Âşık Remzâni

 

 

 

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

zileli.yardimci@gmail.com

 

GELENEKSEL KÜLTÜRÜMÜZDE SAZ ve ZİLE KIL KOPUZU

 

Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı

Avlasam çöllerde saz ile seni  

                                          (Âşık Veysel)

 

Âşıklar deyiş ve ezgilerini halk şiirinin çeşitli biçimleriyle şekillendirerek yüzyıllar boyunca varlıklarını koruyup günümüze ulaşmasını sağlamışlardır. 

 

Yaşamımızın her aşamasında görülen, Anadolu'nun binlerce yıllık sesi olan saz, halk müziğimizin kök hücresi, âşıklık geleneğinin kültürel hafızası, kültürümüzün parmak izi, özgün motifiyle en önemli kültürel değerlerimiz arasındadır. Türk insanı sevincini, hüznünü, acısını sürekli sazla dillendirmiştir. 'Saz başlar, söz susar' sözü de saza ve âşığa duyulan saygının önemini göstermektedir. "Saz, âşığın sembolüdür. Âşık ve saz o kadar bütünleşmiştir ki, bu sanatçılara 'saz şairi', 'sazlı ozan', 'çöğür şairi' gibi adlandırmalar verilmiştir."(1)  Sazla ilgili Bayram Durbilmez'in ileri sürdüğü:  "Sazın 'tedavi etme', 'iyi ruhları çağırma / kötü ruhları kovma', 'ulularla haberleşme', 'ilhamı kuvvetlendirme','sözü daha etkili kılma', 'doğmaca söylerken âşıklara düşünme imkânı verme', 'şiirin ölçüsünü ve türünü belirleme', 'bade içen âşık adayını rüyadan uyandırma ve dilinin çözülmesini sağlama' gibi işlevleri olduğu tespit edilmektedir. Bu işlevler yanında 'âşıklık simgesi' kabul edilmesi de 'âşığın dert ortağı'  olan sazın kutlu sayılmasını sağlamıştır". ifadeleri gözden kaçırılmaması gereken önemli yargılar içermektedir.(2)

 

Türk sazının tarihine bakıldığında 1500 yıl ötelere gidildiği artık saptanmış durumdadır. Moğol Arkeologlar 2008'de buldukları 1500 yıllık sazı Moğollar'ın Devekopuzu dedikleri çalgı zannetmişlerdir. Ancak üstünde runik yazıyla Türkçe sözler bulunduğunu fark eden Avrasya Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Karjavbay Sartkojauli  Türk halklarının sazı olduğunu ve Mogolistan’da bir mağarada bulunduğunu açıklamıştır. (3)

 

Bu sazın, Türk kültürü ve musiki tarihi açısından en onemli yanı sapında runik Türk yazısının olmasıdır. Bu yazıda “Hoş bir ezginin sesleri insanı mest eder” denilmektedir. Bu da Türklerin en eski devirlerden  beri musikiye verdikleri önemi göstermektedir.

 

Büyük göçler sırasında ozanların elinde Anadolu'ya gelen saz 14. yüzyılda büyük bir evrim geçirmiş, fiziksel özellikleri, tınısı, ses rengi ve çalma tekniği köklü değişime uğramıştır. Kolca kopuzun sapına perde ağlanmasıyla bağlama şekillenmeye başlamıştır.  Tellerin yalnızca sayısı değil, niteliği de değişmiş, at kılı, hayvan bağırsağı ve ipekten üretilen tel yerine metal kullanılmaya, şelpe tekniği olarak bilinen parmakla çalınma yerine tezene ya da mızrapla çalınmaya başlanmıştır.

 

Anadolu'nun her yanında yaygın olarak çalınan bağlama, yörelerin folklorik özelliklerine bağlı kalınarak 'yöre tavrı' içinde sürdürülür. Bu nedenle âşıklarda üslup tavır ve süslemeler, yöreden yöreye farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar ağız farklılıklarının yanı sıra gelenek, görenek, inanç, yaşam tarzı ile de ilintili olup Antep, adıyaman yöresinde Barak, Güney Anadolu’da Bozlak vb tarzların oluşmasına neden olmuştur. Bu özellikleriyle saz, eğlence unsuru olmaktan öte sohbet aleti olarak kullanılmış, âşıklık geleneği içinde sözle verilecek mesajların daha etkileyici oluşunun aracı olmuştur. 

 

Bağlama, taşınabilir olması, oda sazı olması ve âşıkların söylerken, derdini dile getirirken, dertleşirken derdine ortak, yardımcı araç olması açısından önemlidir.  Halk kendi çaldığı bağlamasını yörenin koşullarına göre tel ve perde sayısında oynayarak hem saz, hem ahenk çeşitlemesi yapmış, kendine göre bir düzen tutturmuştur.

 

Bilindiği gibi bağlamada 'akort etmek' sözü yerine âşığın "Şu sazıma bir düzen ver / Teller de muradın alsın" deyişinde vurgulandığı gibi, 'düzen vermek' deyimi daha önemsenir. Adları yöreden yöreye değişen; Kara düzen, Bağlama düzeni, Müstezat düzeni gibi 20'den fazla düzen biçimi ortya çıkmıştır.  Bunlardan yaygın olanları şunlardır:

 

a. Ana Düzen: Bağlama Düzeni de denilen bu düzende bağlama alt teli bir oktav kalın olarak akord edilir. Bu düzenle Hüseynî türküleri çalındığından  Hüseynî düzeni de denir. Yaygın olarak âşıkların kullanmasına bağlı kalınarak âşık düzeni de denmektedir.

 

b. Kara Düzen: Üst tel akordunda yapılan değişiklikle sağlanan düzenlerdendir. Kara düzene saz düzeni de denmektedir.  Kolay olduğu için en çok kullanılan düzendir.

 

c. Karanfil Düzeni: Yalnız üst tel akordunda yapılan değişikliklerle sağlanan düzendir. Çanakkale, İstanbul ve Kayseri yörelerinde Hüzzam Düzeni adı ile bilinir,  Ankara yöresinde ise çok meşhur bir türküye bağlı olarak  Misket Düzeni adı ile ünlenmiştir.

 

ç. Acem Düzeni: Ana düzene göre üst tel akordunu değiştirerek sağlanan düzendir. Eskişehir yöresinde Kervan Düzeni adı ile bilinmektedir.

 

d. Cura Düzeni: Bu düzen de yalnız üst telin akordunun değiştirilmesiyle oluşturulan düzenlerdendir.  Yaygın olarak Konya yöresinde kullanılır. Cura düzeninde orta ve üst tellerle çalınmaz. Yalnız alt tellerde kıvrak havaların çalınmasına uygun  bir düzendir.

 

e. Ruzba Düzeni: Ruzba denilen bağlama çeşidi yalnız Alevi toplumlarına özgü olup Cem törenlerinde kullanıldığından bu düzene Alevi Düzeni de denmektedir. Bu düzende bağlama üstünde iki tel bulunduğundan  çift telli diyenler de bulunmaktadır. Ruzba 12 perdeli bir saz olup tezeneyle değil, parmaklarla pençe vurmak suretiyle çalınmaktadır. Veysel'in  "Pençe vurup sarı teli sızlatma"  deyişi ruzba çalınış düzeninden kaynaklanmaktadır.

 

f. Köroğlu Düzeni: Adını Köroğlu havalarının çalınmasından alan bir düzendir. Orta ve üst teli kullanma zorunluluğu olan çalınması ustalık isteyen zor bir düzendir.

 

g. Müstezat Düzeni:  Bazı yörelerde Rast Düzeni adı ile söylenir. Ana düzenin orta ve üst tel seslerinin birlikte değiştirilmesiyle oluşmuş düzendir.  

 

h. Türkmen Düzeni: Alt tel sabit bırakılarak orta ve üst tellere birer oktavlık kalın teller takılarak oluşturulan düzendir. Bu düzende ince tellere cin teli, kalın tellere de sarı tel ya da sırma tel denmektedir.  Türkmenlerin ve Avşar boylarının kullandığı bir düzendir.

 

ı. Tambura Düzeni: Kara düzenin aynı olup her tel, sırma tel denilen ve normal beyaz telin üzerine sarılmış ince bir tel ile kalınlaştırılmış biçimidir.  Çoğunlukla bağlama büyüklüğündeki orta boy sazlar bu işleme tabi tutularak  tambura düzeni oluşturulur.

 

i. Abdal Düzeni: Orta ve üst telin akordunda yapılan değişikliklerle oluşturulan düzendir. Bu düzene Kırşehir yörelerinde Bozlak Düzeni de denmektedir.  

 

Anadolu'nun farklı bölgelerinde uzun saplı sazlar için kullanılan bazı adların sazın boyuna, telin sayısına, çalındığı düzene, yöreye ve mekâna göre verildiği belirgindir. Örneğin bozuk akorda göre verilen adken, şeştar tel sayısına göre verilen bir addır. Divan ve Meydan sazı ifadeleri ise sazın çalındığı mekâna göre verilmiş adlardandır.

 

Uzun saplı çalgılar, müziğin aslî unsuru olan makam icra etme  düşüncesiyle geliştirilmiştir. Makamın asıl unsuru ezgidir. Sap üzerindeki tel boyunca ezginin icra edilmesi mantığı ile hareket edilmektedir.

 

Sazımın Sözü adlı eserdeki:

 

Âşık dayandırır sözü sohbeti

Elinde sedefli saza danışır

Kemale yetende insan san’atı

Çöllerin ördeği kaza danışır.”(4)

 

biçimindeki söylem  sazın önemini içerdiği gibi;

 

Seyranî'nin:  "Saz çalmayan telin kadrin ne bilsin"(5) dizesi  ve  Ruhsatî'nin:

                  

Ruhsatî zamane tutmaz adamı

Elindeki kemanî saz olmayınca(6)

 

dizeleri sazın önemini dile getiren çarpıcı deyişlerdendir.

 

Türk Halk Edebiyatı sazdan ayrı düşünülemez. Çünkü saz, halk hikâyelerinde, koşmalarda, türkülerde en önemli unsurdur. Türk kültürünün bir parçası olan halk müziğinin günümüze taşınmasında  vazgeçilmez görevler üstlenmiştir. Yüzyıllardır süre gelen saz çalma geleneği Türk Tarihi kadar eskidir.

 

Bilindiği gibi bazı efsaneler, içinde oluştuğu kültürün aynası konumundadır.  Türk kültürünün en önemli unsurlarından sazın oluşumu ile ilgili çeşitli efsaneler mevcuttur. Bu konuda anlatılan bir Kazak efsanesi oldukça ilginçtir. Bu efsaneye göre: Çok eski devirlerde bir avcı bir maral vurur. Avını taşımakta zorlandığı için maralın işkembe ve bağırsaklarını boşaltır. Aradan aylar geçtikten sonra, avcı dağlarda dolaşırken maralı vurduğu yere tekrar gelir. Ağaçlık alanda  vızıltı  gibi sesler işitir.

 

Dikkatle baktığında birkaç ay önce vurduğu maralın bağırsaklarının kuşlar tarafından yenirken, ağaç dallarına gerili bir biçimde takılı kalmış olduğunu, rüzgâr estikçe de  dallara çarpan kuru bağırsak derilerinin farklı ve hoş sesler çıkardığını fark eder.

 

Avcı bağırsakların sanki dile geldiğini hisseder ve daldan bir çift kurumuş bağırsağı alıp eve getirir. Tahtadan yaptığı basit bir alete takar, bağırsaklara parmaklarıyla vurdukça ağaç dallarındaki gibi hoş sesler çıkarır. Bu durum hem avcının hem de dinleyenlerin hoşuna gider. Avcının bu buluşundan esinlenerek oluşturulan alete dombıra ve daha sonra da yeni biçimler verilerek  kopuz gibi adlarla anılan Türk sazlarının ataları oluşturulur. Halen Kazak Türklerinde telleri kurutulmuş bağırsaktan yapılan dombıralar bulunmaktadır. Aynı efsanenin bir başka varyantı kopuzun doğuşu olarak:

 

Efsane halkın müziği hiç bilmediği, hiç ezgi-melodi duymadığı çok eski bir zamanda geçer. Kamber-Kam adlı efsanevi bir avcı vardır. Bir gün ağaçlık bir yerden geçerken garip bir ses işitir. Baktığı zaman ağaçtan ağaca gerilmiş bir bağırsağın rüzgârın tesiri ile titreşip ses çıkardığını görür. Bu gerili olan bağırsak ağacın tepesinde iken yaralanıp düşen bir maymunun bağırsağıdır. Çıkan ses Kambar'ın o kadar çok hoşuna gider ki; bu sesleri verebilecek bir âlet yapmak ister. Birkaç bağırsağı alarak içi oyuk bir ağaç parçasının üzerine gerer, düzenler ve çalmaya başlar. İşte telli sazların ilki sayılan Kopuzun ortaya çıkışı böyledir. Avcı Kambarın yeni çalgısında seslendirdiği ilk küğ (ilk hava-melodi) şimdi Kırgızlar arasında hâlâ çalına gelen Kambar-Kam havasının başlangıcı ve asıl şekli sayılır.(7) biçiminde anlatılmaktadır. Bağlamanınatası kopuzun da telinin bağırsak kurusu ve at kılı olduğu bilinir. Kopuzun doğuşuyla ilgili benzer efsaneler yaygındır. Bunlardan biri de bahattin Ögel'in anlattığı: "İnanışa göre Kambarhan, bir eşek bağırsağını germiş ve bu bağırsağı parmağı ile  çırpmış, bir alet çalıyormuş gibi yapmış, böylece kopuz icad olmuş." biçimindedir.(8) Hepsinde ortak yön, bulunan bir kuru hayvan bağırsağının tel olarak kullanılışıdır.

 

Müzik aletlerinin teşekkülü hakkında oluşturulmuş efsanelerin genelinde Korkut Ata'nın adının ön plana çıktığı bilinmektedir.  Bunlardan biri de şöyle anlatılmaktadır. "Hünerli bir kişi olan Korkut, bir müzik aleti icat edip tabiatın esrarlı hayatını bu müzik aletinin sesine katmak ister. Çam ağacını kesip kurutur, çamdan bir müzik aleti yapmaya çalışırken bir gün düşünde melek yol gösterir. 'Korkut, yapıp durduğun kopuz, altı yaşındaki tek hörgüçlü erkek devenin ilikli kemiği gibidir, Ona benzet, üzerini deri kapla. Tekenin boynuzundan tiyek (sazın telinin altına konup teli tahtadan biraz yüksek tutan eşik)yap. Beş yaşındaki aygırın kuyruğundan kıl bağırsak gerek. Bunları birleştirirsen aletin konuşup durur' diye öğüt verir. Korkuk, gördüğü rüya doğrultusunda kıl kopuz yapıp alemi ezgileriyle hemhüzünlendirmiş  hem de neşelendirmiştir."(9)

 

Dursun Yıldırım'a göre:

 

Ozanların yaratıcılığında, tek veya iki telli kopuzun eşliğinde vücut bulan, yayılan, gelişen, zenginleşen Türk sözlü gelenek şiir sanatı, yüzyıllar boyu temâlarını, formlarını, türlerini tekrarlayarak, yeni unsurlar bünyesine katarak, yeni teknikler ve melodik yapılar oluşturarak, kendi içinde mektepler kurarak, temsilciler yetiştirerek, varyantlar ve versiyonlar yaratarak günümüze kadar ulaşmış ve hâlâ da hayatiyetini sürdürmektedir.”(10)

 

Umay Günay da, nazmın İslâmiyet’ten önce ve sonra, daima ezgili ve müzik aleti eşliğinde olduğunu belirterek, anonim, âşık ve tekke şiirinin her zaman ezgiyle okunduğunu, çok kere de müzik aletinin eşliğinin söz konusu olduğunu belirtmiş ve “Başlangıçta kopuz ve türevleri şiire eşlik ederken, zaman içinde müzik aletleri değişmiş fakat şiir hiçbir zaman müzikten ayrılmamıştır." (11) diyerek  musikinin önemini vurgulamıştır.

 

Türklerin Batıya yürüyüşü ile Anadolu'ya gelen kabileler arasındaki ozanlar Anadolu'da antik sazlardan  lir ve arp gibi telli sazları görünce bunların üzerindeki teli elindeki kopuza takmayı düşünmüş, kopuzun ana yapısını bozmadan elindeki alete tel takmıştır. Anadolu'da dut ağacı çok olduğundan teknesini duttan oyup biraz büyütmüş, tel uzun olduğundan kopuzun sapını da uzatıp yeni bir çalgı aleti oluşturmuştur.  Kopuzunu elle çalmaya alışkın olan ozan elini tele dokundukça telin çıkardığı sese,  titreyişe, sızlayışa bağlı olarak yeni oluşturduğu aletine yansıma sözcük olarak saz demiştir. Bizim görüşümüze göre saz, metal telin kolay ve uzun tınlayış özelliği sonucu doğmuştur. Bağlama ise, âşıkların, şiirlerini okurken çaldıkları küçük saz sapına perde bağlayarak oluşturdukları saz biçimidir.

 

Tel elini kestiği için  sazını sert bir cisimle çalma gereği hasıl olmuş ve kiraz ağacının kabuğunu yontarak oluşturduğu aparata da tezene adını vermiş, zaman içinde saz yapıcıları özünü bozmadan boyuna, saz tellerinin sayısına, teknenin büyük ve küçüklüğüne bağlı olarak çöğür, meydan sazı, bağlama, divan sazı vb. adlarla anılan Türk sazlarını oluşturmuş ve geliştirmişlerdir. 

 

Sazın Anadolu'daki ilk evrim basamağı cura olup ailenin en küçük ve en ince ses veren çalgısıdır. en büyük ve en kalın sese sahip olanı ise meydan sazıdır.

 

Âşıklar deyişlerini bugün saz, eskiden kopuz denilen telli bir çalgı eşliğinde söyleyip sazı hep kendilerinden bir parça gibi görmüşlerdir. Gelenek içinde saz dışında başka bir çalgı ile sanatını sürdüren âşık yoktur. Âşıklık geleneğinin tek çalgısı saz (bağlama) ve sazın türevleri olan kemani gibi telli sazlardır. Âşık havaları dediğimiz  çeşitli tarzlar adlarını çalınan sazdan, okunan şiirden, şiirin biçim ve türünden hatta Kerem gibi âşık adlarından ve hikâye kahramanlarından almıştır.  Kara Düzen, Misket Düzeni, Müstezat, Abdal, Rast Düzeni vb. akort biçimleri de söyleyişi kolaylaştıran unsurlardır. Gerek Anadolu gerek Orta Asya’nın sözlü kültüründe  dînî öğreti metodu olarak hep müzikten yararlanılmıştır. Kazak ve Özbekler'in  müzikle seslendirilen Yesevî hikmetlerini büyük bir saygı ve huşu içinde dinledikleri bilinmektedir.  

 

Halil Atılgan'ın bir yazısında:  Türkülerin bize ulaşmasında kopuzun torunu olan bağlamanın görevini iyi tespit eden Ozan Ali Akbaş;

 

Bağlama dediğin üç tel bir tahta
Ne şaha baş eğmiş ne taca tahta

 

diyerek bağlamanın ne denli pervasız olduğunu, şaha bile baş eğmeden demek istediğini dile getireceğini ifade etmektedir. Gerçektende toplumumuzun hayatında bağlama önemli bir unsurdur. Tabir yerindeyse halk çalgılarımızın da 'İmparatoru' ve baş sazıdır. Türkülerimizin icrasında bütün yükü o çeker. Diğerleri ise renk saz olarak katılırlar. Kaval, kemane, tar, sipsi  gibi halk sazlarımıza renk saz denmesinin sebebi de budur.

 

Değerli müzik adamı, araştırmacı Mahmut R. Gazimihal 'Bağlama geçen asırların bir icadı değil, Türk kültürünün ozanlık geleneği olarak kopuzun devamıdır. Onu aziz kılan nokta da işte budur' diyerek dediklerimizi doğrulamaktadır."(12) Türk Halk Müziği topluluğu denilince öncelikle akla bağlamalar gelmektedir ve yurdun çeşitli bölgelerindeki tavırlı türkülerin bağlamayla icra edildiği görülmektedir.

 

Ethem Ruhi Üngör, 1978′de Ankara’da verdiği ”Türk Musikisinde Çalgılar” adlı konferans metninde Anadolu sazlarını sıralarken kaybolan çalgılar içinde Tokat menşeyli "kılkopuz"dan söz etmektedir. Kopuz sözcüğünün, Anadolu’da kullanımına Savaş Ekinci’nin Kültür Bakanlığınca yayımlanan kitabında da rastlanılmaktadır. "Ramazan Güngör ve Üç telli Kopuzu" adını taşıyan bu kitapta, kopuz teriminin bağlama yerine kullanıldığı görülmektedir.(13) Zile'de Atalar Caddesi'nde oturan ve  tahmini 1960'ta vefat eden Gurap Ali  adı ile bilinen âşığın kılkopuz çaldığı tarafımızca da bilinmektedir.  Halen Zile yöresinde âşık yerine ozan, saz yerine de kopuz sözünün kullanılışına rastlanmaktadır.

 

Araştırmalar 13. yüzyıldan sonra kopuz adının yavaş yavaş kullanılmamaya hatta giderek unutulmaya başladığını göstermektedir. 16. yüzyılın ikinci yarısına ait bir şiirde Nev’i adeta bu durumun başlangıcını ifade etmektedir.  Zaman içinde kopuz yerini saza bırakmıştır.

 

"Götürüp mihr-i felek bezm-i cihandan kopusu
Başladı çalmağa şeştar yine halk-ı alem"

 

deyişi kopuz sözcüğünün bırakılıp bağlama benzeri telli saza geçişin belgesi gibidir.

 

Türk Halk Edebiyatı sazsız düşünülemez. Çünkü halkın hikâyelerinde, koşmalarında, türkülerinde ve yaşayışının her devresinde saz en önemli yeri tutar. Türk kültürünün bir parçası olan halk müziğinin günümüze taşınmasında saz önemli görevler üstlenmiştir. Yüzyıllardır süregelen saz çalma geleneği Türk tarihi kadar eskidir.

 

Dünyada tek başına çalınıp söylenebilen, saatlerce kendini dinlettiren piyano ve gitarla birlikte üç enstrümandan biri olan saz, bir tek klavye üzerinde 35 ayrı akort yapılabilen dünyanın tek çalgısıdır.

 

Âşık için her ne kadar duygu güzelliği ön planda gelse de,  saz  ilhamı kamçılayan bir alet olup âşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir. 

 

Âşıka şayeste türkü çağırmak

Anın da tadı yok saz olmayınca(14)

 

Bir halk ozanıyım elimde sazım

Mevki, saltanatta yok benim gözüm(15)

 

Meydanî'nin detli sazı

Öter çaresiz  çaresiz(16)

 

Herkes almış kemanını sazını

Çalmayan da gamlı, çalan da gamlı(17)

 

Sazım alıp şu dağlara yaslansam

Derdim dile gelir teller içinde(18)

 

Bir köşeye astım sazım

Teller gamlı ben gamlıyım(19)

 

Dünyada hasılı varım Ceyhunî

Elimde bir çubuk bir de saz kaldı(20)

 

Kırılmış perdesi çalmıyor sazım

Sazlar düzen tutmaz teller perişan(21)

 

Şu sazıma bir düzen ver
Teller de muradın alsın
 (Aşık Ali İzzet)

 

biçimindeki deyişler ve  Kul Semaî ile Zileli Nevruz Bacı'nın bir atışmada dile getirdikleri:

 

Nevruz Bacı:  

 

Ey âşık pîrine sıtk ile sarıl

Telli kitap olan sazın var mıdır

Âriflerin nutku, kelâmı ağır

Hak'ta  hakikatte gözün var mıdır

 

Âşık Semaî:         

 

İrfanî mekteple pîrin aşkıyla

Meclislerde öter sazımız bizim

Vücudumuz pişmiş aşk ateşiyle

Vech-i kitabullah yüzümüz bizim

 

biçimindeki söyleyişleri  âşıklık geleneğinde sazın önemini vurgulayan deyişlerdendir.

 

Hepimizin bildiği gibi Âşık Veysel'in:

 

Ben gidersem sazım sen kal dünyada

Gizli sırlarımı âşikâr etme

 

deyişi, Mürsel Sinan'ın:

Sazım can dostumdur  gönül telimdir

Türküsü türkümdür  dili dilimdir(22)

 

deyişi, Âşık Garip'in:

 

Bir ipim var yedi kazığa bağladım

Döşünü gıdıkladıkça o inledi, ben ağladım(23)

 

biçimindeki muamması,  Erbabî'nin:

 

El sazda, dil sözde, gönül niyazda

Dil bülbülü gül feryada başladı(24)

 

Pir Sultan'ın:

 

Dört şey vardır bir karındaşa ilazım

Biri ilim, biri kelâm, biri nefes biri de saz(25)

 

deyişi, Âşık Zeynelî'nin:

 

Ben çalayım sen de söyle sözünü

Saz edelim zülfündeki telleri (26)

 

ve  Zefil Necmi'nin:

 

Feryad-ı figanım ah-ı zar oldu

Saz oldu vücudum tel ne ilazım(27)

 

deyişi sazın âşık edebiyatındaki önemini ve insan yaşamıyla ne denli kaynaştığını vurgulayan önemli söylemlerdir. Âşıklara saz şairi denmesi de bundandır.

 

Divan şairinin kalemi ne ise âşığın da sazı odur. Halk âşığı sazsız düşünülemez. Bu nedenle “sazsız âşık kulpsuz testiye benzer” sözü yaygınlık kazanmıştır.  Âşık Efkârî, âşık adayının elinde saz olması gerektiğini:

 

Kendini aşka mal eden elinde bir saz ola(28)

 

biçiminde, Fehmi Gür:

 

Durmadan her daim böyle söylerim

Âşığın elinde saz olur gönül(29)

 

biçiminde vurgularken, Âşık Ömer, çok ötelere giderek:

 

Evvelâ on iki makâmât yedi âgâz ile

Hem dahi Hüseynî nağme kârgâh ile

Yirmi dört terkîb ile hem kırk sekiz usûl ile

Ehl-i aşkın Ömer ders girinde sâz dinle sen

 

deyip kendi ustalığını vurgulayarak bir âşığın musiki makamlarını iyi bilmesi gerektiğini  savunur.  Görüldüğü gibi  saz, âşık şiirinde cansız, ruhsuz bir eşya değil, âşıkla dertleşen, onun sırlarını bilen, gönlünden akıp gelenleri söylerken ona eşlik eden bir yoldaştır.

 

İlk hekim modeli olan şamanların en önemli yardımcısı kopuzu ve icra ettiği müziktir. Türk kültüründe çalgı kutsaldır ve bu özelliği ile kılıç ya da mızrak gibi savaşçının silahı ve zırhıdır. Şaman inançlarına göre ağaç kutsaldır. Kamların, ozanların kopuzları özellikle kutsal ağaçlardan yapılan kutsal sesli çalgılardır ve ruhlarla konuşurken bu çalgıyı kullandıklarına inanılır. Ölen şamanın mezarına  da ağaçtan yapılmış kopuzları konulduğu bilinmektedir.

 

Anadolu Türk kültüründe bağlama “telli kuran” denilecek kadar kutsal sayılmaktadır. Hazar ötesi  Türkmenlerinde de durum aynıdır. Bir Türkmen âşığının:

 

Gel dutarım sözleşelin

Aslın senin ağaçtandır

Ağaç dersem gönüllenme

Elvan güller ağaçtandır

 

deyişi,  Pir Sultan Abdal’da:

 

Öt benim sarı tamburam

Senin aslın ağaçtandır

Ağaç dersem gönüllenme

Kırmızı gül ağaçtandır

 

biçiminde dile getirilmiştir.

 

Alevi- Bektaşi kültüründe de sözlü geleneklerin yüzyıllardır müzikle birlikte süregeldiği görülür. Bu nedenle, bu kültürü öne çıkaran unsurlardan biri de,  müziktir.

 

Türk kültüründeki kopuzun devamı olup, Alevîlikte en önemli ibadet araçlarından biri olan saz, cem'de çok önemli bir konuma sahiptir. Cem ibadeti sırasında çalınan  semah  ve  deyiş  ezgileri icra edilirken muhakkak bağlamadan yararlanılır. Çünkü Anadolu Alevîliğinde bütün cem ibadetlerinde bölgesel olarak  zâkir, âşık  diye adlandırdığımız kişiler bağlama ile  deyiş, nefes ve duvazlar  icra ederek cem ibadetlerini gerçekleştirmektedirler. Bu açıdan bakıldığında  saz halk filozofları yetiştiren bir okul görevi üstlenmiştir.

 

Alevîlikte âşık  olarak bilinen kişilerin mezar taşlarına da bağlamanın fizikî motifinin işlendiği görülmektedir. Yine Dede Korkut anlatmalarından bildiğimiz gibi elinde kopuz olan birine kılıç çekilmez. Bu da sazın Türk kültüründeki öneminin bir başka ifadesidir.

 

Âşık hep sazıyla övünür. Sazı onun dili ve gönlüdür. Onunla sohbet eder, onunla dertleşir, atışmalarda karşısındaki âşığı onunla mat eder. Âşığın imdadına hep saz yetişir. Eğer karşılaşmalarda yenilecek olursa sazı hasmına verme geleneğince mahvolur, yenilginin gönlünde açtığı yara asla iyi olmaz. Bu nedenle halk arasında “Kel başından, âşık sazından korkar” denir. Sazını kaybetme korkusu ile çok iyi ustalaşmayan âşık atışmalara girmez. 

 

Âşık Şenlik ve İzanî atışmasında mat olup sazının elden gideceğini anlayan İzanî'nin,

 

İzanî:

 

Burda kara ettin benim yüzümü

Daim meth ederim senin sözünü

Bağışla Mevlâ'ya alma sazımı

Yaradan yâr olsun Baba Şenlik'i(30)

 

deyişi halk edebiyatının bu konudaki ilginç örneklerindendir. Bu konuda Murat Uraz: “Meydan edinmelerde sazının hakkını verebilen ağırbaşlı kâmil âşık, sazına el götürmezden  evvel, eğer karşısında genç bir âşık bulursa Gel oğul gel, seni sazımın telleri  gibi haddeden geçireyim demekten kendini alamazdı.”(31) demektedir.

 

Âşıklık geleneği içinde önemli bir yere sahip olan saz, âşıklarca kutsal bir varlık gibi görülmüş, ona çok değer verilip özenle korunmuştur. Âşıklar sazlarını insana benzetmişler, sapının baş tarafına baş-kaş, burgularına kulak, sapına kol, yüz tarafına göğüs, deliklerine göz, tambur kısmına da gövde adını vermişlerdir.  İnsana saygı nedeniyle de sazı yere bırakmayıp yukarıda tutmaya özen göstermişlerdir. Alevi ve Bektaşi âşıkları ise sazların şekilleri ve sazın parçalarını özel remizlerle ifade etmektedirler. Tellerin üç sıra bağlanması; Allah, Hz. Muhammet, Hz. Ali üçlemesi sazın on iki telinin ise On İki İmam’ın simgesi olarak düşünülmektedir.  Kopuza olan saygı için  Gazimihal kopuzun itibarının yüksek olduğunu belirtip “kopuzu Öpüp başa koyarak çalarlardı.  Düşman ona el süremezdi. Yere konulması günah sayılırdı.”(32) demektedir. Bugünkü Alevi-Bektaşi geleneğinde de aynı kültür kalıntıları yaşatılmaktadır.

 

Arapça bir kelime olan ve Büyük Türkçe Sözlük’te saz eşliğinde oynanan, tören niteliği taşıyan dinî menşeli oyun” olarak tanımlanan semah, İbrahim Aslanoğlu'nun Turabi Ocağı Dedelerinden aktardığına göre, Hz. Muhammed’in kırklara gelip bir üzüm tanesini ezerek bunu kırklardan birinin içmesi ve Hz.Muhammed ile kırkların Ya Allah deyip semah dönmesi ile başlamıştır.  O tarihten beri, Alevilikte ibadetin bir bölümü olan semah, bağlama eşliğinde dönülür. Kısaca semah, Alevi-Bektaşi inancında Cem sırasında on iki hizmetten biri olan, saz ve söz eşliğinde kadın ve erkeklerin birlikte yaptığı haktan alıp halka vermek, paylaşmak gibi farklı anlamlar taşıyan kutsal hareketler bütünüdür. (33)

 

Türk soylu çalgıların Oğuz boylarından Anadolu’ya yayılmasıyla başlayan, yüzyıllar boyunca halk topluluklarının şen ya da hazin duygularını ezgiler halinde ortaya koyan âşıklar, düğünlerde, panayırlarda, cem törenlerinin ritüellerinde gelişen çalgı kültürünü, Asya’daki kopuzun Anadolu ve Rumeli’ye kadar yayılan  bağlama biçimiyle sürdürmüşlerdir.

 

Kültürümüzde bu denli önemli yere sahip olan saz için şeytan yakıştırması ile ilgili ilginç efsaneler de bulunmaktadır. Bunlardan; Gagauzlarda kavalla ilgili bir efsaneye göre yılda bir kez kendi bayramlarını kutlamak için yeryüzüne çıkan periler, kaval ve davul çalan iki devin müziği eşliğinde eğlenir, oynarlarmış. Bu sesi insanoğlu duyarsa deli olurmuş. Kavalın deliklerine bu yüzden “şeytan deliği” denir. Anadolu’da da kaval ve zurnanın bazı deliklerinin adı cin deliği” veya “şeytan deliği” olarak isimlendirilmektedir. Bu delikler icra esnasında kullanılmaz ama çalgının doğru  seslenmesi için gereklidir. Bir de “şeytan perdesi” vardır. Efsaneye göre Baba Gambar dutarı icad eder ama çalgıdan ses alamaz. Şeytan kenardan seyretmektedir. Sonunda Gambar’a “çalgının neden ses vermediğini biliyorum. Benim adımı verirsen söylerim” der. Gambar çaresiz kabul eder ve perdenin adı “şeytan perdesi” olur biçimindeki anlatmalar Dertlî'nin,  İslâmiyette saz ve müzikle uğraşmayı günah sayan Beypazarı Kadısının “O aletin içinde şeytan vardır; çalmasın, kırıp atsın” biçiminde bir haber göndermesi üzerine sinirlenip Türk edebiyatının en tanınmış yergi örneklerinden biri olan:

 

Telli sazdır bunun adı

Ne ayet dinler ne kadı

Bunu çalan anlar kendi

Şeytan bunun neresinde

 

biçiminde başlayan bir taşlama ile yanıtlayışını hatırlatmaktadır.

 

Çalgı çalmanın, özellikle de saz çalıp türkü söylemenin günah olduğu inancı, azalmış olsa da, hâlâ sürmektedir. Öyle ki, bu anlayış günlük dile ve atasözlerine de yansımıştır. Anadolu’da çoğu yerde ”en kötü meslek çalgıcılıktır, onu da öğren unut”, ”kırkında saza başlayan, kıyamette çalar”, Çalgı giren eve melek girmez, Çalgıcıya kız verilmez gibi söylemlere ne yazık ki bu gün bile rastlanılmaktadır. Saz çaldıkları için ham sofularca kınanan âşıklar sazlarını yüceltir, değerli sazlarına yöneltilen hakaretlere korkusuzca cevap verirler. Dertlî'den başka sazı nedeniyle eleştiriye uğrayan önemli âşıklardan biri de  Emrah'tır.  Hacı Ali Efendi bir vaazında  Emrah'ın sazını tahkir edince:

 

Gel meclise sûfî hele bir dinle bu sâzı

Fehm et ki bu sazın nedir Allah'a niyazı (34) diye cevap verir, Hocanın konuşmaları devam edince de:

 

Sûfî-i hor meşrebi gör kim ne takvalık satar

Gizli söyler gıybeti dinler sâzı dinlemez(35)  diyerek  yerer.

 

Dadaloğlu da bir şiirinde:

 

Yüksek kayalarda şahin ünlemez

Kısırdır katırlar kulun kunlamaz

Bazı hocalar da sazı dinlemez

Nedir kuru ağaç, ona din gerek (36)

 

diyerek saz karşıtlarını yermiştir.

 

Tarih Boyunca Kullanılan Sazlardan Bazıları Dombıra

 

Gövdesi ahşaptır. Türkistana ait dombıralarda perde bulunmaz. Tek parça odundan oyularak sapı ve gövdesi yapılır. Çalınırken genellikle gövdesine vurularak ritimler elde edilir. Aletin sırtında ses çıkması için küçük bir delik bulunur. Dışı vernikleme, cilalama gibi kaplamalar yapılmaz.

 

Önceleri bağırsak derisi ve at kılından yapılan dombıralara daha sonra tel bağlanmıştır. Kazak dombıralarının geleneğe bağlı olarak bağırsak derisinden yapılanları da bulunmaktadır.

 

Kopuz  

 

Sazın tarihî gelişimine baktığımız zaman; sazı, kopuz adı ile eski Türk ozanlarının elinde, destanlar ve sagular okurken görmekteyiz. Kopuz için Meserret Diriöz: “Bu ad kadim Uygur metinlerinde ve Divanü Lügati’t Türk’te geçer.  Muhtelif Türk toplulukları arasında ve devirler boyunca, kobuz, kupuz, komuz şekillerinde telaffuz edilmiştir.

 

Bugün Altay Türkleri arasında baksıların çaldıkları bu milli musiki âletinin, asırlardan beri hemen hiç değişmemiş olduğu söylenebilir. Manasçı ve ırcıların, Manas veya başka bir destanı söylerken çaldıkları bu alet, takriben üç, üç buçuk kadem (karış) boyundadır. Üzerine bükülmüş at kılından iki kiriş gerilmiş ve kıpırdadıkça madeni bir ses çıkarması için sapına ziller ilave edilmiştir. Kopuz-ı Ozan ve Kopuz-ı Rûmî adları ile iki çeşidi vardır. Kopuz-ı Ozan’ın üç teli, Kopuz-ı Rûmî’nin ise beş teli bulunur.”(37) açıklamasını yapmaktadır.

 

Kopuz, en eski telli çalgılardan biridir. Güney Azerbaycan’ın Şuşdağı eteğinde M.Ö. 6. binyıla ait olan ender kültür örnekleri bulunmuştur. Bu buluntulardan en ilginci elinde kopuz tutmuş ozan ve birkaç kişiden  oluşan  meclisinin tasvir edildiği kil kaptır.

 

Eski Türk kopuzları, genelde iki ve üç tellidir. Altay, Sibirya, Çin, Uygur ve Türkmenistan bölgelerinde yaşayan Türk halkları iki telli, Anadolu ve Azerbaycan Türkleri ise üç telli kopuz kullanmışlardır.

 

Modern âşık sazının selefi sayılan üç telli  kolça kopuz  da Azerbaycan Türklerinin kullandıkları en eski telli müzik aletidir.  Kolça kopuzun çanağı uda benzer olup, ondan hayli küçüktür. Çanak kısmı tam yontma yöntemiyle hazırlanır. yüzünün 2/3 kısmı deri, kalan kısmı ise ince tahta yüzlükle kaplıdır. Kopuzun kısa koluna perdeler bağlanmaz.

 

Şamanlarca kutsal sayıldığı için ayinlerde kullanılan, Asya kökenli telli Türk çalgısı Hemen bütün Türk yurtlarında yüzyıllar boyu değişik şekiller almış, günümüzde kullandığımız bağlamaya kadar; Kobuz, Kubuz, Kıl Kopuz, Kumuz, Çağur, Çoğur, Çöğür, Dıngır, Kövür, Kubur, Yunkar, Saz, Meydan Sazı, Kara Düzen, Damura, Gilbut,  Bağlama vb. adlarla anılmıştır.  Kopuz  şimdiki bağlama cinsi telli sazların atasıdır.

 

Saplı, armudi ya da üç kenar gövdeli, teknesi deriyle kaplı, önceleri iki ya da üç  kıl telli  olup ses perdeleri yokken, Anadolu’ya gelince (tahminen XIV. yüzyılda) madeni tel takılmak ve bağırsak kirişten ses perdeleri bağlanmak suretiyle  oldukça gelişkin şekil almış ve saz adı ile anılır olmuştur. Dede Korkut hikâyelerinde kopuz  Kolca kopuz, kurulıca kopuz ve akca kopuz  diye de anılmaktadır.  Kopuzun, şaman tarafından yalnızca tedavî ve kötü ruhları kovmada kullanılan bir ses âleti olmadığı, Türk kültüründe velîlik ve ululuk simgesi olduğu üzerine görüşler de ileri sürülmektedir. Kopuzun,  Kıl kopuz veya ikilik gibi adlarla bilinen ve şamanla birlikte ifade edilen iki telli kopuz türü Orta Asya halkları arasında, özellikle Kazakistan’da geleneksel bir saz olarak  bugün de kullanılmaktadır.

 

Türklerin batıya göç serüvenleriyle uygarlık beşiği Anadolu'ya gelip, Anadolu'nun zengin kültür birikimiyle kucaklaşan kopuz, değiştikçe gelişmiş, geliştikçe de değişmiştir. Büyük Selçuklular ve Osmanlılarla Kafkasya'dan Balkanlar'a Ortadoğu'dan Kuzey Afrika'ya dek yayılmıştır.

 

Zile Kıl Kopuzu

 

Üç telli eski Türk kopuzunun Zile yöresinde üzerine deri gerilmeden yapılan ve Zile yöresinde yaygın olarak kullanılan tokaca benzeyen biçimde bir sazdır. Tokacın, geniş düz yüzünün kayık gibi oyulup bu kısmına kıl, zamanla da ince tel takılmasıyla oluşmuş yöresel bir sazdır. Azerbaycan'ın üç telli kopuzunu andırmaktadır.

 

Ethem Ruhi Üngör, 1978′de Ankara’da verdiği ”Türk Musikisinde Çalgılar” adlı konferans metninde Anadolu sazlarını sıralarken kaybolan çalgılar içinde Tokat menşeyli "kılkopuz"dan söz ettiği saz, 1960'lı yıllara kadar görülen ve en son Âşık Gurap Ali'nin çaldığı saz olarak bilinen  Zile kıl kopuzudur.

 

Cura

 

Bağlama ailesinin en küçük sazıdır. Teknesi küçük, sapı oldukça kısadır. Cura, Yörük halk çalgısı olarak bilinir. Güneyli  âşıklar tarafından çoklukla kullanılan bu çalgının uzunluğu 55-60 cm kadardır ve bağlama ailesinin en küçük çalgısıdır. Cura genellikle altı, beş, dört ya da üç tellidir. İki telli curalar da vardır. Bu curaların alt teli "la", üst teli "re" sesine ayarlanmıştır.  Sapın ucundaki burgu denen anahtarlarla çalgı akort edilir. Dört telli curalarda üstteki tel ahenk telidir. Öbür teller bu ahenk telinin sesine ayarlanır. Sapları kısa olduğu için fazla perde bulunmaz.

 

Genelde tek başına çalınan bir çalgı değildir. Yaygın olarak öbür sazlarla birlikte çalınır. Bağlamanın bir oktav tizine ayarlanan sesi, öbür sazların içinde belirginleşerek ezgiye hareket ve renk katar. Oyun havalarının kıvrak ve hareketli çalınış biçimine uygun bir çalgıdır.

 

Rud  

 

Azarbaycan halkı arasında kullanılan eski telli çalgı aletlerinden biridir. Rudun ilk örneklerinin çanağı balkabağından, telleri ise bağırsaktan yapılmıştır. Dış görünüşü de balkabağını hatırlatır. Ön tarafının yarısı balık derisiyle, geri kalan kısmı ise çam ağacıyla kaplıdır.

 

İlk dönemler parmakla, sonralar ise yumuşak materyalden hazırlanmış mızrapla çalınmıştır. Son dönemlerde çanağı dut ve erikten, kolu ceviz, burguları armut ağacından yapılmıştır.

 

Sataer

 

Tahmini olarak l0-l2. yüzyıllardan günümüze kadar kullanılan en eski sazlardan biridir. Türkistan'da yaygın olarak kullanılmaktadır. Dokuz telli bir saz olup  genellikle nar ağacından yapılmaktadır. Perdeleri ipek iplik telle bağlıdır. Dokuz telinin ikisi ipek, yedisi çelik teldir. Kopuzdan esinlenerek yapılan bu saza Çin hanedanlığı döneminde gösteri yapan Türkistan ekibi elindeki çalgı aletine sataer dediği için bu adı almıştır.

 

Halen kullanılan sataerlerde 8-l2 arasında değişen çelik tel kullanılmaktadır. Temelini kopuzun oluşturduğu bu sazın uzunluğu l40 cm. civarındadır. Elle çalınabildiği gibi yayla da çalınabilmektedir. Setar armudi gövde yapısına sahip uzun saplı metal telli bir çalgı aletidir. Yayla çalınır.

 

Gövde ve sapta başta Dut ağacı olmak üzere çınar, gibi orta sert ağaçlar kullanılır. Kapak kısmı ise yumuşak yapılı ağaçlardan yapılır. Beş ana telin yanında 7 adet ahenk teli bulunur. Her biri tek tek sıralalanan tellerden yalnızca en alttaki asıl melodiyi icra etmek üzere kullanılır. Çalınış biçimi olarak yaylı tanbura benzetilen setarı, çalgı formu ve yapısına bakıldığında Uygur tanburunun yaylı varyasyonu olarak konumlandırmak mümkündür.

Setar geleneksel olarak üzerinde süslemeler barındırır. Bu süslemeleri yapmak için kemik ve boynuzdan kesilen küçük parçalar ağaç üzerinde açılan yuvalara tek tek yapıştırılır.

 

Iklığ

 

Türkistan'da kullanılan eski sazlardan biridir. Eskiden Türkler'in kullandığı yaylı bir çalgıdır. "Iklığ" sözcüğü, "yay" anlamındaki "ık" sözcüğünden türemiştir.

 

Türkistan'da kullanılan sazlardan olup XII. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya yayılmıştır. Iklığın yarım küre biçimindeki gövdesinin yapımı için kaplumbağa kabuğu ya da su kabağı kullanılır. Gövdeye tutturul­muş tahta sapın ucunda tel sayısınca akort burgusu yer alır. Telleri at kılın­dan ya da hayvan bağırsağından yapılan ıklığın iki ya da üç teli bulunur. Gövdenin göğüs denen ön bölümüne ince bir deri gerilir, teller bu göğüs üzerinde yer alan tahtadan yapılma, köprü biçi­mindeki eşiğin çentiklerinden geçer ve gövde­nin altına bağlanarak yapılır. XV ve XVI. yüzyıllardaki Anadolu metinlerinde:

 

Otuz kopuz kırk çeşte, elli ıklığ rebab

Hub çalunsun odada iki telli saz ile

Bunca sözü söyledik bize bâki kalı yok

Kaygusuz'a nâzar eyle bir güler yüz ile

 

biçiminde yer alır. Halen Anadolu'da bazı köylerde saz çalan âşıklara "ıhlıkçı" denildiği görülmektedir. Rumeli metinlerinde de kopuzla beraber ıklığ'a da rastlanmaktadır. Çalınırken ıklığın göv­desi iki diz arasına sıkıştırılır, sapı ise sol elle diklemesine tutulur. Bazı Türk boylarının,ıklığa İran kültürünün etkisiyle kemence, kopuz ya da kıyak adını verdikleri bilinmektedir.  Günümüzde Anadolu halk müziğinde kul­lanılan kabak kemane ile 19. yüzyıla kadar Türk müziğinde ve özellikle de Mevlevi müzi­ğinde gözde bir çalgı olan rebap da ıklığ benzeri çalgıdır.

 

Çoğur

 

Dağıstan taraflarında Avar Türkleri tarafından kullanılan altı perdeli bir bağlama çeşidi olup Yalova’nın Güney köyünde yaşayan Avar kabilesince hâlâ kullanılmaktadır. Dörtlü aralıkla iki çifter tellidir. perdelerinin bağları deriden yapılmıştır. Sapı Anadolu sazlarından farklı olarak burgular tarafına doğru kalınlaşarak tepesi tam düzlemesine kesiktir. Boyu 80 cm. kadar olup gövdesi yarım karpuz biçiminde çanak şeklinde oyuktur.  Dağıstanlıların kullandığı tamur, çergen. çağana dedikleri sazlar çoğur esas alınarak geliştirilmiş sazlardır.

 

Çöğür

 

Tahta göğüslü, 36 perdeli, gövdesi büyükçe bir saz olup ilk kez Kütahya'da yapıldığı ileri sürülmektedir.  Evliya Çelebi'nin dediğine göre de çöğür sazının mucidi  mezarı Kütahya Zırhkeş bağlarında olan Yakub Germiyanî'dir. Anadolu’da yaygın olarak kullanılmıştır. Bazı âşıklara çöğürcü denmesi bu yaygınlığından kaynaklanmaktadır. Özellikle Yeniçeri ocağında kullanılan bu saz zaman içinde bazı değişikliklere uğratılmış ve orta boy bağlamadan küçük bir saz görünümüne sokulmuştur. Kestane ağacından yapılanlarının makbul olduğu söylenmektedir.

 

Bağlama ailesinin en kıdemli çalgılarından sayılır. Divan sazı'na yakın büyüklükte olan ve bağlamanın atası sayılan çöğürün ilk biçiminin üç telli olduğu bilinmektedir. Yaygın olarak üçerden dört gruplu 12 tellidir. 9 ya da 6 telli olanları da bulunmaktadır. Çöğürle seslendirilen dinsel eserler, semai, nefes gibi tasavvuf müziği ürünleri,  etkileyici bir hava yaratır. Çöğür'ün kısa saplı saza verilen isim olduğuna dair çok yanlış bir kullanım sözkonusudur. Tekne boyları 44-47 cm arasında olan sazlara Çöğür, halk arasında  Abdal Sazı denir Bu sazlarda iki tip tel düzeni kullanılır. Birincisi, bağlama düzeninin divanı şeklinde olup, saz bağlama düzeninde çalınır. İkincisi  Abdal sazı şeklindedir. Bu kullanım Halk Müziğinin Orta Anadolu repertuarına hastır. Bozuk düzende alt teller la sesine akortlanıp saz re karar olarak çalınır.

 

Kumul Giçeği

 

Türkistan sınırları içinde bulunan Kumul iline has en eski Türk sazlarındandır. Turfan ve Kaçkar yöresindeki yaylı sazlardan etkilenilerek tahminen 15. yüzyılda Kumul'da oluşturulmuş bir sazdır. Azerbaycan, Türkmenistan ve Anadolu'da kullanılan kemençeye benzemektedir. Geleneksel halk müziği icrasında mutlaka kullanılmaktadır. Kumul makamı bu sazla daha iyi çalınabildiğinden  eğlence ve gösterilerde aranan bir Türk çalgısıdır.

 

Giçek, yuvarlak gövde üzerine konumlandırılmış oval satıhlı bir saptan oluşur. Telleri metaldir ve yayla icra edilir. Kabak kemane, kemançe, Özbek giçeği gibi çalgılarla çalınış, ses karakteri ve görünüm olarak benzerlik gösterir.

 

Giçek dut ağacından yapılır. Giçeği ayırt edici olan bir özellik ise kapak olarak deri yerine ağaç kullanılmasıdır. Oldukça süslü olan çalgı aleti üzerinde boynuz ve kemikten yapılmış süslemelerde  yer alır.

 

Dutar  

 

Türk halk çalgıları içinde önemli bir yere sahip olan dutarın çok geniş bir kullanma alanı vardır. Bağlamanın dutardan zenginleştirildiği sanılmaktadır. Uygur, Kazak, Kırgız ve diğer Türk boylarında halen kullanılmaktadır. Parmakla çalınan bir çalgı olup başlangıçtan beri iki telli oluşunu korumuştur. Dutar armut şekilli ancak büyük bir gövde yapısına ve uzun bir sapa sahip bir enstrümandır. Elle belirli ritim kalıplarına göre vuruşlar yapılarak çalınır.

 

Dut ağacından yapılanları makbuldür. Boy olarak büyük ve küçük olmak üzere iki çeşidi bulunmaktadır. Büyüğünün uzunluğu l25 cm. civarında olup sapının üzerinde 17 perde bulunmaktadır. Küçüğünün uzunluğu ise l00 cm. uzunluğunda olup l4 perdelidir. Türkmen dutarının üst eşiği ile burgular arasında yere alan perde de kavaldaki şeytan deliği gibi basılmayan bir perdedir. Tellerin üst eşiğe baskı yapmasını sağlar. Geleneksel olarak kadınların da çaldığı dutar, en yaygın çalgılardan birisidir. Solo icralarda ve eşlik sazı olarak kullanılmaktadır.

 

Bağlama

 

Kopuzun Anadolu’ya geldikten sonra aldığı biçimidir. Halk türkülerinin değişmez sazı olarak kullanılmaktadır. Anadolu halk müziğini tek bir enstrümanla anlatacak olsak akla ilk gelecek şey bağlama olur. Bağlama adına ilk kez 18. yüzyıl metinlerinde rastlanmaktadır.Bu konuda "Bu dönemde Anadolu'ya gelen Jean Ben jamin de Labotde, seyahatnamesinde  'Bağlama yahut tamburanın biçimi tıpkı çöğürünkü gibi ama ondan daha küçüktür."(38) biçiminde bir yazı bulunmaktadır . Alevi ve Bektaşi kültürünün baş sazıdır. bozuk denilen ve perde sayısı fazla olan uzun saplısı kutsal sayılır.

 

Anadolu’nun çeşitli yörelerinde az çok değişikliklerle Divan Sazı, Meydan Sazı, Kara Düzen, Bozuk Bağlama, Çöğür, Tambura, Cura, Dıngır, Irızva, Küvür, Yeltene  adları ile anılan sazlar bağlama grubu sazlardandır.

 

"Kim çalarsa kara düzen bağlama
Kullanır parmağın mızrap yerine
"
   

 

biçimindeki bir deyişte bağlamanın kara düzen cinsinin elle çalındığı işaret edilmektedir.

 

Bağlama, ses ve perde düzeni bakımından son derece esnek olup tezene hareketlerine düz, çırpma, fırıldak, vurma, silkme, kazıma, çekme, okşama ve parmak ile denilmektedir. 

 

Bağlama Anadolu'nun her yöresinde farklı sistemle akortlanır. Çalınacak türkünün yapısı, tezene vuruşları akort sistemini etkiler.

 

Bağlama, genellikle dut ağacından yapılır. Tezenesi kiraz ağacının kabuğundan yapılmakta olup çeşitli yörelerde mızrap, çekü, serpene, büdene, pene adları ile bilinmektedir. Bağlama tezeneyle çalınabildiği gibi tezenesiz, yani parmaklarla vurularak çalma şekli olan şelpe yöntemiyle de çalınabilir.  Günümüzde sesini geniş topluluklara duyurabilmek için bağlamanın yapısal özellikleri korunarak elektro bağlamalar da üretilmektedir. Bağlama sosyal yaşamımızda o denli yer etmiştir ki kimi türkülerimizde:

 

Bağlamam perde perde
Düşürdün beni derde
  (Giresun Türküsü)

 

Elindedirbağlama
Karagözlüm ağlama
(Denizli Türküsü)

 

Alıverin bağlamamı oymadan

Gidiyorum ben sılama doymadan (Kırşehir Türküsü)

 

biçiminde dile gelmiştir.

 

Bozuk

 

Uzun saplı bağlama Anadolu'da halk arasında "Bozuk" ya da "Bozuk bağlama" adı ile bilinir. Yapısal olarak kısa saplı bağlamaya benzese de uzun saplı olduğundan perde sayısı kısa saplı bağlamaya göre daha fazladır. Alevi ve Bektaşi kültüründe kutsal sayılan, üç sıra, yedi telli bir sazdır. Dersim, Tunceli taraflarında Bozuk, bağlama düzenlerinden birinin adıdır.

 

Süleyman Efendi'nin Çağatay Lügatında Bozuk, gayrı muntazam, bir nevi tanburadır,  kopuz gibi tarifiyle geçer. Bozuk adını anan en eski metin 19. yüzyıl saz şairi Zileli Kamil'in:

 

Bunu ben bir kolay sanat sanırdım
Mızrabım kırıldı bozuk çalarken
(Kâmil)

 

biçimindeki deyişidir.

 

Divan 

 

Anadolu'da bugün kullanılan bağlama türlerinden biridir. Divan bağlama ailesinin tekne büyüklüğü ve sap uzunluğu bakımından en büyük sazıdır.  Genelde sade ve süslemesiz çalınır. Üç sıra, yedi tellidir. Alta iki, ortaya bir tane kalın sırma, üste ise bir tane kalın bam teli takılır. Bağlamadan 5 ses pese akortlanır. Tamburu andıran tok ve mistik bir sesi vardır. Uzun hava açılışlarında kullanılmaya çok uygun bir sazdır.

 

Tambura

 

Bir bağlama çeşidi olup iki telli Kazak-Kırgız çalgısı "Dombra"nın bugünkü halidir. Kısa saplı bağlama ile aynı büyüklükte tekneye sahiptir. Uzun saplı bağlama gibi çalınır. Üç sıra yedi telli bir sazdır.

 

Tambur

 

Türk müziğinde yaygın olarak kullanılan ve yalnız Türklerde görülen telli bir sazdır. Divan sazından bir oktav tizdir ve divan sazının curası olarak bilinir. Bağlamadan da dört ses daha tizdir. Tamburun kökeni, hangi tarihte ortaya çıktığı bilinmemektedir. Sözcük, sonraları İran'da ve Orta Asya'da, daha çok bağlamaya benzeyen armudi gövdeli, uzun saplı çalgıların genel adı olarak kullanılmıştır. Özellikle Avrupalı gezginlerin sapındaki perde bağları dolayısıyla Türk müziğinin ses sistemini gözle görülür biçimde yansıttığını yazdıkları tambur, günümüzde yalnızca Türkiye'de kullanılan belki de tek çalgıdır. Sazı icra edenlere "tamburi" ismi verilir.

 

Evliya Çelebi XVII. yüzyılda İstanbul'da 500 tamburi bulunduğunu ifade etmektedir. Bugün kullanılan tambur ise ilk kez Kantemiroğlu'nda görülmüştür. Dimitri Kantemir tarafından tambur, Türk müziği ses sistemini ifade için kullanılmıştır. Tamburi Cemil Bey ise Geliştirdiği yeni icra şekli ile çığır açmış,  viyolonsel ve yaylı tamburu Türk müziğinde ilk kez kullanmıştır.

 

Tamburun mızrabı kaplumbağa kabuğundan (bağa) elde edilir. Oldukça sert bir maddeden yapılan mızrabın uzunluğu 9.5-13.5 cm. arasında değişir. Esnemez bir çubuk olan mızrabın iki ucu da kullanılır. Ama iki uç, farklı tınılar elde edebilmek için birbirinden biraz farklı yapılır. Sağ elin baş, işaret ve orta parmakları ile tutulan mızrap, tellere geniş yüzüyle değil, diklemesine dar yüzüyle vurulur. Bu vuruş, çalgının tok ses vermesini sağlar. Mızrabı böyle tutulan başka çalgı yoktur.

 

Dolan Revabı:

 

Uygur Türkleri arasında yaygın olarak kullanılan bir çalgı olup staere benzemekle birlikte bazı farklılıklar gösterir. Daha çok Dolanlılar kullandığı için bu adı almıştır. Gövdesi ağaç olup üzerine deri geçirilmiştir. Sazın eşik kısmında üç ana tel bulunur. Bu üç tel ezginin çalındığı tellerdir. Bunların yanında sap kısmına bağlı perdesiz olanlarında l2, perdeli olanlarında yedi adet rezonans teli vardır. Anadolu'da kullanılan rebab çalgısına da benzerlik göstermektedir. Ülkemizde kullanılan rebapta rezonans telleri yoktur. Parmakla ve yayla çalınabilen bir Türk sazıdır. Azerbaycan, Kazakistan ve çeşitli Türk ülkelerinde kullanılmaktadır.

 

Kaşgar revabı ise küçük yuvarlak bir ses kutusuna ve uzun bir sapa sahiptir. Gövdesinin üstü neme karşı oldukça dayanıklı olan ve gevrek bir ses rengi olan yılan derisi ile kaplanır. Yapımında dut ağacı kullanılır. Üzerinde kemik ve boynuz parçalarından yapılan süslemelere ek olarak iki adet koç boynuzu biçimli çıkıntı bulunur. Revab yedi metal tele sahiptir. Tellerden en altta olanı melodiyi icra ederken diğerleri yardımcı yada ahenk vermek amacıyla kullanılır.

 

Çağur

Güney Türkmenlerinden  Tahtacılar tarafından kullanılan bir saz olup altı ya da dokuz tellidir. Üçerli üç tel ya da ikişerli üç tel halinde düzenlidir. 15 perdesi vardır.

 

Şeştar

Kopuzun Mevlana Celaleddin-i Rumi tarafından bazı değişikliklere uğratılarak altı telli bir saz haline getirildiği ileri sürülen bir biçimidir. ŞeştaraYunus Emre'nin şiirlerinde de rastlanmaktadır.

 

Kövür

Gaziantep ve yöresinde kullanılan  8-12 telli bir sazdır.

 

Kubur

İçel yöresi köylerine özgü olup tek telli bir saz çeşidi olarak bilinmektedir.    

 

Yunkar

Çöğürün sadeleştirilmiş bir biçimi olan ve bağlamaya çok benzeyen bir saz çeşididir.

 

Damura

Malatya yöresinde kullanılan bağlama cinsinden mahalli bir sazdır.

 

Gilbut

Sivas yöresinde kullanılan bir sazdır.

 



[1] Saim Sakaoğlu, (1992), “Ozan, Âşık, Saz Şairi ve Halk Şairi Kavramları Üzerine”, Türk Halk Musikisinde Çeşitli Görüşler, (hzl. Salih Turhan), Ankara, 1992, s.219

[2] Bayram Durbilmez, "Âşıklık Geleneğinde Saz", Milli Folklor, 2010, S.85, s. 149

[4] Sehend, Bulud Karaçorlu. Sazımın Sözü, (Basıma hzl. Dursun Yıldırım), Ankar, 1980, s.44

[5] Hasan Ali Kasır, Seyranî, İst. 2001, s. 109

[6] Doğan Kaya, Sivasta Âşıklık Geleneği ve Âşık Ruhsatî, Sivas, 1994, s.204

[7] Fâize Abbasova-Cemal Anadol, Türk Kültür ve Medeniyeti, İstanbul 2002, II.Baskı, s.760-761

[8] Bahaeddin Ögel, Türk Mitololisi, Ank. 1987, s.26

[9] Kazak Halkının Salt Dastürleri, Almatı, 1994, s. 149-150

[10] Dursun Yıldırım,  “Orta Asya Bozkırından Urumuneli’ne <Türk Sözlü Şiir Sanatının Yayılması Üzerine>”, Türk Bitiği,  Akçağ Yay.  Ankara, 1998,  s.182.   

[11] Umay Günay, Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yay. Ankara. 1992, s. 5

[12] Halil Atılgan, Kanal Kültür, 13. 08. 2008

[13] Edebiyat Fakültesi.com (Anadolu'da Bağlama Kültürü)

[14] Bayram Durbilmez, "Âşıklık Geleneğinde Saz", Milli Folklor, 2010, S.85, s. 149

[15] Adil Ali Atalay, İbretî, İst. 1996, s.64

[16] Bayram Durbilmez, Âşık Meydânî, Kayseri 2000, s.208

[17] İrfan Ünver Nasrattınoğlu, Posoflu Âşık Zülalî, Ank. 1987, s.30

[18] Alpaslan Ayral, Âşık Zeynelî, Sivas, 1995, s.32

[19] Kutlu Özen, Âşık Feryadî, Güldane, Sivas, 1986, s.26

[20] Mehmet Yardımcı-Hayrettin İvgin, Zileli Âşık Ceyhunî, Ank. 1996, s.37

[21] Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Bütün Şiirleri, İst. 2003, s. 163

[22] Bayram Durbilmez, a.g.y. s. 154

[23] Erman Artun, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, İst. 2005, s. 90

[24] Şiir ve Dil Örnekleri, s. 161

[25] Esat Korkmaz, Pir Sultan Abdal Divanı, İst. 1994, s. 421

[26] Alparslan Ayral, Âşık Zeynelî, ivas, 1995, s. 25

[27] Mehmet Yardımcı, İz Bırakan Zileli Şairler, İzmir, 2004, s. 151

[28] Hayrettin Rayman, Ardanuçlu Âşık Efkârî, Erzincan, 1998, s.291

[29] Ramazan Çiftlikçi, Arapgirli Halk Şairi Fehmi Gür, Malatya 2000, s.378

[30] Ensar Aslan, Çıldırlı Âşık Şenlik, Diyarbakır, 1992, s. 106

[31] Murat Uraz, “Halk Edebiyatında Saz ve Âşık” Türk Folkloru Araştırmaları  C.l, S.4, Ekim l949, s.49

[32] Mahmut R. Gazimihal, “Baş Ozan Korkut Ata ve Onun Yelteme Kopuzu” Türk Folkloru Araştırmaları C.5, S. l04, Mart l958,  s.1653

[33] Seyit Yöre, Alevi Bektaşi Kültürünün Müziksel Kodları, Türk Kültürü vr Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2010, S.60, s.219

[34] Metin Karadağ, Erzurumlu Emrah, Ankara, 1996, s. 258

[35]Metin Karadağ,  a.g.e., s.78

[36] Saim Sakaoğlu, Dadaloğlu, Ankara, 1993, s. 105

[37] Meserret Diriöz, “Kopuz ve Klasik Edebiyatımız” Türk Kültürü, S.168, Ekim l976, s.730

[38] Ulaş Özdemir, Anadolu'nun Binlerce Yıllık Sesi Bağlama, Skylıfe, Decembre, 1997, s. 20

 

                                                      - Makaleler -