Âşık Remzâni |
İNSAN NEDEN AĞLAR?
Emel SUNGUR Ben herkesin acısından, sıkıntısından,
hüznünden çok etkilenirim ve çok çabuk ağlarım. Yaşanılan her acı ve açıkçası
binlerce nedenle çok kolay ağlarım. Ve bu ağlamam sadece “ağlamış olmak” için
asla değildir çok derinliklerden gelen bir yaramın tekrar tekrar kanamasıdır bu
ağlama. Bir başkasının kanayan yarasına çare bulamamaktır bu ağlama. 2 gün önce
en az 35 yıldır birlikte olduğum en yakın arkadaşlarımdan birinde evinde bugün,
siyasetin geleceği, Türkiye’nin geleceği, seçimler derken her zaman olduğu gibi
konuşulanlar iste sekte isteme sekte yine 80’li yıllara gitti. O yıllar beni
çocukluğumda bulmakta, yemekte çok zorlandığımız “pirzoladan” nefret ettirmişti. Neden? Sorusunun yanıtını
verip beni ağlatanın da ne olduğunu sizlerle paylaşacağım.83 yılının mart veya
nisan ayı çocuklarımla birlikte eve geldiğimde kapıda bekleyen izbandut gibi 3
adamla karşılaşmıştım. Adeta dünyayı yeniden kuruyor şekillendiriyormuşçasına önemli bir görevi yerine getirmenin gururunu
duyan bu 3 adamla 3 günlük maceram başlamıştı. Ben 25 yaşında 2 çocuk
anasıydım. Kızım 6 yaşında oğlumsa sadece 3 yaşındaydı. Bu 3 adam ve bu 3 gün 3
gece benim belki korkularımın belki yalnızlığımın belki çaresizliğimin belki
bilgisizliğimin yansıması olarak “ ömür” denilen yıllarda en silinmez tarihler
olarak yazıldı anılar yaşanmışlıklar defterime. Bu 3 adam kapıda duruyordu
birinin pardösünün kabarıklığının nedenini ancak daha sonra anlayabildim. Pardösü
altından koca bir silah ertesi gün annemin göğsüne dayanmak üzere ortaya
çıkarılacaktı. Bir diğerinin montunun cebindeki tabancası da çok değil yarım
saat sonra tehdit unsuru olarak gösterildi. Kapıda bekleyenler bir, iki dakika
sonra anahtarla açıp içeriye gireceğimiz kapıdan çok uzak duruyorlardı. Daha sonra adının profesör olduğunu
duyduğum biri hemen söze başladı. “Kapıya elektrik vermişler” diyerek. Oysa
onun elektrik vermişler diye konuşmasının gerekçesini oluşturan neden elektrik
sayacının çok hızlı dönmesiydi. Bugün gibi dakika dakika her karesini,
anımsadığım yılların bir diğer fotoğrafı arkadaşlarını sık sık uyarması ve
kapıya yaklaştırmamasıydı. 3 adamın “elektrikli kapısını” hemen açtım içeriye
girmek üzere adımımı attım, ilk anda bir
şaşırmışlık ifadesiyle” yokmuş” dediler.Evet yoktu kapıda elektrik. Sayacı hızlı
döndürense sadece minnacık bebeklerim üşümesin diye yakmış olduğum elektrikli
radyatördü. Evin içine giren bu 3 adamın
evin içinde şaşırtan bir başka şeyde evin düzeni oldu.” Burası ev” diyorlardı
konuştukları kişiye.Evet burası 2 çocuklu bir aileye ait evdi.” Burası Ev”
burasını ne düşündüklerini bende düşündüm ve buldum o zaman ki meşhur
ifadeleriyle “ hücre evi”. Bütün
bunların dışında idi sizlerle paylaşacağım “ pirzola” mevzusu. Korkmuştum açık
söyleyeyim bugün bunu sizlerle paylaşacağım korku kaynaklı duygularımı.
Çocuklar ve 3 adam artık içerdeydik daha gençtim ve belki de bu konuda yeterli
bilgiye de sahip değildim “ şimdi ne yapacaktım?” Korkumu 3 adama belli etmeyecektim, korkumu
minicik bebeklerime belli etmeyecektim, kimsenin adını söylemeyecektim, yemek
yapacaktım, çocuklarımı 3 adamdan uzak tutacaktım ve kimse bize gelmesin diye
içimden belki de ilk defa dua edecektim Öylede yaptım sözde hiç belli etmedim
korkularımı çocuklara yemek hazırladım, karınlarını doyurdum. İşte evde mevcut
olan saplı etlerden yani pirzolalardan 5 parçasını da 3 adama pişirdim ve
masaya koydum yediler. O gece çok sevgili canım arkadaşım “ ben onlara pirzola pişirmezdim”
dedi beni ağlatan da o oldu. Evet bütün bu korkularım, kaygılarımdandı. Ve
sadece bana zarar vereceklerini bilsem bende pişirmezdim. Ama minnacık
bebeklerim vardı yanımda, gençtim ve çok insanın sorumluluğunun korkusuydu
herhalde bana pirzolayı pişirten. Çocukluğumda hasret olduğum pirzolayı ondan
sonra ki yıllar uzun bir süre asla ağzıma sürmedim. Arkadaşıma çok hak
veriyorum salt benim canım söz konusu olsa bende pişirip pirzolayı “yiyin” diye
o 3 adamın önüne koymazdım. Belki de korktum.
|