından İran’ın içlerinde otorite sağlamak ve Akkoyunlu beyleri ortadan kaldırmak için geçen yıllar içinde, Anadolu'daki Kızılbaş topluluklar hem yakınlarının gelmesini, hem de Şah-i Merdan Ali’yi temsil eden Şah İsmail’in gelip kendilerini kurtarmasını beklerken, Osmanlı derin bir nefes aldı. Çünkü Tebriz’den yönetilen bir devlet Anadolu’da güçlü ve sürekli bir egemenlik kuramazdı. Akkoyunlu devletinin varisi olarak ortaya çıkıp Diyarbakır veya Erzincan’da Kızılbaş Safevi devleti kurulmuş olsaydı, Suriye ve Irak’la birlikte doğu Anadolu’ya ve çok kısa zamanda sahip olunabilir ve Osmanlı’yı Avrupa’ya sürebilirdi. Böylesi bir uygulama, yönetimin Kızılbaşlığıyla birlikte, teba’nın büyük çoğunluğunun da Kızılbaş olmasını sağlardı.

 

2. Şah İsmail İle Balım Sultan’ın Kızılbaşlık Siyasetinin Yönleri Farklıydı

 

Balım Sultan, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi. Bayezid’le çok daha önceden  Dimetoka’dan tanışıyorlardı. Bayezid’e suikast girişiminden sonra başlanan Alevi-Bektaşi kırımına, Hacı Bektaş Dergahı’nın bir Şubesi durumundaki Dimetoka dergahında büyük Pir olarak ricayla engel olmuştu sanıyoruz. Eğer öyleyse, ta o zamandan Padişah’a, Osmanlı topraklarında yaşayan Hacı Bektaş’a bağlı Alevi toplulukları adına bazı vaatlerde bulunmuş olmalıdır. Bayezid Balım Sultan’ı Hacı Bektaş Dergahı’nın başına getirdiğinde, izleyen yıllar içinde Kızılbaş Safevilerle, Şah İsmail çevresiyle görüşüp onları etkilemesini de açık veya dolaylı ondan istemiş olabilir. Ama böyle bir şey istememiş olsa bile, bize göre Balım Sultan ile Kızılbaş Safevi yönetiminden Ehl-i İhtisas’tan görevlendirilmiş propagandacı halifeler görüşmüş olmalıdır. Her şeyden önce onun yazmış olduğu, Cem törenlerini kurallara bağlayan Erkanname’sinin, aynı dönemde ve aynı amaç için hazırlanmış Buyruk’un içeriğiyle birbirinin aynı olması bunu gösteriyor. Erkanname’nin dil özelliklerinin ise, Osmanlıca saray ve kent diline uygunluk göstermesi, kentlerde ve özellikle İstanbul’da yaşayan Alevi-Bektaşiler ve Yeniçeriler için yazılmış olduğu anlamını çıkarmak tutarsız bir iddia sayılmaz.

 

1508’de tüm doğu Anadolu’yu ele geçirmiş Kızılbaş Safevi yöneticileri ve Şah İsmail ertesi yıl, Dulkadirli seferi için Erzurum ve Erzincan üzerinden Orta Anadolu’ya gelmiş ve uzun süre Osmanlı sınırında kalmıştı. Kemalpaşazade’ye göre, Şah İsmail bir müddet Osmanlı hududunda oturduğu halde, müridlerinden bir çok kimse kendisine katılmamış ve umduğunu bulamamıştır.

 

Şah İsmail’in  Bayezid’e mektup yazıp, Osmanlı topraklarından geçerek Dulkadirli üstüne gitmesi için izin istemiş olduğunu ve bu izni aldığını biliyoruz. Bayezid Safevi ordusunun serbestçe geçmesine izin verdiği gibi, Dulkadirli Alaüddevle’nin yardim isteğini de reddetmiştir. Böylece Sarız’da bulunan Şah İsmail, oradan Elbistan’a geçti. [11]

 

3. Şah İsmail’in Gizli Amacı Hacı Bektaş Dergâhını Ziyaret Etmekti

 

Geleneksel Alevi söylenceleri ve ozanları Şah İsmail’in burada Anadolu Alevi Türkmen dedeleri ve ozanlarıyla oturup söyleştiklerini Cem kurduklarını, nefesler söyleyip semah döndüklerini anlatmaktadır. Yaşça en büyükleri olan Pir Sultan, Şah İsmail Hatayi ve Kul Himmet, üç büyük Kızılbaş ozanı burada karşılaşıp nefesler söylemiş atışmışlardır. Balım Sultan’ın kardeşi ve kendisinden sonra yerine geçen Kalender Abdal, onun temsilcisi olarak bu mecliste bulunmuş olduğu anlaşılıyor. Onlar gibi ozan olan Kalender Abdal’ın, bir arada gördüğü ve büyüklüklerine tanık olduğu bu üç ozanı öven bir şiiri vardır:

 

Ezel-ü ervahdan ceddim cemalim

Hatayi Kul Himmet Pir Sultan geldi

Eli kanlıların elin yumağa

Hatayi Kul Himmet Pir Sultan geldi

 

(...)

 

Kalender yok bu sözümün hatası

Beş harftendir aşıkların futası

Üç aşıktır cümle aşık atası

Hatayi Kul Himmet Pir Sultan geldi

 

Pir Sultan Abdal nefeslerinden birinde:

 

Kapıyı çaldı Kırkların birisi

Birinden mestoldu cümle gerisi

Sarıkaya derler Şah’ın korusu

Konalım gaziler İmam aşkına

 

Burada adı geçen Sarıkaya, Şah İsmail’in 1501’de birinci gelişinde konduğu Erzincan ile Tercan arasındaki Saru-Kaya yaylağı değil, Yıldızeli’ne bağlı Banaz ile Bedirli’nin arasındaki yerleşme birimidir. Yani Pir Sultan’ının yaşadığı bölgededir. Ancak İlhan Başgöz’ün ileri sürdüğü gibi “belki de Pir Sultan’ın evinde misafir olan bu Şah, 1577’de, Şam taraflarında ortaya çıkan ve Bozok (Yozgat) taraflarına kadar gelip, oraları ayaklanmaya çağıran yalancı Şah İsmail” değil, Şah İsmail Safevi’nin kendisidir. Şah İsmail’in bu bölgeye geldiği; “Yıldız Dağında semah eylediği, bin bir kelam ettiği ve Banaz’da bir süre kaldığı” nefeslere konu olmuştur. Kendisini:

 

Aşk oduyla ciğerlerim dağlıyım

Boş değilim bir ikrara bağlıyım

Abdal Pir Sultan’ın abdal oğluyum

Adim Pir Mehmed pirim Ali’dir

 

diye tanıtan Pir Mehmed’in talibi İsmail isimli alevi ozanı, Şah İsmail’in burada kalışının unutulmayan anısını şöyle dillendiriyor:

 

Şah Yıldız Dağında semah eyledi

Bir ayak üstünde bin bir kelam eyledi

İndi Banaz’ı hoş vatan eyledi

Hayli devr ü zaman geçti orada

 

Koca Şah Urum’a bir elma saldı

Dolandı Urum’u Banaz’a geldi

Pir Sultan elmaya bir tekbir kıldı

İnsan taaccübde kaldı orada [12]

 

Bu dörtlüklerde Şah İsmail’in Banaz’da bir süre kaldığı ve Cemler kurulup Semahlar dönüldüğü açıkça anlatılmaktadır. Şah’ın kendisinin de semah eylediği özellikle vurgulanıyor. Onu, bizzat adını anarak iyi semah dönmede örnek gösteren Pir Sultan Abdal bir dörtlüğünde şöyle anıyor:

 

Bülbül gerek gül dalına konmaya

Şah İsmail gibi semah dönmeye

Musahibin yok mu derdin yanmaya

Niye geldin derler Urum sofusu

 

Üstelik İsmail’in ikinci dörtlüğünde verilen bilgiler, Şah’ın bizzat Pir Sultan Abdal’a lokma olarak elma gönderip, bir birlik Ceminin yapılmasına önayak olmasını istediği anlaşılıyor. [13]

 

Şah İsmail’in gelişini büyük bir birlik toplantısının ve cemlerin yapılacağını bölgedeki, özellikle Osmanlı topraklarındaki Seyyid ocaklarına haber vermeyi Pir Sultan Abdal üstlenmiştir. Büyük olasılıkla Hacı Bektaş Dergahına bağlı bir Dede olarak, Dergah postnişin ve dervişleriyle haberleşme aracılığı da yapmıştır. En büyük yardımcısı da kendi talibi Safevi soyundan genç ozan Kul Himmet’tir. Yine olasıdır ki her iki ozan da Alisoylu birer Dede olarak, Kızılbaş Safevi yönetiminin o dönemde, Ehli İhtisas Kurulu’na bağlı Halifeler Halifesi kurumunda görev almışlardı.

 

Elbette ki burada asıl, çeşitli Osmanlı bölgeleri bölge ve diğer beyliklerden gelen Kızılbaş dedeleri ve aşiret-oymak beyleriyle siyasi toplantılar yapılmıştı. Hacı Bektaş Dergah’ından Kalender Abdal ile birlikte, Balım Sultan’dan gelen ve onun düşünce ve siyasetini ileten başka görevliler de bulunmaktaydı. Kanımızca, Osmanlı tarihçilerinin kaydetmemesine rağmen Şah İsmail, kurmaylarıyla birlikte Hacı Bektaş türbesi ve dergahı ziyaret etmek istiyordu. Ancak Osmanlı topraklarında büyük bir siyasal patlama yapacağından korkulduğu için izin verilmemiştir. Balım Sultan’ın İstanbul’a çağrılması da aynı döneme rastlatılmış ve Şah İsmail ile karşılaşmasına engel olmak istenmiştir. Hatta aşağıda vereceğimiz Şah Hatayi’nin bir şiirindeki dörtlük, onun bu olaydan haberli ve Balım Sultan’ın İstanbul’da olduğuna ipucu olabilir.

 

Velâyetname’ye [14] göre;  “Bayezid, daha önce Dergah’ı ziyaret edip vakfını artırmış ve Hacı Bektaş türbesinin kubbesini kurşunlatmıştır.”  Hacı Bektaş’a bu denli bağlı Padişah, neden Dergah’a gelip de orada Hünkar’ın manevi huzurunda ikrarbend olup Tarikat’a girmemiş? Hatta sıkça uğradığı Dimetoka’daki Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda da nasib alabilirdi. Çünkü aynı yıl içinde (1509), İstanbul’da pek çok binalar ve surların yıkılıp, halkın telef olduğu büyük depremin arkasından Dimetoka’daki sarayına çekilerek aylarca orada kalmıştı. [15] Balım Sultan’ı  oraya çağırır ve orada Ayn-i Cem yaparlardı. Sorun siyasetti: Alevi-Bektaşilere Bayezid-i Veli olarak görünmek mi istiyordu dersiniz?

 

Yine bizce . Bayezid’in aynı yıl, sözde Dulkadirli Beyinin yardım talebi üzerine Yahya Paşa komutasında gönderdiği bir ordunun, Ankara’da bekletilmesi [16] de Şah İsmail’in sınırdaki konaklayışıdır.

 

Şah İsmail Hatayi düşlerine giren ve görmeği çok arzu ettiği Hacı Bektaş Veli üzerine aşağıdaki nefesi burada yazmış olmalıdır. Bu nefeste Hacı Bektaş Dergahı’nı ziyaret özlemi ve amacı gizlidir:

 

Gece gündüz hayaline yanarım

Bir gece rüyama gir Hacı Bektaş

Günahkarım günahımdan bizarım

Özüm dara çektim sor Hacı Bektaş

 

Yandı bu garip kul nedir çaresi

Yine tazelendi yürek yarası

Onulmaz dertlere derman olası

Bu senin bendindir sar Hacı Bektaş

 

Derdimin dermanı yaramın ucu

Dört güruh mevcuttur güruh-i naci

Belinde kemeri başında tacı

Yüzünde balkıyor nur Hacı Bektaş

 

Sadıkların sıdkı aşıkın renci

Pirlerin pirisin gençlerin genci

Hem derya hem sedef hem dür hem inci

Hem umman hem ırmağ göl Hacı Bektaş

 

Gahi bulut olup göğe ağarsın

Gahi yağmur olup yere yağarsın

Ay mısın gün müsün kandan doğarsın

Ilgıt ılgıt esen yel Hacı Bektaş

 

Arının yaptığı bala benzersin

Şu gurbet illerde gönlüm eğlersin

Bend edip de ikrarına bağlarsın

Sailin sattığı kul Hacı Bektaş

 

Derdiment Hatayi eyler niyazi

Ulu Pir katardan ayırma bizi

Bu mahşer günüdür isteriz sizi

Muhammed önünde car Hacı Bektaş

 

Görüldüğü gibi kendini dertli sayan Şah İsmail bu şiirinde gurbette olduğunu ve Hacı Bektaş’ı düşünerek gönlünü eğlendirdiğini söylüyor. Ondan yardım istiyor; yaşadığı anları kıyamet gününe benzetiyor ve Hacı Bektaşi Ali olarak nitelendirdiği için, Muhammed’in carına (imdadına) yetiştiği gibi kendisine de yetişmesi dileğinde bulunuyor.

 

Ayrıca Hatayi’nin Balım Sultan için yazdığı şiir de oldukça anlamlı ve onun Hacı Bektaş Dergahı’nı ziyareti ve Balım Sultan ile görüşme isteğinin bize göre çok önemli kanıtıdır:

 

Gaziler dertlere derman bulunur Sultan Balım’dan

Sınık gönüllere merhem bulunur Sultan Balım’dan

 

Budur âlemler âlisi cümle gerçekler velisi

Gaziler aşkın dolusu sunulur Sultan Balım’dan

 

El benliğin dilden kesip nefsin ejderhasın basıp

Gümansız talibe nasip verilir Sultan Balım’dan

 

Aşıka ta’n etme yani Dergâh’a döndürmüş yönü

Dünü günü kudret hunu sürülür Sultan Balım'dan

 

Can Hatayi’m der bendesi nazar etmiş haslar hası

Sinik gönüller aynası silinir Sultan Balım'dan [17]

 

Şah İsmail Hatayi’nin bu nefesi, Balım Sultan’a karşı saygısını gösterdiği kadar, siyasi bir bütünleşme övgüsü olarak da değerlendirilebilir. Yine Hatayi’nin onun için, bu birlik toplantılarında siyaseten yazmış olduğunu düşündüğümüz bir şiirinde, orada bulunmayan Balım Sultan’a manevi anlamda “güzel Şah” nitelemesiyle seslenip, Sultan Bayezid ile cem yürütmesine gönderme yaparak eleştirel yaklaşıyor. Kızılbaş siyaset tarihini derinliğine incelemediği için Hatayi’nin şiirlerine farklı biçimde yaklaşan ve birçok Hatayi’lerden sözeden İ. Arslanoğlu’nun aynı yapıtından (s. 485), son dörtlüğü tam okunamamış bu nefesi aşağıya alıyoruz:

 

Arzumanım sende ey güzel Şahım

Münkir münafıka sayvanın mı var

Aşkın kitabini almış eline

Mühr-i Süleyman’dan fermanın mı var

 

Gaip erenleri kalksın yürüsün

Al kırmızı otağlarını kursun

Sultan Beyazit’(l)a Cemler yürü(t)sün

Mümin kullarına giryanın(?) mı var

 

Gaip erenleri seni arzular

Yüreğim başında yaram sızılar

Gelür alnımıza yazılan yazılar

Dahi göster’ceğin günlerin mi var

 

Dalgan mevce galür coşa gelince

Şah-i Mürvet Zülfikar’ın alınca

Allah Allah deyüb cenge varınca

Dahi göster’ceğin günlerin mi var

 

Şah Hatayi’m eydür bu böyle olmaz

İleri varıldı geri durulmaz

Mehdi gele...

Dahi...

 

Hatayi’nin bu şiirinde Balım Sultan’ın eleştirilmesine karşılık, Yıldız dağındaki toplantılarda asıl Şah İsmail’in geniş bir biçimde eleştirildiğini sanıyoruz: Osmanlı topraklarındaki Kızılbaş siyasetini benimsedikleri saptanan Alevilerin koğuşturma ve sürgünlere uğraması konuşulduğu gibi, Şah İsmail’in “Mülkümde gerektir ab-i Ceyhun (Ortasya’daki Aral gölüne akan Ceyhun ırmağı İ. K.)” ve “Ahsun vatanımda Şadd-ı Bağdad (Dicle ırmağı İ. K.)” diye formüle ettiği geniş imparatorluk siyasetinin yanlışlığı üzerinde durulmuş ve onun bu tutkusu tartışılmıştı. Anadolu Kızılbaşları baştan verilen sözlerin tutulması ve Anadolu’nun merkez alınması gerektiği vurgulanmış. Balım Sultan’dan nasip almış Alevi-Bektaşi ozanı Muhyeddin’in aşağıya aldığımız küçük şiirinden anlaşıldığı üzere, elbette ki kendilerine Alisoylu bir Şah’ın başkomutan olmasını (Bize serleşker olmağa/Şah-i kerem Ali gerek) diliyorlar. Ancak er verip, asker kaldırmak Sultan Bali’nin işi olmalıdır deniliyor. Yani Hacı Bektaş Dergahı’nın siyasetinin öne geçirilmek istemi söz konusudur:

 

Bize serleşker olmağa

Şah-i kerem Ali gerek

Mürşiddir rehber olmağa

Adem Akyazılı gerek

 

Âlem ademe çıkmağa

Ulu ateşler cunmağa

Er verip leşker çekmeğe

Gene Sultan Bali gerek

 

Muhyeddin derviş olmağa

ölmezden önden ölmeğe

Bir kişi nasib almağa

Edeb erkan yolu gerek [18]

 

Böylece açıkçası, Osmanlı’nın ortadan kaldırılması ve “Şah İstanbul’da otura” siyasetinin öne geçmesi istenmişti. Gerek Pir Sultan’ın, gerekse Kul Himmet’in şiirlerinde bu siyaset çok açıktır.

 

Şah İsmail’in başkenti Tebriz yapıp, eski Pers ve Sasani imparatorluklarını canlandırma, Cengiz ve Timur gibi olmak  politikasıyla, Anadolu Alevilerinin kurtuluşu üstüste düşmüyordu. Olasıdır ki bir yıl önce, Ehl-i İhtisas kurulunun başı olan Şah vekili Türkmen beyi Şamlu Lala Hüseyin’i katlettirip yerine bir İranlı feodal beyi getirmiş olması bu anlaşmazlıktan kaynaklanıyor; 20 yaşına gelmiş olan Şah İsmail artık yönlendirilmek istemiyordu.

 

Toronto Üniversitesi Profesörlerinden Safevi tarihi uzmanı R. M. Savory’nin değerlendirmesi ise şöyledir:

 

“Başarılı ihtilallerin bütün önderlerinin yüzyüze geldiği sorunlardan biri, iktidara gelmelerinde sorumlulukları bulunmuş olanlara, nasıl en iyi muamele edilmelidir? Fanatik bir ihtilal hareketinin üyelerinin, halka sevdirten nitelikleri, kesinlikle ihtilal sonrası yönetimi içinde onları yutup zapdetmeyi güçleştirir. Safavi ihtilali de istisna olmamıştır. Kızılbaş kabile önderlerinin iktidarı öylesine dikkat çekici (düşündürücü) olmuştu ki, Şah İsmail tahta çıkışından sadece altı yıl sonra, Vekillik yüksek görevinde (Vekil-i nefs-i nefis-i humayun) bulunan bu ünlü Türkmeni azledilip, yerine bir İranlı getirildi.” [19]

 

Yıldız Dağı görüşme ve konuşmalarında, öyle sanıyoruz ki Hacı Bektaş Dergahı postnişini Balım Sultan’ın kardeşi Kalender Çelebi’nin başkanlığındaki temsilcileri ve diğer Ocak temsilcileri dedeler Şah İsmail’in siyasetine karşı çıkmışlardı. Anadolu’dan Türkmen gençlerinin dalga dalga, bölük bölük Şah’ın ardından gidip bilmedikleri ülkelerde fetihlere girişmelerini istemiyorlar ve Anadolu’da birlik sağlayıp, Şeyh Bedreddin’in düşlerini Kızılbaş Devleti’nde, ama yaşadıkları topraklarda gerçekleştirmek yanlısıydılar. Bu denli açık koyulmuş mudur? Tahmin etmek güç; örneğin belki Yeniçeri ordusunu  yanlarına çekebilecekleri hesabı da vardı içinde. Balım Sultan çevresinin ek olarak istek ve düşünceleri bu da olabilir!

 

Bu toplantılarda bir yandan da, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet ve Şah Hatayi’nin siyasetçi kadar ermiş aşıklar olarak ortaya çıktığı; Ali, Hasan ve Hüseyin’i temsil ettiğini Kulhimmetli dedeler aracılığıyla günümüze ulaşan “Üç Aşık Söylencesi” göstermektedir. [20]

 

Kemalpaşazade’nin tarihinde,“(Şah İsmail) Diyarbekir içinden dahi gitse olurdu. Ol yoldan da maksuda vusul bulurdu; amma yerinden deprenüp bir taşla iki kuş varmak istedi. Bahane ile gelip Serhadd-i Rum’da (Osmanlı sınırında İ. K.) bir zaman turmak istedi. Ta ki Anatolı’nın Kızılbaş’ı vesair evbaşı ol Sem-i bezm fitnenin kenara geldüğün duyup, her taraftan yanına cem’oluna...Amma umduğun bulmadı, ol dediği iş olmadı ve içinde Kızılbaş olan vilayetlerin raiyyetleri boyunlanıp birbirine merbut olmuştu (bağlanmıştı İ. K.)”  diye yazmakta nedenlerini göstermemekle birlikte, haklı görünüyordu. [21]

 

Balım Sultan ve Dergah çevresi siyasetinin haklılığı,  iki on yıl sonra Kızılbaş Safevi Devleti, İran Safevi milli devletine dönüşerek ortaya çıktı.  İran’da Kızılbaş Türkmenlere koğuşturmaya ve kırım uygulanmaya başladı.

 

Şah İsmail’in Yıldız Dağı durağından olaysız ayrılması ve başında bulunduğu Kızılbaş ordusuna önemli ölçüde katılımın olmayışı,  Bayezid’i çok sevindirmiş. Kuşkusuz bunu da Balım Sultan’ın padişah adına Osmanlı illerinde yaşayan Kızılbaşları etkileyip durdurduğunu sanmıştı. Arkasından Şah İsmail’in Dulkadirli Alaüddevle’yi yenip, ülkesini ele geçirmesine de memnun oldu. Osmanlı’nın doğusundaki güçlü beylik bir daha belini doğrultamazdı. Şah İsmail’in ise Tebriz’den İran’ı yönetirken Anadolu’yu elinde tutabileceğini sanmıyordu. Anadolu Kızılbaşları da desteğini çekerse bitti demektir. Balım Sultan’ın kendisi için siyaset yaptığı konusunda yanılmış olduğu, çok değil iki yıl sonra Şah Kulu Sultan başkaldırısıyla ortaya çıkacaktı.

 

4. Sultan  Bayezid Bir Taşla İki Kuş Vuracağını Hesaplıyordu

 

Ziya Şakir’in de belirttiği gibi . Bayezid’in aynı yıl, yani 1509’da Balım Sultan’ı İstanbul’a davet ettiğini görüyoruz. Balım Sultan ve dervişlerini saltanat kayıkları gelip Üsküdar’dan alıyorlar. Ziya Şakir’in tatlı romansı anlatımından bu karşılamayı izleyelim:

 

“Padişahin binmesine mahsus olan tebdil kayığının kıçındaki ipek gölgelik altında; sırtına alelade beyaz bir aba giymiş; başında oniki dilimli yeşil sarıklı beyaz keçeden bir taç geçirmiş olan kır sakallı, tatlı yüzlü bir zat oturuyordu...”

 

“...9 çifte tebdil kayığını, öteki saray kayıkları takip ediyordu. Bunlarda da, yine saray ağalarının ve yeniçeri ustalarının arasında, sırtlarında abaları ve başların 12 dilimli yeşil sarıklı beyaz keçeden taçlarıyla 40 Bektaşi dervişi göze çarpıyordu... halka arasında fısıltılarla şu sözler söyleniyordu:”

‘Yahu! Şimdiye kadar ancak padişahlara yapılan bu alay, şu abalı Bektaşi babasına mı?’

‘Yavaş söyle! Yeniçeriler duymasın. O senin bir Bektaşi babası dediğine, onlar batın Padişahı diyorlar.’

‘Asıl adı neymiş bu zatın?’

‘Balım Sultan...” [22]

 

Bayezid Sultan niçin böyle debdebeyle Balım Sultan’ı İstanbul’a getirtmiş. Sarayda Meydan açılıp, çerağlar uyandırılarak Pir Balım Sultan’ın huzurunda ikrarbend olmuş, Bektaşi tarikatına girmişti? Çünkü Sultan Bayezid bir yandan aynı tarikatın mensupları ve Sultan Cem olayında kendisini tutmuş olan Yeniçerilere hoş görünüp güven yenileyecek, öbür yandan Balım Sultan’ın Kızılbaşlara karşı olduğunu gösterecek; Kızılbaşlık-Alevilikle Bektaşiliğin aynı inanç olmadığını ve onların rafizi, yani dinden çıkmış olduklarını ispatlamış olacaktı. İlk bakışta bu  siyaset, tuzağa düşürülmüş görünen Balım Sultan’ı haketmediği ve kafasından bile geçirmediği işbirlikçi durumunda göstermişti. Tersine Balım Sultan da pay-i tahta davet edilmekten, hiç değilse Yeniçerilere ve İstanbul Bektaşilerine bir şeyler söyleyebileceği ve onları Kızılbaş hareketi yönünde etkileyebileceğini düşündüğü için memnundu. Kuşkusuz böyle bir ilişkiye, yani Yeniçeri ocaklarında Cem-Cemaat yapmasına meydan verilmedi. Padişah düzeyinde bir ilişki içinde ayn-i Cem icra ettirilip, aynı debdebeyle uğurlandı Balım Sultan.

 

Elbette ki Osmanlı siyasetini belirleyen zamanın Uleması Sultan Bayezid’in tarikata girme keyfini görürken -ya da telkin ederken-, Şah İsmail sorununu dahi konuşmasını sağlamışlardır. Ziya Şakir kitabında farklı bir yönden girerek, yarattığı mizansenin altında yatan düşünce bizce bu doğruyu vurguluyor:

 

“...Balım Sultan konuşma aralarında Şah İsmail için şunları söylüyor:

 

‘Padişahim! Sen Şah İsmail için zerre kadar gam çekme. Onun murat ve maksudu; memleket kazanmak ve ganimet almak değildir: Onun bütün dileği, Erdebil tekkesinin mahrem (gizli) ve kadim bir kanununu nizami âlem hükmüne getirmektir... Bu taassubu yıkmak, batıl itikatları ortadan kaldırmaktır. Dinin gayesi ahlaktır. Mavhumat (hayali şeyler) değildir. Riya ile yapılan ibadetlerin kıymeti yoktur. Hem din Arapça bilmek, Arapça konuşmak değildir... Şah İsmail bütün bu gerçekleri bilmektedir. O küçük yaşından beri, mahir üstatlar elinde pişmiştir. Onun için gerçeği çok iyi idrak etmiştir...Padişahim! Ne Şah İsmail’den ne de başka birinden zerre kadar korkma. Yalnız bir şeyden kork; o da zulüm. Halka zulmetmekten ve memurlarının halka zulmetmesinden kork... Kimsenin ahı kimseye kalmaz. Dervişlik  budur, sultanlık budur.’[23]

 

Balım Sultan’ın Şah İsmail hakkında, aşağı yukarı buna benzer şeyler söylediği kesindir. 1940’larda bu araştırmayı yapan Ziya Şakir, geleneksel Bektaşi söylemleri, çeşitli elyazmaları ve ilgili yapıtlardan yararlanmıştır. Kendiliğinden uydurmamıştır; dayandığı kaynaklardan çıkarmış ve esinlenmiştir. Açıkçası Sultan Bali Şah İsmail’in dünyayı düzeltmek ve zalimin zulmüne dur demek için geldiğini söylemiştir.

 

5. Balım Sultan Tebriz’den Yönetilen Kızılbaş Devletinin Oluşumuna Karşıydı

 

Çünkü Balım Sultan Kızılbaşlık siyasetine değil, İran milli devletinin oluşumuna ve Tebriz’den yönetilen bir devlet oluşumuna karşıydı. Balım Sultan, Sultan Bayezid’in Alevi-Bektaşilere yaşattığı iki büyük kıyımı ve sürgünü unutamazdı. Üçüncüsünü, yani 1511 yılında Şah Kulu ayaklanmasının bastırılmasıyla, bütün Tekelü Alevi Türkmenlerin Balkanlara, özellikle güney Yunanistan’a sürgün edilmesini de gördü. Kendisinin İstanbul’a getirilmesi ve tarikata girmesi, hepsi siyasetti. Balım Sultan’ın gözünde padişah, yezitlikten ve yezit babalığından [24] vazgeçmiş değildi. Balım Sultan’ın 1511’den, öldüğü yıla (1518-19) değin Dergah’tan çıkartılmayarak, gözaltında tutulduğu çok büyük olasılıktır.

 

Şah İsmail’in son on yıl içerisinde artık buyruklarının dinlenmediği ve kendini içki ve ava verdiği dönemde gerçekleşmiş olduğunu sandığımız bir olayı burada yorumlamaya çalışalım. Hacı Bektaş Veli evlatlarından Kalender Şah’ın Şah İsmail’i ziyaretidir söz konusu olay. Pir Sultan Abdal üzerine yaptığımız araştırma sırasında rastladığımız ve incelemede kullanmış olduğumuz Şah İsmail Hatayi’nin Kalender üzerine yazdığı şiiri bunu göstermektedir.

 

Bu şiirinde “iki âlemn gerçek sırrı ve sultanı” diye niteleyen, Kalender’in başkanlığında gelmiş olan heyete “Hak kadehinden içip mest olmuş konuklar” diyen Hatayi, Kalender’i “Mustafa (Muhammed) ve Murteza (Ali)” gibi karşılıyor. Şiirinin sonunda, ona “Şöhretin dünyayı tutması göründü (imdi Şöhret-i âlem göründü)” derken, sanki bir özeleştiri içinde Kalender’e el verip, önderlik yapması gerektiğini ima ediyor ve bir gelecek muştuluyor. [25]

 

Şah İsmail Hatayi bu şiiri herhangi bir kalenderi için yazmamıştır. 1509’de Yıldız dağında tanıdığı, Balım Sultan’ın kardeşi Kalender Çelebi’dir. Kanımızca henüz hayatta ve Hacı Bektaş Dergahı’nın başında fakat bir tutsak gibi, sıkı bir gözaltında bulunan Balım Sultan [26] tarafından Şah İsmail’e gizlice gönderilmiştir. Beşinci beyitten anlaşıldığı üzere, “Şah’a vasıl olmuş Kalender’le birlikte, Tanrı kadehinden sarhoş olmuş misafirler”, yani bir heyet gelmiştir.

 

Şah İsmail ve diğer Kızılbaş Türkmen önderlerle ortak toplantılar yapıp, Anadolu’ya ilişkin Kızılbaş siyasetleri gözden geçirildi. Belki Ehl-i İhtisas kurulu ile, Şah İsmail’in durumundan ötürü yeni bir yönetim düzeni tartışıldı. Belki de kuvvet toplayıp, gizlice Anadolu’ya geri gelmeleri ve mücadele edenlere yardımcı olmaları önerildi. Ama artık Küçük Asya’nın haritası tamamıyla değişmiş bulunuyordu.

 

*Yazar’ın 1997 yılında Alev Yayınları’nda çıkan “Görmediğim Tanrıya Tapmam” adlı kitabından özetlendi.

 

[1] Hacı Bektaş Veli ve Kadıncık Ana ilişkileri, Hünkar’ın abdest aldığı suyu içerek hamile kaldığı olay Vilayetname’de çelişkili anlatılmaktadır. Hünkar’ın konuklarını evinde ağırlamasındaki tutum ve davranışları, evin erzakını yiyeceğini düşünmesi bir aile başkanı olduğunu gösteriyor. Abdest suyunu içtiğini gördüğünde Hünkar: “Kadıncık, dedi, bizden umduğun nasibini aldın; senden iki oğlumuz gelecek, adımızla onlar yurdumuz oğlu olacak....Dünya bozulsa onlar sırtları üstünde yatsınlar... (Hacı Bektaş çocuklarının böyle olmasını hiç ister mi? İ. K.) Bu söz üzerine Kadıncık’ın üç oğlu oldu. (İki demişti, niçin üç oğlu oluyor? İ. K.)...Bir müddet sonra Kadıncık gene gebe kaldı. Hünkar umudum atası Habib’im gelecek dedi; Kadıncık bir oğul doğurdu...Bir zaman sonra Kadıncık gene gebe kaldı...bir oğlu oldu. Hünkar Mahmut’tur dedi, adını Mahmut koydular. Derken kadıncık bir oğul daha...” (Abdülbaki Gölpınarlı, Menakib-i Hacı Bektaş Veli “Vilayetname”, İstanbul-1990, s. 633-634).

 

Görüldüğü gibi Hacı Bektaş Veli, Kadıncık Ana’nın kocasıdır ve belirli aralıklarla çocukları olmuştur. Bizce  diğer adıyla Kutlu Melek, Hacı Bektaş Veli’nin Sulucakarahöyük’e gelip evine konuk olduğu İdris Hoca’nın ileri sürüldüğü gibi kızı da olabilir (A. Celalettin Ulusoy, Hacı Bektaş Veli ve Alevi-Bektaşi Yolu, Hacı Bektaş-1986, s.29) karisi da. Kızı ise, Hacı Bektaş İdris Hoca’nın damadı olmuştur. Eğer eşi ise, İdris Hoca bir süre sonra ölmüş ve Kutlu Melek Hacı Bektaş ile evlenmiş Kadıncık Ana adıyla anılmaya başlanmıştır.

 

Bizim düşüncemize göre, Bayezid’in Uzun Firdevsi’ye 1480’lerde, Cem’le mücadelesi sırasında yazdırmış olduğu Hacı Bektaş Veli Menakibnamesi’nde, böyle bir öykü yer almamıştır. Çünkü o dönemdeki siyasetine aykırıydı. Bizce ölümüne (1512) kadar  da böyle bir değişiklik olmamıştır. Tam tersine Kızılbaş Safevi hareketine karşı Hacı Bektaş Dergahını güçlendirme siyaseti gütmüştür.

 

[2] İ. H. Uzunçarşılı (Osmanlı Tarihi II, 2. baskı, Ankara–1983, s. 208, dipnot 1) Kalenderi kıyafetinde bir Kızılbaş’ın, hacca gideceği bahanesiyle para istemek için yanına sokulup, Bayezid’e saldırdığını yazmaktadır.

 

[3] A. Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik; Kalenderiler, Ankara–1992, s. 125, 135.

 

[4] Menakib-i Sultan Bayezid Han’dan aktaran A. Yaşar Ocak, Kalenderiler, s. 125, n. 274.

 

[5] M. Tevfik Oytan, Bektaşiliği İçyüzü II, İstanbul–1960, s. 29.

 

[6] Müneccimbaşı Ahmet Dede, (Çev. İsmail Erünsal), Müneccimbaşı Tarihi Cilt II, İstanbul-Tarihsiz, s. 439-440; The Encyclopaedia of Islam Vol. I, Leiden (E. J. Brill)-1986, s. 1120-21.

 

[7] Turgut Koca, Bektaşi Nefesleri ve Şairleri, İstanbul-1990, s. 124-125.

 

[8] Bkz. Moojan Momen, agy. s. 106; The Encyclopaedia of Islam Vol. I, s. 1120. Ayrıca bkz. H. R. Roemer, “The Safavid Period” The Cambridge History of Iran Vol. I, s. 219: “...1502’de Sultan Anadolu’da ilk Kızılbaş koğuşturması yaptırdı. Safevilere yakınlık gösterdiklerinden kuşkulanılan her kişinin yüzüne damga vuruldu ve Batı’ya, genellikle Güney Yunanistan’daki Modon ve Koron’a sürüldü...” Şah İsmail aynı yılın (1502) baharında yeniden Erzincan’a gelmişti. Bu kez, Şurur savası üzerine Diyarbakır tarafına kaçmış olan Elvend’in Erzincan’da asker toplamakta olduğunun haber alınmasıdır. Böylelikle İsmail’in hizmetine girmek ve onu ziyarette bulunmak isteyen İran’a gelmeleri önleniyordu. (Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu s. 22).

 

[9] Ancak suikast girişiminin de bireysel bir terör ve saldırı olmadığı açıktır. Müneccimbaşı Ahmet Dede’nin (agy. s. 394) de belirttiği gibi, Tacü’t Tevarih’ten kaynaklanan Uzunçarşılı, padişahın çevresindeki koruyucu “Solaklar”ın korkudan kaçıp dağıldıklarını yazmaktadır. Bizce koruyucuların kaçıp dağılmaları eli hançerli bir abdalın saldırısından korkmaktan değil, satın alınmış olmalarındandır. Bu suikast girişimi, acaba o tarihte Vatikan’da Papa IV. Aleksandre Borgia’nin elinde bulunan Sultan Cem yandaşları olup kendini gizlemiş yöneticiler tarafından yaptırılmış olamaz mı?

 

[10] Mektup için bkz. Prof. Dr. Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu, s. 19: Faruk Sümer aynı sayfada, Maraş, Elbistan, Harput, Pınarbaşı ve Sivas’ı, Kayseri’ye bağlı bazı yöreler ve Yozgat’ı içine alan Bozok bölgesine hükmetmekte olan Dulkadirli Alaüddevle Bey, ülkelerindeki Alevi Türkmenlerinden önemli toplulukların Şah İsmail Safevi’ye katılmalarına göz yummuştur, demektedir.

 

[11] F. Sümer, agy. s. 29.

 

[12] S. Nüzhet Ergun, Bektaşi Şairleri ve Nefesleri, İstanbul-1955, s. 61.

 

[13] Geleneksel olarak bir Alevi dedesi taliplerinin yanına gitmeden önce, orda tayin ettiği bir Dede vekili ya da Rehber hizmetlisine bir peyik (elçi) salıp elma ya da helva gönderir lokma olarak. Üç düvazimam söylenerek lokma tekbirlenir ve o kişi taliplere Dedenin geleceği ve Görgü Cemi yapacağını ve kapı kapı dolaşarak herkesin hazır olmalarını bildirir. Kısacası Dede geldiğinde hazırlıklar tamamlanmıştır Cem başlar.

 

[14] Haz. A. Gölpınarlı, s. 90.

 

[15] Müneccimbaşı Ahmet Dede, agy. s. 420-421.

 

[16] Faruk Sümer, agy. s. 30.

 

[17]İ. Arslanoğlu, Şah İsmail Hatayi, İstanbul–1992, s. 430.

 

[18] Sadeddin Nüzhet Ergun, Bektaşi Sairleri ve Nefesleri Cilt 1-2, İstanbul-1955, s. 148.

 

[19] R. M. Savory, The Cambridge History of Islam, Cambridge-1970, s. 403.

 

[20] Bu söylence için bkz.İsmail Kaygusuz, “Dede Kul Himmet”,  Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İstanbul, 2005, s.360-361.

 

[21] Faruk Sümer, agy. s. 29, dipnot 41.

 

[22] Ziya Şakir, Mezhepler Tarihi, Yeni Baskı, İstanbul–1992, s. 257–258.

 

[23] Ziya Şakir, agy. s. 269-273.

 

[24] Bayezid adi, Arapça “Yezid’in babası” anlamına gelen Ebu Yezid’den bozulup türkçeleştirilmiştir.

 

[25] İ. Kaygusuz, Alevilik Tarihi ve Uluları I, İstanbul–1995, s. 342–343. Şiir için ayrıca bkz. İ. Kaygusuz, Anadolu Bilgeleri, s. 289-290.

 

[26] Balım Sultan’ın ölüm tarihi olarak 1516, 1518–1519 ve 1520–21 gösterilmektedir. Türbesinin yapılış tarihi 1518–19 dur. (M. Tevfik Oytan, Bektaşiliğin İçyüzü II, s. 27–28; A. Celalettin Ulusoy, Hacı Bektaş Veli ve Alevi-Bektaşi Yolu, s. 73) Bizce, Balım Sultan’ın türbesinin yapıldığı yıl (Hicri 925: 1518–9), onun hakka yürüdüğü tarihtir. Piri Sani (İkinci Pir) olarak çok büyük saygı gören Balım Sultan’ın türbesinin yapımı 2–3 yıl geciktirilmez.

 

                                                      - Makaleler -