Âşık Remzâni

 

 

 

Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı Arsa ve Kültür Merkezi Tanıtım Etkinliğinde Postnişin Veliyettin Hürrem Ulusoy’un Yaptığı Açış Konuşması

 

Hacı Bektaş Veli’ye Yakışır Bir Dergâh Kaçınılmazdır

 

Veliyettin Hürrem ULUSOY

Haziran  2016

 

Dostlar merhaba, bizim dilde Gerçeğe Hü” diyerek, söze başlamak istiyorum. Yol dili ile “Gerçeğe Hü!

 

Dostlar, burada bu gerçekten büyük özveri ile bir araya gelmemizden sonsuz mutluluk duymaktayım. Bu geceyi gerçekleştiren, emeği geçenlere teşekkür etmek istemiyorum. Hayır, bu hepimizin görevi; yol hepimizin yolu, hepimiz bu görevi üstlenmek zorundayız, ama izin verirseniz bizim dilden bir gülbank ile onların yanında olduğumu göstermek istiyorum. Geceyi gerçekleştiren, emeği geçen, sözü ile özü ile burada olan dostlarıma;

 

Destur-û pir, Bism-i Şah, Allah Allah!

Hizmetler kabul, muratlar hâsıl ola!

Hak-Muhammed-Ali kabul ede!

İmam Hasan, Şah Hüseyin, Hünkâr

Hacı Bektaş Veli defterine kayıt ola!

Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz

Hünkârımız Hacı Bektaş Veli,

Dil bizden, nefes Hünkâr’dan ola!

Eyvallah!

 

Dostlar, nasıl geldik bugüne? Çok kısa olarak 19. asrın ilk çeyreğinden bugüne kadar, küçük küçük kesitler sunmak istiyorum. Yıl 1826, Osmanlı İmparatorluğu, başta Sultan II. Mahmut. O zaman biliyoruz, bizim dışımızdakilerin diliyle “Vak’a-ı Hayriye” (Hayırlı olay); bizim dilimizde de Vak’a-ı Şerriye” (Kötü olay) diye adlandırılan Yeniçeriliğin kaldırılması var.

 

Bildiğiniz gibi Yeniçeriler, manevi olarak Hacı Bektaş Dergâhına bağlılar, ama Hacı Bektaş Dergâhının onların üstünde bir yaptırımı, etkisi yok. Sultan II. Mahmut 1826 yılında, Yeniçeri kışlalarını topa tutup, Yeniçerileri kaldırdı. Hem İstanbul’daki hem Anadolu’daki Alevi-Bektaşi dergâhlarının başındakileri öldürüldü, idam edildi veya sürgüne gönderildi.

 

Hacı Bektaş Dergâhı da bundan nasibini aldı. O zaman Hacı Bektaş Dergâhı Postnişini olan Hamdullah Çelebi, Kırşehir’de şeriat mahkemesinde on gün kadar idamla yargılandı. Padişahın ablalarından birisi, Hamdullah Çelebi idam edilirse, büyük isyan çıkar.” diye telkinde bulununca padişah korktu. Kırşehir’deki mahkemeye özel bir ulakla ferman, yani padişah emri gönderdi ve Hamdullah Çelebi Amasya’ya sürgün edildi. Hamdullah Çelebi’nin bir daha Hacıbektaş’a dönmesine izin verilmedi. Mezarı ordadır. Amasyalı dostlarımız, oraya gidenlerimiz de bilir. Ayrıca Hacı Bektaş Dergâhına Nakşibendi şeyhleri atandı. Hacıbektaş’a gidenler bilir; girişteki o cami, Nakşibendi şeyhleri tarafından yapıldı. Bizimle bir alakası yoktur. Tarihimizdeki önemli olaylardan birisi budur.

 

İkinci önemli olay, Cumhuriyet döneminin başlangıcındadır. Hacı Bektaş Dergâhı Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Paşa’nın yanında oldu. Sivas Kongresi resmi tarihin bahsettiği gibi değildi. Gerçekte çok da parlak geçmedi. Neredeyse Mustafa Kemal Paşa’yı öldüreceklerdi. Sivas Kongresi’nden sonra, Mustafa Kemal Paşa moral bozukluğu içerisinde Hacıbektaş’a geldi. Cemalettin dedemle, yani Cemalettin Çelebi ile görüştü. Ve bir gece Hacıbektaş’ta kaldı.

 

Çok kısa kesiyorum, dinlemek zor bu kalabalıkta. İlk cumhuriyet sözcüğü orada telaffuz edildi. O kısmı kısaca anlatayım size: Yemekler yendikten sonra, herkes istirahate çekildi. Cemalettin dedemle Mustafa Kemal Paşa, kapıya nöbetçi koyarak sabaha kadar konuştular. Aile olarak ne konuştuklarını sonradan, kısmen öğrenebildik.

 

Asıl önemli olan sabah aydınlığındaydı. Sabah vedalaşırken, Cemalettin Çelebi; Paşam” dedi. “İlerde başarılı olacağınıza inancımız sonsuz, ancak Cumhuriyeti düşünüyor musunuz?” Şimdi bu soru çok basit geliyor bize, ama padişahlık halen ayakta. Atatürk çok duygulandı, o zaman Mustafa Kemal Paşa, Atatürk değil, çok duygulandı. Cemalettin Çelebi’nin elini, elinin içine aldı ve çakmak çakmak gözlerle, “Evet, evet, Çelebi hazretleri, ancak şimdilik aramızda kalmak kaydıyla.” dedi.

 

Yani Cumhuriyet sözcüğü, ilk bizim evimizde telaffuz edildi. Bunu da sonradan öğrendik: Ardından Mustafa Kemal Paşa, Hacıbektaş’tan Ankara’ya Cemalettin Çelebi’nin adamlarının koruması altında gitti.

 

Bu, Gazi Üniversitesindeki Araştırma Merkezi ilk müdürü, Prof. Dr. Alemdar Yalçın’ın bir tespitidir. Biz bunu aile olarak bilmiyorduk. Maddi ve manevi yönden her türlü desteği verdi. Daha sonra, Meclis İkinci Başkanı olarak Cemalettin Çelebi’yi görüyoruz, ama hastalığından dolayı bir gün bile meclise gitmemiş.

 

Ne yazık ki Cumhuriyet’in ilanından bir kaç ay önce Hakk’a yürümüş. Ondan sonra da benim adaşım olan küçük kardeşi Veliyettin Çelebi ile Mustafa Kemal Paşa’nın ilişkileri devam etmiş.

 

Dostlar, Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumu olarak biz tüm varlığımızla Cumhuriyetin yanında olduk ama buradaki “ama çok üzücü!

 

Ne yazık ki ahde vefa olmadı. İstediğimizi alamadık ve ne yazık ki bugün müze olarak hizmette olan dergâhımız da uzun süre kapalı kaldı. Ve sonra, bu tarihi de geçtikten sonra bugüne gelmişiz. 1950 yıllarında Alevi-Bektaşi toplumu kırsal bölgede kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerde yaşadı. 1950’den sonraki yıllarda traktörün gelmesi ile birlikte kırsal bölgede geçim de zorlaştı, göç başladı.

 

Bu göçün Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumundaki etkisine, “büyük patlama”, “sosyal patlama” diyorum ben. Şehirlere göçtük, Avrupalara gittik. Maddi yönden çok farklı yerlere geldik ama manevi yönden kaybımız çok fazlaydı. Dedeler talibini, talipler dedesini kaybetti. Komşu inançların etkisinde kaldık.

 

Bacılarımızı gücendirdik, onları geri ittik, onları küstürdük. Bugün ben vakfı kurarken, mütevelli heyeti yüzde elli, yüzde elli olsun diye hesap yaparken ne yazık ki bunu başaramadım.

 

Bunun yanında, köy hayatımızda sosyal yönden eşittik, ama şehre göçtüğümüzde, yolumuzu uygulayamaz hale geldik. Şu anda bocalıyoruz. Cemlerimiz, cem olmaktan çıktı. Kendi ailemizi bile zor görüyoruz. Aile fertleri bile birbirleriyle görüşemiyorlar.

 

Musahiplik kavramı, yani Aleviliği bugüne getiren müessese olan musahiplik, bugün artık “adı var-kendi yok” durumuna düştü. Yolumuzu uygulayamaz hale geldik.

 

İşte bu şartlar altında, demin Ahmet [Koçak] kardeşimizin çok önemli mesajlar veren konuşmasında anlattığı gibi, 2010’dan 2012’ye kadar üç sene içerisinde çok büyük bir çalışma içerisine girdik. Hem Türkiye içinde hem Türkiye dışında kırkın üzerinde toplantı yaptık.

 

Bu toplantılar sonucunda 2011’in Eylül ayında hem Avrupa’dan hem Türkiye’den sivil toplum örgüt yöneticilerini, dedelerimizi, bacılarımızı, analarımızı, zâkirlerimizi Hacıbektaş’a davet ettik. Orada büyük bir toplantı yaptık. O toplantıda herkes düşüncesini dile getirdi.

 

Burada parantez içerisinde şunu da belirtmek zorundayım: Bir kısım dostlarımız, Hacı Bektaş Dergâhı, öbür ocakları zapt-u rapt altına almak istiyor şeklinde dedikodu çıkardılar. Kesinlikle böyle bir şey yok! Biz, el ele verelim, birliği temin edelim; problemlerimizi hep birlikte çözelim düşüncesiyle yola çıktık. Hala da aynı düşünceyi taşıyoruz. Kapımız herkese açık.

 

Tüm Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun “Dergâh’ta Birlik” düşüncesi altında bir araya gelmesi ve birlik olması yönünde çalışmalarımızı başlattık. Bu düşüncemiz bugün de devam ediyor.

 

Bu toplantının sonunda bir dizi tavsiye kararları alındı. Tavsiye kararlarının içerisinde hem Vakıf kurulması hem de erkânların tekrar ele alınması yer aldı.´Vakfımızı 2012’nin Aralık ayında kurduk ve uzun ve titiz bir çalışma sonucunda aşağı yukarı bir ay önce de erkânlarımızı bastırdık. Bunun yanında Ankara’da büyük bir hizmet binamız var. Burada paneller, cemler, eğitim hizmetleri yapılıyor. Tabii yeterli mi? Değil, ama önümüzdeki günlerde daha da yoğunlaşacak.

 

Demin söylediğim gibi dergâhımız, bugün bir müze durumunda. Eğer bugün dergâhımızı, Hacı Bektaş Veli Külliyesi’ni, Vakfımıza iade ederlerse, benim şahsi düşünceme göre, orası yine bir müze olarak kalmalıdır. O külliye bir tarihsel hatıra olarak kalmalıdır.

 

Ancak bunun yanında Hacıbektaş’a gerçekten yakışır, Hacı Bektaş Veli’ye yakışır bir dergâhın yeniden inşası kaçınılmazdır. Oraya geldiğinizde, orda ibadetlerinizi, kültürel etkinliklerinizi yapabileceğiniz, her türlü toplumsal ihtiyaçlarınızı karşılayacak bir kültür merkezi, bir cemevi yapmak zorundayız.

 

Burada sizlere bir müjde vermek istiyorum: İki gün önce fiyat konusunda anlaştık ve böyle bir külliye kurmak üzere altı dönüme yakın bir arsayı, hem de imar parselli bir arsayı satın almış bulunuyoruz ve sözlerime Feyzullah Çelebi’nin bir dörtlüğü ile veda etmek istiyorum:

 

Kabul et bu canı kurban senindir

Dört kitap içinde Kur’an senindir

Nerde bir cem olsa irfân senindir

Feyziya kelâmı, kaleme gelmez

 

Çok teşekkür ediyorum katkılarınızdan dolayı, eyvallah.

 

                                                          -  Makaleler  -