Âşık Remzâni

 

 

 

Eraslan Ocağı (Eraslan Devletlü)

 

Hüseyin ELMAS

Temmuz  2016

 

Anadolu’da Alevi ocak sistemi örgütlenmesinin en önemli bölgelerinden birisi olan Tokat bölgesi ocaklarından birisi de Eraslan Ocağı’dır. Alevi inancının iç işleyişi bakımından önemli olan ocak sistemi, son elli yıldır yaşanan göçlerle birlikte birçok bölgede kesintiye uğramasına rağmen, bu bölgede canlılığını korumaya devam etmektedir. Ocak dedelerinin etkinliği, taliplerin yol-erkânı yaşama, yaşatma hassasiyetleri bu bölgede ocak sisteminin mümkün olduğunca yaşamasına yardımcı olmaktadır. Tokat, Amasya ve daha birçok yörede Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın, Çelebiler ailesinin bu bölgelerdeki etkinliği, ocak yol ve erkân hizmetlerinin yürütmesinde ne kadar önemli bir rol oynadığını gösteriyor.

 

Eraslan Ocağı dedeleri, Eraslan Devletlü’nün, Seyyid Mahmut Hayrani’nin üç oğlundan birisi olduğunu söylemektedirler. Başka ocak kurucularına da atfedilerek anlatılan aslana binme ve yılanı kamçı ederek aslanı yürütme menkıbesinin Seyyid Mahmut Hayrani ile Hünkâr arasında yaşandığını büyüklerimiz, dedelerimiz anlatırdı.

 

Ocakların tarihini incelemeye başladığımızda aslana binip yılanı kamçı olarak kullanmak, duvara binip yürütmek, fırına girmek, zehir içmek gibi menkıbelere birkaç ocak ulularında da rastladık. Bu menkıbelerin birbirine benziyor olması aslında ocakların tarih içinde birbirine ne kadar yakın olduğunu, iç içe geçmiş olduğunu, sürdürdükleri davanın, güttükleri yolun, amaçlarının aynı olduğunu göstermektedir.

 

Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’nde anlatılan ünlü menkıbe şöyledir:

 

“Akşehir’de Seyyid Mahmut Hayrani adında bir er birgün bir aslana bindi, yılanı eline alarak kamçı yaptı, üç yüz derviş ile birlikte Hünkâr’ı ziyaret etmek istedi. Bu durum Hünkâr’a ayan oldu, ‘O gelen kişi canlıya binmiş, biz cansıza binelim’ dedi. Kızılcahalvet denen yerde kızılca bir kayaya binerek, ‘Ey kayacık, Tanrı’nın izniyle o gelen erenlerden yana yürü’ buyurdu. Kaya o an kuş uçar gibi gürleyerek Aliler Sırtı denen mevkiiye doğru yürüdü. Bu nedenle o kayanın başı bir kuşa benzetilir.

 

Seyyid Mahmut Hayrani aslan üstünde, elinde yılan gelirken Hünkâr’ın bir kayaya binerek yürüttüğünü gördü ve ‘Er nazarında edepsizlik etmişiz’ deyip aslandan indi, yılanı elinden attı. Hünkâr kayaya, ‘Dur’ dedi, kaya durdu. Seyyid Mahmut Hayrani ile dervişleri Hünkâr’ın eline ayağına niyaz ettiler. Hünkâr ile Tekkekaya’nın dibinde oturdular, bir hafta kadar sohbet ettiler, semah döndüler, safa ettiler. Çevreden duyan muhipler, âşıklar geldiler. Bir haftanın sonunda Seyyid Mahmut Hayrani peymançeye durdu, izin istedi. Hünkâr, ‘Hayran’ım, seni bulunduğun o yere saldık, orası ekmeğin olsun, arayan seni orada bulsun’ dedi. Seyyid Mahmut Hayrani erenlerin safa nazarlarını aldıktan sonra vedalaşıp Akşehir’e doğru yola koyuldu.”

 

Bu menkıbede, “canlıya binip yürütmek değil, cansıza binip yürütmek” inancımızdaki İlm-el Yakîn” olmanın bir yorumudur. Bizlere anlatılan Hünkâr’ın manevi gücü ve bu gücün kaynağıdır. Seyyid Mahmut Hayrani ile Hünkâr’ın birbirlerine yakınlıkları ile ilgili daha birçok menkıbe anlatılır, Hünkâr’ın sevgi ve muhabbetine mazhar olmuş ulu bir erendir. Hacı Bektaş Veli öğretisinde, erenler yurdu Anadolu’da ve Alevi-Bektaşi toplumunun düşüncesin de çok önemli bir yer tutar. Seyyid Mahmut Hayrani’ye bağlı olan toplulukların çok önemli bir kısmı, Dersim başta olmak üzere, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde, değişik illerde bulunmaktadır. Seyyid Mahmut Hayrani’ye bağlı olduğu bilinen Baba Munzur, Kureyşan Ocağı’nın bir kısmının yanı sıra Erzincan, Tunceli, Malatya, Elazığ yöresinde Alevi toplulukları vardır.

 

Doğum tarihi bilinmemekle birlikte 1200’lü yılların başlarında doğduğu, Hünkâr döneminde yaşadığı bilinmektedir. Akşehir’de, Sultan Dağı yakınlarında bulunan türbesindeki yazılı tarihe göre 1268 yılında Hakk’a yürüdüğü tahmin edilmektedir. Türbesi 13. yüzyılın en güzel sanat eserlerindendir.

 

Türbede bulunan tahta işletmeciliği ve oymacılık sanatının şaheseri sayılan üç sanduka yakın tarihte Konya’da görev yapan bir Alman Konsolosu tarafından alınmıştır. Yurt dışına çıkarılırken el konan iki tanesi İstanbul’da Türk-İslam Eserleri Müzesine konulmuştur. Bir sanduka ise yurt dışına çıkarılmıştır ve bugün Kopenhag İslam Eserleri Müzesinde bulunmaktadır.

 

Eraslan Ocağı ile Seyyid Mahmut Hayrani ilişkisini Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı Dedeler Kurulu üyesi, dostumuz Şeref Kuzel dede bize şöyle anlattı:

 

“Seyyid Mahmut Hayrani’nin üç oğlu olmuştur. Bunlar, Kureyşan, Pir Mehmet ve İbrahim Derviş’tir. Kureyşan Dersim Bölgesine, Pir Mehmet Kastamonu-Giresun arasında bulunan bölgeye, İbrahim Derviş ise Sivas-Yıldızeli ilçesine bağlı Bidoktun (Güneykaya) köyüne yerleşmiştir. Bugün bu köy Alevi değildir. Muhtemeldir ki bu bölgede bulunan Aleviler başka bölgelere savrulmuş ve onların yurtlarına başka bölgelerden Sünniler gelip yerleşmişlerdir. İşte bu köyde yerleşen Eraslan Ocağının kurucusu İbrahim Derviş’tir. Geçmişte ocağın merkezi de Bidoktun köyü idi.”

 

Şeref Dede, İbrahim Derviş ile ilgili şöyle bir menkıbe de anlattı:

 

“O dönem Sivas bölgesinde Bidok Beyliği varmış. Bidok Beyinin ağır hasta, yatalak bir oğlu varmış. Hastalığına hiçbir çare bulunamamış. Bey’in veziri, ‘Konya bölgesinde İbrahim Derviş adında ulu bir zat var, bu zat Seyyid Mahmut Hayrani Eraslan’ın oğludur. El kattığı, nefes kattığı hastalar hemen iyileşiyor’ demiş. Bey’in daveti ile İbrahim Derviş Konya, Akşehir’den getirtilir. Bey, ‘Derviş, nefesinin çok güçlü olduğu söyleniyor. Bu ağır hasta oğlumu iyileştirirsen sana burada, Bidok ovasında yer yurt veririm, buraya yerleşirsin’ der.

 

İbrahim Derviş, ‘Dil bizden nefes Hünkâr’dan ola’ diyerek uzun uzun gülbengler okur, yedi gün yedi gece boyunca Koç Kayası denen kayanın üstüne çıkarak yönünü Hacı Bektaş’a döner, Hünkâr’dan dilek diler. Cemler kurulur, kurbanlar kesilir, yedinci günün sabahında çocuk iyileşir ve ayağa kalkar. Bunun üzerine Bidok Beyi kendisine çok saygı gösterir ve buraya yerleşmesini sağlar.”

 

İbrahim Derviş’in Kara Dede, Üsük Dede, Mehmet Dede adlarında üç oğlu olur. Bu kardeşlerin döneminde bölgede büyük bir kargaşa olur, dönemin beyi tarafından birçok insan katledilir.

 

İbrahim Derviş’in çocuklarını bir harman tığının içersinde saklarlar. Dönemin beyinin kendilerini de katledeceğini düşünen bu çocuklar oradan kaçıp Tokat, Almus ilçesi, Alan köyüne gelip yerleşirler. Bir süre sonra Kara Dede, Almus’a bağlı Cehet köyüne yerleşir; Üsük Dede, Alan köyünde kalır; Mehmet Dede ise Tokat’a yerleşir orada bulunan taliplerin yol erkân hizmetlerini yürütür.

 

Cehet’e yerleşen Kara Dede’nin Bektaş, Halil, İmam Ali adlarında üç oğlu olur. Halil Dede Cehet’te kalır, Bektaş Dede Almus’un Çiftlik köyüne gelir. Şeref Dede “Bizim kol, Bektaş Dede’nin Halil Dede adında yani Yemenli Dede olarak bilinen oğlunun Cuma Dede kolundan gelmiş” diyor. Cehet (Cihet) kasabasında Hubyar Sultan, Kul Himmet, Keçeci Baba, Pir Sultan, Kemallı ve Eraslan Ocağı talipleri bulunmaktadır. Cehet bu gün

 

Eraslan Ocağının merkezi durumundadır. On sekiz mezradan oluşan Cehet’in ortasından Cehet Deresi akmaktadır. Kasaba çok önemli bir Alevi inanç merkezidir. Eraslan Ocağı dedeleri yol ve erkân hizmetlerini günümüzde de aksatmadan yürütmektedirler.

 

Eraslan Ocağı talipleri Tokat’ın Cehet kasabasında, Leveke, Çiftlik, Mudey (Karşıkent), Geyran, Firuze, Dodukta, Kuruseki, Alan ve Yolüstü köylerinde; ayrıca Almus, Reşadiye, Zile, Erbaa’nın bazı köylerinde; Sivas, Hafik, Beykonağı köyünde; Samsun, Lâdik, Gevekse köyünde bulunmaktadır. Yine Sivas, Tokat, Amasya, Samsun, Giresun, Tunceli, Erzincan, Konya illerinde de kısım kısım Eraslan Ocağı talipleri bulunmaktadır.

 

Eraslan Ocağı dedeleri soylarının İmam Musa Kazım’a dayandığını, Seyyid Mahmut Hayrani ve onun oğlu olan ve Eraslan Ocağının kurucusu İbrahim Derviş’in (Eraslan Devletlü) İmam Musa Kazım soyundan geldiğini ifade etmektedirler.

 

Eraslan Ocağı, Hacı Bektaş Dergâhına bağlıdır. İcazetlerini Hünkâr soyu olan Çelebilerden alırlar, yol ve erkân hizmetlerini bu icazetlere dayanarak yürütürler. Bu ocağın mürşidi, piri Hacı Bektaş Ocağı Çelebileridir. Talipleri görgüsünü yapacak olan ocak dedeleri mutlaka Hacı Bektaş Dergâhını ziyaret eder, yetki alarak görgü hizmetlerini yürütürler. Örneğin Çelebi Ahmet Cemalettin Efendi’den alınan icazet şöyledir:

 

“Eraslan evladından tarikatlü Bektaş Dede Dergâhı Hazreti Piri destgir’e gelüb, bir kıt’a icazetnamei dervişanemizi talep kılmış ve kendüsü dahi ehlü erbab görülmüş olduğundan kendisine müteallik bulunanlar itaat ve inkıyadında olmak üzre işbu icazetnamemiz imla ve yedi merkuma ita kılındı. Ve’s-selamu ala men ittebaa-l hüda.

 

21 Teşrin-i Evvel 1314, Mühür: Hadimül fukara Es-seyyid Ahmet Cemaleddin an evlad-ı Hacı Bektaş Veli. Sene 1279.”

 

Bu ocağa mensup eskiden çok okumuş, çok bilgili ocak mensubu dedeler yetişmiştir, âşıklar yetişmiştir. Cehetlilerin çok bildiği üç büyük Hak Âşığı vardır: Derviş Ali, Âşık Veli ve Derviş Süleyman. Derviş Ali ve kardeşi Derviş Veli’nin türbeleri Cehettedir. Cemlerde çoğunlukla Derviş Ali’nin deyişleri, duvazları okunmaktadır. Derviş Ali’nin türbesinin yakınında yeni bir cemevi yaptırılmıştır, hizmetler yürütülmektedir.

 

Eraslan Ocağı dedeleri ve bu ocak soyundan gelenler Almus’un Cehet, Çiftlik, Leveke köylerinde; Samsun-Lâdik Gevekse (Kirazpınar) köyünde; Zile merkez ve Tokat merkezde bulunmaktadır. Bugün genellikle İstanbul olmak üzere bazı kentlere göç etmiş dede aileler vardır. Kul Himmet bir deyişinde bölge erenleri ile ilgili şöyle der.

 

Hasan Askeri’den bulak miracı

Bostankulu’yunan Er Kara Hacı

Teslim Abdal Derviş Ali davacı

Göremedim pirimi dertliyim dertli

 

Şeyh İbrahim, Şeyh Hasan’ın gülüdür

Eraslan oğlunu dersen Ali’dir

Ali Baba, Hubuyar’ın yâridir

Göremedim pirimi dertliyim dertli

 

Aşk ile...

 

                                                          -  Makaleler  -