Türkiye’de
Aleviysen, Her Ay Muharrem, Her Gün Aşure, Her Yer Kerbelâ!
Ahmet
KOÇAK
Kerbela
Olayı ve Muharrem Orucu, diğer bir deyimle Aşure Orucu üzerine yanlı yansız, Doğu’dan
Batı’ya birçok araştırmacı tarafından yüzlerce görüş ortaya sürülmüş ve yorumlar
yazılmış, söylenmiştir.
Muharrem
ayına denk gelen dergimizin bu sayısında ağırlıklı olarak “Kerbela Olayı”
üzerine yer verdik. Konu hakkında tarihsel ve kültürel bilgileri olabildiğince
aktarmaya çalıştık.
Neden
Yas-û Matem
Kerbela
Olayı günümüzden 1333 yıl önce yaşanmış, Hz. Hüseyin’in Yezit’e, Emevi
saltanatına karşı başkaldırmasıdır. Bu başkaldırı, Hz. Hüseyin’in ve
ailesinin katledilmesiyle sonuçlanmıştır. Kerbela denilen bu yerde yaşanan bu
trajedinin adı “Kerbela Olayı” olarak anılır.
Kerbela
Olayı, unutulmaz derin izler bırakmış bir dramdır aynı zamanda. Hz. Hüseyin ve
ailesi, henüz bebek denilecek yaşta olan çocuklar günlerce susuz bırakılmış, su
almak için Fırat nehrine gidenler oklanarak katledilmişlerdir.
Kerbela
Olayı, Yezid’e biat etmeyen, onun haksızlıklarını onaylamayan Hz. Hüseyin’in
dramatik hikâyesidir.
Bu
vahşet Muharrem ayında yaşandığı için Hüseyin’i ve Ehl-i Beyt-i sevenler her
yıl Muharrem ayında yas tutarlar.
Alevilik
İçin Direnme, Biat Etmemenin Anlamı
Hz.
Hüseyin’in Kerbela da Yezit’e karşı göstermiş olduğu direngenlik, Aleviliğin
biat etmeme kültüründe önemli bir yer edinmiştir. Sonraki dönemlerde siyasetini
belirlemesinde etkili olmuştur.
Alevi-Bektaşi
toplumunun ve bu topluma inanç ve felsefe olarak yakın olan halk inançlarını
temsil edenlerin Anadolu’daki tarihsel sürecine baktığımızda bunu çok net
görmekteyiz. Selçuklu ve Osmanlı döneminde Baba İlyas, Şeyh Bedrettin, Oğlan Şeyh
Maşuki, Kalender Çelebi, Pir Sultan, Hamdullah Çelebi gibi canlar mazlumun
hakkını savunmuş, muktedirlere biat etmemişlerdir.
Her
Ay Muharrem, Her Gün Aşure, Her Yer Kerbelâ!
Bu
durum Alevi-Bektaşi toplumunun büyük umut beslediği Cumhuriyet döneminde de
aynı şekilde olmuştur.
Daha
Cumhuriyet kurulurken Koçgiri katliamı yapılmış, 1937 yılında Dersim katliamı
ve devamında Çorum, Maraş, Sivas, Gazi, Ümraniye ve bu yılın son birkaç ayında
ise Taksim Gezi Parkı olayları çerçevesinde hak arayan Alevi gençleri
katledilmiştir.
Egemenlerin
bitmez tükenmez mal-mülk edinme hırsları yüzünden can kıyımları Kerbelâ’dan
günümüze hiç kesilmeden devam etmiştir. Günümüzde de bulunduğumuz coğrafyada
yaşanan emperyalist yeniden paylaşım boğuşmaları ve kirli savaşlarla her gün
onlarca cana kıyılmaktadır.
Bu
nedenle yaşadığımız bu topraklarda ve bu coğrafyada Aleviysen eğer her ay Muharrem,
her gün Aşure, her yer Kerbelâ’dır!
Kerbela
Öncesinde Muharrem Orucu
Son
yıllarda iktidarla barışık ve iktidardan beklenti içerisinde olan bazı Alevi-Bektaşiler
kasıtlı olarak Muharrem Orucu ve Kerbelâ Olayını birbirinden ayırmaya, yaşanmış
bu insanlık ayıbının içini boşaltmaya çalışıyorlar. Muharrem Orucunu, Nuh
Tufanı söylencesine ve bazı diğer söylencelere bağlayarak Kerbelâ Olayından
önce de var olduğunu öne sürüyorlar. Böylece bu sorunu kültürel bir olguya
indirgemeye çalışıyorlar.
Alevi-Bektaşiler
için Muharrem Orucu, Kerbelâ Olayı ile etle tırnak gibi kaynaşmıştır.
Birbirinde ayırmak imkânsızdır! Alevi-Bektaşi toplumu, Muharrem ayı
başladığında Kerbelâ Katliamının yasını oruçla tutacağını bilir.
Şatafatlı
Muktedir İftarları
Muharrem
orucu başladığı günden bitimine kadar Alevi-Bektaşiler on iki gün boyunca dünyevi
tüm zevk ve eğlenceden uzak dururlar. Düğün, sünnet gibi eğlenceleri bu dönemde
yapmazlar. Bu dönemde hiçbir canlının canına kıymazlar. Lokmalarına et ve soğan
koymazlar.
Oruç
açımı saati geldiğinde tüm canlar önce zahiri temizlik yaparlar, el ve
yüzlerini yıkarlar. Sonra küçükten büyüğe niyazlaşma
olur. Tüm aile sofraya oturduktan sonra, aile büyüğünün gülbank okumasından
sonra oruç açılır, lokmalar yenilir.
Son
birkaç yıl olduğu gibi bu yıl da iktidar ve “iktidara yakın” Alevi kuruluşları
şatafatlı “iftarlar” düzenledi. Bu yıl devletin en üst kurumu olan
Cumhurbaşkanlığı düzeyine “iftar” daveti yapıldı. Alevilerin çoğunluğu,
düzenlenen bu “iftarları” içerik ve kültürel anlamda dün olduğu gibi bugünde
kabullenmedi. İçerik anlamda, iktidarın Alevi politikasını samimi bulmadıkları
için kabullenmediler. Kültürel anlamda ise kendi geleneklerinde “iftar” diye
bir kavramın olmadığı için kabullenmediler. “İftar” kavramının, Sünni geleneğe
ait olduğu, bu yolla asimilasyon, Sünnileştirme oyununa alet olmak
istemedikleri için kabullenmediler. “İftar” sözü yerine “oruç açmayı” daha
uygun bulduklarını dile getirdiler.
- Makaleler -
|