Âşık Remzâni

 

 

 

YANYATIR OCAĞI (DURHASAN DEDE)

 

Hüseyin ELMAS

 

            Yanyatır Ocağı’nın kurucusu ve piri Çobanlı aşiretinden Durhasan Dede’dir. Türbesi Adana-Ceyhan ilçesine bağlı Durhasan köyündedir. Ancak Durhasan Dede Ocağı’nın bugünkü merkezi İzmir-Narlıdere’dir. Ceyhan’da Durhasan köyündeki türbe 1867 yılında yapılmıştır. Ocak Musa Kazımlıdır. Narlıdere’ye gelişleri ise Durhasan Dede’nin torunlarından olan Hızır Dede ile birlikte 1800’lü yılların başlarındadır ve burada yerleşik hayata geçmişlerdir.

 

            (Bazı araştırmacılara göre, Durhasan Dede sosyal bir addır ve Durhasan topluluğundan olan dede anlamındadır, Durhasanlı obasından olan dede demektir. Obanın ilk yurdu Mezopotamya’dır. Daha sonra Yeni-il, İslahiye, Ceyhan ve Narlıdere’dir. Dur Hasan kelimesi köken olarak tur dağından gelmektedir. Mardin ve Urfa’daki bir çok yerleşim alanının adı da Tur ile başlamaktadır.)

 

            Durhasan Dede’nin hakka yürüyüş tarihi1696-1706 yılları arasındadır. (Doğum tarihi bilinmemektedir) Bir tane oğlu olmuştur adı Hızır Dede’dir, onun oğlu Kürklü Hasan Dede’dir. Kürklü Hasan Dede’nin iki oğlundan birincisi Ali Efendi Bergama’ya, ikinci oğlu Hızır Dede ise İzmir-Narlıdere’ye yerleşiyor. İşte tarihi cemevinin (1854) kurucusu olan bu Hızır Dede’dir. Ali efendinin soyu sonradan Bornova-Naldöken köyüne yerleşiyor. Hızır Dede’nin ise Abidin, Mürşit, Halil İbrahim, Sadık ve Hüseyin Dede adlarında 5 oğlu oluyor. Soy Narlıdere’de devam ediyor, ancak bugün ocak hizmeti görevini yerine getirmemektedirler.

 

           Hızır Dede ile birlikte Narlıdere’ye göçtükten sonra 1854 yılında burada bugün kültür evi olarak bilinen tarihi cemevini yapmışlardır. Yanyatır Ocağı diye bilinen bu tarihi cemevi Türkiye’de ki tahtacı aşiretlerinin en büyük ve en kutsal iki ocağından birisidir. Diğeri ise Aydın-Reşadiye’de olan Emiroğulları ocağıdır. Kurucusu da İbrahim Sani Baba’dır, türbesi İslahiye Güvercinliktedir.

 

            Cemevinin en önemli işlevi Dara Durma (Baş okutma)  diye bilinen Sorgu cemlerinin burada yapılıyor olmasıdır. Bu cemevinin yapılışı esnasında şöyle ilginç bir olay yaşanır. Antalya Finike Gökbük köyünden Musa emmi adında birisi o dönem ocak mürşidi olan Hızır Dede (Hızır Efendi) tarafından cemevi yapımına yardım çağrısından sonra çam ağaçlarından 2 adet mertek kesip katırlarla Narlıdere’ye  getirir. Günler süren yolculuktan sonra tarihi cemevinin yapılacağı yere gelir, mertekler indirilir ve mürşide haber verilir. Mürşit ağırbaşlı haliyle merteklere şöyle bir bakar, düzgün olanını ayırır, diğeri biraz yamuktur, yamuk olanını ayağıyla biraz ileriye yuvarlar, Musa emmiyi karşısına alır ve hafiften azarlar “Bre zındık, burada kırklar meclisi temsil edilecek bizde yamuk olmaz, bu kapıdan yamuk bir şey girermi?” der ve cezalandırır. Verilen ceza da, Musa emmi bu yamuk merteği alıp geldiği yer olan Antalya Finike Gökbük köyüne geri götürecek yerine düzgün bir mertek getirecek. (Buna benzer bir çok öykü bir çok ocak ile ilgili, Alevi yol erkanı ile ilgili anlatılır.)

 

               Yanyatır ocağı talipleri diğer ocak olan Hacı emirli ocağından daha fazladır. Tahtacılar ve batı Anadolu’da ki Çepniler Yanyatır ocağına bağlıdırlar. Yanyatır Ocağına 12 tahtacı oymağı bağlıdır. Bunlar Çobanlı, Çaylak, Cicili, Mazıcı, Kahyalı, Gökçeli, Üsküdarlı, Cingöz, Sivrikülahlı, Enseli, Ala Abalı ve Nacarlı oymaklarıdır. Tahtacı olan bu talipler İzmir, Bergama, Menemen, Manisa, Akhisar, Balıkesir, Çanakkale, Adana ve Kıbrıs’ta yaşamaktadırlar.

 

                Tahtacılar Anadolu’da ki bir çok topluluğa göre evrensel gelişime daha hızlı bir şekilde uyum sağlamışlardır, ancak gerekli saygınlık korunmuş, dağılma ve yozlaşma olmamıştır. Bunda kendi geleneklerini yol erkan ile ilgili değerlerini, giyim kuşam tarzlarını sıkı sıkıya korumuş olmaları ve dışarıya çok fazla sır vermemiş olmaları en önemli etkendir. 2014 Temmuz ayında eşimle birlikte gittiğimiz Kaz dağlarında ki birkaç tahtacı köyünü ziyaret ettik. Çok sıcak kanlı, misafirperver canlarla sohbet ettik. Ancak iç dünyaları ile ilgili sorduğumuz, merak ettiğimiz sorulara cevap alamadık diyebilirim. Gittiğimiz Tahtakuşlar köyünde sanatsal bir etkinlik vardı. Çeşitli dallarda olmak üzere 20 Türk sanatçı, 12 Azerbeycan’lı, Ukrayna’lı, Japonyalı, İranlıve bir iki ülkeden daha 40 sanatçının katıldığı bir etkinlik idi. Sazlar çalındı, türküler söylendi. En sonunda semahlar dönüldü. Tahtacı semahının figürlerinden ve semah dönen canların semah dönme şekillerinden çok etkilendik. Gittiğimiz diğer köyler Doyran, Avcılar ve Yassıçalı köyleri idi. Kazdağları dolaylarında Derbentbaşı, Koşuburun, Yassıçalı, Arıtaşı, Camcı, Doyran, Hacı Aslanlar, Kavlaklar, Mehmetalan, Tahtakuşlar, Tahtacı, Bahçedere, Güzelköy, Kokulutaş, Tuztaşı, Uzunalan, Kapıkaya(Bergama), Demircidere, Kızılçukur, Yörükobası köyleri Tahtacı köyleridir. Ancak Pelitköyde kısmen bulunan Aleviler tahtacı değildir. Kurtuluş savaşından sonra mübadelede Girit adasından gelmişlerdir. Tahtacılar Kaz dağlarından Antalya’ya kadar uzanan meskenlerde 250.000 civarında bir nüfusa sahiptir.

 

                  Tahtacıların ilk mürşitleri Hacı Bektaş Veli’dir. Genel ziyaret yerleri Abdal Musa’dır. Narlıdere’de ki ocağa evladı Ali’den bağlıdırlar. Tahtacıların dinsel kimlikleri Alevilik, etnik kimlikleri de Türkmendir. Alevi öğretisini kabul etmiş değişik oymaklardan oluşan Yanyatır ve Hacı Emirli adlı Alevi dede ocaklarına bağlıdırlar. Anadoluya geldikten sonra orman işçiliğini iş edinmiş, dışarıdan kendilerine tahtacı adı verilmiş Türkmen Alevi gruplarıdır. Bazı araştırmacılara göre Tahtacılardan 13.ncü yüzyılın 2.nci yarısından sonra bahsedilmektedir ve en eski göçebe Türkmenlerdendir. Genellikle ormanlık alanlarda yaşayan Ağaçerilerin bir uzantısıdır. Anadolu’da Malatya ve Maraş bölgelerinde yaşamış ve yaşadıkları bölgelerde ağaç ve orman işleriyle uğraştıklarından bu adı almışlardır. Ancak bazı araştırmacılara göre de Tahtacıların ağaçerilerle ilgisi bulunmamaktadır ve Oğuz boylarından Tahtahlılar veya Tahtahlar zamanla Tahtacılar olarak söylenmeye başlanmıştır.

 

                   Tahtacı adına bir çok yerde rastlanmaktadır. Durhasan dede talipleri Adana çevresinde yalnız Alevi diye tanımlanırken Adananın batısındaki Yanyatır ocağına bağlı köyler Tahtacı diye adlandırılmaktadır. Doğudan batıya doğru ilerlerken Tarsus Çamalan ve Kaburgediği köylerinde de Tahtacı adına rastlanmaktadır. Ancak Ege’ye yakın bölgelerde yaşayan Çepnilere’de zamanla tahtacı denmeye başlanmıştır.

 

                   Tahtacı kelimesinin etnik bir manası olmayıp hayvancılık ve çiftçilik yerine ağaç işleriyle, ormancılık ile tahta biçmek ve dilmek işleriyle uğraştıklarından bu isim verilmiştir. Ağaç-Eri Türkmenleri de denir.

 

                   Bir avukat arkadaşımın dayısı olan İzmir radyosu halk müziği sanatçısı Ahmet Günday’ın, ‘’Dünden bugüne Fethiye’’ adlı kitabında şöyle yazıyor. “Fethiye Günlük başı köyü Türkmenleri Horasan kökenlidir. Horasan, Bağdat, Musul, Mardin, Maraş üzerinden Adana’ya gelmişlerdir, bu aşirete Çobanlı Aşireti adı veriliyordu. Aşiretin başı da Durhasan Dede idi. Ceyhan’da Durhasan Dede ve Güvercinlikte İbrahim Sani köyünü yurt edindiler. Durhasan Dede ölünce Adana beyi onun karısına göz koydu. Adana beyi ile aşiret arasında uzun kavgalar sürdü. Dirliği düzenliği bozulan aşiret 10 bin çatırla batıya göç etmeye başladı. İki koldan batıya dağılan aşiretin Yanyatır kolu İsparta, Burdur, Antalya, İzmir ve Fethiye’ye dağılmıştır. Yanyatır ocağı İzmir Narlıdere’dedir. Batıya göç eden Türkmenlerin diğer kolu olan Emirli Ocağı’nın merkezi Aydın’dadır. Önce Kızılcaköy’de toplanan Günlükbaşı Türkmen’leri 1928 yılında Civcili Ahmetağa önderliğinde Fethiye’de Foça çiftliğini alarak Günlükbaşı köyünü kurmuşlardır.”

 

                   Yanyatır Ocağı kurucusu  Durhasan Dede soyundan olan Özer Yetişen ise şöyle anlatmaktadır. “Önce Emevilerin sonra Abbasilerin zulmüne dayanamayan 8. İmam olan İmam Rıza aile efradıyla birlikte Horasan Meşhed yakınlarındaki Türkmen obalarına sığındı bir Türkmen kızı ile evlendi. Bu Türkmen kızından üçü kız ikisi erkek olmak üzere beş çocuğu oldu. Bunlardan bir Ekber Şah’tır. Ekber Şah’ın eşi Nevbahardan Buruk Çavuş ve Durhasan Dede doğdular. Üsküdarlı diye bilinen Tahtacılar buruk çavuş silsilesinden gelenlerdir. Buruk Çavuş Urum’a gitmiş ve mezarının nerde olduğu bilinmemektedir. Anadolu’da yaşayan Tahtacı dedeler sülalesi ise ise İmam Rıza’nın Nevbahar’dan olan kız çocuklarından gelmiştir. Ekber Şah’ın oğlu Durhasan Dede 300 bin kişi ile Anadolu’ya gelmiş, Ekber Şah ise Meşhed’de ölmüştür. (Ancak 770 yılında doğan İmam Ali Rıza’nın torunu gibi yazılan Durhasan Dede’nin doğumunun 850’lerde olması gerekirdi. Türkmenlerin Anadolu’ya göç tarihinden en az 300-350 yıl öncesidir, mümkün görünmüyor. En az 10’uncu göbekten torunu olması gerekir. O günün nüfusuna göre 300 bin kişi çok abartılı bir rakamdır.”

 

                    Narlıdere Tahtacılar ve Yanyatır Ocağı için  çok önemli bir merkezdir. Burada Külefli Baba adında bir yatır bulunmaktadır. Ayrıca 8 yatır daha bulunmaktadır ki bu da kalabalık bir Tahtacı yerleşiminin olduğunu göstermektedir. Durhasan Dede’nin 4.ncü göbekten torunu Üryan Abidin’in evi de buradadır. Bu eve Koca Şıh’ın evi denir ki Kerestesi Antalya, Finike ve Fethiye dağlarından gelmiştir. Bu koca şıh evinin daha önce söz ettiğim Cemevi olduğunu tahmin ediyorum.

 

                     Osmanlı bir zaman tahtacıların bir kısmını Kıbrıs’a sürgün etmiştir. Mersin Kuzucubelen köylüleri bu tahtacıların torunlarıdır. Kıbrıs Türk kesiminde Kızılbaş adını taşıyan bir cadde ve bir semt olduğu, buraya sürülen  Türklerin Alevi oldukları, Mersin ve Antalya köylerinin bir çoğunda Kıbrıs’a sürgün olayı anlatılmaktadır.

 

                     Tahtacıların en yoğun yaşadığı bölge Kazdağı çevresidir. 1623-24 yıllarında Cennetkanoğlu adıyla bilinen Cennetoğlu Kazdağı yöresi köylülerini toplayıp Osmanlıya karşı isyan başlatmıştır. Yakalanıp 1624 yılında Birgide öldürülmüştür, yandaşları Kazdağı Türkmenleridir. Bu bölgede yoğun olarak Türkmenler yaşamaktadır.

 

                     Bir çok anlatıma göre İstanbul’un 1453 yılında fethinde gemilerin karadan yürütülmesi için yerlere döşenen büyük ağaç tomrukları Kazdağlarından getirilmiştir. Fatih Sultan Mehmet ağaç işiyle uğraşan tahtacıları bu ağaç tomruklarını kesmek-biçmek ve İstanbul’a getirmek üzere bu bölgeye yerleştirmiştir. İstanbul fethedildikten sonra Fatih bu tahtacıları yeniden eski yurtlarına göndermek istemiştir fakat tahtacılar burada kalmak istediklerini söylemişlerdir ve kalmışlardır.

 

                      Türkmenler Anadolu’ya gelince Orta Asya’daki motiflerini de taşımışlardır. Örneğin; Kırgızistan, Türkmenistan ve Kazakistan mezarlarında veya türbelerinde koç başı figürleri çoktur. Tokat’ta Hubyar Ocağı çevresinde, Beydili ve Sıraç Türkmenlerinde, Zile Acısu köyündeki Veli Baba-Anşabacı Cemevinde, Tunceli, Erzincan, Van, Bitlis, Iğdır, Kars mezarlarında da koç başı görmek mümkündür. Kazdağları’ndaki Kumaçukuru mezarlarında ise kaz ayağı damgası vardır. Bu damganın Fatih Sultan tarafından Kazdağlarına yerleştirilen Türkmen- Tahtacıların birbirlerini tanımaları amacıyla verildiğine inanılmaktadır. Ancak bu motiflerin Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiğini tahmin ediyorum.

 

                        Tahtacıların Çaylaklar oymağında kazayağı şekli kutlu sayılır, cesaret ve kuvvet verdiğine inanılır ancak neyi simgelediği bilinmemektedir. Mezarların baş tarafındaki hece taşına genç kızların gelinlik üç eteklerine ve iş gömleklerine işlenir. Kazdağı adının buradan geldiğini tahmin ediyorum.

 

                         Tahtacılar da genellikle Perşembe geceleri cem yapılır ve 12 hizmet yerine getirilir. Yanyatır ocağı dedeleri veya onların görevlendirdiği mürebbiler önderliğinde kurbanlar kesilir ve  12 hizmet yerine getirilir. Evli insanlar yola girip cem olurlar. Yola girmenin baş şartı ikrar törenidir. Bütün dünyevi tamahlardan vazgeçip ölmeden ölmek düsturuna bağlıdırlar. Yol kardeşliği denilen müsahiplik bel kardeşliğinden önce gelir. Dedenin huzurunda kurban kesilerek müsahip olunur.

 

                        İbadet için seçtikleri kutsal yerler göçebe zamanlarında ulu ağaçlar, genellikle şah diye adlandırılan ardıçlardır. Yerleşik hayata geçtikten sonra da Abdal Musa, Hacı Bektaş Veli gibi uluların makamlarıdır. Kadınlar tahtacı kültüründe çok değerlidir. Kadınlarına dişi değil kişi olarak bakan tahtacılar günlük yaşamdan ibadete, düğünden cenazeye yaşamın her alanında kadınlarıyla yan yana yaşamaktadırlar. Yaşamın mutlak gerçeği olan ölümü çok büyük bir olgunlukla karşılarlar, ruhun bir bedenden diğerine geçmesi demek olan Tenasüh ve Tanrı’dan gelerek tekrar tanrıya dönmesi anlamına gelen devriye inancı vardır. Aleviliğin temel esaslarından birisi de budur zaten. Ölüm bir son değil, aslına, yani yaradana dönmektir. Cemlerde öğretilenler aslında insanlığın evrensel idealleridir.

 

                    *Din dinleme, Gov govlama, Gaybet eyleme, Elinle koymadığını elleme, Gözünle görmediğini söyleme, Gözünle gördüğünü eteğinle ört, Kendine hoş gelmeyen şeyleri  başkasına reva görme, Eline, beline, diline sahip ol. Aşına, eşine, işine sahip ol. Alnın açık, gönlün açık, sofran açık olsun. Ayıpları örtücü ol, Sır saklayıcı ol, öfkeni yenici ol.*

 

                     Tahtacılar bu ilkeleri unutmayan, en güzel şekilde uygulamaya çalışan  Alevi topluluklarıdır. Alevilik budur işte. Bunları hala sürdürebilenlere aşk olsun… Gül cemallerine niyaz olsun…

 

                                                      - Makaleler -