Âşık Remzâni

 

 

 

Cibali Sultan Ocağı

 

Hüseyin ELMAS

Şubat  2016

 

Ocaklarımızla ilgili yaptığımız araştırmalarımızda amacımız, herkesçe bilinen, Anadolu ve çevre coğrafyalarda yoğun talipleri bulunan ocaklardan başka, toplumca çok az bilinen ocakların da araştırmasını yaparak bilinmesini sağlamaktır.

 

Bilindiği üzere on iki temel ana ocaktan sonra Hünkâr zamanında kurulan ocakların sayısının yüz yirmi civarında olduğu dillendirilmektedir. Ulu Hünkâr’ın Hakk’a yürümesinden sonra 1500’lü yıllara kadar kuruluşları devam eden ocaklarla birlikte bu sayının toplamda üç yüz altmışaltıya kadar çıktığı anlatılır.

 

Uzun yıllardır yaşadığımız İstanbul’da, Fatih ilçesine bağlı Unkapanı semtinin Haliç’e bakan yüzünün bir bölümünün adı Cibali’dir. Uzun zaman bu ismin nereden geldiğini merak ederdik. Araştırdığımızda bu ismin bir Alevi ereninden geldiğini, burada yaşadığını ve türbesinin de burada olduğunu çok sonradan öğrendik. Bu semtin adıyla anılan Cibali Karakolu üzerine kurgulanmış çok ünlü, Cibali Karakolu adı ile bir tiyatro oyunu olduğunu ve neredeyse yüz yıla yakındır oynandığını sanatla ilgisi olanlar, edebiyat ve tiyatro ile ilgisi olanlar iyi bilirler.

 

1950’li yıllardan sonra Anadolu’dan İstanbul’a göçler başladığında İstanbul’un geçmişini çok fazla bilmiyorduk. Alevi-Bektaşi- Kızılbaş toplumun ulularına, dergâhlarına, tekke ve zaviyelerine yapılan saldırıların birçoğundan haberdardık. İstanbul’a yerleştikten sonra İstanbul’un çeşitli yerlerinde Alevi-Bektaşi tekke ve dergâhlarının çok yoğun olduğunu gördük. Karaca Ahmet, Şahkulu, Erikli (Eryak) Baba, Garip Dede, Karaağaç, Kartalbaba (Kartal’da), Seyid Mustafa Dede (Yakacık’da, Kartal Baba’nın oğlu), Türabi Baba (Kasımpaşa’da), Telli Baba (Sarıyer’de), Gül Baba, Mah Baba, Gözcü Baba (Göztepe civarında) ve adını sayamadığımız yüzlerce Alevi-Bektaşi ulularının, erenlerinin türbelerinin olduğunu gördük. Hatta günümüzde dahi çok bilinen bazı ailelerin kökenlerinin Alevi-Bektaşi olduğunu öğrendik.

 

İstanbul’daki bu tekke ve zaviyelerin sayısının sekiz yüz ile bin iki yüz arasında olduğunu öğrendik. Ne yazık ki, özellikle 1826’daki II . Mahmut’un büyük Alevi- Bektaşi-Kızılbaş kıyımından sonra çok büyük bölümü yıkılmış, asimile edilmiş, başlarına birer cami ile minare dikilmiştir. Bugün birçoğunun kitabesine yazdırılan tarihçelerle sonradan yazıldığı için farklı mezhep ulularıymış gibi tanıtılmaktadır. Özellikle İstanbul’da bulunan yüzlerce tekke, zaviye, türbe ve yatırın tarihinin araştırılması gerekir ve kayıt altına alınarak toplumun öğrenmesi sağlanmalıdır.

 

İşte, toplumca az tanınan az bilinen ocaklarımızdan biri de Cibali Sultan Ocağıdır. Ocak mensubu dedelerin anlatımlarına göre, Cibali Sultan’ın soyu İmam Musa Kazım’ın yedinci çocuğundan gelme Seyyid İbrahim’e dayandırılır. Seyyid İbrahim Türkmen boylarının Anadolu’ya yoğun göçlerinin olduğu yıllarda, Emirce Aşireti’nin lideri, piri olarak 1200’lü yılların ortalarında gelmiştir. Emirce Aşireti Kayıboyu Uç Beyliğ’nin desteği ile İnegöl-Domaniç arasındaki bölgeye yerleştirilmiştir.

 

Cibali Sultan, Seyyid İbrahim’in oğludur. Asıl adı Ali olup doğum tarihi bilinmemektedir. Seyyid Murat ve Seyyid Seyfullah adlarında iki kardeşi daha vardır ve Oğuz boyu Emir Türkmenlerindendir. Cibali Sultan ile ilgili anlatılan menkıbelerden bir tanesi şöyledir:

 

“Piri olduğu Emirce Aşiretinin bir kolu Konya’ya yerleşir. Aşirette çok güzel bir kız vardır. Bu kıza Karamanoğlu Beyliği’nin vezirinin oğlu âşık olur. Kız istenir, fakat vezirin oğlu Alevi olmadığı için kızı vermek istemezler.

 

Bunun üzerine aşirete çok büyük baskı yapılır. Hatta aşiret Konya’yı terk etmeyi düşünür. Bütün aşiret cem olur ve pirleri Cibali Sultan’ı çağırırlar, problemi anlatırlar. Cibali Sultan, eğer bu kızı isteyen genç Aleviliği benimser ise kızı alabileceğini söyler. Vezir bunu kabul etmez ve gerekirse bu kızı oğluna zorla alacağını söyler. Cibali Sultan vezire ‘bir sınav yapalım’ der. Erkek tarafından birisiyle birlikte kızgın fırına girmeyi teklif eder. Kim fırından yanmadan çıkarsa, onun inancının hak olduğunu söyler.

 

Erkek tarafından birisi ile birlikte kızgın fırına girerken Cibali Sultan fırına girdiği kişiye, ‘Elini bana ver, gönlünü bana teslim et’ der. Birlikte fırına girerler, kırk sekiz saat sonra kızgın fırından çıktığında yalnız başına çıkar, diğerinin vücudu kül olmuştur. Yalnızca Cibali Sultan’ın avucundaki eli sağlam kalmıştır. Vezir bu durumu hazmedemez yine de kızı zorla alacağını söyler.

 

Bunun üzerine Cibali Sultan fırındaki kütükleri iyice korlaştırdıktan sonra koltuğunun altına alarak vezirin sarayına gider. Nereye dokunsa orası ateş alır. Vezir bakar ki saray yanıp kül olacaktır, bunun üzerine kızı almaktan vazgeçerek Cibali Sultan’dan aman diler.”

 

İnegöl-Domaniç bölgesine yerleşen Emirce aşireti zaman geçtikçe çoğalır, birbirine çok tutkundur ve haksızlık karşısında seslerini yükseltirler. Bu durum Kayı boyunun önderlerini rahatsız eder ve bu aşiretin bölünmesini, birbirine düşman iki grup haline gelmesini sağlarlar. Bu aşiret Emirce ve Kuyumcu adında iki düşman gruba bölünür. Kuyumcu aşireti bölgeyi terk eder ve Çukurova’ya göçerek konar-göçer şekilde yaşamaya başlarlar. 18. Yüzyılda da Osmanlı padişahı (II . M ahmut olsa gerektir) tarafından zorunlu olarak Çorum ili Kuyumcuözü denilen yere yerleştirilirler. Bu zorunlu göçe razı olmayan bazı aileler Ankara ili Çubuk bölgesindeki Dağkalfat’a, bir kısmı da daha sonra yine bu bölgede bulunan Susuz, Kuyumcu, Kösrelik köylerine yerleşirler. Bugün Cibali Sultan Ocağı denildiğinde ilk akla gelen yer Çubuk’tur ve ocak da Çubuk Bölgesi Ocakları adı ile söylenir olmuştur. Aşiretin Emirce kolu ise Eskişehir’e göç etmiştir. Fırın olayından sonra buradan, Çubuk’un Susuz, Yukarı Emirler, Aşağı Emirler köylerine göç etmişler; bölgenin soğuk ve engebeli olması nedeniyle bir kısmı yeniden Eskişehir’e göç etmiştir ve Karakeçili aşireti topraklarında konar-göçer şekilde yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

 

Üçüncü kardeş olan Seyyid Seyfullah hakkında fazla bilgi yoktur. Türbesi, Çankırı ili, Kurşunlu ilçesine bağlı Dumanlı Köyü yaylasında Erenler Türbesi adıyla bilinir. Muhtemeldir ki burası da artık Sünnileşmiştir.

 

Cibali Ocağı’nın talipleri Yukarı Emirler, Aşağı Emirler, Susuz köyleri ile Sulakyurt’un bazı köylerindedir. Bunun dışında Dağkalfat, Kösrelik ve Kuyumcu köylerinde de talipleri bulunmaktadır. Ocak dedeleri ise Kemterler, Kırk Hocalar, Seyyidiler ve Yakublar sülaleri ile devam etmektedir.

 

Yazımıza başlarken sözünü ettiğimiz İstanbul’da bulunan Cibali’nin şöyle bir öyküsü vardır:

 

“Cibali Sultan’ın büyük oğlu Cebe Ali çok bilgili ve yetenekli bir zattır. Kendisinde olması gereken pirlik görevini kardeşi Seyyid Murat’a bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmet tarafından korunup kollanmış, 1444 yılında elli iki yaşındayken Fatih’in yanında görev yapmıştır. Anlatılanlara göre Osmanlı ordusunun Cebeci Ocağını da Cebe Ali kurmuştur, adı da buradan gelmektedir. İstanbul’un alınmasından önce İstanbul’a gelmiş burada yaşayan birçok Hristiyan’ın gönlünü kazanmış, genellikle Rum-Hristiyan olan bu topluluklar Cebe Ali’nin inancını benimsemiş ve müritleri arasına katılmışlardır.

 

Cebe Ali, Unkapanı’ndan Aksaray’a doğru giderken sağ tarafta bulunan semte yerleşmiş ve bu semt Cebe Ali, kısaca Cibali adıyla anılır olmuştur. Cebe Ali İstanbul’un fethi esnasında top tutulan bu Cibali semtine top atılmamasını ister Fatih’ten. Fatih Sultan Cebe Ali’yi kırmaz ve kabul eder. Ancak diğer ordu komutanları bu semte top atılmamasına bir anlam veremezler ve Fatih’e baskı yaparlar. Fatih ordu komutanlarının bu yoğun baskısı sonucu Cibali’yi de topa tutar. Haliç’in kıyısındaki surların dibindeki gemilerden atılan bu toplar surların üzerinden tekrar geriye doğru dönerler. Bu duruma şaşıran komutanlar Fatih’e haber verirler, Fatih bunun sebebini anlamaya çalışır. Oysa topların bir kısmını Cebe Ali eliyle tekrar geriye atar, Bunu gören Fatih top atışının durdurulmasını emreder.”

 

Bir rivayette de on dört yaşında padişah yapılan Fatih’in, babası II . M urat’a “Eğer padişah sen isen ordunun başına geç, eğer padişah ben isem emrediyorum, başkomutan olarak ordunun başına geç” diye 1444’te yazdığı mektubu II . M urat’a götüren ve onu ikinci kez tahta çıkmaya ikna eden de Cebe Ali’dir.

 

Cebe Ali’nin türbesi ünlü Cibali Karakolu’nun yanında bulunmaktadır. İstanbul’daki yüzlerce Alevi-Bektaşi türbesi, zaviyesi, yatırı gibi unutulmuştur.

 

Özellikle İstanbul’da bulunan bu durumdaki yerlerin tarihinin yeniden gözden geçirilmesi, kayıt altına alınması ve tarihi yok edilmeye çalışılan Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun kaybettirilen birçok değerinin bu toplumun bilgisine sunulması gerekir. Gerekir ki tarihimizin acı sayfalarında daha neler olduğu öğrenilsin ve mümkün olduğunca sahip çıkılsın. Hepimize görev düşüyor. Aşk ile.

 

                                                          -  Makaleler  -