Âşık Remzâni

 

 

 

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

zileli.yardimci@gmail.com

GENİŞ AÇIDAN DADALOĞLU'NA BAKIŞ

Aslımı sorarsan Avşar soyundan

Ayrı düştüm aşiretten boyumdan  

                                         Dadaloğlu

 

Dadaloğlu’nun bağlı bulunduğunu boy Avşar boyu olup  gerek İslâmiyet'ten önce, gerekse İslâmiyet'ten sonra Türk ulusu içinde önemli yere sahiptir. Avşarlar, Orta Asya’da Göktürklerle birlikte yaşarken, Ortaçağ boyunca değişik nedenlerle çeşitli yönlere göçlerle yayılan Oğuz boylarındandır.  Oğuz sözcüğü Kök Türk Yazıtlarında hep  “budun” yani “boy” sözcüğünün  çoğulu olarak “Dokuz Oğuz boyları kendi boylarımdır” biçiminde geçmektedir. Dokuz boy da Türk kökenlidir. Çin kaynaklarının “Türklerin dokuz boyu” ya da “Dokuz boyun Türkleri” biçiminde kullandıkları söylemler bunun kanıtlarındandır.

 

Avşarlar, Oğuz Kağan'ın  Bozoklar denilen üç büyük oğlundan Yıldız Han'ın; Avşar, Beydilli, Karkın ve Çorukluğ adlı dört oğlundan en büyüğü olan Avşar'dan gelmektedir. Avşar sözü Kaşgarlı Mahmut’ta 24 Oğuz boyundan altıncısı olarak işaret edilip  işlerini çabuk yapan anlamına geldiği belirtilir. Avşarlar da diğer Oğuz boyları gibi batıya göç etmiş, konar göçer bir yaşam sürüp Suriye, İran, Afganistan, Azerbaycan ve Güney Anadolu'ya yayılmışlardır.

 

Türklüğün ve İslamlığın bütün gelenek ve göreneklerini Anadolu'da sürdüren Avşarlar Osmanlı sınırlarının korunmasında da önemli görevler üstlenmiştir. Fakat Timur istilası ve Haçlı Seferleri gibi Anadolu'yu kasıp kavuran büyük olayların da etkisi ile yerleşik hayattan hep uzak durmuşlar, ne dertlerini Osmanlı'ya anlatabilmişler, ne de Osmanlı bunları anlamak istemiştir. Avşarlar, 16. yüzyılda, Anadolu'da Kayı boyundan sonra, en fazla yer adına sahip bir boy olarak görülmektedir. Bu boy, Anadolu'nun fetih ve iskânında önemli rol oynamıştır. Avşarlar'ın, Akkoyunlu eylemlerine katılmaları sonucu Anadolu'daki Avşarlar'ın bir bölümü İran'a gitmiş, Safevi devletinin kurulmasından sonra; Suriye, Afganistan, Kuzey Irak ve Güney Anadolu'daki Avşarlardan pek çok oymağın da İran'a göç etmesiyle İran'da söz sahibi bir Avşar varlığı oluşmuştur. Bu Avşarlar'dan Nadir Şah, kazandığı başarılar sonucu İran'da Safevi hakimiyetinin yerine geçmiştir.

        

İslâmiyetin kabulünden sonra, Gazneli Mahmut zamanında Oğuzlara Türkmen adı verilmiştir. Yani Türkmen, Müslüman olan göçebe Oğuzlar’ın ikinci adıdır.  Oğuzlar için Türkmen  adını ilk kez Gazneli tarihçi Gerdizi kullanmıştır.  Avşarlar da bu Türkmen oymaklarından biridir. Avşar, Dede Korkut’ta da geçen ve Oğuzeli diye bilinen  Sir-Derya bölgesinde yaşarken Türk boylarının büyük göçleri ile birlikte Irak, Suriye, Afganistan ve Azerbaycan’ın yanı sıra Horasan yoluyla Anadolu’ya gelmişlerdir. Anadolu’ya gelen Avşarlar iki gruba ayrılmışlardır. Bunlardan birinci grup Selçuklular zamanında başlayarak Anadolu’nun çeşitli yörelerine dağılmış, yerleşik düzene geçip Avşarlıklarını unutan Germiyanoğulları ve Karamanoğulları’dır. İkinci grup Avşarlar ise Recepli Avşarları adı ile bilinen, geleneklerine bağlı Avşarlar olup Anadolu'ya geldiklerinden beri konar göçer yaşamlarını bilinçle sürdüren  ve  1865’ten sonra Derviş ve Ahmet Cevdet Paşaların  Fırka-i İslâhiye hareketiyle iskân edilen (yerleşik düzene geçmeye zorlanan)  Avşarlardır. Dadaloğlu da bu göçebe Avşarların içinden çıkmıştır. Avşarların haksızlık ve adaletsizliğe karşı başkaldırışları, onların her anlamda özgür yaşama arzularından kaynaklanmaktadır. Bu Avşarlar için Cevdet Paşa “Ekser ahalisi Selçukilerden kalma Türklerdir ki, Varsak aşiretinden ayrılmış cemaatlerdir.” demektedir.

 

Bunlar XV. yüzyılda Akkoyunlu devletinin kurucusu Kara Yütük Osman Bey'in halkına ve oğullarına "Sakın oturak yaşayışa geçmeyiniz. Çünkü, beylik ve hakimlik Yörük ve Türkmenlik hayatı geçirmekle olur." sözlerinde işaret edilen göçebe yaşam tarzını yaşam felsefesi saymışlar, mevsimden mevsime yaylak ve kışlaklar arasında sürekli hareket halinde olmuşlardır.

 

16. yüzyılın başlarından beri gelişimini sürdüren âşık edebiyatı 19. yüzyılda mahallileşme cereyanının etkisiyle âşıklar, divan edebiyatı ürünlerine  benzer eserler vermişlerdir.  Bu durum âşıkları halk zevkinden uzaklaşma ve divan şiiri nazım biçimlerini kullanmaya yöneltmiştir.  Bu yüzyılda âşıkların önemli bir bölümünün  Arapça-Farsça sözcük ve söz öbeklerine genişçe yer vermeleri şiir zevkinde önemli bir değişim gösterirken bütün bu olumsuzluklardan etkilenmeyen Dadaloğlu, kendine özgü konumunu korumuştur.           Bünyesinde hem epik karakterli ozan tipini yansıtan hem de Karacaoğlan gibi duygusal yönü ön planda olan âşık tipini yansıtan özelliklere sahip oluşuyla yaşadığı dönemin en önemli âşıkları arasında görülmektedir. O, göçebe âşıklardan olup göçebe âşıkları diğer âşıklardan ayıran bütün özelliklere sahiptir. 

 

Binboğayı dersen dağların beyi

Görüken Soğanlı hani Koç Dağı

Aladağ, Bakırdağ, Bulgar’ın tayı

Erciyes ulunuz pirin var dağlar

 

biçiminde pek çok şiirinde dağlardan söz eden Dadaloğlu, bir dağ çocuğudur. Ömrü dağlarda, yaylalarda geçmiştir. Toros eteklerinde, Aladağ’da, Gâvur Dağlarında, Balkar Dağlarında, Binboğa’larda  dolaşmış, Adana-Kayseri-Sivas-Tokat dolaylarında; Kozan, Pınarbaşı, Kadirli, Erzin ve Payas çevrelerinde yaşamıştır.  Bu yaşantısını:      

 

Çıktım yücesine seyran eyledim

Cebel önü çayır çimen görünür

 

biçiminde  Gâvur Dağları üstündeki konak yerlerinden biri olan Cebel’i  dile getirerek  ve

 

Çifte bedestenli koca Kayseri

Erciyes karşında  yaman görünür

 

deyişinde görüldüğü gibi bir nevi tablolaştırarak sergilemiştir.

 

Dadaloğlu’nun asıl adı ve doğum tarihi de net olarak belli olmamakla birlikte;

 

Büyük beylerden amanlı

Erciyes başın dumanlı

Veli’m der gönlüm gümanlı

Binboğa’dır eşin pirut

 

biçimindeki bir dörtlüğünden  hareketle Cahit Öztelli, Battal Pehlivan, Saim Sakaoğlu  ve Tahir Kutsi Makal âşığın asıl adının Veli olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Biz de bu görüşe katılıyoruz.  Bir şiirinde

 

Kabaktepe asıl yurdum

Nadir Şah’tan gelir soyum

Kocanallı büyük dayım

Avşarlıktan çıktı m’ola

 

biçimindeki bir dörtlükten hareketle de annesinin Nadir Şah soyundan Avşarlar’ın belli başlı dokuz obasından biri olan Kocanallı obasından olduğu yargısına varılmaktadır. Âşık bir babanın oğlu olduğu için okur yazar olduğu üzerine görüşler yaygınlık kazanmış olmakla birlikte düzenli bir eğitim görmediği kanısı hakimdir.

 

Karacaoğlan’ın okur yazarlığı konusunda ne söyleyebiliyorsak, Dadaloğlu için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Dadaloğlu, Avşar oymakları dışına çıkıp başka topluluklara karışmamıştır. O, konup göçer yaşamı sürerken nasıl Avşarlar içinde kaldı ise sürgünlerde de Avşarlardan kopmamış, onlarla birlik olup elinde sazı, dilinde sözü yayladan yaylaya dolaşmış durmuştur.  Böyle bir kişinin düzenli bir eğitim görmesi söz konusu değildir. Kimi kaynaklarda imamlık yaptığı, kâtipliklerde bulunduğu gibi yakıştırmalar tamamen yanlıştır. Konargöçer yaşam süren bir âşığın kâtiplik gibi masa başında bir görev üstlenmesi düşünülemez.

 

Avşar boyunun duygulu, duyduklarını, hissettiklerini büyük bir yetenek ve coşkunlukla duyurmasını bilen Dadaloğlu’nda yiğit bir ruh yaşadığı hissedilir. O, deyişleriyle Koçyiğit ve kahraman bir âşık olduğunu sergiler. Baskıcı bir güç karşısında özgür seçimini korumak için sesini yükseltişine yakınlık duyduğumuz Dadaloğlu, saz çalıp koşmalar, cenk türküleri, destanlar söylediği yıllarda bey konaklarına konuk edilmiş; bu konaklarda halk hikâyeleri anlatmış, çalıp söylemiştir.

 

Gerileme döneminde Osmanlılar, merkezi yönetimlerindeki güçsüzleşme yüzünden Anadolu’nun güney ve güneydoğusunda kaygı verici olaylar yaşanmıştır. Filistin, Suriye ve Adana bölgeleri Mısır’a bırakılmış, Mısır’da beyliğini ilan eden Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim  “Osmanlı ülkesi benimdir.” diye atlanıp, büyük bir ordu ile Anadolu’ya doğru yola çıkıp Çukurova’ya gelerek Kozan Beyi  Çadırcı Mehmet ile yaptığı çatışmada Dadaloğlu, Kozan Beyi’nin yanında bulunup cenk türküleri söylemiştir.

 

Onun şiirlerinde âşık tipinin yanı sıra, epik özelliklerle yüklü kavga şiirlerinde aşiretin ortak duygularının dile geldiği ozan tipinin izleri görülür. 1864’te devlet görevlilerini hiçe sayarak başıboş davranışlar sergileyen Avşar kabilelerinin, özellikle Kozanoğlu’nun ayaklanma başlatması sonucu  Avşarların yerleştirilmesi amacıyla Çukurova bölgesine gönderilen Fırka-i Islahiye  komutanı  Derviş Paşa’nın Kozanoğlu ile yaptığı mücadelelerde de Dadaloğlu’nun Kozanoğlu safında yer alıp yürekli türküler söylediği bilinmektedir.

 

Aşağıdan iskân emri geliyor,

Bezirgânlar koç yiğide gülüyor

Kitabın dediği günler oluyor,

Yoksa gün döndü mü âhir zaman mı?     

 

İskân etmek, bir yere yerleştirip orada sürekli oturmak anlamındadır. Bu mücadeleler sonunda Avşar aşireti reisi Mıstık Paşa esir alınıp İstanbul’a götürülmüş, Dadaloğlu’nun obası da Kayseri’nin Aziziye kasabasına bağlı Sindel (şimdiki Pınarbaşı ilçesine bağlı Kayabaşı)  köyüne yerleştirilmiştir.  Bu yerleşkeden sonra:

 

Bir çıkmaza girdi bugün yolumuz

Geçit vermez sağımızla solumuz

Kalır gayrı bizim burda ölümüz

Mert ağlasın namert olan utansın

 

biçiminde sıkıntılı şiirler söylediği, yerleşik yaşama daha fazla dayanamayıp:

 

Çok yaşayıp mihnet ile ölmeden

Az yaşayıp dem sürmesi yeğ imiş

 

diyerek başını alıp gittiği, kayıplara karıştığı ve  tahmini bir tarihle 1868’de vefat ettiği söylenmektedir.

 

Sanatı

 

Dadaloğlu,  şiirlerinin teması ve söyleyiş özellikleriyle Türk halk şiirinin önde gelen âşıklarından  Karacaoğlan ve Köroğlu’nun edasına yaklaşmaktadır.  Şiirlerinde doğallık ve içtenlik ön plandadır. Çünkü 19. yüzyılın bu büyük âşığı da kendinden iki yüz yıl önce bir büyük şiir ustası Karacaoğlan’ı yetiştiren çevreden gelmiştir. Bu çevre Çukurova’nın dağları, ovaları, yaylaları ve buralardaki yaşam biçimidir.

 

Dadaloğlu’nun şiirleri genellikle sözlü gelenekte dilden dile, bellekten belleğe, telden tele aktarılmış, varlığını korumuştur. Hiçbir şiiri yazılı kaynaktan alınmamış 1928 yılından itibaren hep ağızdan derlenmiştir. Genellikle koşma biçimini kullanmış; varsağı, destan, semai, türkü  gibi  geleneksel halk şiiri türlerinde özgün eserler vermiş, halk hikâyelerinin de önemli anlatım ustaları arasında sayılmıştır. Dadaloğlu halk hikâyesi düzenlememiş, yalnız, bilinen bazı önemli hikâyeleri ustaca anlatmıştır. Bunların başında Hurşit ile Mah Mihri hikâyesi gelir.

 

İlk derslerini babası Âşık Kul Mustafa’dan aldığı ve Âşık Kul Yusuf’tan bazı şeyler öğrendiği söylenmektedir.

 

Avşar elinden sökün eyledim

Şam’da Kul Yusuf’u görmeye geldim

Ziyaret ettim Şam’ı Şerif’i

Ustam divanına durmaya geldim 

 

deyişinden hareketle de Âşık Kul Yusuf’u usta kabul ettiği, saygı ve sevgisinde kusur etmediği görülmektedir. 

 

Dadaloğlu, 19. yüzyıl âşıkları arasında kendi kabilesinden hiç kopmayışı, kendi geleneksel dünya görüşünden ödün vermeyişi, kendi toplumunun yaşam tarzını şiirlerinde yansıtmasıyla ön plana çıkmıştır.  Avşar olduğunu ;

 

Aslımı sorarsan Avşar soyundan

Ayrı düştüm aşiretten boyumdan

Pıdarbaşı’ndan da beş yüz evinen

Çıkıp da cana kıyanlardanım

 

biçimindeki söyleyişleriyle vurgulayan ve Güney Anadolu’nun Toroslar yöresinde yaşadığı bilinen Dadaloğlu’nun  yaşamı hakkında bilgilerin önemli bir bölümü şiirlerden hareketle yapılan tahminlere dayanmaktadır.  Avşar boyu kendi içinde Koca Nallı, Cingözoğlu gibi obalara ayrılır. Bu obalardan biri de Dadalı obasıdır.  Asıl adı Veli olan âşık, obasının adını  mahlas alma geleneğine bağlı olarak mahlasını Dadaloğlu biçiminde kullanmıştır.

 

Dadaloğlu’nu diğer âşıklardan ayıran özellik yalınlık, yabancı sözcük ve söyleyişlerden arınmış, doğal, içten benzetmelerle örülmüş bir söylem ve işlediği konulardır. Göçebe âşıkları diğer âşıklardan ayıran bütün özellikleri Dadaloğlu’nda görmek mümkündür. 

 

Dadaloğlu’nun türkülerinin bozlak olarak söylenişi ve başta “ay dost!”,  “a …… hey!”  girişleriyle söylenmesi de  diğer âşıklardan ayrı tutulmasının işaretlerindendir.

 

Dadaloğlu’nun divan şiirinin mazmunlarına yer vermeyişi ve zaman zaman sert söylemleri onun sanatının ana özelliklerindendir.  

 

Dadaloğlu der ki halim yamandır

Dağ başları yine tozdur dumandır

Hak bilir ya bugün hodri meydandır

Tutmak gerek geçitleri belleri

 

biçimindeki deyişleriyle Avşarların gür sesi olup koçaklamanın en güzellerini söylemiş, kavgasız ve sakin dönemlerde de doğa ve sevi âşığı olarak ;

 

Dadaloğlu’m der ki bahar yaz gelir

Bizim ele ördeğinen kaz gelir

Bugün kıştır, yarın bahar yaz gelir

Yiğit yâr koynunda kışlamak gerek

 

gibi deyişlerle de yürekleri yerinden oynatmıştır.      

 

İşlediği Ana Duygular

 

Anadolu’da başkaldırı geleneğini en iyi şiirleştiren  âşıklardan Dadaloğlu’nun deyişlerinde her âşıkta görebileceğimiz gurbet olgusu son plandadır.  Dadaloğlu’nda gurbet; Gönülden gönüle yol gider derler biçiminde gönülden gönüle uzanan hassas bir bağdır. Onun şiirlerini asıl belirleyen duygular sevi, doğa, hayvanlar  ve kavgadır.

 

Sevi, Karacaoğlan gibi aynı Türkmen oymakları içinde yaşayan, aynı bölgenin  çocuğu olan, aynı havayı teneffüs eden, aynı dağlara çıkan, aynı pınarlardan su içen  Dadaloğlu için sayısı içerik açısından;

 

Âşıklar sazını eline alsa

Güzeller perdesin yüzüne vursa

Bir yiğit sevdiğin sesini duysa

Gölde gövel ördek ötmüş gib’olur

 

ve

 

Yiğit  yar koynunda kışlamak gerek

 

biçimindeki deyişlerine bakılarak; yaşamı, Osmanlı-Avşar çekişmeleri arasında kalmayıp da Karacaoğlan gibi siyasete, yaşam mücadelesine, boy aşiret kavgalarına duyarsız sakin bir ortamda geçse idi herhalde halk şiirinin ikinci bir Karacaoğlan’ı olurdu demek yerinde bir saptama olur kanısındayız.

 

Onun üzerinde ve eserlerinde manevi ustası Karacaoğlan’ın küçümsenemeyecek etkisi görülmektedir. Onun da Karacaoğlan gibi güzelleri kusursuz olup hep gerçekte yaşayan Türkmen kızlarıdır.

 

Gel ha güzel gel ha methin edeyim

Ağzın şeker dudakların bal gibi

 

biçiminde övgüye değerdir. Dadaloğlu’nun şiirlerindeki kızların, gelinlerin anlatılışı da Karacaoğlan’ınki kadar renkli ve çeşitlidir. Onun  güzelleri de sıradan güzeller olmayıp;

 

Sade kaşı ile gözleri değer

Acem ülkesinin tacı tahtına

 

biçiminde  ifade ettiği sadece kaşı ile gözleri bile Acem tahtına değecek kadar değerlidir. İki âşığın deyişlerinde de yer yer görülen benzerlik ikisini de yetiştirip geliştiren çevrenin aynı oluşundan kaynaklanmaktadır.  Dadaloğlu’nun Karacaoğlan edasıyla güzeller için sergilediği bu görüntü Türkmen güzelinin doğal görüntüsüdür.

 

Doğa, Yaşamı  hep doğa ile iç içe geçen  Dadaloğlu’nun doğa sanki ilk sevgilisidir. Yaşadığı ve gördüğü yerleri dile getiren, onların güzelliklerini öven Dadaloğlu şiirlerle bir çeşit Dadaloğlu coğrafyası çizmektedir. Doğa dekoru bütün göçebe âşıklarda olduğu gibi Dadaloğlu’nda da çok güçlüdür. Bütün yaşamı dağlarda, yaylalarda, doğanın kucağında geçen Dadaloğlu’nda da  doğa yararlanılan, ekilip biçilmek için kullanılan bir araçtan öte, güzellikleri ile önem taşır.  O da doğayı Karacaoğlan gibi dış görünüşüyle betimler.  Dadaloğlu’nu çevreleyen bu doğada ilk görülen dağlardır.

 

Karların yağmış da ardıç boyunca

Lâle sümbül gül boynunu eğince   

Yaz baharda aşiretler gelince

Karışır sağmala yozun binboğa

 

diye Binboğa dağlarının görünümünü dizelerine aktarır. Alageyiklerin gezindiği, doruklarında kartalların dönüp dolandığı, kimi zaman tepeleri dumanlı, kimi zaman karlı buzlu kimi zaman da ılgıt ılgıt serin yellerin estiği bu dağlar Avşarların öz yurdu olup  Dadaloğlu’nun esin kaynağıdır. Torosların birbirinden güzel dağları bir bir konu olmuştur Dadaloğlu’nun şiirlerine.   Aladağ için:

 

Dumanlıdır Aladağ’ın alanı

Ortasında sarı çiçek savranı

Yiğitler durağı aslan yatağı

Dilberlerin hep de böyle âlâ mı

 

biçiminde seslenirken, Çiçek dağı için:

 

Elbeyli’den geldim koru yaradan

Sende bir gümanım var Çiçek Dağı

 

dediği, şiirlerinde çok önemli yer tutan Gâvur dağları için de:

 

Kırpık olur Gâvur dağın ormanı

Padişah derdinin olmaz dermanı

 

biçiminde  ses verir. 

 

Dadal’ım sıladan haber

Gözümde dağların tüter

Koç Dağı’nda kekik biter

Burcu burcu koktu m’ola

 

diye dile getirdiği bir dağ özlemi vardır. Ferman padişahın dağlar bizimdir diyen Dadaloğlu doğayla iç içe yaşamış, doğa güzelliklerine özenle önem vermiş, deyişlerinde hiçbir yeri, hiçbir çayı, hiçbir dağı ve yaylayı aynı sözcüklerle anlatmamış, hep yaşadığı ve içinde bulunduğu yöreyi, o yöreye özgü sözcüklerle dile getirmiştir.

 

Dadaloğlu dağlardan sonra yurdun yaylalarına vurgundur. Meşe ve çınar ağaçlarının gölgelediği, güllerin, menekşelerin renklendirdiği, pınarlarında köpüklü suların coştuğu ipek yeşili otlarında kuzuların yayıldığı yaylaları;

 

Bizim yaylamız meşeli

Dibinde güller döşeli

 

biçiminde betimler.  Güzeller yurdu Bozok ve Beylan yaylaları Dadaloğlu’nun at koşturup, gölgesinde serinleyip pınarından soğuk sular içtiği yerlerdir. Üzerinde ördeklerin ötüştüğü göller, dağların arasında kıvrıla kıvrıla  akan çaylar da Dadaloğlu’nun şiirlerinin doğadan gelen önemli güzellikleridir.

 

Hayvan Sevgisi, Dadaloğlu’nun şiirlerinde kuşların ve bazı hayvanların yer aldığını görüyoruz. Yalnız şunu hemen belirtelim ki, şahin ve bülbül dışında pek az kuştan söz etmiştir. Şiirlerinde bazı değişik kuş adları da görülür ”sıganıs” bunlardan biridir. Ceren, kurt, aslan, geyik gibi bazı hayvanların ise yalnızca adları anılır.

 

Onun şiirlerinde çoğunlukla at yer alır. O dönemde atın savaşlarda büyük önemi vardır.  Bu bakımdan at sevgisi, at ile ilgili görüntüler geniş yer tutar.

 

At, göç yollarında en büyük yardımcı olduğu için mi sevilir, savaşlarda vazgeçilmez bir arkadaş olduğu için mi sevilir, yoksa binlerce yıl öteden gelen bir miras olduğu için mi sevilir karar vermek zordur ama Göktürk yazıtlarında Türklerin at üstünde doğup at üstünde öldüğüne dair ifadeler bulunması atın kültürümüzdeki önemini en çarpıcı biçimde vurgulamaktadır.

 

Gelenek ve göreneklerimizin pek çoğunda atın yeri ve önemi özeldir. Şölenler, yarışlar, düğünler at ile ayrı bir anlam kazanmış yüzyılların göçebe çoban kültürü içinde belli geleneklere bağlı yaşamış halkımız atlı kültürün gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

 

Arap ediplerinden Câhiz’in “Türk’ün hayatında geçen günler toplansa; at üstündeki günleri, yer üzerinde oturarak geçirdiği günlerden daha çoktur.” dediği gibi yüzyıllar boyu etinden, sütünden, derisinden, kılından yararlanıp binmede ve yük taşımada kullandığımız at yaşamımıza o denli girmiştir ki,  at da toplumumuzda kadın ve silah gibi namus bilinmiştir.

 

Yiğit atı ile ün kazanır. Manas ve Köroğlu atı ile anılan kahramanlardandır.    

 

Dadaloğlu da atı ile anılır, Atı için  söylediği  pek çok şiiri bulunmaktadır. Bir şiirinde:

 

Yiğidin atı da kulağın diker

Güzel ırgalanır omuzun silker

Kınalı keklik gibi gürleşir kalkar

Güzele gerdan da ata döş gerek    demektedir.

 

Yiğitlik, Kahramanlık ve Kavga, Dadaloğlu’nda mazlumun yanında olma ve zorunlu iskâna tepki ön plandadır.  Dadaloğlu’nun şiirlerinde işlediği konuların başında yiğitlik, kahramanlık ve kavga şiirleri gelir. Kavgadan kaçan yiğit yerilir. Kavga şiirlerinde epik unsurlar ve göçebe Türkmen Yörük yaşantılarının belirgin izleri görülür. Bu kavga şiirleri kişisel çıkarlarına dayalı kavga olmayıp genellikle Çukurova ve Toroslarda  yaşayan  boyların iç çekişmeleri ve Osmanlı ile mücadelelerini konu alan haması şiirleri kapsar.         

Dadaloğlu, Köroğlu gibi  tek başına savaşa girmemiştir. Dadaloğlu’nun kendi nefsi için kavgası yoktur. Aşiret içindeki çekişmeyi beylerin, yiğitlerin kendi ağzından atışmalar, meydan okumalar biçiminde dile getirirken, aşiretin çıkarlarına aykırı ve zora dayalı iskân hareketi karşısında ise;

 

Aşağıdan iskân emri gelince

Sararıp da gül benzimiz solunca

Malım mülküm, Seyfi gözlüm kalınca

Kaypak Osmanlılar size aman mı

 

diyerek sertleşmiştir.  Çünkü  iskân, yurdu ya da toprağı olmayan kimseleri yurtlandırma, yani toprağa bağlı yaşam için onlara yer vermedir.

 

Konar göçer yaşam, göçer âşığın yaşam biçimidir. Osmanlı’nın yaptığı iskân göçerleri yeni bir yaşam biçimine geçirmiş ve Avşarları yoksulluğa götürmüştür.  Üstelik ovalardaki yaygın olarak görülen  dizanteri, sıtma  ve diğer hastalıkların yaşamlarını olumsuz etkileyecekleri endişesini yaşamışlardır. Bu endişenin yanı sıra bu zorunlu iskân uyumsuzlukları, yakınmaları ve özlemleri beraberinde getirmiş, tek ekonomik varlıkları olan hayvanları beslemek için yayla yayla dolaşmak gerekirken zorunlu olarak bir yerde tutulmaları kendilerine ağır, yaşam biçimlerine ters gelmiştir.

 

Osmanlı’nın Avşarlar’ı yerleşik düzene geçirmelerindeki asıl amaç arazilerin işlenmesi ve eşkıya gruplarına karşı set görevi görmelerini sağlamaktır. Doğa koşulları nedeniyle merkezi otoritenin Avşar beylerine aşiretlere herhangi bir yaptırım gücü yoktu. Aşiretler törelere bağlı olarak yönetiliyordu. Bu nedenle Osmanlı’ya da iskâna da karşı gelmişlerdir.  Savaşlar olup Avşarlar bozguna uğrayınca Dadaloğlu;            

 

Derviş Paşa gayrı kına yakınsın

Böbürlensin dört bir yana bakınsın

Emme bizden gece gündüz sakınsın

Öç alırız ilk fırsatı bulanda

 

gibi sert söylemlerde bulunmuş fakat sonunda;

 

Bize haram oldu Çukurovalar

Şahin uçtu ıssız kaldı yuvalar

Türkmen kızı katarlamış mayalar

Bozuldu katarı teli Avşar’ın

 

deyip yakınmış,  gösterilen yerlere yurt tutmak için yerleşilmiştir.

 

Dadaloğlu’m der ki giydik karayı

Koç yiğit olanlar açtı arayı

Cerit Ovası mı sandın burayı

Top top olmuş Seyfilerin kuruyor

 

diye seslenen Dadaloğlu’nun yaşamının kahramanlık bir parçasıdır.

 

Dadaloğlu, aşiretler arası kavgaları doğaya bağlı göçebe bir âşık duyarlılığı ile dile getirmiştir. O, bir meydan âşığıdır. Ona göre savaşta yenmek de vardır yenilmek de. Bu nedenle önemli olan onurunu korumaktır. O döneklerin yanında yer almayıp yiğit ve onurlu kahramanların yanında yer almış ve onlardan kopmamıştır.

 

Türk halk şiirinde savaş sözüedildiğinde hemen akla Köroğlu ve Dadaloğlu gelir.

 

Köroğlu’nun ;

 

Benden selam olsun Bolu Beyi’ne

Benim ile uğraşmaya dev gerek

 

biçimindeki kişisel haykırışı, gürleyişi yanında Dadaloğlu’nun Avşar toplumu için;

 

Hakkımızda devlet etmiş fermanı

Ferman padişahın dağlar bizimdir

 

diyerek sözcülük edişi,  yiğit edalı söyleyişleri dile getirilir.

 

Dadaloğlu’nun şiirlerinde bozulmamış bir Anadolu Türkçesi hakimdir. Çağdaşlarının yararlandığı yabancı sözcük ve deyimlerden  habersizdir. Dadaloğlu’nun şiirlerinde Köroğlu’nun güçlü bileğini, Karacaoğlan’ın aşk dolu yüreğini, Pir Sultan Abdal’ın  hak arar tutumunu bir arada görürüz.

 

Dadaloğlu’nun manevi ustası Karacaoğlan’dır. Karacaoğlan’ın Dadaloğlu üzerindeki etkisi yadsınamaz. Karacaoğlan ve Dadaloğlu’nun deyişlerinde yer yer önemli benzerlikler göze çarpmaktadır. Bu durum aslında ikisinin de aynı çevrede  yetişmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Şiirlerde  geçen bazı  sözcükler ya Avşarların  geçmişiyle,  ya yöre ile ya da yaşam tarzları ile ilgili sözcüklerdir. Örneğin: Kirmani: Avşarların Safevi devletini ele geçiren ve Avşar olan Nadir Şah'a yakınlıklarıyla bilinen, halkının bir bölümünü Avşarlar'ın oluşturduğu Kirman kentinde yapılan ve çok meşhur olan eğri bir kılıç cinsidir. Dadaloğlu'nun annesinin Nadir Şah'ın soyundan olduğuna dair iddialar göz önünde bulundurulursa Avşarların Kirmani denilen eğri kılıç kullanmaları doğaldır.

 

Koçaklama türünde yazıldığı şiirlerde din ve tasavvuf söz konusu değildir. Şiirlerde Avşarlarla ilgili sosyal bir tema hakimdir. Hamasi şiirleri sadece iskân olayı nedeniyle birden bire oluşan bir kızgınlık sonucu söylenmiş  sıradan bir söyleyiş olarak düşünülmemelidir.

 

Bilindiği gibi Avşarlar Asya'nın Siri Derya bölgesinden önce Horasan'a; Selçuklular zamanından itibaren de on bir oymak halinde Anadolu'ya gelmişler, Güney ve Güneydoğu kentlerini yurt edinmeye çalışmışlar, kışın ovada, yazın yaylada konar göçer hayatlarını sürdürmüşlerdir. Bir şiirinde, Kalktı göç eyledi Avşar illeri / Ağır ağır giden eller bizimdir derken on bir boy olan Horasan'dan dalga dalga ama hayvanlarıyla ağır ağır giden kafileler dile getirilmekte, sanki tarihi bir olay anılmakta, güç ve kuvvetleri ima edilmektedir.

 

Dadaloğlu, bu on bir oymağı on bir kişi olarak simgeleyip,  On bir kişi Horasan 'dan çıkanda  biçiminde dile getirmiştir.  Bu on bir oymak: Torun, Koca Naili, Paşa Oğlu, Halil Oğlu, Deliler, İbrahim Bey, Türkmen Aliler, Kara Şehli, Recepli, Cingözoğlu, Kara Hasanlı gibi büyük oymaklardır.

 

Aslında aşiretlerle Osmanlı mücadeleleri 180 yıl gibi uzun bir dönemi kapsar. Bu dönem içinde ilk fermanla, 1690 yılında, Cerit, Beydilli ve Avşar aşiretlerinin bazı beyleri sürgüne gönderilmiştir. Avşarların kabile kavgalarında sürekli olarak galip gelmeleri öbür kabileleri korkutup durumu padişaha şikayet etmelerine yol açmıştır. Şikayet üzerine padişah bunları nasihatle yola getirmek, getiremediği taktirde cezalandırmak yetkisiyle bir miktar askerle birlikte Fırka-i Islâhiye  adıyla Cevdet ve Derviş Paşaları Avşarlara göndermiştir.

 

Cevdet Paşa'nın verdiği rapor sonucu padişah bütün Avşarların Kayseri'nin Pınarbaşı, Tomarza, Sarız, Develi yörelerine, Yozgat ve Sivas'a iskân edilmeleri yönünde ferman göndermiştir. Avşarlar, Çukurova'nın uçsuz bucaksız toprağından, Torosların Binboğa'nın, Uzun Yaylanın çiçekli yamaçlarından soğuk sularından vazgeçmek istememişlerdir.

 

İlkbahar gelip de yaylalar yeşerince Avşarlar Çukurova'dan Toroslar'a doğru hareket etmişler, kendilerine özgü geleneklerini yaşatarak yayla yolunu tutmuşlardır. İşte bu sırada tam göç mevsimi yayımlanan ferman üzerine Dadaloğlu, Ferman padişahın dağlar bizimdir  biçimindeki sembol şiirini  söylemiştir.

 

Dadaloğlu'nun önemli bir özelliği de 18. ve 19. yüzyıllarda pek çok halk şairi divan şiirinin mazmunlarını özenle kullanırken Dadaloğlu'nun hiç kullanmayışı, samimi ve içten söyleyişi yeri gelince de sert mizacını dizelere aktarışıdır.

 

Kalktı göç eyledi Avşar illeri

Ağır ağır giden iller bizimdir

Arap atlar yakın eder ırağı

Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

 

Şiirin birinci dörtlüğünde Dadaloğlu, kendi obasının gücünü ağır ağır giden bir kervan gibi görkemli ve kendinden emin çizgilerle betimlemektedir.

 

Avşar boyları kalkıp göç etmeye başladı. Bu göç sırasında geride ağır ağır bıraktığımız kentlerin tümü bizimdir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın, denmektedir.

 

Burada dikkat çeken husus dünyaca meşhur başka at cinsleri değil de özellikle sürati ve dayanıklılığı ile tanınan Arap atı cinsinden söz edilişidir. Bunun nedeni de, bilindiği gibi Avşar aşiretinin bazı beyleri Suriye'ye sürgün edildiklerinden Arap atlarını daha yakından tanımış olmalarına ve kabilelerini bu atlarla donatmış olmalarına bağlanabilir. Türkler Orta Asya'daki hayatlarından itibaren atla yakın ilişki kurmuş, gerek yetiştirmede, gerek binicilikte büyük ustalık göstermiş, bu atların hep en ünlülerini beslemişlerdir. Çünkü Türk bozkır kültürü büyük ölçüde konar-göçer atlı kültürüdür.

 

Dadaloğlu, kendi aşiretindeki Arap atlarını "yakın eder ırağa" diye ne kadar süratli olduklarını ve bu atlara yol dayanmayacağını belirtmektedir.

 

Bizi uzak yerler gönderebilirler, ancak altımızda uzakları yakın eden Arap atlarımız vardır. Bu atlarımızla süratle geri dönüp eski yerlerimize tekrar kavuşabiliriz denmektedir. Burada, "Yüce dağdan aşan yollar bizimdir" dizesiyle, bizde böylesine atlar varken, kuş uçmaz kervan geçmez ıssız dağ yollarında biz göçerlerden başkası dolaşamazken kimse bu yollarda hak iddia edemez, bu dağlardan geçişimizi, yaylalara çıkışımızı kimse engelleyemez, bu bölgeler bizden sorulur denmek istenmektedir.

 

Dadaloğlu Avşar aşiretinin sesi, bir nevi o toplumun temsilcisi konumunda görünüp, bütün Avşarlar adına biz diye hitap etmekte; cılız, tekil olarak ben kavramından uzak, topluca bir yiğitliğin, çokluğun sesi olarak gözükmektedir.

 

                                                      - Makaleler -