Âşık Remzâni

 

 

 

Haluk G. Ulusoy’un, Hamdullah Çelebi Anma Etkinliğinde Yaptığı Konuşma

 

İnancımız Gereği Barıştan Yanayız

 

Haluk Gürbüz ULUSOY

Eylül  2015

 

Değerli misafirler, hepiniz hoş geldiniz. Hamdullah Çelebi’nin savunmasında belirttiği ve bugün kendimizi tanıma ve tanımlama konusunda yaşadığımız sorunlarımıza ışık tutacağına inandığım sözlerine geçmeden, mahkemenin yapıldığı günleri kısaca tasvir etmekte yarar görüyorum.

 

Osmanlı İmparatorluğu, özellikle son zamanlarında, kendisine tehdit ve tehlike olarak görmüş olduğu toplulukları Şeyhülislam otoritesinin de yardımı ile “kâfir”, “zındık”, “sapık”, “dinsiz” şeklinde tanımlamış, Alevi, Bektaşi, Kızılbaş, Kalenderi vb., toplulukları bir nevi kendi anlayışı ile “şeytanlaştırarak” ve sürekli olarak “taşlama” yolunu seçerek yok etmeye çalışmıştır.

 

Osmanlı’ya göre bu topluluklar, “küfüryolundandırlar. Onlar, Kuran-ı, şeriatı, İslam’ı tahkir” ederler, halifelere ve diğer sahabelere küfrederler.” Kuran-ı “yalanladıkları” için kâfir” olmalarından başka peygambere hakaret ettikleri için öldürülmeleri de mubâhtır.

 

İşte, Hamdullah Çelebi ve beraberindeki yedi kişinin, “Mahkeme-i Şerriye’de”, bir kadı, beş kişilik şerriye erkânı ve hazır bekleyen iki “cellat” karşında on gün süren yargılama ve sorgulaması böyle bir anlayış ortamında gerçekleştirilmiştir.

 

Bu mahkemede, mahkeme kadısı başta olmak üzere şerri erkânın Hamdullah Çelebi’ye yöneltmiş olduğu sorulara bakıldığında “kâfir”, “zındık”, “sapık”, “dinsiz”, “kanı helal” vb., kavramlar adı altında, Hamdullah Çelebi’nin temsil etmiş olduğu topluluğu bir nevi yok etme amacı ile dinen “düşman”, “tehlikeli” ve “halledilmesi” gereken bir kategoriye dâhil edildiği açıkça görülmektedir.

 

Mahkeme bununla da yetinmez Hamdullah Çelebi ve beraberindeki yedi kişi üzerinden temsil etmiş olduğu Alevi-Bektaşi toplumunu, kendilerinin uygun gördüğü “fıtrat” üzerinden “doğru dine”, “doğru yola”, “iman etmeye”, “şeriata” davet eder ve aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’na itaat etmeye, boyun eğmeye bir nevi dinen teslim olmaya davet etme cesaretini kendisinde görür.

 

Mahkeme aslında, şeriat, imparatorluk, peygamber, Kuran-ı Kerim ve hatta Allah adına konuşma hakkını kendisinde görebilmektedir. Örneğin, mahkemenin “Muaviye ve Yezit ölmeden tövbe etmişlerdir. Allah onları affetmiştir” şeklinde bir ifadede bulunması doğrudan doğruya ve açık bir şekilde kendisini Allah’ın da üzerinde görmesi anlamına gelir.

 

Hamdullah Çelebi, bütün bunlara rağmen tarih, teoloji, toplum, hukuk, savunma, kendisini ifade etme, farklı dini konulara hâkimiyeti, hayatı tecrübe etme biçimi, yaşanılan ve yaşanacaklara dair derin bilgisi ve ön görüleri ile şeriat mahkemesine karşı kendisini, arkadaşlarını ve temsil etmiş olduğu topluluğu çok güçlü bir şekilde savunmasını bilmiştir. Şeriat mahkemesi kararı ile her gün idam edileceğine inanarak, bir nevi darağacının dibinde korkusuzca cesur bir şekilde son sözünü söylemekten çekinmemiştir. Söylemiş olduğu her söz başka bir deyiş ile vermiş olduğu her nefesi içten, samimi, niyetinin saflığı, yürütmüş olduğu erkâna, süreğe bağlılığı ve Yol aşkı ile dile getirmiştir.

 

Hamdullah Çelebi, şerriye mahkemesinde on gün boyunca canı, hazırda bekleyen iki celladın teberi ucunda olmasına rağmen önünde yar, arkasında Zülfikar düsturu ile hareket etmiştir. Yani karşısındakilere kibar ve saygılı davranmış sadece inandıklarını ve doğruyu söylemiş; ancak inancına kastedenlere, onu yok etmeye çalışanlara karşı gerektiğinde nasıl dik durulacağını ve taviz verilmeyeceğini de canı pahasına göstermiştir.

 

Bugün bizlerin yapması gereken de budur. Bizler inancımız gereği barıştan, bizim gibi düşünmeyen ve inanmayanlarla da kardeş olmaktan yanayız. Tüm inanan ve inanmayanlara da aynı gözle bakıyoruz. Kendi dilimizle ibadet ediyor, kimsenin inancına da karışmıyoruz. Ancak inancımıza, yolumuza, hakaret edilmesine, Müslüman olarak tanımlanmak için değiştirilme şartına, yani kısaca yok edilme çabalarına da tüm olumsuz koşullara rağmen arkamızda Zülfikar kararlılığı ile mücadele etmeliyiz. Bunun için de öncelikle Yol’umuzu, erkânımızı, süreğimizi doğru öğrenip ona sahip çıkmalıyız.

 

Ben burada mahkemede geçen konuşmaları, özellikle de mahkeme kadısının hakaret içeren soruları tekrarlamayacağım. Hamdullah Çelebi’nin bu mahkemede çeşitli sorulara cevap olarak verdiği ve bugün için de bize yol gösteren ve ışık tutan sözlerinden bazılarını, özüne dokunmadan olabildiğince günümüz Türkçesi ile ve “alıntılar” şeklinde sunmaya çalışacağım.

 

 

Hamdullah Çelebi Diyor ki:

  • Şunu bilin ve bana inanın ki ben bir din adamıyım. Bir din adamı olarak hiçbir zaman kötülüğe, imanı inkâra, bozuşmuşluğa önderlik edemem. İmanı inkâr ettiğimi ve beldemizi bozuşmuşluğa soktuğumu söylemenizi de kabul edemem. Bunu Allah ve Peygamber de kabul etmez.
  • Biz tarih boyunca kan dökmeyen, zalim, gaddar olmayan yöneticilere ve onların mahkemelerine gerekli saygıyı göstermişizdir. Ancak suçsuz yere halkını katleden, onun kanını dökenler kim olursa olsun, sevgiden yoksundurlar ve bunlar saygı gösterilmeyecek kişilerdir.
  • Devlet idaresini beğenmeyenler olabilir. Bu her zaman, her yönetimde olmuştur. “Bizim gibi düşünmeyen kâfirdir” diye katledenler kendileri kâfirdir de kâfirliklerinden haberleri olmayan gafillerdir.
  • Hak birdir, iki de dört de denemez. Semavi dinlerde mezhepler yoktur. İslam’ın da tek mezhebi vardır. Bizler hal ve hareketlerimizle, içten, soydan, belden, özden ve davranışlarımızla Müslümanız. Acıma hissi olmayan zalim, gaddar ve merhametsiz kişileri asla Müslüman kabul edemem. Hiçbir gerçek eren, bu eşkıya topluluklarına Müslüman dememiştir. Kan dökerek, hiddet, şiddet ve zor ile bizlere bunların Müslümanlığını söylettiremezsiniz.
  • Kişi ne kadar Allah’a yaklaşırsa kendine yaklaşır, uzaklaşırsa kendinden uzaklaşır. Allah’la kulunun arasına giremeyiz. Namaz da kişinin kendine ait bir ibadetidir. Topluluğu ilgilendirmez. Bizim dergâhımızda namaz kılmadı diye bir ceza uygulanması yoktur.
  • Cemlerimizde Türkçe dua ettiğimiz doğrudur. Bizler Kuran’ın dua olan kısımlarını okuruz. Kuran’ın düşünüp, fikir sahibi olmak, ibret almak için geldiğine inanırız. Allah’ın bizlere “Düşünün, ibret alın, daima düşünme halinde olun, aklınızı kullanın” ilahi hitabını, Allah’tan aldığımız bu emri, gerisin geriye Allah’a göndererek, “Ey Rabbimiz düşün, ibret al, tefekkür kur, hisse al bilesin ki tarihte şöyle şöyle olaylar olmuştur” diye Allah’a Kuran’da geçen olayları anlatmanın ibadet olamayacağına inanıyoruz.

Bu arada mahkeme kadısının, “Ayetin manası sizi ilgilendirmez. Manasını anlamadan okunanlar, uyulanlar daha sevaptır” uyarısı üzerine de şunu der:

  • Kuran-ı Kerim’in her ayeti Allah sözüdür. İlahi emirdir. Bizler, Allah’ın divanına durunca, “Tarihi kıssalarda şöyle şöyle olmuştur” diye Allah’a tekrar hatırlatmak için Kuran okumuyoruz. Kendimizi öğrenmek için okuruz. Biz ayinlerimizde cemaatçe Türkçe olarak Allah’tan istediklerimizi terennüm ederiz. Allah’tan akşamımıza, sabahımıza, tüm vakitlerimize hayırlar getirmesini; göklerden hayırlı rahmetler yağdırmasını; yerden hayırlı bereketler vermesini; bekârlarımıza hayırlı evlendirmeler; hastalarımıza şifalar vermesini dileriz. Bütün ihtiyaçlarımız için Allah’tan yardım bekleriz.
  • Mensuplarımızın çoğu Arapçayı bilmezler. Bizler insanların yaradanına kendi lisanları ile yalvarmalarının günah olduğuna inanmıyoruz. Bu nedenle dergâhlarımızda da Türkçe dua ve niyazda bulunuruz.
  • Zaten Kur’an, anlayasınız diye, Arap olduğunuz için, Kuran’ı size Arap lisanı ile indirdik demiyor mu? Akıl edin, akıllı olun, akıl sahiplerine Kuran’da iyiliği, kolaylığı indirdik demiyor mu? İnsanların bunu anlaması için Arap mı olmasını istiyorsunuz?
  • Allah ayrı, yarattığı âlemler, arz, gökyüzü ayrı değildir. Âlemin yaratıcısı her yerde hazır, nazırdır. Bir yerdedir demek, başka yerde olmamasını söylemektir. Yalnız bir yere, Camiye, Mescide, Dergâha Allah’ın evidir, Allah’a yalnız orada ibadet edilir diyemeyiz. Hiçbir yarattığını Allah’a benzetemeyiz. İşte Allah’tır diyemeyiz, ama hiçbir yarattığını da Allah’tan ayrıdır diyemeyiz.
  • Ölüm hayatın sonu değildir. Yaşayış oradan sonra başlayacaktır. Babam Feyzullah Efendi ve dedem Şîri Bektaş Efendi yüzlerce nefes, düvazimam söylemiştir. Bu fakir Çelebi Hamdullah da yüzlercesini söylemiştir. Bunlar dergâhlarımızda, muhabbet toplantılarımızda söylenmektedir. Kişi Hakk’a ulaşmak için yetiştirilir. Talkınlarımızla kul Hakk’a ulaşır, ama kul Hak olamaz.

Mahkeme kadısının “Şeyh Efendi Halife Ebu Bekir, Ömer, Osman’ın sıra ile Ali’den üstün olduğunu kabul etmediğin müddetçe Ehl-i Sünnet olamazsın. Ehl-i Sünnet mezhebinden olmayan cennete giremez” sözü üzerine de şöyle der:

  •  Peygamberimiz “Benim ashabım gökteki yıldızlara benzerler, hangisine uyarsanız yönünüze ve yolunuza rehberlik yaparlar buyuruyor. Bu hadis gereğince de ben fakir ve mensuplarımız Hz. A li’ye öncelikle uyuyoruz ve seviyoruz. Yani bizlerin Hz. A li’yi bütün ashabın üstünde sevmemiz Allah’ın emriyledir ve peygamberimizin gerçek hadislerine dayanmaktadır. Ancak ister Ashaptan (Peygambere iman ederek O’nu gören ve Müslüman olarak ölen kimseler) olsun, ister ümmetten olsun, kan döken katilleri biz sevmeyiz.
  • Suçsuz yere topluca ahalinin kanını dökenlere lanet ediyoruz. Hz. Peygamberimizin, Ali’nin evladının Ehl-i Beyt’inin kanını döken Muaviye’ye, Yezit’e lanet ediyoruz. Yezit’in yaptığı o iğrençliği uygun gören, hafife alan veya beğenenlere de lanet ediyoruz.
  • Kişi işlediği günahı tövbe ile af ettiremez. İhlal edilen şeyi yerine getirmedikçe, döktüğünü doldurmadıkça, ağlattığını güldürmedikçe, yıktığını yapmadıkça, zararı ziyanı tazmin etmedikçe tövbeye devam etmekle, işlenmiş günahın af olacağına bizler inanmayız.
  • Biz Müslümanlar dergâhımızda din ve mezhep ayrımı yapmayız. Kişiye memleketine bakılmadan hürmet edilir. Bizler ve dergâhımız mensupları, kişilerin din ve mezhebine bakılmadan, her iyi insanın, her iyi, güzel ahlaklı insanın Allah’ın cennetine gireceğine inanıyoruz.

Mahkeme kadısının “Ehl-i Sünnet din âlimleri zikir halkalarında asla kadın bulundurmaz. Dinimiz iki kadını bir erkeğe denk şahit kabul eder. Mirasta erkeğin yarısı kadar pay alır. Siz nasıl olur da onları meclisinize alır da aynı mekân içinde oturabilirsiniz? Her hareketiniz de katlinizi gerekli kılmaktadır” sözü üzerine de şöyle cevap verir:

  • Bizim dergâhlarımızda, Kuran’da sık sık geçen “Ya iman edenler” hitabını, Allah’ın kadın ile erkeği ayırt etmeyen eşit gören hitabı olarak biliriz. Ayrıca Hacı Bektaş Veli’nin “Erkek aslan, aslan da dişi aslan, aslan değil midir? Kadınlar da sizin bir parçanızdır. Onları cemaatinizde ayırt etmeden şereflice, hürmetlice değer veriniz dediği sözüne inanmış, böyle yaşamış ve kadın erkek eşitliğine alışmışızdır. Biz Müslümanlar karı koca aile ocağında kadını daha önde, ilerde ve muteber görürüz. Kadın boşamayı günah sayarız. Dergâhımızda kadın boşamak suçundan erkekler düşkün olmaktadır. Ben de böyle inanıyorum. Bizler evvelden beri İslam dinini akıl yoluyla uygulamaktayız. Buna böyle inanıyoruz. Bu inancımızın önüne geçmemiz mümkün değildir. Allah kitabında, “aklınızı kullanın buyurur. Kuran’da akıl sahiplerine, akıl edenlere çok pay vardır, Emr-i hitap vardır. Bizler evvelden beri dinde aklı kullanır, akılla fetva veririz. Ehl-i Sünnet bilginleri ise kıyas-ı fıkh ile fetva verirler.
  • Sizler Mecelle’yi (İslam Medeni Hukuk kitabı) dinimizin temeli olan Kuran-ı Kerim’den alınmış kabul edersiniz. Ancak burada Kur’an ayetlerinden alındığı kabul edilen çok sayıdaki kanun maddesi belki de yetmiş defa değişmiştir. Bunu siz de bilirsiniz. Bütün fıkıh âlimleri bilir ki çoğu maddelerin ihtiva ettiği kanuni konular Kur’an-ı Kerim’in hiçbir ayeti ile tıpa tıp uyuşamaz. Çelişir durur.
  • Bizim dinimiz güzel ahlaktır. Kimin ahlakı güzelse dini güzeldir. Kötü kişinin şekil ibadeti ile dini makbul değildir. Burada ahlakın güzelliği ve niyetin güzelliği de hesap edilmelidir.
  • Bizler günah işlememeye daha çok ehemmiyet ederiz. Mensuplarımıza, “Eline, diline, beline sahip ol!” deriz. İşlenmiş bir günah için, kul hakkı için tövbe etmeye, şu kadar sayı ile küçük sure, şu kadar büyük sure okumayla günahın af olacağına güvenmeyiz. Allah dilediğini elbette ki af eder. Dua ve yakarışa teşvik, tensip tavsiye ederiz. Tövbe makbulümüzdür, ama günah işlememek daha makbuldür. Kişi nefsini bilmelidir. Rabbini bilmek için nefsini bilip günah etmemeye gayret göstermelidir.

Yine mahkeme kadısının “Hayrın, şerrin Allah’tan geldiğine niçin inanmıyorsun? Bu sapıklık değil mi?” diye çıkışması üzerine de şu cevabı verir:

  • Allah hayrı yaratır, çünkü insanın yaratılışı bir hayırdır. Görmemiz, duymamız söylememiz, yememiz, içmemiz, gözümüz, kulağımız hayırdır. Elimiz, ayağımız hayır için yaratılmıştır. Kişi ise bunlarla yaptığı kötülükten mesuldür. Allah’ın adı ve sıfatları için de acıyan bağışlayan esirgeyen seven af eden nimet veren olduğu halde şer veren şeyler, kötü, kötülük, şer adı yoktur.
  • Kötü olayın faili fiildir. Suçlu o fiili işleyendir. Suçlu mahkemeye geldiğinde kadı cezayı suçluya verir. Allah’tan geldi, şeytandan geldi diye başka fail aranmaz.
  • İnsan hayra da şerre de bizzat kendisi vesiledir. Hayrı da kendi yaratır, şerri de kendi yaratır. Hayırlı iş yapanlar Allahtan mükâfatını verir, bu hayırdan faydalanan kullardan da dua alır. Şerri işleyen Allah’tan günahın cezasını alır. Kullarından beddua ve hapislik cezası alır.
  • Kişi kazayı da kendi yaratır. Mesul kendisi tutulur. Biz Müslümanlar kadere inanmayız. Eskiden beri kaderci değiliz. Bizler her işimizde Allah adını anarak, Allah adına hayır işleri yaparız. Şer iş ise Allah adına Allah namı hesabına yapılmaz.
  • Ben idam edilirsem, Anadolu’dan bin tane Hamdullah doğar, onların da hiç biri bu isteklerinizi kabul etmez. Kadılar da, Halife olan padişah da insandır. Günah işlerlerse cezalarını da çekeceklerdir. Biz, Müslümanların Müslüman kalması için Kelime-i Tevhid’i, Peygambere şahadeti yeterli görürüz. Hükümdarı sevmekle dinin ilgisinin alakasının olmayacağı kanaati bizlere yerleşmiştir. Adil veya zalim pek çok hükümdar yaşamıştır, daha da yaşayacaktır. Din, hükümdar sevme dini değildir. Güzel ahlak dinidir.
  • Hz. Ali’nin buyruğu, kendi ağzından çıktığına inandığımız sözü bana gereken kuvveti veriyor. Hz. A li “Mazlumun zalimden öç alacağı gün, zalimin mazluma zulmettiği günden daha çetin olacaktır” buyuruyor.

 

Hepinize saygılar sunuyorum.

 

                                                             -  Makaleler  -