Âşık Remzâni

 

 

 

ÜRYAN HIZIR OCAĞI

 

Hüseyin ELMAS

 

            Anadolu’da ki Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun temel kurumsal yapısı olan ocak sistemindeki en önemli ocaklarından birisi de ÜRYAN HIZIR OCAĞI’dır (SULTAN HIDIR olarakta anılmaktadır.) Üryan kelimesi Alevilikte tamamen temiz, çok temiz, arıduru, olduğu gibi, püripak, yalın anlamalarına gelmektedir.

 

            Üryan Hızır soyu 12 imamlardan İmam Muhammet Bakır’a (Bir anlatıma göre de 8.inci İmam olan İmam Ali Rıza’ya) dayanmaktadır. Asıl adının PAŞA olduğu, fakat kendisine (sevgiden olsa gerektir ki) PAŞANGO diye hitap edildiği rivayet edilmektedir.

 

            13.ncü yüzyıl başlarında Anadolu’ya Horasandan göç edilirken Ağuiçen Ocakları grubundan bir grup eren ile gelmişlerdir. Bunlar Hıdır Abdal, Üryan Hızır, Garip Musalılar, Sarı Saltuklar, Kızıldeliler, Sarı Bal Ocakları, Hubyan Abdal ve Karadutlardır. O zamanın kıyafeti olan kara şalvar giydiklerinden bunlara Karadonlular da denilmiştir. Moğol istilasına karşı durdukları bilinmektedir. Bir süre sonra Rumeli erenlerinin önderi olan Hacı Bektaş Veli ile görüşmüşlerdir. Diğer Anadolu ocaklarında olduğu gibi ÜRYAN HIZIR OCAĞI ile ilgili bilgiler son derece sınırlıdır.

 

           Üryan Hızır ziyareti Tunceli ili Pertek-Hozat yolu kenarında bulunan bir tepeciğin üzerindeki Zeyve (Dorutay) köyünde bulunmaktadır.  Zeyve adı Zaviyeden, yani ziyaretten gelmektedir. Bu ocak, çocuğu olmayanların, sara ve akıl hastalarının yoğunlukla ziyaret ettikleri ve medet umdukları bir ocak olarak bilinmektedir.

 

            Bir rivayete göre Selçuklu Sultanı Sultan Alaettin Keykubat bir denetim sırasında ordusu ile birlikte Zeyve köyü yakınlarındaki Sultan gölü mevkiinde geceyi geçirdiler. Sultan Alaettin’in gözcülerinden birisi “Sultanım şu ilerde çadıra benzer bir şey görünüyor ve içinde de ışık var” der. Sultan iki atlıyı gönderir ve askerler bakarlar ki çadırda yaşlı bir zattan başka kimse yoktur. Askerler  “İhtiyar kimsin sen burada ne işin var” diye sorarlar. O da “Adım Sultan Hıdır’dır, bir ben-i ademim, bir toprak güvecim, bir seccadem ve bir de atıma yedirmek için bir miktar arpam var” der. Askerler “Biz Sultan Alaettin’in askerleriyiz, seni sultanımıza götürmek istiyoruz.” deyince, ihtiyar “Buralara kadar zahmet edip gelen sultanınız buyursun misafirim olsun, fakirhanemize şeref versin” der. Askerler “O koca bir Sultan’dır, yanında vezirleri kumandanları var, oturtmak için halın bile yok nasıl ağırlarsın” derler. Yaşlı zat “Misafir umduğunu değil bulduğunu yer, Allah’ın izniyle mahçup olmayız buyursunlar gelsinler”der. Askerler döner ve durumu sultana anlatırlar. Sultan Alaettin Keykubat bu ihtiyarı merak eder ve ertesi gün ziyaret eder. İhtiyar nezaketle selamlar ve seccadeyi Sultan’ın altına sere her gelen bu seccadeye oturur fakat seccadenin bir ucu hep boş kalır. Sultan Alaettin hayretler içinde kalır ve vezir, kumandan ve askerlere “Ayağa kalkın” der. Herkes ayağa kalkar ve Sultan bakar ki yerde küçücük bir seccade vardır, bu kez “Oturun” der. Bakar ki yine bütün herkes bu küçücük seccadeye oturmuştur ve seccadenin bir ucu yine boş kalır. Bir süre sonra yaşlı zat toprak güveci ile bir miktar aş getirir, Sultan Alaettin’in önüne bırakır. Sultan “Baba erenler, bunu hangimiz yiyeceğiz” der. İhtiyar zat da “Sultanım hele siz başlayın yemeye, inşallah hepinize yetecek kadar aşımız vardır” der. Sultan ile yanındakiler ve askerler hepsi bu küçük güveçten yerler, herkesin karnı doyar fakat yemek bir türlü bitmez. Sonra çadırın ortasındaki direkte asılı bulunan dağarcığın içindeki arpadan atlara arpa dağıtır, bütün atlar bu küçük dağarcıkta ki arpadan yerler fakat arpa bitmez. Sultan Alaettin bu zat’ın ermiş biri olduğunu, keramet sahibi olduğunu anlar. Onun yanına akıllı, dürüst, itaatkar üç asker bırakır ve bu askerler bu Zat’ın hizmetinde bulunurlar. Bu askerlerin adları Resul, Munzur ve Delil’dir. İşte bu keramet sahibi zat Üryan Hızır (Sultan Hıdır)’dır. Bir süre sonra Üryan Hızır hakka yürür. Zeyve köyünün alt tarafında fakirlik denen yerde toprağa sırlanır. Sonradan üzerine Selçuklu sultanı tarafından bugünkü türbesi yapılır.

 

          Şu anda bu köyün tamamı taliplerden oluşuyor. Bu köyde zamanında Üryan Hızır soyundan dört koldan aileler bulunmakta iken, zamanla bu aileler çeşitli bölgelere yol ve erkan hizmeti yürütmek için taliplerin arasına dağılmışlardır. Bu köyde Üryan Hızırlı ve Ağuiçenli dedeler yol, erkan ve cem hizmeti yürütür, sorunları çözmeye çalışırlar.

 

          Üryan Hızır’ın Dik Hüseyin ve Mustafa adında iki oğlu olduğu rivayet edilir. Bu oğullardan Mustafa’nın kaç çocuğu olduğu ve isimleri bilinmemektedir. Ancak Dik Hüseyin’in İbrahim adında bir oğlu vardır, bu İbrahim’in de dört oğlu olur. Bunlar Halil, Hüseyin, Yakup ve Mürteza’dır. Zeyve (Dorutay) köyündeki dört koldan yürüyen ve daha sonra buradan göçüp taliplerin bulunduğu bölgelere göç eden dört ailenin bu aileler olduğu tahmin edilmektedir.

 

          Ocağın seceresi daha eski bir belgenin yeniden yazılması suretiyle 20.nci yüzyılda Kerbela’da onaylanmıştır. Bu secereye göre soy İmam Muhammet Bakır, İbrahim, Yahya, Cafer, Selman, Ali, Hüseyin, Üryan Hızır, Muhammet, Cemalettin, Hacı, Şah Hacı, Zeyid, Muhammet, Taki, Ali Naki, Hüseyin, Abdullah, Hüseyin ve üç oğluyla devam ediyor. Secerede Zeyd’e vurgu yapılmaktadır.

 

          Üryan Hızır Ocağı soyundan dedeler Kars Sarı Saltuk köyüne (bu köyde soydan gelen Herani Baba türbesi vardır), Aşkale Hacı Hamza, Sos (Dallı), Persol ve Liç (soydan gelen Divane Baba türbesi vardır) köylerine yerleşmişlerdir. Yine Çayırlı Ördek Hacı köyüne, Tercan Elaldı, Çınar, Vartik köylerine, Adıyaman Bulam (Pınarbaşı) ve Barazi köyüne Maraş Arkbaşı mahallesine, Sivas-Şarkışla Alakilise köyüne ve daha bir çok vilayete yol erkan hizmeti sürdürmek için talip arasına göçmüş ve buralara yerleşmişlerdir. Köyden kente göç ile birlikte de büyük şehirlere göçen soydan gelen dedeler vardır.

 

          Ocak talipleri ise soydan gelen dedelerin göçtüğü köy ve bölgeler başta olmak üzere ilaveten Erzurum, Malatya, Çorum, Yozgat ve daha bir çok vilayete yerleşmişlerdir.En büyük talip kitlesi Hıdsor (Kızılhıdır) aşiretidir. Başka talip aşiretleri de vardır.

 

          Özellikle, 2006 yılında hakka yürüyen babam Mahmut dedeye (Mahmut Elmas) ve biz çocuklarına son derece halisane muhabbeti bulunan Tercan-Elaldı köyünde ki Üryan Hızır ocağı dedeleri Yeşilyurt soyadı ve Çokgüzel soyadı, Aşkale-Persol köyündeki Emiroğlu soyadı ile anılmaktadır. Bu soydan olan ve yaşı 85’in üzerinde bulunan Seyyit Aziz Dede (Aziz Çokgüzel) den şu rivayeti dinledim. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Şah İsmail ile Çaldıran’da savaşa giderken ordusuyla yol güzergahı üzerinde bulunan Tercan’ın Elaldı köyünden geçer. Burada Üryan Hızır evlatlarından ve bu köydeki dedelerin atası olan bir dervişin geyiklerin koşulu olduğu karasabanla tarla sürdüğünü görür.Yavuz Sultan Selim bu dervişe selam verir ve “Er davranmadın mı?” der.

 

              Derviş, “Er davrandım, el aldı” der.

 

              Yavuz: “2 ile nasılsın?” der.

 

              Derviş: “2’yi üç ettim” der.

 

              Yavuz: “Uzağınan nasılsın?” der.

 

              Derviş :”Uzağı yakın ettim” der.

 

              Yavuz: “Bir kaz göndersem yolabilir misin?”der

 

              Derviş: “Pek ustasıyımdır” der.  

 

              Ayrılırlar ve bir süre gittikten sonra Yavuz durur ve vezirine der ki: “Derviş Baba’nın manalı sözlerini anladın mı?” der.

 

             Vezir: “Anlamadım” der.

 

             Yavuz: “Al sana 4 kese altın, git dervişe bunları sor ve öğrende gel” der.

 

             Vezir Dervişin yanına tekrar döner selam verir ve “ey derviş, padişah sana er davranmadın mı dedi, senin verdiğin cevabın anlamı nedir?” der. 

 

             Derviş; “Er davrandım bir kızım oldu onu da el aldı (yani erkenden evlendi)” der ve 1 kese altını alır (Tercan-Elaldı köyünün adının buradan geldiği varsayılır.) 

 

             Vezir yine “Padişah sana 2 ile nasılsın dedi, sen ise 3 ettim dedin bu ne demektir?”

 

             Derviş: “2 bacağım vardı, yaşlandım, baston ile gezebiliyorum, 3 ayağım oldu demektir” der ve 2. nci kese altını alır.

 

             Vezir yine “Padişah sana uzağınan aran nasıl diye sordu, sen uzağı yakın ettim dedin, bu ne demek?”

 

              Derviş “Eskiden genç iken çok uzaktan nesneleri görüyordum, şimdi ise yakından bile göremiyorum” der ve 3.ncü kese altını da alır.

 

             Vezir yine “Peki Padişah bir kaz göndersem yolabilir misin dedi, sende pek ustasıyım dedin, bu ne demektir?” der.

 

             Derviş “Bir kese altın daha verirsen söylerim” der, bir kese altın daha alır ve der ki “Kaz da sensin, 4 kese altınını yoldum” der ve vezir tekrar padişahın yanına döner.

 

              Çaldıran’da Şah İsmail ile savaşırlar ve İstanbul’a dönmek üzere yola koyulurlar. Söz konusu bu derviş padişahın İstanbul’a dönerken tekrar buradan geçeceğini bilir. Bir kuzu keser, et ve pilav pişirir bir salkım üzüm, birkaç ekmek ve 1 teneke de arpa hazırlayarak Yavuz Sultan Selim’i bekler. Yavuz ordusuyla geçerken yine derviş babanın kulübesine vezirleri ile birlikte uğrar.

 

             Derviş “Ben yemek hazırladım, asker gelsin yemeğini doldursun yesin” diyor.

 

             Yavuz Sultan Selim: “Ey derviş, 200 bin askerim var, senin yemeğin ancak bana ve vezirlerime yeter bunca asker nasıl doysun” der.

 

              Derviş “Karışma, asker gelsin, yemeğini çeksin götürsün” der.    

           

              Askerler yemek doldurup doldurup götürürler fakat yemek bitmez, üzüm bitmez, ekmek bitmez. 1 teneke arpayı da askerlerin atları yerler fakat bitmez. Bunu gören Yavuz Selim İstanbul’a gelince bu dervişi sarayına çağırır. Derviş gitmeye karar verir fakat çevresindekiler  “Bu padişah 40.000 aleviyi katletti, gitme, senide öldürür” derler fakat derviş İstanbul’a gitmeye kararlıdır.Üsküdar’a kadar gelir ve önüne deniz çıkınca paltosunu denize atar, üzerine oturup karşıya geçer, padişahın huzuruna çıkmak ister, korumalar engel olmaya çalışırlar.

 

              Padişah “Bırakın gelsin” der.

 

              Derviş Padişaha dönerek “Sen çağırdın bende geldim, beni neden istedin?” der.

 

              Padişah “Seni fırına atacağım” der, dervişi fırına atar fakat derviş padişahın 7-8 yaşlarındaki oğlunuda fırına ister. Birlikte fırına girerler, 24 saat sonra ikiside fırından buz tutmuş halde çıkarlar.

 

              Padişah oğluna “Oğlum ne gördün”der.

 

              Oğlu da “Çayır, çimen, güllük, gülistanlık ve insan kalabalığı gördüm” der. Bu hali de gören padişah, birisi altın suyu ile biriside gümüş suyu ile yazılmış kendi mührü ve 7 vezirinin mührü ile ferman hazırlayarak dervişe veriyor ve tekrar memleketi olan Tercan-Elaldı köyüne gönderiyor.

 

             Fermanlı-Emirli döndüğünden bu zat ve soyundan gelenlere Emiroğulları denmeye başlanmıştır.Tercan-Elaldı köyü ve Aşkale-Persol köyündeki dedelere Emiroğulları denir.

 

             Üryan Hızır cümle sevenlerinin yardımcısı olsun.

 

                                                      - Makaleler -