Âşık Remzâni

 

 

 

İmam Cafer Sadık ve Bilim

 

İsmail KAYGUSUZ

Temmuz - Ağustos  2015

 

Altıncı İmam Cafer Sadık (699/702-765) aynı zamanda değerli bir bilim adamıydı. Modern kimyanın babası olarak tanınan Cabir İbn Hayyan, (721-815), çalışmalarını, hocası Cafer Sadık’ın Medine’de kurduğu bir laboratuvarda yapmıştır.

 

Cafer Sadık’ın sıfatlarından biri olan “Kaşif-ül hakaik” gerçekleri keşfeden adam; bir başkası olan, “Muhakik” de gerçeği araştıran anlamına gelir. Cafer Sadık’a bu sıfatların verilmesinin nedeni, onun birçok bilimsel kuramı ortaya koymasıydı.

 

Eski Yunan bilimi, İmam Cafer Sadık zamanında Arapçaya çevrilmeye başladığı zaman (750 ile 900 yılları arasında), Arap astrologları altı gezegen teorisini kabul ettiler. Böylece, Venüs (Zühre), Merkür (Utârid) ve Ay (Kamer) olmak üzere üç gezegene “aşağı gezegenler”; Satürn (Zühal), Jüpiter (Muşteri) ve Mars’a (Merih) “yukarı gezegenler”deniliyordu. Göksel cisimleri gözleme araçları çok sonra daha icadedildiği halde, yedinci gezegen diye bilinen Plüton (Eflâtun) gezegeninin varlığını ilk kez haber verme onuru Cafer Sadık’a aittir.

 

Cafer Sadık tarafından yapılmış astronomiye ilişkin bir başka bulgu daha vardır: Cafer Sadık, Suriyeli bir astrologa sormuş: “Sûkune’nin ışığı Zühre’ninkinden ne kadar azdır?” Astrolog yanıt yerine, “Tanrıya yemin ederim ki, şimdiye kadar o gezegenin adını bile duymadım”demiş. Bu geneksel bilgi, o zaman bilinmeyen bir başka gezegenin varlığına işaret ediyor. Bu gezegen, 1781 yılında İngiliz astronom William Herschel tarafından teleskop yardımıyla keşfedilen ve Uranüs adı verilen gezegendir. Arapça’da Sûkune sözcüğü, “sakinlik, hareketsizlik, dinlenme hali” anlamlarına gelen sûkun mastarından çekilir. Güneşin çevresinde dönüşünü tamamladığı yörünge içinde sakin ve yavaş, belli belirsiz görünen Uranüs için o denli uyumlu bir isim ki! Ayrıca Uranus “donuk ya da sönük gezegen” adıyla da çağrılmaktadır.

 

Dürbün ve Teleskobun Habercisi

 

Cafer Sadık’ın, tartışma ve konuşmalarında başka önemli bilimsel teoriler açıklamış olduğu bildirilmektedir. Örneğin, bir konuşmasında şunları söylemiştir:

 

“Bir nesneden çıkan görüş ışık ışınları gözlerimize girer. Sadece bir kısmı gözlerimizin içinde yansıyan ışınlar, bizden uzakta bulunan bir nesneyi çok kolay algılama yeteneğimizin yokolmasına neden olurlar. En uzaktaki bir nesnenin ışık ışınlarını gözlerimizin içine sokabilecek bir aracın icadı sağlanırsa, uzakta bulunan o nesnenin ışınları tamamıyla gözlerimizin içine girebilir ve biz onu yakından görebiliriz. O zaman çölde 2700 metre (3.000 yarda, 0,2 fersah) uzakta otlayan develer, 54 metrelik uzaklıkta görülecektir. Bu demektir ki, o develer 50 kere daha yakından görülmüş olacak.”

 

Bu, Öklid (İÖ. 330-226) ve Batlamyus (İS. 90-168) tarafından ortaya atılan ve gözlerden nesne üzerine yayıldığı varsayılan “görme ışınları” teorisinin belki ilk tashihi, ilk düzeltimidir. Cafer Sadık’ın bu kuramı, çok daha sonra Fatımi döneminin ünlü bilgini İbn-i Haysem (965-1039) tarafından yapılmış birçok deneylerden sonra kabul edilmiştir.

 

İbn-i Haysem’in göz ve görme (optik) bilimine ilişkin yazdığı ve çok beğenilen “Kitabül Manazır” risalesi, 1270 yılında Latinceye çevrildi. Çok daha sonra 1572’de bu kitap Frederick Risner tarafından Basel’de basılmıştır. İbn-i Haysem’a göre,

 

“Görmeyi sağlayan, gözlerden çıkan ışık ışını değildir. O göz üzerine ışık yayan nesneyi tanıma-algılanış biçiminden daha çok uzaklaştırır ve onun saydamlaşan varlığıyla değişikliğe uğrar ya da yer değiştirir.”

 

İbn-i Haysem’i biraz açarak, Cafer Sadık’ın bazı bilimsel kuramlar üzerinde verdiği öncül haberlerin önemini daha iyi kavrayalım. İbn-i Haysem, ay-güneş tutulmaları, gök kuşağı ve gölgeler gibi türlü fiziksel olgu teorileriyle ilgilenmiş, ama ışığın fiziksel karakteri üzerinde özellikle yoğunlaşmıştır.

 

Gözün çeşitli kısımlarını doğru olarak tanımlayan ve görme sürecinin bilimsel açıklamasını yapan ilk kişi odur. Hatta o dürbün-teleskop görüşünü ya da görüş tekniğini bile açıklamayı denedi ve güneşin ve ayın ufka yakın oldukları zaman ölçüsünde büyüme-artış görünmesinin doğru bir açıklamasını da veren odur.

 

Kendisi, Cafer Sadık’ın düşüncelerinden etkilenerek Batlamyus ve Öklid’in, nesnelerin gözlerden çıkan ışık ışınları aracılığıyla göründüğü biçiminde özetlenen görme teorisine karşı çıktı. Ona göre ışık ışınları gözden değil, nesneden çıkıp yayılıyordu.

 

Göz ve görme üzerindeki bu çok geniş çalışmaları sayesinde o, modern optik biliminin babası olarak düşünülmektedir. Onun Latinceye çevrilmiş ana yapıtı Kitab-ül Manazır, Batı bilimi üzerinde çok büyük bir etki yaptı. Bu yapıt deneysel yöntemlerde büyük gelişmeye neden oldu.

 

Onun yapıtında insan, fiziksel olguların sistematik gözlemi ve bilimsel bir teori içinde birbiriyle bağlantılarını kapsayan bilimsel yöntemi, Müslümanlar tarafından uygulanmış ve ilerletilmiş gelişimini içinde görebilir.

 

Tahminden farklı olarak bilimsel yöntem, bilim içine çok büyük bir hamleydi. Cafer Sadık, bilimsel çalışmaları, gözlem, önermehipotez ve doğrulama-ispatlama arasındaki sistemli ilişkiyi kapsayan sağlam bir temel üzerinde yerleştirdi.

 

İlk Arap kimyacısı ve üç kimya yapıtı yazdığı bilinen Halit b. Yezid’den sonra Cafer Sadık’ın adı ikinci Arap kimyacı olarak geçmektedir.

 

İmam Cafer Sadık’ın kimya disiplini üzerinde altı yapıtı olduğu bilinir. Bunlardan Risala fi’l-Kimiyya günümüze ulaşmıştır. İmam’ın kimya bilimine en büyük hizmetlerinden, “kimyanın babası” Cabir İbn Hayyan gibi bir bilgini yetiştirmiş olmasıdır.

 

İmam Cafer Sadık’ın Arapçadan başka dilleri, en azından Farsçayı çok iyi bildiğini düşünüyoruz. Onun yukarıda belirttiğimiz bilimsel söylemleri, Cabir İbn Hayyan gibi bir bilimciyi yetişmesi ve derin din-inanç felsefesi yetkinliğiyle yaptığı bâtıni Kur’an ve Hadis yorumları, onun eski Mısır-Yunan bilim ve felsefesini, İslam öncesi Ortadoğu ve Doğu dinsel inançlarını Farsça aracılığıyla tanıyıp incelediğini göstermektedir.

 

Unutmayalım ki büyük-büyükannesi, yani dedesi Zeynelabidin’in annesi, İmam Hüseyin’in eşi, Şehriban, son Sasani kralı Mazda/ Zerdüşt inançlı III. Yazdegert’in kızıydı. Ayrıca babasının ve kendisinin öğretmenlerinden olan Abul Hattab, baba-oğul El-Kaddah’lar Fars kökenli bilgin azadlılardı; Yeni-Manicilik inancından, Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da yaygın olan heterodoks Hristiyan Pavlikyanlar arasından geliyorlardı.

 

Bunların dışında El Kolayni’nin (ö. 940/41), Ebu Basir aracılığıyla İmam Cafer Sadık’ın oğlu Musa Kâzım’a, “Her dili (ya da birçok dili) konuşmak İmamları halktan ayıran özelliklerden biridir” dediği rivayet edilir.

 

Bunu söyleyen, İmam Musa Kâzım’ın kendisi de çok iyi Farsça konuştuğunu Ebu Basir’e göstermiştir.1

 

Not:

 

1. Usul-ü Kafi, Cilt I, Çev. Vahdettin İnce, İstanbul, 2002, s. 402, paragh. 7-746.

 

                                                          -  Makaleler  -