Marifet ve Aşk
Veliyettin Hürrem ULUSOY
ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK
“Marifet” temelli bir inançtır: “Tüm nesneler canla
dirilir, can ise marifetle dirilir.”
Burada
“Marifet” terimi ne anlama geliyor? Hacı Bektaş Veli insanlığın yüceliş
yolundaki üçüncü kapıya “Marifet Kapısı” diyor. Bu kapı Hakk’a giden
yolda, iyiliğin doğruluğun, ahlakın ve ilmin aşk fırınında sentez edilmesidir, pişirilmesidir
dersek kısa bir tarifini yapmış oluruz. İlim bizleri bilgilendirir. Bilim gerçekleri
gösterir ve öğretir. Bizlere gerçekleri öğreten bilim, ancak araştırmak,
incelemek, denemek, düşünmek ve sezmek sistemine dayalı eğitim ve öğretimle
elde edilir. Bu keşif ve ilhamla edinilen vasıtasız bilgi, manevi ve içten
deneyimlerle öğrenilen ilim, bilinmeyeni açıp onu bilinir hale getirmektir.
Yani onu diriltmektir. Kaynağını bilimden ve Tanrı aşkından alan; hem bilim,
hem de sezgi ve içe doğma yoluyla, tüm sırları bilme ve anlama haline gelmedenyani
“Marifet” makamına ulaşmadan nesneleri diriltmek de mümkün olmaz.
“Kendini
bilen, Hakk’ı bilir” özdeyişi bizim için yol gösterici mi?
“Derman
sende, ama senin haberin yok; derdin senden ama sen görmüyorsun, kendini küçücük
bir beden sanıyorsun; oysa koskoca bir evren dürülmüş içinde senin. Öylesine
apaçık, apaydın bir kitapsın ki, gizli şeyler onun harfl eriyle meydana
çıkmada… Dışarıya, kimseye bir gereksinimin yok senin; gönlünde yazılmış
yazılar her şeyden haber verir sana” diyor Ali. Hz. Ali bunu derken, vahdet-i
vücut’u işaret eder. Bu düşünceye göre insan, çok küçük olmakla
birlikte büyük evren (İki cihan) onun içindedir.
Bir
insan kendini nasıl bilecektir?
Bu
inanışa göre, kâinatta yaratılmış tüm varlıkları, insan nefsinde barındırır.
Yani insanoğlu kâinatın bir özü ve özetidir. Bir ağacı tohumu, ağacın bir parçası
olduğu gibi, onu meydana getiren ve tekrar ağaç yapan niteliklere de sahiptir.
Tohumun bu özelliğini bilmek de ancak ilimle bilimle olur.
Kâinatın
gerçeklerini özünde barındıran insan, Hacı Bektaş Veli diliyle Dört Kapı Kırk Makam
yoluyla kendini geliştirip gerçeğe ulaşır. Damlanın deryaya ulaşması ve onun içinde
sır olmasıdır bu… Artık o damlayı deryadan ayırmak da mümkün olmaz.
Kendini
bilen kişi ruhunda hiçbir huzursuzluk duymaz; tersine kendisinin, Tanrı’nın ve
nesnelerin belli bir sonsuz gereklilik duygusuyla farkında olduğundan hiçbir
zaman var olmaktan çıkmaz; tersine her zaman ruhunu gerçekten tanır.
Buna
karşılık kendini bilmeyen kişi, kendi ruhunu gerçekten eline almaksızın dış
nedenlerin elinde, çeşitli yönlere sürüklenmekle kalmaz; üstelik sanki
kendisinin, Tanrı’nın ve nesnelerin farkında olmadan yaşar; acı çekmez duruma
geldiği zaman da var olmaktan çıkar.
Kendini
bilen kişinin yolu son derece güç görünse de bulunması olanaksız bir yol değildir.
Bu yolu bulmak güç olsa gerekir; çünkü yolu bulanlar çok fazla değildir.
Kurtuluş hemen şuracıkta hazır ve hiç zahmetsiz erişilebilecek bir şey olsaydı,
insanların neredeyse tümünün ona erişmemesi nasıl açıklanabilirdi? Ama eksiksiz
olan her şey az bulunduğu ölçüde güçtür de… Ulaşılacak makam; “Kâinatı seyretme
makamı…”
Sevgi-Aşk,
inancımızın en temel ve en değişmez kavramıdır... Peki, neden sevgi, neden aşk?
Birliğe iman, aşkı doğurur. Aşk, adi ve ölümlü hesapları değil, insanın
ebediliğini esas alanların tavrıdır ve bunun için de insanı tanrıyla buluşturur.
Ölümlü hesaplar peşinde olan akıl bu konuda geride kalır.
Beşeri
aşkın (mecazi aşkın) ilahi aşka dönüşmesi tabii bir seyir. Pek çok sufi ilahi
aşk için beşeri aşkı ilk basamak olarak görür. Çünkü Tanrı güzeldir, güzelliği
sever. Mevcuttaki o ilahi kudretin eserine bakarak ancak bir izden gerçeğe
(asla) gidebilir, görüntüden orijinalle geçebilir manasında beşeri aşkı ilk
basamak olarak görmüşlerdir ve atlamışlardır oradan. İşte; Leyla ile Mecnun.
Leyla’nın bir beşer olarak aşkını Kays’ın biriktirmesi… Kays içinde büyüyen o
aşkla ilerde bir eşikten atlayarak Leyla ile bütünleştirmesi... Buradan da
ileri giderek başka boyutlara yol alması... Artık o Hallac’ın “Enel Hakk”
dediği noktadır. O Nesimi’nin “Cübbemin altında Hak’tan gayrisi yoktur.”
dediği noktalardır. Gerek baş verirsiniz, gerek derinizi yüzerler. Sırları ifşa
etmek noktasında aşk biter.
“Aşk
ve sevgi” den söz edince ilk akla gelen Yunus Emre’dir. Yunus Emre’nin
tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur,
aşktır, Tanrı katında kabul görmektir. Nefsini yenmek, iradeye eritmektir; kavgaya
nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır.
Yunus’a
göre Hakk’ın varlığı aşktan başka bir şey değildir. Varlığı aşk olan Tanrı’dan
gelen varlıklar da aşk ile ve aşk için yaratılmışlardır.
“Sen
sana ne sanırsan, ayrığa da onu san
Dört
kitabın manası budur eğer var ise”
der
Yunus. Aşığın gönlü aşktan usanmaz. Aşkı olmayan gönüller taş gibi katıdır.
Derviş gönlünü sevdiğine kaptırmıştır. Yaratılış sırrını anlamak, müşkülü
halletmek için mürşide gönül vermek gerekir. Mürşit, dervişlerin yâridir. Erenlerden
etek tutan kişi gönüllerde beka bulur. Gönül pası tevhit ile giderilir. Derviş
gönlünü temizleyen kişidir. Âşıkların gönüllerinde pek çok yol, bu yollarda bin
türlü hal vardır. Küfrünü ve nefsini terk etmeyen kişi bu yolları anlayamaz.
Gönüllere girmek Hakk’a ulaşmak demektir.
- Makaleler -
|