Âşık Remzâni

 

 

 

10 Ocak, Pazar Günü, İkitelli Cemevinde Yapilan Dedeler Toplantisinda Postnişin Veliyettin Hürrem Ulusoy’un Yaptiği Açiş Konuşmasi

 

Gerçek Dede Ayırmaz

 

Bu günlerde yine dedelere maaş konusu gündemden düşmemektedir. Bu gerçekleşirse hem dedelik müessesesi hem de yolumuz büyük yara alır. “Dedelik” bir hizmet makamıdır. Para kazanma makamı değildir. Dede tarih boyunca hiçbir karşılık beklemeden toplumun öğretmeni, savcısı, hâkimi, yol göstericisi olmuştur.

 

Dede bu hizmetine karşılık “Hakkullah” adı altında bir rıza lokması alır. Bunun bir ölçüsü olmadığı gibi mecburiyeti de yoktur. Dede az veren ile çok vereni ayırmaz, az verene de çok verene de aynı hizmeti yapar. Hakkullah sadece bir araçtır, amaç değildir. Amaç hizmettir, toplumu olgunlaştırmaktır.

 

Dedelere maaş verildiğinde:

  • Dedeler devletin memuru olur, devletin verdiği emirleri uygular. Talibin dedesi olmaz, dede ve talip arasındaki manevi bağ kopar ve içi boşalır.
  • Dede ve maaş kelimelerinin yan yana gelmesi inancımıza ters düşer, inancımızın temeli olan “Kul hakkı” hesabını maaş alan dede ödeyemez.
  • Maaş alan dedenin görgü hizmetini yapan makam bu hizmeti yapamaz, çünkü o dedenin piri artık devlettir.

Sünni inançta da inanç hizmetleri yapan insanlar genelde bunu maaş karşılığı yapmazlar. Bugün bu değişmiştir, ama yakın zamana kadar Sünni köylerde mevsimlik hocalar tutulurdu ve sonbaharda ürün zamanı hocaya herkes imkânı dâhilinde bir rıza lokması verirdi. Cumhuriyet tarihinde ilk Diyanet İşleri Başkanları maaş almamıştır.

 

Bunlara kaynak ise Peygamberin “Bu hizmetlerime karşılık sizden hiçbir karşılık istemiyorum, sadece iki şeye sahip çıkmanızı istiyorum, birisi Kuran diğeri Ehlibeytim” sözüdür. Sünni inanışta da bu söz vardır, ancak Ehl-i Beyt yerine “Sünnetim” sözü geçer.

 

Diğer bir konu ise toplantımızın nedeni olan bilerek veya bilmeyerek içerden yapılan asimilasyona hizmet eden durumlardır. Bu durumlarda geleneğe dayanarak hemen cezalandırmaya yönelmenin doğru olmadığına inanıyorum.

 

Önce, Yol’umuzun esaslarından ayrılmayarak zamanın her türlü (Sosyal, ekonomik, vs.) şartlarının da dikkate alınarak gözden geçirilmesini ve gereken yerlerde uygun olanın konmasını istiyorum. Bunun için uzmanların (Sosyolog, Antropolog, araştırmacı, yazar, dede, vs.) devreye sokulmasını onların görüşü paralelinde uygulama yapılmasının doğru olacağına inanıyorum.

 

Buna örnek; inancımızın bugüne gelmesinde en etken olanların başında gelen “Musahiplik” uygulanamaz hale gelmiştir. Musahipler aynı yerde oturmuyorlar, aralarında ekonomik yönden uçurumlar var, birbirlerine sahip çıkamıyorlar, ama biz halen musahiplerden birisi yol suçu işlerse diğerini de cezalandırıyoruz.

 

Dünyada hiçbir hukuk sisteminde böyle bir ceza yok. Bu cezanın uygulandığı dönemlerde köyde yaşıyorduk, musahip kardeşimizle yirmi dört saat beraberdik, birbirimize sahip çıkıyorduk birisi yanlış bir iş yapmaya yeltenirse öbürü mani olabiliyordu. Bugün bu şartlar yok artık, ama ceza devam ediyor.

 

Hz. Ali’nin dediği gibi; çocuklarımızı zamana göre yetiştireceğiz.

 

Diğer bir konu da ikrar ve görgüler. İkrarsız ve görgüsüz Ben Aleviyim” demekle Alevilik olmaz. Bir Alevi bağlı dedesinin önünde ikrarını verecek ve her yıl görgüden geçecek, üzerindeki kul hakları varsa toplum önünde temizlenip helallik alacak. Görgü cemleri hem görgüye giren canlar için hem de toplumumuz için bir rahatlama ve psikolojik banyodur. Problemlerin bittiği, kardeşliğin ve sevginin başladığı bir olaydır.

 

Dâr’dan İndirme Cemleri de yine aynı amaca hizmet eder. Görgüden sonra başlayıp Hakk’a yürüdüğümüz zamana kadarki sürenin hesabını verme cemidir. Burada yalnız Hakk’a yürüyen canın en yakın İkrar vermiş akrabaları dâr’a kalkarak Hakk’a yürüyene kefil olabilirler.

 

Bu bakımdan tüm taliplerinizin ikrar vermelerini ve her yıl görgüden geçmelerini sağlamak zorundasınız. İkrarsız veya ağır bir suçtan düşkün olan taliplerinize Dâr’dan İndirme Cemi” yapamazsınız.

 

Aşk-ı muhabbetlerimle…

 

 

                                                          -  Makaleler  -