Âşık Remzâni |
Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI zileli.yardimci@gmail.com
GELENEKSEL
KÜLTÜRÜMÜZDE SAZ ve ZİLE KIL KOPUZU Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı Avlasam
çöllerde saz ile seni (Âşık
Veysel) Âşıklar
deyiş ve ezgilerini halk şiirinin çeşitli biçimleriyle şekillendirerek
yüzyıllar boyunca varlıklarını koruyup günümüze ulaşmasını sağlamışlardır. Yaşamımızın her aşamasında görülen, Anadolu'nun binlerce yıllık sesi olan saz, halk müziğimizin kök hücresi, âşıklık geleneğinin kültürel hafızası, kültürümüzün parmak izi, özgün motifiyle en önemli kültürel değerlerimiz arasındadır. Türk insanı sevincini, hüznünü, acısını sürekli sazla dillendirmiştir. 'Saz başlar, söz susar' sözü de saza ve âşığa duyulan saygının önemini göstermektedir. "Saz, âşığın sembolüdür. Âşık ve saz o kadar bütünleşmiştir ki, bu sanatçılara 'saz şairi', 'sazlı ozan', 'çöğür şairi' gibi adlandırmalar verilmiştir."(1) Sazla ilgili Bayram Durbilmez'in ileri sürdüğü: "Sazın 'tedavi etme', 'iyi ruhları çağırma / kötü ruhları kovma', 'ulularla haberleşme', 'ilhamı kuvvetlendirme','sözü daha etkili kılma', 'doğmaca söylerken âşıklara düşünme imkânı verme', 'şiirin ölçüsünü ve türünü belirleme', 'bade içen âşık adayını rüyadan uyandırma ve dilinin çözülmesini sağlama' gibi işlevleri olduğu tespit edilmektedir. Bu işlevler yanında 'âşıklık simgesi' kabul edilmesi de 'âşığın dert ortağı' olan sazın kutlu sayılmasını sağlamıştır". ifadeleri gözden kaçırılmaması gereken önemli yargılar içermektedir.(2) Türk sazının tarihine bakıldığında 1500 yıl ötelere gidildiği artık saptanmış durumdadır. Moğol Arkeologlar 2008'de buldukları 1500 yıllık sazı Moğollar'ın Devekopuzu dedikleri çalgı zannetmişlerdir. Ancak üstünde runik yazıyla Türkçe sözler bulunduğunu fark eden Avrasya Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Karjavbay Sartkojauli Türk halklarının sazı olduğunu ve Mogolistan’da bir mağarada bulunduğunu açıklamıştır. (3) Bu sazın, Türk kültürü ve musiki tarihi
açısından en onemli yanı sapında runik Türk yazısının olmasıdır. Bu yazıda “Hoş
bir ezginin sesleri insanı mest eder” denilmektedir. Bu da Türklerin
en eski devirlerden beri musikiye
verdikleri önemi göstermektedir. Büyük göçler sırasında ozanların elinde
Anadolu'ya gelen saz 14. yüzyılda büyük bir evrim geçirmiş, fiziksel
özellikleri, tınısı, ses rengi ve çalma tekniği köklü değişime uğramıştır.
Kolca kopuzun sapına perde ağlanmasıyla
bağlama şekillenmeye başlamıştır.
Tellerin yalnızca sayısı değil, niteliği de değişmiş, at kılı, hayvan
bağırsağı ve ipekten üretilen tel yerine metal kullanılmaya, şelpe tekniği
olarak bilinen parmakla çalınma yerine tezene ya da mızrapla çalınmaya
başlanmıştır. Anadolu'nun
her yanında yaygın olarak çalınan bağlama, yörelerin folklorik özelliklerine
bağlı kalınarak 'yöre tavrı' içinde
sürdürülür. Bu nedenle âşıklarda üslup tavır ve süslemeler, yöreden yöreye
farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar ağız farklılıklarının yanı sıra gelenek,
görenek, inanç, yaşam tarzı ile de ilintili olup Antep, adıyaman yöresinde Barak, Güney Anadolu’da Bozlak vb tarzların oluşmasına neden
olmuştur. Bu özellikleriyle saz, eğlence unsuru olmaktan öte sohbet aleti
olarak kullanılmış, âşıklık geleneği içinde sözle verilecek mesajların daha
etkileyici oluşunun aracı olmuştur. Bağlama,
taşınabilir olması, oda sazı olması ve âşıkların söylerken, derdini dile
getirirken, dertleşirken derdine ortak, yardımcı araç olması açısından
önemlidir. Halk kendi çaldığı
bağlamasını yörenin koşullarına göre tel ve perde sayısında oynayarak hem saz,
hem ahenk çeşitlemesi yapmış, kendine göre bir düzen tutturmuştur. Bilindiği
gibi bağlamada 'akort etmek' sözü
yerine âşığın "Şu sazıma bir düzen
ver / Teller de muradın alsın" deyişinde vurgulandığı gibi, 'düzen vermek' deyimi daha önemsenir.
Adları yöreden yöreye değişen; Kara
düzen, Bağlama düzeni, Müstezat düzeni gibi 20'den fazla düzen biçimi ortya
çıkmıştır. Bunlardan yaygın olanları
şunlardır: a. Ana Düzen: Bağlama Düzeni de denilen bu düzende
bağlama alt teli bir oktav kalın olarak akord edilir. Bu düzenle Hüseynî
türküleri çalındığından Hüseynî düzeni
de denir. Yaygın olarak âşıkların kullanmasına bağlı kalınarak âşık düzeni de
denmektedir. b. Kara Düzen: Üst tel akordunda yapılan değişiklikle
sağlanan düzenlerdendir. Kara düzene saz düzeni de denmektedir. Kolay olduğu için en çok kullanılan düzendir. c. Karanfil Düzeni: Yalnız üst tel akordunda yapılan
değişikliklerle sağlanan düzendir. Çanakkale, İstanbul ve Kayseri yörelerinde
Hüzzam Düzeni adı ile bilinir, Ankara
yöresinde ise çok meşhur bir türküye bağlı olarak Misket Düzeni adı ile ünlenmiştir. ç. Acem Düzeni: Ana düzene göre üst tel akordunu
değiştirerek sağlanan düzendir. Eskişehir yöresinde Kervan Düzeni adı ile
bilinmektedir. d. Cura Düzeni: Bu düzen de yalnız üst telin akordunun
değiştirilmesiyle oluşturulan düzenlerdendir.
Yaygın olarak Konya yöresinde kullanılır. Cura düzeninde orta ve üst
tellerle çalınmaz. Yalnız alt tellerde kıvrak havaların çalınmasına uygun bir düzendir. e. Ruzba Düzeni: Ruzba denilen bağlama çeşidi yalnız
Alevi toplumlarına özgü olup Cem törenlerinde kullanıldığından bu düzene Alevi
Düzeni de denmektedir. Bu düzende bağlama üstünde iki tel bulunduğundan çift telli diyenler de bulunmaktadır. Ruzba
12 perdeli bir saz olup tezeneyle değil, parmaklarla pençe vurmak suretiyle
çalınmaktadır. Veysel'in "Pençe vurup sarı teli sızlatma" deyişi ruzba çalınış düzeninden
kaynaklanmaktadır. f. Köroğlu Düzeni: Adını Köroğlu havalarının
çalınmasından alan bir düzendir. Orta ve üst teli kullanma zorunluluğu olan
çalınması ustalık isteyen zor bir düzendir. g. Müstezat Düzeni:
Bazı yörelerde Rast Düzeni adı ile söylenir. Ana düzenin orta ve üst tel
seslerinin birlikte değiştirilmesiyle oluşmuş düzendir. h. Türkmen Düzeni: Alt tel sabit bırakılarak orta ve üst
tellere birer oktavlık kalın teller takılarak oluşturulan düzendir. Bu düzende
ince tellere cin teli, kalın tellere de sarı tel ya da sırma tel
denmektedir. Türkmenlerin ve Avşar
boylarının kullandığı bir düzendir. ı. Tambura Düzeni: Kara düzenin aynı olup her tel, sırma
tel denilen ve normal beyaz telin üzerine sarılmış ince bir tel ile kalınlaştırılmış
biçimidir. Çoğunlukla bağlama
büyüklüğündeki orta boy sazlar bu işleme tabi tutularak tambura düzeni oluşturulur. i. Abdal Düzeni: Orta ve üst telin akordunda yapılan
değişikliklerle oluşturulan düzendir. Bu düzene Kırşehir yörelerinde Bozlak
Düzeni de denmektedir. Anadolu'nun
farklı bölgelerinde uzun saplı sazlar için kullanılan bazı adların sazın
boyuna, telin sayısına, çalındığı düzene, yöreye ve mekâna göre verildiği
belirgindir. Örneğin bozuk akorda
göre verilen adken, şeştar tel sayısına
göre verilen bir addır. Divan ve Meydan sazı ifadeleri ise sazın çalındığı
mekâna göre verilmiş adlardandır. Uzun
saplı çalgılar, müziğin aslî unsuru olan makam icra etme düşüncesiyle geliştirilmiştir. Makamın asıl
unsuru ezgidir. Sap üzerindeki tel boyunca ezginin icra edilmesi mantığı ile
hareket edilmektedir. Sazımın
Sözü adlı
eserdeki: Âşık dayandırır sözü sohbeti Elinde sedefli saza danışır Kemale yetende insan san’atı Çöllerin ördeği kaza danışır.”(4) biçimindeki
söylem sazın önemini içerdiği gibi; Seyranî'nin: "Saz
çalmayan telin kadrin ne bilsin"(5) dizesi
ve Ruhsatî'nin: Ruhsatî zamane tutmaz adamı Elindeki kemanî saz olmayınca(6) dizeleri
sazın önemini dile getiren çarpıcı deyişlerdendir. Türk
Halk Edebiyatı sazdan ayrı düşünülemez. Çünkü saz, halk hikâyelerinde, koşmalarda,
türkülerde en önemli unsurdur. Türk kültürünün bir parçası olan halk müziğinin
günümüze taşınmasında vazgeçilmez
görevler üstlenmiştir. Yüzyıllardır süre gelen saz çalma geleneği Türk Tarihi
kadar eskidir. Bilindiği gibi bazı efsaneler, içinde oluştuğu
kültürün aynası konumundadır. Türk
kültürünün en önemli unsurlarından sazın oluşumu ile ilgili çeşitli efsaneler
mevcuttur. Bu konuda anlatılan bir Kazak efsanesi oldukça ilginçtir. Bu
efsaneye göre: Çok eski devirlerde bir
avcı bir maral vurur. Avını taşımakta zorlandığı için maralın işkembe ve
bağırsaklarını boşaltır. Aradan aylar geçtikten sonra, avcı dağlarda dolaşırken maralı vurduğu
yere tekrar gelir. Ağaçlık alanda
vızıltı gibi sesler işitir. Dikkatle
baktığında birkaç ay önce vurduğu maralın bağırsaklarının kuşlar tarafından
yenirken, ağaç dallarına gerili bir biçimde takılı kalmış olduğunu, rüzgâr
estikçe de dallara çarpan kuru bağırsak
derilerinin farklı ve hoş sesler çıkardığını fark eder. Avcı
bağırsakların sanki dile geldiğini hisseder ve daldan bir çift kurumuş
bağırsağı alıp eve getirir. Tahtadan yaptığı basit bir alete takar,
bağırsaklara parmaklarıyla vurdukça ağaç dallarındaki gibi hoş sesler çıkarır.
Bu durum hem avcının hem de dinleyenlerin hoşuna gider. Avcının
bu buluşundan esinlenerek oluşturulan alete dombıra ve daha sonra da yeni
biçimler verilerek kopuz gibi adlarla
anılan Türk sazlarının ataları oluşturulur. Halen Kazak Türklerinde telleri
kurutulmuş bağırsaktan yapılan dombıralar bulunmaktadır. Aynı efsanenin bir
başka varyantı kopuzun doğuşu olarak: Efsane
halkın müziği hiç bilmediği, hiç ezgi-melodi duymadığı çok eski bir zamanda
geçer. Kamber-Kam adlı efsanevi bir avcı vardır. Bir gün ağaçlık bir yerden
geçerken garip bir ses işitir. Baktığı zaman ağaçtan ağaca gerilmiş bir
bağırsağın rüzgârın tesiri ile titreşip ses çıkardığını görür. Bu gerili olan
bağırsak ağacın tepesinde iken yaralanıp düşen bir maymunun bağırsağıdır. Çıkan
ses Kambar'ın o kadar çok hoşuna gider ki; bu sesleri verebilecek bir âlet
yapmak ister. Birkaç bağırsağı alarak içi oyuk bir ağaç parçasının üzerine
gerer, düzenler ve çalmaya başlar. İşte telli sazların ilki sayılan Kopuzun
ortaya çıkışı böyledir. Avcı Kambarın yeni çalgısında seslendirdiği ilk küğ
(ilk hava-melodi) şimdi Kırgızlar arasında hâlâ çalına gelen Kambar-Kam
havasının başlangıcı ve asıl şekli sayılır.(7) biçiminde anlatılmaktadır. Bağlamanınatası kopuzun da telinin bağırsak kurusu ve at kılı olduğu bilinir. Kopuzun
doğuşuyla ilgili benzer efsaneler yaygındır. Bunlardan biri de bahattin Ögel'in
anlattığı: "İnanışa göre Kambarhan, bir eşek
bağırsağını germiş ve bu bağırsağı parmağı ile çırpmış, bir alet çalıyormuş gibi yapmış,
böylece kopuz icad olmuş." biçimindedir.(8)
Hepsinde ortak yön, bulunan bir kuru hayvan bağırsağının tel olarak
kullanılışıdır. Müzik aletlerinin teşekkülü hakkında oluşturulmuş efsanelerin genelinde Korkut Ata'nın adının ön plana çıktığı bilinmektedir. Bunlardan biri de şöyle anlatılmaktadır. "Hünerli bir kişi olan Korkut, bir müzik aleti icat edip tabiatın esrarlı hayatını bu müzik aletinin sesine katmak ister. Çam ağacını kesip kurutur, çamdan bir müzik aleti yapmaya çalışırken bir gün düşünde melek yol gösterir. 'Korkut, yapıp durduğun kopuz, altı yaşındaki tek hörgüçlü erkek devenin ilikli kemiği gibidir, Ona benzet, üzerini deri kapla. Tekenin boynuzundan tiyek (sazın telinin altına konup teli tahtadan biraz yüksek tutan eşik)yap. Beş yaşındaki aygırın kuyruğundan kıl bağırsak gerek. Bunları birleştirirsen aletin konuşup durur' diye öğüt verir. Korkuk, gördüğü rüya doğrultusunda kıl kopuz yapıp alemi ezgileriyle hemhüzünlendirmiş hem de neşelendirmiştir."(9) Dursun
Yıldırım'a göre: “Ozanların yaratıcılığında, tek veya iki telli kopuzun eşliğinde vücut bulan, yayılan, gelişen, zenginleşen Türk sözlü gelenek şiir sanatı, yüzyıllar boyu temâlarını, formlarını, türlerini tekrarlayarak, yeni unsurlar bünyesine katarak, yeni teknikler ve melodik yapılar oluşturarak, kendi içinde mektepler kurarak, temsilciler yetiştirerek, varyantlar ve versiyonlar yaratarak günümüze kadar ulaşmış ve hâlâ da hayatiyetini sürdürmektedir.”(10) Umay
Günay da, nazmın İslâmiyet’ten önce ve sonra, daima ezgili ve müzik aleti eşliğinde
olduğunu belirterek, anonim, âşık ve tekke şiirinin her zaman ezgiyle okunduğunu,
çok kere de müzik aletinin eşliğinin söz konusu olduğunu belirtmiş ve “Başlangıçta kopuz ve türevleri şiire eşlik
ederken, zaman içinde müzik aletleri değişmiş fakat şiir hiçbir zaman müzikten
ayrılmamıştır." (11) diyerek musikinin önemini vurgulamıştır. Türklerin
Batıya yürüyüşü ile Anadolu'ya gelen kabileler arasındaki ozanlar Anadolu'da
antik sazlardan lir ve arp gibi telli
sazları görünce bunların üzerindeki teli elindeki kopuza takmayı düşünmüş,
kopuzun ana yapısını bozmadan elindeki alete tel takmıştır. Anadolu'da dut
ağacı çok olduğundan teknesini duttan oyup biraz büyütmüş, tel uzun olduğundan
kopuzun sapını da uzatıp yeni bir çalgı aleti oluşturmuştur. Kopuzunu elle çalmaya alışkın olan ozan elini
tele dokundukça telin çıkardığı sese,
titreyişe, sızlayışa bağlı olarak yeni oluşturduğu aletine yansıma
sözcük olarak saz demiştir. Bizim görüşümüze göre saz, metal telin kolay ve uzun tınlayış
özelliği sonucu doğmuştur. Bağlama ise,
âşıkların, şiirlerini okurken çaldıkları küçük saz sapına perde bağlayarak
oluşturdukları saz biçimidir. Tel
elini kestiği için sazını sert bir
cisimle çalma gereği hasıl olmuş ve kiraz ağacının kabuğunu yontarak
oluşturduğu aparata da tezene adını vermiş, zaman içinde saz yapıcıları özünü
bozmadan boyuna, saz tellerinin sayısına, teknenin büyük ve küçüklüğüne bağlı
olarak çöğür, meydan sazı, bağlama, divan sazı vb. adlarla anılan Türk sazlarını
oluşturmuş ve geliştirmişlerdir. Sazın
Anadolu'daki ilk evrim basamağı cura olup ailenin en küçük ve en ince ses veren
çalgısıdır. en büyük ve en kalın sese sahip olanı ise meydan sazıdır. Âşıklar deyişlerini bugün saz, eskiden
kopuz denilen telli bir çalgı eşliğinde söyleyip sazı hep kendilerinden bir
parça gibi görmüşlerdir. Gelenek içinde saz dışında başka bir çalgı ile
sanatını sürdüren âşık yoktur. Âşıklık geleneğinin tek çalgısı saz (bağlama) ve
sazın türevleri olan kemani gibi telli sazlardır. Âşık havaları dediğimiz çeşitli tarzlar adlarını çalınan sazdan,
okunan şiirden, şiirin biçim ve türünden hatta Kerem gibi âşık adlarından ve
hikâye kahramanlarından almıştır. Kara
Düzen, Misket Düzeni, Müstezat, Abdal, Rast Düzeni vb. akort biçimleri de
söyleyişi kolaylaştıran unsurlardır. Gerek Anadolu gerek Orta Asya’nın sözlü
kültüründe dînî öğreti metodu olarak hep müzikten yararlanılmıştır. Kazak
ve Özbekler'in müzikle seslendirilen Yesevî hikmetlerini büyük bir saygı
ve huşu içinde dinledikleri bilinmektedir. Halil Atılgan'ın bir yazısında: Türkülerin bize ulaşmasında kopuzun torunu
olan bağlamanın görevini iyi tespit eden Ozan Ali Akbaş; Bağlama dediğin üç tel bir tahta diyerek bağlamanın ne denli pervasız
olduğunu, şaha bile baş eğmeden demek istediğini dile getireceğini ifade
etmektedir. Gerçektende toplumumuzun hayatında bağlama önemli bir unsurdur.
Tabir yerindeyse halk çalgılarımızın da 'İmparatoru'
ve baş sazıdır. Türkülerimizin icrasında bütün yükü o çeker. Diğerleri ise renk saz olarak katılırlar. Kaval,
kemane, tar, sipsi gibi halk sazlarımıza
renk saz denmesinin sebebi de budur. Değerli
müzik adamı, araştırmacı Mahmut R. Gazimihal 'Bağlama geçen asırların bir icadı değil, Türk kültürünün ozanlık
geleneği olarak kopuzun devamıdır. Onu aziz kılan nokta da işte budur'
diyerek dediklerimizi doğrulamaktadır."(12) Türk
Halk Müziği topluluğu denilince öncelikle akla bağlamalar gelmektedir ve yurdun
çeşitli bölgelerindeki tavırlı türkülerin bağlamayla icra edildiği
görülmektedir. Ethem Ruhi Üngör, 1978′de Ankara’da
verdiği ”Türk Musikisinde Çalgılar” adlı konferans metninde Anadolu sazlarını
sıralarken kaybolan çalgılar içinde Tokat menşeyli "kılkopuz"dan söz
etmektedir. Kopuz sözcüğünün, Anadolu’da kullanımına Savaş Ekinci’nin Kültür
Bakanlığınca yayımlanan kitabında da rastlanılmaktadır. "Ramazan Güngör ve Üç telli Kopuzu" adını taşıyan bu kitapta,
kopuz teriminin bağlama yerine kullanıldığı görülmektedir.(13)
Zile'de Atalar Caddesi'nde oturan ve
tahmini 1960'ta vefat eden Gurap
Ali adı ile bilinen âşığın kılkopuz
çaldığı tarafımızca da bilinmektedir.
Halen Zile yöresinde âşık yerine ozan, saz yerine de kopuz sözünün
kullanılışına rastlanmaktadır. Araştırmalar 13. yüzyıldan sonra kopuz
adının yavaş yavaş kullanılmamaya hatta giderek unutulmaya başladığını
göstermektedir. 16. yüzyılın ikinci yarısına ait bir şiirde Nev’i adeta bu
durumun başlangıcını ifade etmektedir. Zaman içinde kopuz yerini saza bırakmıştır. "Götürüp mihr-i felek bezm-i
cihandan kopusu deyişi kopuz sözcüğünün bırakılıp
bağlama benzeri telli saza geçişin belgesi gibidir. Türk
Halk Edebiyatı sazsız düşünülemez. Çünkü halkın hikâyelerinde, koşmalarında,
türkülerinde ve yaşayışının her devresinde saz en önemli yeri tutar. Türk
kültürünün bir parçası olan halk müziğinin günümüze taşınmasında saz önemli
görevler üstlenmiştir. Yüzyıllardır süregelen saz çalma geleneği Türk tarihi
kadar eskidir. Dünyada
tek başına çalınıp söylenebilen, saatlerce kendini dinlettiren piyano ve
gitarla birlikte üç enstrümandan biri olan saz, bir tek klavye üzerinde 35 ayrı
akort yapılabilen dünyanın tek çalgısıdır. Âşık için her ne kadar duygu güzelliği
ön planda gelse de, saz ilhamı kamçılayan bir alet olup âşıklık
geleneğinin en önemli unsurlarından biridir.
Âşıka şayeste türkü çağırmak Anın da tadı yok saz olmayınca(14) Bir halk ozanıyım elimde sazım Mevki, saltanatta yok benim gözüm(15) Meydanî'nin detli sazı Herkes almış kemanını sazını Çalmayan da gamlı, çalan da gamlı(17) Sazım alıp şu dağlara yaslansam Derdim dile gelir teller içinde(18) Bir köşeye astım sazım Dünyada hasılı varım Ceyhunî Elimde bir çubuk bir de saz kaldı(20) Kırılmış perdesi çalmıyor sazım Sazlar düzen tutmaz teller perişan(21) Şu
sazıma bir düzen ver biçimindeki deyişler ve Kul Semaî ile Zileli Nevruz Bacı'nın bir atışmada
dile getirdikleri: Nevruz Bacı: Ey
âşık pîrine sıtk ile sarıl Telli
kitap olan sazın var mıdır Âriflerin
nutku, kelâmı ağır Hak'ta
hakikatte gözün var mıdır Âşık Semaî: İrfanî
mekteple pîrin aşkıyla Meclislerde
öter sazımız bizim Vücudumuz
pişmiş aşk ateşiyle Vech-i
kitabullah yüzümüz bizim biçimindeki
söyleyişleri âşıklık geleneğinde sazın
önemini vurgulayan deyişlerdendir. Hepimizin bildiği gibi Âşık Veysel'in: Ben gidersem sazım sen kal dünyada Gizli
sırlarımı âşikâr etme deyişi, Mürsel Sinan'ın: Sazım can dostumdur gönül telimdir Türküsü türkümdür dili dilimdir(22) deyişi, Âşık Garip'in: Bir ipim var yedi kazığa bağladım Döşünü gıdıkladıkça o inledi, ben ağladım(23) biçimindeki muamması, Erbabî'nin: El sazda, dil sözde, gönül niyazda Dil bülbülü gül feryada başladı(24) Pir Sultan'ın: Dört şey vardır bir karındaşa ilazım Biri ilim, biri kelâm, biri nefes biri de saz(25) deyişi, Âşık Zeynelî'nin: Ben çalayım sen de söyle sözünü Saz edelim zülfündeki telleri (26) ve Zefil
Necmi'nin: Feryad-ı figanım ah-ı zar oldu Saz oldu vücudum tel ne ilazım(27) deyişi sazın âşık edebiyatındaki önemini ve insan
yaşamıyla ne denli kaynaştığını vurgulayan önemli söylemlerdir. Âşıklara saz şairi denmesi de
bundandır. Divan şairinin kalemi ne ise âşığın da
sazı odur. Halk âşığı sazsız düşünülemez. Bu nedenle “sazsız âşık kulpsuz testiye benzer” sözü yaygınlık
kazanmıştır. Âşık Efkârî, âşık adayının
elinde saz olması gerektiğini: Kendini aşka mal eden elinde bir saz ola(28) biçiminde,
Fehmi Gür: Durmadan her daim böyle söylerim Âşığın elinde saz olur gönül(29) biçiminde
vurgularken, Âşık Ömer, çok ötelere giderek: Evvelâ on iki makâmât yedi âgâz ile Hem dahi Hüseynî nağme kârgâh ile Yirmi dört terkîb ile hem kırk sekiz
usûl ile Ehl-i aşkın Ömer ders girinde sâz dinle
sen deyip
kendi ustalığını vurgulayarak bir âşığın musiki makamlarını iyi bilmesi
gerektiğini savunur. Görüldüğü gibi
saz, âşık şiirinde cansız, ruhsuz bir eşya değil, âşıkla dertleşen, onun
sırlarını bilen, gönlünden akıp gelenleri söylerken ona eşlik eden bir
yoldaştır. İlk hekim modeli olan şamanların en
önemli yardımcısı kopuzu ve icra ettiği müziktir. Türk kültüründe çalgı
kutsaldır ve bu özelliği ile kılıç ya da mızrak gibi savaşçının silahı ve
zırhıdır. Şaman inançlarına göre ağaç kutsaldır. Kamların, ozanların kopuzları
özellikle kutsal ağaçlardan yapılan kutsal sesli çalgılardır ve ruhlarla
konuşurken bu çalgıyı kullandıklarına inanılır. Ölen şamanın mezarına da ağaçtan yapılmış kopuzları konulduğu
bilinmektedir. Anadolu Türk kültüründe bağlama “telli
kuran” denilecek kadar kutsal sayılmaktadır. Hazar ötesi Türkmenlerinde
de durum aynıdır. Bir Türkmen âşığının: Gel dutarım sözleşelin Aslın senin
ağaçtandır Ağaç dersem
gönüllenme Elvan
güller ağaçtandır deyişi, Pir Sultan
Abdal’da: Öt benim
sarı tamburam Senin aslın
ağaçtandır Ağaç dersem
gönüllenme Kırmızı gül
ağaçtandır biçiminde dile getirilmiştir. Alevi- Bektaşi kültüründe de sözlü
geleneklerin yüzyıllardır müzikle birlikte süregeldiği görülür. Bu nedenle, bu
kültürü öne çıkaran unsurlardan biri de,
müziktir. Türk
kültüründeki kopuzun devamı olup, Alevîlikte en önemli ibadet araçlarından biri
olan saz, cem'de çok önemli bir konuma sahiptir. Cem ibadeti sırasında çalınan semah
ve deyiş ezgileri icra edilirken muhakkak bağlamadan
yararlanılır. Çünkü Anadolu Alevîliğinde bütün cem ibadetlerinde bölgesel
olarak zâkir, âşık diye adlandırdığımız kişiler bağlama ile deyiş, nefes ve duvazlar icra ederek cem ibadetlerini
gerçekleştirmektedirler. Bu açıdan bakıldığında
saz halk filozofları yetiştiren bir okul görevi üstlenmiştir. Alevîlikte
âşık olarak bilinen kişilerin mezar
taşlarına da bağlamanın fizikî motifinin işlendiği görülmektedir. Yine Dede
Korkut anlatmalarından bildiğimiz gibi elinde kopuz olan birine kılıç çekilmez.
Bu da sazın Türk kültüründeki öneminin bir başka ifadesidir. Âşık
hep sazıyla övünür. Sazı onun dili ve gönlüdür. Onunla sohbet eder, onunla
dertleşir, atışmalarda karşısındaki âşığı onunla mat eder. Âşığın imdadına hep
saz yetişir. Eğer karşılaşmalarda yenilecek olursa sazı hasmına verme
geleneğince mahvolur, yenilginin gönlünde açtığı yara asla iyi olmaz. Bu
nedenle halk arasında “Kel başından, âşık
sazından korkar” denir. Sazını kaybetme korkusu ile çok iyi ustalaşmayan
âşık atışmalara girmez. Âşık Şenlik ve İzanî atışmasında mat
olup sazının elden gideceğini anlayan İzanî'nin, İzanî: Burda kara
ettin benim yüzümü Daim meth
ederim senin sözünü Bağışla
Mevlâ'ya alma sazımı Yaradan yâr olsun Baba Şenlik'i(30) deyişi halk edebiyatının bu konudaki
ilginç örneklerindendir. Bu konuda Murat Uraz: “Meydan edinmelerde sazının hakkını verebilen ağırbaşlı kâmil âşık,
sazına el götürmezden evvel, eğer
karşısında genç bir âşık bulursa Gel oğul gel, seni sazımın telleri gibi haddeden geçireyim demekten kendini
alamazdı.”(31) demektedir. Âşıklık geleneği içinde önemli bir yere sahip olan saz,
âşıklarca kutsal bir varlık gibi görülmüş, ona çok değer verilip özenle
korunmuştur. Âşıklar sazlarını insana benzetmişler, sapının baş tarafına baş-kaş, burgularına kulak, sapına kol, yüz tarafına göğüs, deliklerine
göz, tambur kısmına da gövde adını vermişlerdir. İnsana saygı nedeniyle de sazı yere
bırakmayıp yukarıda tutmaya özen göstermişlerdir. Alevi ve Bektaşi âşıkları ise
sazların şekilleri ve sazın parçalarını özel remizlerle ifade etmektedirler.
Tellerin üç sıra bağlanması; Allah, Hz. Muhammet, Hz. Ali üçlemesi sazın on iki
telinin ise On İki İmam’ın simgesi olarak düşünülmektedir. Kopuza olan saygı için Gazimihal kopuzun itibarının yüksek olduğunu
belirtip “kopuzu Öpüp başa koyarak
çalarlardı. Düşman ona el süremezdi.
Yere konulması günah sayılırdı.”(32) demektedir. Bugünkü Alevi-Bektaşi geleneğinde
de aynı kültür kalıntıları yaşatılmaktadır.
Arapça bir kelime olan ve Büyük Türkçe Sözlük’te saz eşliğinde oynanan, tören niteliği taşıyan dinî menşeli oyun” olarak tanımlanan semah, İbrahim Aslanoğlu'nun Turabi Ocağı Dedelerinden aktardığına göre, Hz. Muhammed’in kırklara gelip bir üzüm tanesini ezerek bunu kırklardan birinin içmesi ve Hz.Muhammed ile kırkların Ya Allah deyip semah dönmesi ile başlamıştır. O tarihten beri, Alevilikte ibadetin bir bölümü olan semah, bağlama eşliğinde dönülür. Kısaca semah, Alevi-Bektaşi inancında Cem sırasında on iki hizmetten biri olan, saz ve söz eşliğinde kadın ve erkeklerin birlikte yaptığı haktan alıp halka vermek, paylaşmak gibi farklı anlamlar taşıyan kutsal hareketler bütünüdür. (33) Türk soylu çalgıların Oğuz boylarından Anadolu’ya
yayılmasıyla başlayan, yüzyıllar boyunca halk topluluklarının şen ya da hazin
duygularını ezgiler halinde ortaya koyan âşıklar, düğünlerde, panayırlarda,
cem törenlerinin ritüellerinde gelişen çalgı kültürünü, Asya’daki kopuzun
Anadolu ve Rumeli’ye kadar yayılan bağlama biçimiyle sürdürmüşlerdir. Kültürümüzde
bu denli önemli yere sahip olan saz için şeytan yakıştırması ile ilgili ilginç
efsaneler de bulunmaktadır. Bunlardan; Gagauzlarda
kavalla ilgili bir efsaneye göre yılda bir kez kendi bayramlarını kutlamak için
yeryüzüne çıkan periler, kaval ve davul çalan iki devin müziği eşliğinde
eğlenir, oynarlarmış. Bu sesi insanoğlu duyarsa deli olurmuş. Kavalın
deliklerine bu yüzden “şeytan deliği” denir. Anadolu’da da kaval ve zurnanın
bazı deliklerinin adı cin deliği” veya “şeytan deliği” olarak
isimlendirilmektedir. Bu delikler icra esnasında kullanılmaz ama çalgının
doğru seslenmesi için
gereklidir. Bir de “şeytan perdesi” vardır. Efsaneye göre Baba Gambar
dutarı icad eder ama çalgıdan ses alamaz. Şeytan kenardan seyretmektedir.
Sonunda Gambar’a “çalgının neden ses vermediğini biliyorum. Benim adımı
verirsen söylerim” der. Gambar çaresiz kabul eder ve perdenin adı “şeytan
perdesi” olur biçimindeki
anlatmalar Dertlî'nin, İslâmiyette
saz ve müzikle uğraşmayı günah sayan Beypazarı Kadısının “O aletin içinde şeytan vardır; çalmasın, kırıp atsın” biçiminde bir
haber göndermesi üzerine sinirlenip Türk edebiyatının en tanınmış yergi örneklerinden
biri olan: Telli
sazdır bunun adı Ne ayet dinler ne kadı Bunu çalan anlar kendi Şeytan bunun neresinde biçiminde
başlayan bir taşlama ile yanıtlayışını hatırlatmaktadır. Çalgı çalmanın, özellikle de saz çalıp
türkü söylemenin günah olduğu inancı, azalmış olsa da, hâlâ sürmektedir. Öyle
ki, bu anlayış günlük dile ve atasözlerine de yansımıştır. Anadolu’da çoğu
yerde ”en kötü meslek çalgıcılıktır, onu
da öğren unut”, ”kırkında saza
başlayan, kıyamette çalar”, Çalgı
giren eve melek girmez, Çalgıcıya kız verilmez gibi söylemlere ne yazık ki
bu gün bile rastlanılmaktadır. Saz çaldıkları için ham sofularca kınanan
âşıklar sazlarını yüceltir, değerli sazlarına yöneltilen hakaretlere korkusuzca
cevap verirler. Dertlî'den başka sazı nedeniyle eleştiriye uğrayan önemli
âşıklardan biri de Emrah'tır. Hacı Ali Efendi bir vaazında Emrah'ın sazını tahkir edince: Gel
meclise sûfî hele bir dinle bu sâzı Fehm
et ki bu sazın nedir Allah'a niyazı (34) diye
cevap verir, Hocanın konuşmaları devam edince de: Sûfî-i
hor meşrebi gör kim ne takvalık satar Gizli
söyler gıybeti dinler sâzı dinlemez(35) diyerek yerer. Dadaloğlu da bir şiirinde: Yüksek kayalarda şahin ünlemez Kısırdır katırlar kulun kunlamaz Bazı
hocalar da sazı dinlemez Nedir kuru ağaç, ona din gerek (36) diyerek saz karşıtlarını yermiştir. Tarih
Boyunca Kullanılan Sazlardan Bazıları Dombıra Gövdesi
ahşaptır. Türkistana ait dombıralarda perde bulunmaz. Tek parça odundan
oyularak sapı ve gövdesi yapılır. Çalınırken genellikle gövdesine vurularak
ritimler elde edilir. Aletin sırtında ses çıkması için küçük bir delik bulunur.
Dışı vernikleme, cilalama gibi kaplamalar yapılmaz. Önceleri
bağırsak derisi ve at kılından yapılan dombıralara daha sonra tel bağlanmıştır.
Kazak dombıralarının geleneğe bağlı olarak bağırsak derisinden yapılanları da
bulunmaktadır. Kopuz Sazın tarihî gelişimine baktığımız
zaman; sazı, kopuz adı ile eski Türk ozanlarının elinde, destanlar ve sagular
okurken görmekteyiz. Kopuz için Meserret Diriöz: “Bu ad kadim Uygur metinlerinde ve Divanü Lügati’t Türk’te geçer. Muhtelif Türk toplulukları arasında ve devirler
boyunca, kobuz, kupuz, komuz şekillerinde telaffuz edilmiştir. Bugün Altay
Türkleri arasında baksıların çaldıkları bu milli musiki âletinin, asırlardan
beri hemen hiç değişmemiş olduğu söylenebilir. Manasçı ve ırcıların, Manas veya
başka bir destanı söylerken çaldıkları bu alet, takriben üç, üç buçuk kadem
(karış) boyundadır. Üzerine bükülmüş at kılından iki kiriş gerilmiş ve
kıpırdadıkça madeni bir ses çıkarması için sapına ziller ilave edilmiştir.
Kopuz-ı Ozan ve Kopuz-ı Rûmî adları ile iki çeşidi vardır. Kopuz-ı Ozan’ın üç
teli, Kopuz-ı Rûmî’nin ise beş teli bulunur.”(37)
açıklamasını yapmaktadır. Kopuz,
en eski telli çalgılardan biridir. Güney Azerbaycan’ın Şuşdağı eteğinde M.Ö. 6.
binyıla ait olan ender kültür örnekleri bulunmuştur. Bu buluntulardan en
ilginci elinde kopuz tutmuş ozan ve birkaç kişiden oluşan meclisinin tasvir edildiği kil
kaptır. Eski
Türk kopuzları, genelde iki ve üç tellidir. Altay, Sibirya, Çin, Uygur ve
Türkmenistan bölgelerinde yaşayan Türk halkları iki telli, Anadolu ve
Azerbaycan Türkleri ise üç telli kopuz kullanmışlardır. Modern
âşık sazının selefi sayılan üç telli kolça kopuz da Azerbaycan Türklerinin kullandıkları en
eski telli müzik aletidir. Kolça kopuzun
çanağı uda benzer olup, ondan hayli küçüktür. Çanak kısmı tam yontma yöntemiyle
hazırlanır. yüzünün 2/3 kısmı deri, kalan kısmı ise ince tahta yüzlükle
kaplıdır. Kopuzun kısa koluna perdeler bağlanmaz. Şamanlarca
kutsal sayıldığı için ayinlerde kullanılan, Asya kökenli telli Türk çalgısı Hemen bütün Türk yurtlarında yüzyıllar
boyu değişik şekiller almış, günümüzde kullandığımız bağlamaya kadar; Kobuz, Kubuz, Kıl Kopuz, Kumuz, Çağur,
Çoğur, Çöğür, Dıngır, Kövür, Kubur, Yunkar, Saz, Meydan Sazı, Kara Düzen,
Damura, Gilbut, Bağlama vb. adlarla anılmıştır. Kopuz şimdiki bağlama cinsi telli sazların
atasıdır. Saplı, armudi ya da üç kenar gövdeli,
teknesi deriyle kaplı, önceleri iki ya da üç
kıl telli olup ses perdeleri
yokken, Anadolu’ya gelince (tahminen XIV.
yüzyılda) madeni tel takılmak ve bağırsak kirişten ses perdeleri bağlanmak
suretiyle oldukça gelişkin şekil almış
ve saz adı ile anılır olmuştur. Dede Korkut hikâyelerinde kopuz Kolca
kopuz, kurulıca kopuz ve akca kopuz
diye de anılmaktadır. Kopuzun,
şaman tarafından yalnızca tedavî ve kötü
ruhları kovmada kullanılan bir ses âleti olmadığı, Türk kültüründe velîlik ve
ululuk simgesi olduğu üzerine görüşler de ileri sürülmektedir. Kopuzun, Kıl
kopuz veya ikilik gibi adlarla
bilinen ve şamanla birlikte ifade edilen iki
telli kopuz türü Orta Asya halkları arasında, özellikle Kazakistan’da
geleneksel bir saz olarak bugün de kullanılmaktadır. Türklerin
batıya göç serüvenleriyle uygarlık beşiği Anadolu'ya gelip, Anadolu'nun zengin
kültür birikimiyle kucaklaşan kopuz, değiştikçe gelişmiş, geliştikçe de
değişmiştir. Büyük Selçuklular ve Osmanlılarla Kafkasya'dan Balkanlar'a
Ortadoğu'dan Kuzey Afrika'ya dek yayılmıştır. Zile
Kıl Kopuzu Üç
telli eski Türk kopuzunun Zile yöresinde üzerine deri gerilmeden yapılan ve
Zile yöresinde yaygın olarak kullanılan tokaca benzeyen biçimde bir sazdır.
Tokacın, geniş düz yüzünün kayık gibi oyulup bu kısmına kıl, zamanla da ince
tel takılmasıyla oluşmuş yöresel bir sazdır. Azerbaycan'ın üç telli kopuzunu
andırmaktadır. Ethem
Ruhi Üngör, 1978′de Ankara’da verdiği ”Türk Musikisinde Çalgılar” adlı
konferans metninde Anadolu sazlarını sıralarken kaybolan çalgılar içinde Tokat
menşeyli "kılkopuz"dan söz ettiği saz, 1960'lı yıllara kadar görülen
ve en son Âşık Gurap Ali'nin çaldığı saz olarak bilinen Zile kıl kopuzudur. Cura Bağlama ailesinin en küçük sazıdır. Teknesi
küçük, sapı oldukça kısadır. Cura,
Yörük halk çalgısı olarak bilinir.
Güneyli âşıklar tarafından çoklukla
kullanılan bu çalgının uzunluğu 55-60 cm kadardır ve bağlama ailesinin en küçük çalgısıdır. Cura
genellikle altı, beş, dört ya da üç tellidir. İki telli curalar da vardır. Bu
curaların alt teli "la", üst teli "re" sesine
ayarlanmıştır. Sapın ucundaki burgu denen
anahtarlarla çalgı akort edilir. Dört telli curalarda üstteki tel ahenk telidir. Öbür teller bu ahenk telinin
sesine ayarlanır. Sapları kısa olduğu için fazla perde bulunmaz. Genelde
tek başına çalınan bir çalgı değildir. Yaygın olarak öbür sazlarla birlikte
çalınır. Bağlamanın bir oktav tizine ayarlanan sesi, öbür sazların içinde
belirginleşerek ezgiye hareket ve renk katar. Oyun havalarının kıvrak ve
hareketli çalınış biçimine uygun bir çalgıdır. Rud Azarbaycan
halkı arasında kullanılan eski telli çalgı aletlerinden biridir. Rudun ilk
örneklerinin çanağı balkabağından, telleri ise bağırsaktan yapılmıştır. Dış görünüşü
de balkabağını hatırlatır. Ön tarafının yarısı balık derisiyle, geri kalan
kısmı ise çam ağacıyla kaplıdır. İlk
dönemler parmakla, sonralar ise yumuşak materyalden hazırlanmış mızrapla
çalınmıştır. Son dönemlerde çanağı dut ve erikten, kolu ceviz, burguları
armut ağacından yapılmıştır. Sataer Tahmini olarak l0-l2. yüzyıllardan
günümüze kadar kullanılan en eski sazlardan biridir. Türkistan'da yaygın olarak
kullanılmaktadır. Dokuz telli bir saz olup
genellikle nar ağacından yapılmaktadır. Perdeleri ipek iplik telle
bağlıdır. Dokuz telinin ikisi ipek, yedisi çelik teldir. Kopuzdan esinlenerek
yapılan bu saza Çin hanedanlığı döneminde gösteri yapan Türkistan ekibi
elindeki çalgı aletine sataer dediği için bu adı almıştır. Halen kullanılan sataerlerde 8-l2
arasında değişen çelik tel kullanılmaktadır. Temelini kopuzun oluşturduğu bu
sazın uzunluğu l40 cm. civarındadır. Elle çalınabildiği gibi yayla da
çalınabilmektedir. Setar armudi gövde
yapısına sahip uzun saplı metal telli bir çalgı aletidir. Yayla çalınır. Gövde ve sapta başta Dut ağacı olmak üzere çınar, gibi orta sert
ağaçlar kullanılır. Kapak kısmı ise yumuşak yapılı ağaçlardan yapılır. Beş ana
telin yanında 7 adet ahenk teli bulunur. Her biri tek tek sıralalanan tellerden
yalnızca en alttaki asıl melodiyi icra etmek üzere kullanılır. Çalınış biçimi
olarak yaylı tanbura benzetilen setarı, çalgı formu ve yapısına bakıldığında
Uygur tanburunun yaylı varyasyonu olarak konumlandırmak mümkündür. Setar geleneksel olarak üzerinde süslemeler barındırır. Bu
süslemeleri yapmak için kemik ve boynuzdan kesilen küçük parçalar ağaç üzerinde
açılan yuvalara tek tek yapıştırılır. Iklığ Türkistan'da
kullanılan eski sazlardan biridir. Eskiden Türkler'in kullandığı yaylı bir
çalgıdır. "Iklığ" sözcüğü, "yay" anlamındaki "ık"
sözcüğünden türemiştir. Türkistan'da
kullanılan sazlardan olup XII. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya yayılmıştır. Iklığın
yarım küre biçimindeki gövdesinin yapımı için kaplumbağa kabuğu ya da su kabağı
kullanılır. Gövdeye tutturulmuş tahta sapın ucunda tel sayısınca akort burgusu
yer alır. Telleri at kılından ya da hayvan bağırsağından yapılan ıklığın iki
ya da üç teli bulunur. Gövdenin göğüs denen ön bölümüne ince bir deri gerilir,
teller bu göğüs üzerinde yer alan tahtadan yapılma, köprü biçimindeki eşiğin
çentiklerinden geçer ve gövdenin altına bağlanarak yapılır. XV ve XVI.
yüzyıllardaki Anadolu metinlerinde: Otuz kopuz
kırk çeşte, elli ıklığ rebab Hub
çalunsun odada iki telli saz ile Bunca sözü
söyledik bize bâki kalı yok Kaygusuz'a
nâzar eyle bir güler yüz ile biçiminde yer alır. Halen Anadolu'da bazı köylerde saz çalan
âşıklara "ıhlıkçı"
denildiği görülmektedir. Rumeli metinlerinde de kopuzla beraber ıklığ'a da
rastlanmaktadır. Çalınırken ıklığın gövdesi iki diz arasına sıkıştırılır, sapı
ise sol elle diklemesine tutulur. Bazı Türk boylarının,ıklığa İran kültürünün
etkisiyle kemence, kopuz ya da kıyak adını verdikleri bilinmektedir. Günümüzde Anadolu halk müziğinde kullanılan
kabak kemane ile 19. yüzyıla kadar Türk müziğinde ve özellikle de Mevlevi müziğinde
gözde bir çalgı olan rebap da ıklığ benzeri çalgıdır. Çoğur Dağıstan taraflarında Avar Türkleri
tarafından kullanılan altı perdeli bir bağlama çeşidi olup Yalova’nın Güney köyünde
yaşayan Avar kabilesince hâlâ kullanılmaktadır. Dörtlü aralıkla iki çifter
tellidir. perdelerinin bağları deriden yapılmıştır. Sapı Anadolu sazlarından
farklı olarak burgular tarafına doğru kalınlaşarak tepesi tam düzlemesine
kesiktir. Boyu 80 cm. kadar olup gövdesi yarım karpuz biçiminde çanak şeklinde
oyuktur. Dağıstanlıların kullandığı
tamur, çergen. çağana dedikleri sazlar çoğur esas alınarak geliştirilmiş sazlardır. Çöğür Tahta göğüslü, 36 perdeli, gövdesi büyükçe bir saz olup ilk
kez Kütahya'da yapıldığı ileri sürülmektedir. Evliya Çelebi'nin dediğine göre de çöğür
sazının mucidi mezarı Kütahya Zırhkeş
bağlarında olan Yakub Germiyanî'dir. Anadolu’da yaygın olarak kullanılmıştır. Bazı
âşıklara çöğürcü denmesi bu yaygınlığından kaynaklanmaktadır. Özellikle
Yeniçeri ocağında kullanılan bu saz zaman içinde bazı değişikliklere uğratılmış
ve orta boy bağlamadan küçük bir saz görünümüne sokulmuştur. Kestane ağacından
yapılanlarının makbul olduğu söylenmektedir. Bağlama ailesinin en kıdemli çalgılarından sayılır.
Divan sazı'na yakın büyüklükte olan ve bağlamanın atası sayılan çöğürün ilk
biçiminin üç telli olduğu bilinmektedir. Yaygın olarak üçerden dört gruplu 12
tellidir. 9 ya da 6 telli olanları da bulunmaktadır. Çöğürle seslendirilen
dinsel eserler, semai, nefes gibi tasavvuf müziği ürünleri, etkileyici
bir hava yaratır. Çöğür'ün kısa saplı saza verilen
isim olduğuna dair çok yanlış bir kullanım sözkonusudur. Tekne boyları 44-47 cm
arasında olan sazlara Çöğür, halk arasında Abdal Sazı denir Bu sazlarda iki tip tel düzeni kullanılır. Birincisi,
bağlama düzeninin divanı şeklinde olup, saz bağlama düzeninde çalınır.
İkincisi Abdal sazı şeklindedir. Bu kullanım Halk Müziğinin Orta Anadolu
repertuarına hastır. Bozuk düzende alt teller la sesine akortlanıp saz re
karar olarak çalınır.
Kumul Giçeği Türkistan sınırları içinde bulunan Kumul iline has en eski
Türk sazlarındandır. Turfan ve Kaçkar yöresindeki yaylı sazlardan etkilenilerek
tahminen 15. yüzyılda Kumul'da oluşturulmuş bir sazdır. Azerbaycan,
Türkmenistan ve Anadolu'da kullanılan kemençeye benzemektedir. Geleneksel halk
müziği icrasında mutlaka kullanılmaktadır. Kumul makamı bu sazla daha iyi
çalınabildiğinden eğlence ve
gösterilerde aranan bir Türk çalgısıdır. Giçek, yuvarlak gövde üzerine konumlandırılmış
oval satıhlı bir saptan oluşur. Telleri metaldir ve yayla icra edilir. Kabak
kemane, kemançe, Özbek giçeği gibi çalgılarla çalınış, ses karakteri ve görünüm
olarak benzerlik gösterir. Giçek dut ağacından yapılır. Giçeği ayırt edici
olan bir özellik ise kapak olarak deri yerine ağaç kullanılmasıdır. Oldukça
süslü olan çalgı aleti üzerinde boynuz ve kemikten yapılmış süslemelerde yer alır. Dutar Türk halk çalgıları içinde
önemli bir yere sahip olan dutarın çok geniş bir kullanma alanı vardır.
Bağlamanın dutardan zenginleştirildiği sanılmaktadır. Uygur, Kazak, Kırgız ve
diğer Türk boylarında halen kullanılmaktadır. Parmakla çalınan bir çalgı olup
başlangıçtan beri iki telli oluşunu korumuştur. Dutar armut şekilli ancak büyük
bir gövde yapısına ve uzun bir sapa sahip bir enstrümandır. Elle belirli ritim
kalıplarına göre vuruşlar yapılarak çalınır. Dut ağacından yapılanları
makbuldür. Boy olarak büyük ve küçük olmak üzere iki çeşidi bulunmaktadır.
Büyüğünün uzunluğu l25 cm. civarında olup sapının üzerinde 17 perde
bulunmaktadır. Küçüğünün uzunluğu ise l00 cm. uzunluğunda olup l4 perdelidir. Türkmen
dutarının üst eşiği ile burgular arasında yere alan perde de kavaldaki şeytan
deliği gibi basılmayan bir perdedir. Tellerin üst eşiğe baskı yapmasını sağlar.
Geleneksel olarak kadınların da çaldığı dutar, en yaygın çalgılardan birisidir.
Solo icralarda ve eşlik sazı olarak kullanılmaktadır. Bağlama Kopuzun Anadolu’ya geldikten sonra aldığı biçimidir. Halk
türkülerinin değişmez sazı olarak kullanılmaktadır. Anadolu halk müziğini tek
bir enstrümanla anlatacak olsak akla ilk gelecek şey bağlama olur. Bağlama
adına ilk kez 18. yüzyıl metinlerinde rastlanmaktadır.Bu konuda "Bu dönemde Anadolu'ya gelen Jean Ben jamin
de Labotde, seyahatnamesinde 'Bağlama
yahut tamburanın biçimi tıpkı çöğürünkü gibi ama ondan daha küçüktür."(38)
biçiminde bir yazı bulunmaktadır . Alevi ve Bektaşi kültürünün baş sazıdır.
bozuk denilen ve perde sayısı fazla olan uzun saplısı kutsal sayılır. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde az çok değişikliklerle Divan Sazı, Meydan Sazı, Kara Düzen, Bozuk
Bağlama, Çöğür, Tambura, Cura, Dıngır, Irızva, Küvür, Yeltene adları ile anılan sazlar bağlama grubu
sazlardandır. "Kim çalarsa kara düzen bağlama biçimindeki bir deyişte bağlamanın kara
düzen cinsinin elle çalındığı işaret edilmektedir. Bağlama, ses ve perde düzeni bakımından
son derece esnek olup tezene hareketlerine düz, çırpma, fırıldak, vurma,
silkme, kazıma, çekme, okşama ve parmak ile denilmektedir. Bağlama Anadolu'nun her yöresinde
farklı sistemle akortlanır. Çalınacak türkünün yapısı, tezene vuruşları akort
sistemini etkiler. Bağlama, genellikle dut ağacından
yapılır. Tezenesi kiraz ağacının
kabuğundan yapılmakta olup çeşitli yörelerde mızrap, çekü, serpene, büdene, pene adları ile bilinmektedir. Bağlama
tezeneyle çalınabildiği gibi tezenesiz, yani parmaklarla vurularak çalma şekli
olan şelpe yöntemiyle de
çalınabilir. Günümüzde sesini geniş
topluluklara duyurabilmek için bağlamanın yapısal özellikleri korunarak elektro
bağlamalar da üretilmektedir. Bağlama sosyal yaşamımızda o denli yer etmiştir
ki kimi türkülerimizde:
Bağlamam perde perde
Elindedirbağlama Alıverin bağlamamı
oymadan Gidiyorum ben sılama doymadan (Kırşehir Türküsü)
biçiminde dile gelmiştir. Bozuk Uzun saplı bağlama Anadolu'da halk arasında "Bozuk" ya da "Bozuk
bağlama" adı ile bilinir. Yapısal olarak kısa saplı bağlamaya benzese de
uzun saplı olduğundan perde sayısı kısa saplı bağlamaya göre daha fazladır. Alevi
ve Bektaşi kültüründe kutsal sayılan, üç sıra, yedi telli bir sazdır.
Dersim, Tunceli taraflarında Bozuk, bağlama düzenlerinden birinin adıdır. Süleyman
Efendi'nin Çağatay Lügatında Bozuk, gayrı muntazam, bir nevi tanburadır, kopuz gibi tarifiyle geçer. Bozuk adını anan en
eski metin 19. yüzyıl saz şairi Zileli Kamil'in: Bunu ben bir kolay sanat sanırdım
biçimindeki deyişidir. Divan
Anadolu'da bugün kullanılan bağlama
türlerinden biridir. Divan bağlama ailesinin tekne büyüklüğü ve sap uzunluğu
bakımından en büyük sazıdır. Genelde sade
ve süslemesiz çalınır. Üç sıra, yedi tellidir. Alta iki, ortaya bir tane kalın
sırma, üste ise bir tane kalın bam
teli
takılır. Bağlamadan 5 ses pese akortlanır. Tamburu andıran tok ve mistik bir sesi vardır. Uzun hava açılışlarında kullanılmaya çok uygun
bir sazdır. Tambura Bir bağlama çeşidi olup iki telli Kazak-Kırgız çalgısı
"Dombra"nın bugünkü halidir. Kısa saplı bağlama ile aynı büyüklükte
tekneye sahiptir. Uzun saplı bağlama gibi çalınır. Üç sıra yedi telli bir
sazdır. Tambur Türk
müziğinde
yaygın olarak kullanılan ve yalnız Türklerde görülen telli bir sazdır. Divan sazından bir oktav tizdir ve divan sazının curası olarak bilinir. Bağlamadan da dört ses
daha tizdir. Tamburun kökeni, hangi tarihte ortaya çıktığı bilinmemektedir.
Sözcük, sonraları İran'da ve Orta Asya'da, daha çok bağlamaya benzeyen armudi
gövdeli, uzun saplı çalgıların genel adı olarak kullanılmıştır. Özellikle
Avrupalı gezginlerin sapındaki perde bağları dolayısıyla Türk müziğinin ses
sistemini gözle görülür biçimde yansıttığını yazdıkları tambur, günümüzde
yalnızca Türkiye'de kullanılan belki de tek çalgıdır. Sazı icra edenlere
"tamburi" ismi verilir. Evliya
Çelebi XVII. yüzyılda İstanbul'da 500 tamburi bulunduğunu ifade etmektedir.
Bugün kullanılan tambur ise ilk kez Kantemiroğlu'nda görülmüştür. Dimitri
Kantemir tarafından tambur, Türk müziği ses sistemini ifade için kullanılmıştır. Tamburi
Cemil Bey ise Geliştirdiği yeni icra şekli ile çığır açmış, viyolonsel
ve yaylı
tamburu Türk müziğinde ilk kez kullanmıştır. Tamburun
mızrabı kaplumbağa kabuğundan (bağa) elde edilir. Oldukça sert bir maddeden
yapılan mızrabın uzunluğu 9.5-13.5 cm. arasında değişir. Esnemez bir çubuk olan
mızrabın iki ucu da kullanılır. Ama iki uç, farklı tınılar elde edebilmek için
birbirinden biraz farklı yapılır. Sağ elin baş, işaret ve orta parmakları ile
tutulan mızrap, tellere geniş yüzüyle değil, diklemesine dar yüzüyle vurulur.
Bu vuruş, çalgının tok ses vermesini sağlar. Mızrabı böyle tutulan başka çalgı
yoktur. Dolan Revabı: Uygur Türkleri arasında yaygın olarak
kullanılan bir çalgı olup staere benzemekle birlikte bazı farklılıklar
gösterir. Daha çok Dolanlılar kullandığı için bu adı almıştır. Gövdesi ağaç
olup üzerine deri geçirilmiştir. Sazın eşik kısmında üç ana tel bulunur. Bu üç
tel ezginin çalındığı tellerdir. Bunların yanında sap kısmına bağlı perdesiz
olanlarında l2, perdeli olanlarında yedi adet rezonans teli vardır. Anadolu'da
kullanılan rebab çalgısına da benzerlik göstermektedir. Ülkemizde kullanılan
rebapta rezonans telleri yoktur. Parmakla ve yayla çalınabilen bir Türk
sazıdır. Azerbaycan, Kazakistan ve çeşitli Türk ülkelerinde kullanılmaktadır. Kaşgar revabı ise küçük yuvarlak bir ses kutusuna ve uzun bir sapa
sahiptir. Gövdesinin üstü neme karşı oldukça dayanıklı olan ve gevrek bir ses
rengi olan yılan derisi ile kaplanır. Yapımında dut ağacı kullanılır. Üzerinde
kemik ve boynuz parçalarından yapılan süslemelere ek olarak iki adet koç
boynuzu biçimli çıkıntı bulunur. Revab yedi metal tele sahiptir. Tellerden en
altta olanı melodiyi icra ederken diğerleri yardımcı yada ahenk vermek amacıyla
kullanılır. Çağur Güney Türkmenlerinden
Tahtacılar tarafından kullanılan bir saz olup altı ya da dokuz tellidir.
Üçerli üç tel ya da ikişerli üç tel halinde düzenlidir. 15 perdesi vardır. Şeştar Kopuzun Mevlana Celaleddin-i Rumi
tarafından bazı değişikliklere uğratılarak altı telli bir saz haline
getirildiği ileri sürülen bir biçimidir. ŞeştaraYunus Emre'nin şiirlerinde de
rastlanmaktadır. Kövür Gaziantep ve yöresinde kullanılan 8-12 telli bir sazdır. Kubur
Yunkar Çöğürün sadeleştirilmiş bir biçimi olan
ve bağlamaya çok benzeyen bir saz çeşididir. Damura Malatya yöresinde kullanılan bağlama
cinsinden mahalli bir sazdır. Gilbut Sivas yöresinde kullanılan bir sazdır.
[1] Saim
Sakaoğlu, (1992), “Ozan, Âşık, Saz Şairi ve
Halk Şairi Kavramları Üzerine”, Türk
Halk Musikisinde Çeşitli Görüşler, (hzl.
Salih Turhan), Ankara, 1992, s.219 [2] Bayram Durbilmez, "Âşıklık Geleneğinde Saz", Milli Folklor, 2010, S.85, s. 149 [3]
Doc. Abdulvahap Kara, Hun Döneminden Günümüze Ulaşan
1500 Yıllık Saz, Hristiyanlığın Oluşumunda Türk
Kültürünün Etkisi Türk Dillerinde Ortak Bilim Sözleri
üzerine söyleşi Yeniden Ergenekon, 17.01.2012
[4] Sehend, Bulud Karaçorlu. Sazımın Sözü,
(Basıma hzl. Dursun Yıldırım), Ankar, 1980, s.44 [5] Hasan Ali Kasır, Seyranî, İst. 2001, s. 109 [6] Doğan Kaya, Sivasta Âşıklık Geleneği ve Âşık Ruhsatî, Sivas, 1994, s.204 [7] Fâize Abbasova-Cemal Anadol, Türk Kültür ve Medeniyeti, İstanbul 2002, II.Baskı, s.760-761 [8] Bahaeddin Ögel, Türk Mitololisi, Ank. 1987, s.26 [9] Kazak Halkının Salt Dastürleri, Almatı, 1994, s. 149-150 [10] Dursun Yıldırım, “Orta Asya Bozkırından Urumuneli’ne <Türk
Sözlü Şiir Sanatının Yayılması Üzerine>”, Türk Bitiği, Akçağ Yay. Ankara, 1998, s.182. [11] Umay Günay, Türkiye’de Âşık Tarzı
Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yay. Ankara. 1992, s. 5 [12] Halil Atılgan, Kanal Kültür, 13. 08. 2008 [13] Edebiyat Fakültesi.com (Anadolu'da Bağlama Kültürü) [14] Bayram Durbilmez, "Âşıklık Geleneğinde Saz", Milli Folklor, 2010, S.85, s. 149 [15] Adil Ali Atalay, İbretî, İst. 1996, s.64 [16] Bayram Durbilmez, Âşık Meydânî, Kayseri 2000, s.208 [17] İrfan Ünver Nasrattınoğlu, Posoflu Âşık Zülalî, Ank. 1987, s.30 [18] Alpaslan Ayral, Âşık Zeynelî, Sivas, 1995, s.32 [19] Kutlu Özen, Âşık Feryadî, Güldane, Sivas, 1986, s.26 [20] Mehmet Yardımcı-Hayrettin İvgin, Zileli Âşık Ceyhunî, Ank. 1996, s.37 [21] Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Bütün Şiirleri, İst. 2003, s. 163 [22] Bayram Durbilmez, a.g.y. s. 154 [23] Erman Artun, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, İst. 2005, s. 90 [24] Şiir ve Dil Örnekleri, s. 161 [25] Esat Korkmaz, Pir Sultan Abdal Divanı, İst. 1994, s. 421 [26] Alparslan Ayral, Âşık Zeynelî, ivas, 1995, s. 25 [27] Mehmet Yardımcı, İz Bırakan Zileli Şairler, İzmir, 2004, s. 151 [28] Hayrettin Rayman, Ardanuçlu Âşık Efkârî, Erzincan, 1998, s.291 [29] Ramazan Çiftlikçi, Arapgirli Halk Şairi Fehmi Gür, Malatya 2000, s.378 [30] Ensar Aslan, Çıldırlı Âşık Şenlik, Diyarbakır, 1992, s. 106 [31] Murat Uraz, “Halk Edebiyatında Saz ve Âşık” Türk Folkloru Araştırmaları C.l, S.4, Ekim l949, s.49 [32] Mahmut R. Gazimihal, “Baş Ozan Korkut Ata ve Onun Yelteme Kopuzu” Türk Folkloru Araştırmaları C.5, S. l04, Mart l958, s.1653 [33] Seyit Yöre, Alevi Bektaşi Kültürünün Müziksel Kodları, Türk Kültürü vr Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2010, S.60, s.219 [34] Metin Karadağ, Erzurumlu Emrah, Ankara, 1996, s. 258 [35]Metin Karadağ, a.g.e., s.78 [36] Saim Sakaoğlu, Dadaloğlu, Ankara, 1993, s. 105 [37] Meserret Diriöz, “Kopuz ve Klasik Edebiyatımız” Türk Kültürü, S.168, Ekim l976, s.730 [38] Ulaş Özdemir, Anadolu'nun Binlerce Yıllık Sesi Bağlama, Skylıfe, Decembre, 1997, s. 20
|