Âşık Remzâni |
ESKİ KUR’AN YORUMLARI GÜNÜMÜZDE GEÇERLİĞİNİ YİTİRMİŞTİR
İsmail
KAYGUSUZ Diyanet
İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu'nun Ekim (2004)’de Hürriyet'e Kur’an
ayetlerini anlamlandırma/açıklama ve yorumlarına ilişkin yaptığı açıklamada
şunları söylüyordu: “
Tarih boyunca Kuran’ın çeşitli dillere çevirisi ve tefsiri yapılmıştır. Meal ve
tefsirler yapıldıkları dönemin bilgi birikimini yansıtmaları sebebiyle Kuran-ı
Kerim’in her dönemde insanların ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için çağın yeni
bilgilerine göre yeniden yorumlanması gerekir. O bakımdan Kuran-ı Kerim’in
tefsiri her çağda o çağın ihtiyaçlarına göre yenilenir ve değişir. Böyle olunca
da Kuran-ı Kerim’in yorumunda son söz söylenemez ve bir kimsenin söylediği söz,
bir kimsenin veya bir gurubun yazdığı tefsir Kuran-ı Kerim’in son sözü, son
yorumu değildir. Kuran’daki bazı ayetlerin geçmiş dönemlerde yapılan yorumunun
eskidiği ve günümüz toplumlarının şart ve ihtiyaçlarıyla bağdaşmadığı ise bir
gerçektir. Bu nedenle de Kuran’ın her dönemde o dönemin bilgi birikimiyle
yeniden yorumlanması bir ihtiyaçtır ve öteden beri İslam bilginlerince
önerilen/savunulan (kuşkusuz bazılarınca, eğer genel olarak bu düşünce
savunulmuş olsaydı tarih ırmağı, çıplak-çorak değil, bağlık-bahçelik bir vadide
akardı;dolayısıyla İslam dini de İslam
ülkeleri bugünkü durumunda olmazdı.İ.K.) bir husustur.” Yetkimiz
olsaydı bu cümlelerin altına imza
atmaktan çekinmezdik. Ama,
Diyanet İşleri Başkanı Alevilik ve Aleviler için çağdaş olamıyor: İnancımızı
inanç olarak kabul etmiyor; “tarikattır veya kültürel eğilimdir, kültürel
ögelerin belirgin olduğu bir anlayıştır”diye ısrar ediyor. Alevilik inancı,
İslamın Sünniliğe (Ortodoks İslama) aykırı yorumudur; “yol-erkan” anlamı ile
“mezhep” olarak da, İmam Cafer Sadık’ın batıni öğretileri kapsamı içinde
Caferiyiz, diyoruz. Hayır, “mezhep saymak, tarihten akıp gelen bilimsel
ölçütleri (hangi bilimsel ölçüt bu, Ortaçağın mı? yoksa 21.yüzyılın bilimsel
ölçütü mü?! İ.K.) kullanırsak, zordur,
diyor. Alevilik daha çok bizim Anadolu coğrafyasına ait bir kültürel (şimdi de
İslam kültüründen çıkardı.İ.K.) eğilimdir”
Oysa bu yılın başlarında (2 Şubat
2004) Milliyet’in sohbet odasında Derya Sazak’a “Alevilik İslamın içinde bir
kültürel anlayıştır, mezheptir”diyordu. Bu
kez bir karşı yazı yazmıyazacağız, yazdıklarımızdan bir kitap oluştu.
Konuştukça tutarsızlıklarınız, yanlışlar
ve çelişkileriniz ortaya çıkıyor. Bizi, bize bırakınız; biz farklı tanımlamalar
yaparız, tartışırız–çatışırız, ayrı ayrı çizgilerde yürürüz, ama Hak-Muhammed-Ali birliğinde birleşir
yolumuzu sürdürürüz. Çünkü, ‘yolumuz bir, süreğimiz bin birdir’. Abbasi
heresiyografları, Osmanlı Şeyhülislamları Aleviliği, “aşırı, sapkın inanç veya
sapmışların inancı” anlamlarında “guluv, heresy-rafızilik, zındıklık vb.”
sözcüklerini kullanıyor, ama bir ‘inanç’ olduğunu söylüyorlardı. Siz onu da
açıktan söyleyemiyorsunuz. Oysa biz, Sünni ve Şiiliğin(Ortodoks İslamın) katı
dogmalarını oluşturan Şeriatın sapkını olmayı hakaret değil, onur kabul ederiz. Aslında
burada amacımız sayın Başkan’a biraz yardımcı(!) olmaktı: Kur’an ayetlerinin
açıklanması ve yorumları konusunda desteklediğimiz yukarıdaki düşüncelerinin
açınımını sağlayan ve ayrıntılayan Hintli din bilgini Asghar A. Engineer’in
yazısını çevirerek kendisine sunmak istedik. İsmail
KAYGUSUZ KUR’AN’I
ANLAMANIN METODOLOJİSİ (YÖNTEMBİLİMİ) ÜZERİNE Dr.
Asghar Ali Engineer Elimizde
çok sayıda Kur’an yorumları
bulunmaktadır. Bizzat bu durum, yorum çokluğu İslam Peygamberine gönderilmiş bu
yüce kitabın anlamının büyüklüğünü gösterir. Kur’an yerküre üzerindeki
milyonlarca insana esin vermiş, bunu yapmayı sürdürmekte ve bu gezegende
insanoğlu varolduğu sürece de esin verecektir. Pek çok İslam düşmanı bu büyük
kutsal kitaba saldırıyor ve onun (Kur’an’ın) inanmıyanlara karşı nefret kustuğunu, hatta onların
öldürülmesini bile istediğini kendi
yöntemlerince “kanıtlamaya” uğraşıyor. Ayrıca birçokları Kur’an’ın çok
sert ve hatta bağnaz bir inançlar sistemi sunduğu ve bu yüzden Müslümanların
fanatik olduğu ve yeryüzünde bu denli çok kan döküldüğünü ispatlamak
peşindedir. Ne yazık ki pek çok akılcı (rationalists) da, Kur’an’ın nefretinden esinlenmedikleri halde, fakat
dine karşı duydukları kendi nefretleriyle bu argümanları sıkça kullanmıştır.
Bir rasyonalistler konferansında, Müslüman
Mısır delegeleri dahi Kuran’a böyle itirazlarda bulunmuş ve onun
öğretilerinin kadın haklarına karşı olduğunu ileri sürmüşlerdi.İddia edilmiştir
ki, Kuran, bütün inananların inançsızlara karşı
cihad yapmaları ve hepsi Müslüman oluncaya kadar cihadı sürdürmelerini istemektedir. Yine çokları
tarafından inanılmaktaydı ki, Vahiy akla karşıdır ve Kur’an’da söylenenler ya
da Kur’an söylemleri akla uygun değil, mantıksızdır. Yanlış
Kur’an yorumları ve bu itirazlar karşısında gerekli olan, böylesine geniş
anlamlı kutsal kitabı anlamak için özel yöntembilimi (methodology)
geliştirmektir. Bu konuda birinci önemli soru(n), yalnızca bir tek yorum olabilir mi? İkinci
olarak, Kur’an’ın herhang ibir özel yorumu sonraki kuşaklar ya da aynı kuşakta
insanları üzerinde bağlayıcı olabilir mi ve ayrıca yorum yetkin, üstün değerde
olabilir mi? Üçüncüsü, Kutsal Peygamberin bütün sahabileri Kur’an’ın
(herhangi) bir ayetini anlamlandırma ya
da özel bir yorumu üzerinde anlaşmışlar mıydı? Eğer değilse, neden
birbirleriyle anlaşmazlığa düştüler? Dördüncüsü, Kur’an’ı anlamada hadislerin
rolü nedir? İnsan hadislerin yardımı olmaksızın Kur’an’ı anlayamaz mı? Ve
beşinci olarak, Kuran’ın anlamını açıklamak için kullanılan hadislerde,
yorumcular ve açıklayıcılar tarafından tam anlamıyla anlaşma sağlanır mı? Bunlar,
Kur’an’ı anlamak için özel yöntem geliştirmede çok canalıcı sorulardır. Bu
sorular, özel yöntembilim geliştirmek amacıyla doyurucu biçimde
yanıtlanmalıdır. Şu gerçektir ki, kutsal Kitabın değişik açıklayıcı (şarih,
şerhçi) ve yorumcu (mütefessir, tefsir eden) arasında uyuşma/oy birliği asla
olmaz. Çeşitli yorumcu ve açıklayıcı arasında farklılıklar ve yaşamsal ayrımlar
varolduğu sürece, bütün çağdaş ve en azından gelecek kuşaklar üzerinde
bağlayıcı olan özel herhangi bir yorum sorunu
yok demektir. Bununla birlikte öyle düşünen, yani sorun olduğunu
söyleyen insanlar vardır. Ancak o tür bir yaklaşım, yalnızca Kur’an’ın kapsamlı
biçimde anlaşılması-algılanmasıyla çatışmayacak, aynı zamanda birkaç bireysel
anlayış yüzünden, o sınırlanmış olacaktır. Hiçbir yorum, -belki önemli ve çok
dikkate değer olabilir ama- biricik(yorum) değildir. Bu, Kur’an
bildirimlerinin-tebliğlerinin çeşitli yüzlerini, yansıyan görünüşlerini
anlayabilmede çok önemlidir. Bir
yorumcu ya da açıklayıcı öncelikle ilahiyatçı görüş açısına, diğeri sosyolojik perspektife sahibolabilir. Bir
üçüncüsü ona bilimsel görüş açısından
vs. bakabilir. Her birinin kendi görüş açısından sağlayacağı bir katkı
olacaktır. Bu konuda, Kur’an’da çeşitli anlamları olan sözcüklere veya simgesel
kullanıldığına dikkat etmek önemlidir; bu simgeler ya da sözcükler sadece
değişik görüş açılarından anlaşılabilirliği dışında, aynı zamanda da bunlar dönem değiştikçe yeni deneyimlerle
yeni anlamlar kazanmıştır. Böylece Kur’an’ın anlaşılmasını birkaç yorumcu veya
açıklayıcı ile sınırlandırmak, Kutsal
Kitabın eylem ve etki alanını ciddi biçimde daraltmak olacak ve bu yalnızca onu geçmişte bir döneme uygun, o
dönemle ilgili yapacaktır. O yorum gelecek kuşakların görüş hedefi için tatmin edici olamayabilir.
Müslümanlar olarak biz, Kur’an’ın kendi uyumu içinde ebedi olduğununa inanırız ve onun böyle olması için gelecek
kuşaklara da, onların yüzyüze kaldıkları sorunların ışığında ve kendi
deneyimlerinin aydınlığı içinde, kendi akıllarının yolgöstericiliğinde Kuran’ı
yorumlamak hakkına sahip olmaları gerektir. Geçmişte Müslümanlar tarafından
karşı karşıya kalınan sorunlar ve meydan
okumalarla, şimdiki kuşakların yüzyüze geldikleri aynı olmayabilir, hatta
olamaz. Böyle olunca Kur’an’dan esinlenmek ve onun rehberliğine sarılmak
amacıyla, yeni kuşaklara mensup olan insanlar kendi görüş açılarından
yorumlamak gereksinimi duyacaklardır. Şu
kesin bir gerçektir ki hadis, Kur’an’ın anlaşılmasında çok önemli rol oynar,
fakat Kur’an’ın yorumunda onun rolünü
doğru değerlendirmek için ayıklanma ve sınıflandırma gereksinimi duyulan
Hadis Edebiyatı ile çeşitli sorunlar
vardır. Birincisi ve en önde gelen sorun, hadisin gerçekliği ve güvenirliği
yönüyle ilgilidir. Çeşitli Kur’an ayetlerinin açıklamaları ve yorumunda
kullanılan çeşitli hadislere ilişkin ciddi anlaşmazlık vardır. Ve bu hadisler Kur’an ayetlerinin anlaşılmasında çok önemli
derecede farklılıklar yaratmaktadır. Burada da belirtmeye değer iki şey
vardır: İlkönce eğer o ayetler,
metafizik inanç kuralları (akaid) ve tapınmalarla (ibadat) ilgiliyse, böyle
tartışma ve çekişmeler herhangi bir toplumsal çatışmalara neden olmayacaklar.
Fakat eğer onlar, sosyo-ekonomik konular, kişilik yasalarına(hukuku) ve bizim
“muamalat”(muameleler, davranışlar) dediklerimize ilişkin ise, bu ayetlerin
yorum ve açıklamaları büyük toplumsal
vuruşlar/etkiler yapacak ve burada, yeryüzünde yaşayan insanların
yaşamlarını etkileyecektir. Ayrıca,
birçok çeşit hadis vardır ki, Kur’an’ın bildirimleri yani tebliğleriyle çoklukla çatışma
içindedir. Şeriat yasalarını (ele) alırken ya da çıkarırlarken birçok İslam
hukukçuları böyle hadisleri kullanmışlardı. Böyle bir hadisi kullanma
kesinlikle Kur’an’ın anlaşılmasında değiştirici etki yapar. Bu da fazlasıyla
bir tartışmalı alandır. Bazı bilginler, Kutsal Kur’an’ın söylemleriyle doğrudan aanlaşmazlık içinde
olan o hadislerin Kur’an’ı anlamakta hiç kullanılamıyacağını ileri sürmüşlerdir. Böyle hadisler asla kabul
edilemez; Kur’an ayetlerini anlamak için
ve Şeriat yasalarının formülasyonu için onların kullanılması artık bırakılsın!
İşte bu, Kur’an ayetlerinin doğasında varolan (öz) anlamı anlamada çok büyük yardımcı
olacaktır. Çünkü böyle hadisler Kur’an ayetlerinin anlaşılması ve açıklanmasına
yardımcı olma yerine, yoğun anlaşmazlıklar yaratmıştır. İkinci
olarak, eğer bir kimse Kur’an’ın çeşitli klasik yorum ve
şerhlerini(açıklamalarını) incelerse, bu ayetlerin, Peygamber’in sahabileri
tarafından farklı anlaşılmasının-anlaşıldığının boyutunu hemen görüp
öğrenir(anlar). Büyük Kur’an yorumcusu Tabari, ashabi kiraam (Muhammed’in
sahabeleri) tarafından bu ayetlerin farklı anlamlandırma-anlamalarından
alıntılar yapmaktadır. Bazı konularda Tabari, Peygamber’in sahabeleri ve onları
izleyenler tarafından anlaşıldığı gibi bir ayetin elliden fazla farklı anlamın
vermiştir. İşin
gerçeği Peygamberin sahabilerininin farklı sosyal kökenleri kadar değişik
tabanlardan gelmiş olmalarıdır. Ayrıca
onlar farklı zihinsel
kapasitelere ve sosyal önyargılara sahip bulunuyorlardı. Yine ayrıca
eski peygamberlere ve onlarla ortak olan öyküler de vardı. Sahabiler Kur’an
ayetlerini kendi sosyal tabanları, psikolojik yapısı ve zihinsel algılama
güçlerine göre anladılar. Bildiğimiz gibi, bu faktörler herhangi bir kitap
metnini anlamada son derece önemli rol oynamaktadır Kuran gibi vahyedilmiş kutsal metinleri
anlama sorununda bu unsurlar bir o kadar
daha çok önem kazanır. O halde, Peygamberin sahabileri tarafından ayetlerin anlamlandırılması-anlaşılması,
onların kendi arka zeminine, geçmişine bağlıolduğu görülmüş olacak ve bu anlayışın zorunlu kılınmasından tamamıyla
kaçınmalıyız. Gerçekten Kur’an’daki İncil’den atıfları (referansları) anlayamayan
birçok insanlar, Yahudi ve Hristiyanlar tarafından kendilerine herne
söylendiyse su gibi içip ezberledi ve indirilmiş Kur’an ayetlerini anlamak ve
anlamlandırmak için bu tür bilgiler kullandılar. Abbasiler
döneminde EskiYunan bilim ve felsefesi Arap lisanına taşındığı ve Arapça konuşan
insanlara sunulduğu zaman birçok yorumcu tarafından, tıpkı kendi zamanımızda birçok insanların Kur’an
ayetlerini bilimsel alandaki çağdaş gelişmeler ışığında anlamaya çalıştıkları gibi, bunlar da Kur’an
ayetlerini açıklamak için kullanıldı. Güneşin dünyanın çevresinde döndüğü ve
dünyanın yuvarlak değil düz olduğu inancı Yunan düşünürleri, bilimcileri ve
Ptolemaios astronomisinden öğrenildi ve onlar “İslami inançlar” oldu. Din
bilginlerimizin (Ulema) çoğu dünyanın döndüğü düşüncesine-konseptine şiddetle
karşı oldu. Bunu “gayri İslami ya da İslam dışı” olarak düşünüp yoldan
çıkmışlık, bir sapkınlık olarak suçladılar. Böylece Yunan bilimi bu
dinbilginleri için kutsallaştı, dokunulmaz oldu ve ona zıt olan herhangi birşey
sapkınlık sayıldı. Bugün o ayetlerin pekçoğu, çağdaş bilimsel buluşların
ışığında farklı biçimde anlaşılıyor.
Birçok İslam bilim adamları, Kur’an’ın dünyanın durağan değil, bir yörünge
üzerinde hareket ettiğini ileri sürdüğünü kanıtlamak için bu ayetlerden
alıntılar yapıyorlar. Demek ki bilgi sistemimiz ve zihinsel arka plan, Kur’an
ayetlerini anlamak için son derecede
önemlidir. Kur’an ayetlerinin tek bir yorumu ayrıcalıklı olamaz ya da
mutlaklaştırılamaz. Bu
ayetlerin yeni anlamları yeni gelişmelerle bizi aydınlatır. Yukarıda gösterildiği
gibi, Kur’an’a ilişkin terminoloji zengin,
çok boyutlu ve daha fazla gelişme ve en yeni deneyimlerle değişik/farklı
anlamlar üretebilir. Yalnızca belirli, ama
gerçekliği kanıtlanmış ve güvenilir (genuine and authentic) hadislere
göre Kur’an’ın anlaşılmasını sınırlamak
isteyen kimseler de, Kur’an metninin zenginliğini ve onun çeşitli anlam dereceleri ve seviyelerini
gözden kaçırıyor, göremiyorlar. Dinsel metinler daima karmaşık, değerli taşlar gibi çok yüzlü, çok
boyutludur. Böyle bir metnin yorumu asla kesin olarak mutlaklaştırılmamalıdır. O
çağda yazılmış bütün Kuran yorumları
dikkatli biçimde incelenirse, Ortaçağ bilgi sistemlerinin etkisi altında
yazılmış oldukları açıkça anlaşılır. Ayrıca da bu tefsirler sadece mutlak
değişmezlik kazanmamış, fakat aynı zamanda
bu yorumların takipçileri tarafından onlara kutsallık, yarı-tanrısallık
statüsü ya da derecesi bile verilmiştir. Dolayısıyla bu, o yorumların önemli ve
dikkate değer olmadığını söyleyememek ya da onların bu artık güne uygun
olmadıklarını teklif bile edilememesi demektir. Onlar çok saygıya değerdi,
önemliydi. Fakat, Kur’an araştırma ve incelemesi için onların değeri her ne
olursa olsun, onlara kutsalmış gibi, yarı tanrısal paye verilemez. Belirtilmesi
gereken diğer bir şey Kur’an ayetlerini beş ana sınıflandırmaya ayrılabilir
olmasıdır: 1) İbadat (tapınmalar, ibadetler) ile ilgili ayetler, yani savm
(oruç tutmak), salat(dua etmek)ü hac zekat ve diğer benzer tapınma
uygulamalarına ilişkin ayetler. 2) Başka şeylerle birlikte evlilik, boşanma,
miras, tanıklık, iş-ticaret anlaşmaları, kontrat, özel mülkler, tarım vb. içine
alan muamalat (muameleler-işlemler) ile ilgili ayetler. 3) Tanrının birliği,
kıyamet günü, cennet ve cehennem, melekler vb. fizikötesi inançlara ilişkin
ayetler. 4) Genel rehberlik ve eğitimi
ilgilendiren ayetler ve 5) adalet,
eşitlik, doğruluk vb. gibi değerler sunan ayetler kategorisinden de sözedilebilir. Önce
de belirtildiği gibi İbadat ile ilgili ayetler gerçekliğine güvenilir
hadislerin ışığında anlaşılabilir. Peygamberin
kendisi nasıl dua ettiği (namaz kıldığı), nasıl hac ve oruca ilişkin
konuları düzenlediğini açıklamıştı. O
ayetler üzerinde yeniden düşünmek ve herhangi bir yeni yorum getirme sorunu
yoktur. Onlar Peygamberin açıkladığı
gibi anlaşılmalıdır. Herhangi bir din için kendine özgülük-eşssizlik sağlayan
ibadat (tapınmalar) kavramı ve onlara eşlik eden ritüeller, tapınç
uygulamalarıdır. Her din kendi ruhsal sistemini, dua etme sistemini, tapınma ve
meditasyonu vb. kendisi geliştirmiştir. Bu çıkışlar üzerinde yeniden düşünmek,
o eşssizliği-özgünlüğü bozmak ve eğer şöyle tanımlayabilirsem, onun ruhsal
estetiğini yoketmek olur. Demek ki, ibadat’a ilişkin ayetler değişemez. Fakat kuşkusuz bu konuda farklı mezhepler ısrar
etmektedirler. Sünni İslam (Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli, Zahiri?) ve Şia
İslam (Oniki İmamcı, Zeydi, İsmaili vb.) Fıkıh okulları arasında birçok
farklılıklar vardır, hatta salat (dua etme, namaz) konusunda, doğasına anlam
veren bazı vakitleriyle ilgili bile... Bir yöntem içinde (bir şekilde) farklı
mezhepsel uygulamalar dahi her mezhebe
eşssizlik sağlamakta ve hatta anlamlı kimlik oluşturmaktadır. Bu
farklılıklar bile her düşünce okuluna, yani mezhebe göre kabul benimsenen
hadisler üzerinde temellendirilmiştir. Bazı mezhepler ya da düşünce okulları
bazı hadisleri güvenilir doğrulukta kabul eder, oysa bazısı diğerlerini
güvenilir bulurken, başka hadislere kuşkuyla yaklaşır. Hemen
sonra, yine yukarıda gösterildiği gibi, evlilik, boşanma, miras, iş anlaşmaları
vs.yi kapsayan muamalat’a ilişkin ayetlere geliyoruz. Burada yeniden
düşünme(durumu) olduğu çağdaş yenilikçiler tarafından savunulur ve ortaya çıkan
sorunlar ve (birbirlerine)meydan okumalar
bakımından yeniden düşünmenin gerekli olduğu yönünde tartışmalar
yapılmaktadır. Örneğin, Kur’an’ın dört kadınla evlenme izni, yeniden düşünme
gereksinimi içinde duruyor. Çok eşliliğe ilişkin Kur’an ayetleri Ortaçağ ahlak sistemine (ethos) göre algılandı ve
onlar zamanın Arap uygulamalarıyla ilişkili bulunuyordu .O nedenle, bu
ayetlerin yeniden okunması konusunda bir yenilikçiler (modernists)
tartışmasına gereksinim vardır. İslami
haklarıyla ilgili çok daha fazla duyarlı olan kadınlar da bu talebin ön
sırasındadır. Aynı şey boşanmayla ilgili ayetler için söylenebilir. Boşanmayla
ilgili Kur’an’ın ruhuna aykırı olan bazı hadisler bu ayetleri yorumlamak için
kullanılırdı ve bundan sonra bu ayetleri yeniden yorumlama ya da güçlendirmeyle Kur’an’ın ruhunu onarmaya
gereksinim vardır. Tanrının
birliği, kıyamet günü, cennet ve cehennem, melekler vb.gibi metafizik
inançlarla ilgili olan üçüncü kategoriden ayetlere gelince, bunlar bizim akaid
(inancın kuralları) dediğimiz kısımlardır. Birinci kategoriye ait olanlar gibi
bu ayetler de herhangibir değişimin ötesindedir ve dinin gerçek temelleriyle
ilişkilidir. Tanrının birliğine(tevhid) inanma İslam öğretisinin en temel
kuralıdır. Benzer şekilde Kıyamet
gününe, Peygamberlere ve meleklere inanmak da İslamın temel öğretilerindendir.
Muhammed’in son Peygamber olduğu inanmak da İslami inançların ana temelidir ve
Kur’an öğretilerinin ayrılmaz
parçasıdır. Bu inançlar herhangibir yeni yorumun dışındadır ve herhahangi bir
soru sorulmaksızın kabul edilmelidir. Bu inançlar İslamın özgünlüğünün de
kısımlarıdır ve onu diğer dinlerden ayırdetmektedir. Bununla
birlikte, örneğin tevhid’in doğru anlamlandırılması ya da gerçek anlamı konusunda farklılıklar vardır.
Mutazililer tevhid kavramını diğer İslam mezheplerininkinden değişik
anlamaktadır. Aşariler ise Mutazililerden tawhid’i anlama bakımında anlamlı bir
biçimde ayrılırlar. Mutazililer Tanrının sıfatlarının olmadığına inanır, oysa
Aşariler Tanrının sıfatları olduğunu ileri sürer ve hatta onun gözleri,
kulakları, elleri vb. bütün organlarıyla birlikte fiziksel varlığına ve
inananların Tanrıyı kıyamet gününde göreceklerine inanırlar. Bu farklılıklar da
onların zamanında çeşitli hadis akımları üzerinde temellenmiştir. Tavil’e,
yani Kur’an ayetlerinin gizli anlamı olduğuna İsmaililer de Tevhidin ve
tanrılığın doğası hakkında çok farklı anlayışa sahiptir. Onlar da Tanrını sıfatları
olmadığı ve Onun bütün anlayış ve zihinsel/akılcı tartışmaların ötesinde
olduğuna inanırlar ve Onun varlığı
sadece kendisine “Hu”(O) diye çağrılarak tastik edilir, daha fazla
birşeyle değil. Ona herhangi bir sıfat atfetme-verme, gerçek Tevhit kavramından
sapma olur ve (Tanrıya ortak görme)şirk koşmaktır. İsmaililer, Tanrının
herhangi bir sayı kavramının ötesinde “Bir” olarak tanımlanamazlığını ileri
sürmektedir; Ona bir sayı vermek-atfetmek
O’nu sınırlamaktır. Biz burada, İsmaili inançlarında Tevhid gibi böyle
temel kavramları anlamada nasıl yaşamsal/önemli farklılıklar varolduğunu
göstermek için sadece bir çıtlatma yapıyor, imada bulunuyoruz.. Fakat yine de
İslamın temel öğretilerinin bu farklı anlayışları İslam dinyasında varlığını
sürdürmektedir. Dikkat çekecek derecede önemli olan, İslamın temel kavramlarının anlamadaki bu
farklılıkların kökeninin son zamanlarla değil, İslamın klasik çağıyla ilgili
olmasıdır. Bu farklı anlayışlar esas olarak Abbasi döneminin başlangıcında
ortaya çıktı. Başlangıçta
Abbasi yöneticiler, Ortodoks duruşlardan dikkate değer biçimde ayrılan Mutazili
Teolojisinin destekleyicisi oldu. Kur’an’ın doğası -yani Kur’an
Tanrıyla birlikte sonsuz mu yoksa yaratılmış mıdır?- hakkında çok sert
tartışmalar dahi oldu. Tartışmanın Mutazili tarafı Kur’an’ın yaratılmış (Kuran
metninin belli bir zamanın ucunda diğer herhangi bir yaratık gibi yokolocağını
belirterek) olduğunu ve Ortodoks (Sünni) kesim ise yaratılmamış ve kutsal
metnin asla yokolmayacağı ve Tanrıyla birlikte sonsuza kadar varolacağını ileri
sürüyordu. İslamda akılcılar olarak da tanınan Mutazililer Abbasi
kuluşlarının parçası oldu ve onlar, Kur’an’ın yaratılmışlığı üzerinde Mutazili
görüşlerini kabul etmeyi reddeden İmam Abu Hanifa gibi tanınmış hukukçulara
(fıkıhçılara) baskı yaptılar. Onu hapsetti ve her Cuma günü öğle namazından
sonra kırbaçlayarak cezalandırdılar. Şu halde İslam tarihinde, ortodokslara
baskı yapanlar da akılcılar oluyordu. İyi-helal
olan (Kur’an deyimiyle maruf) ve
kötü/haram (Kur’an’da bunlar için munkar-inkarcı, haram olan deniliyor)
içeren ayetler değişim gereksinimi içinde durmamaktadır. Bunlar evrensel gerçeklerdir ve bu evrensel doğrular
bütün dinler tarafından da paylaşılır. Kuşkusuz, maruf’un ne olduğunu,
munkar’ın ne olduğunu anlamak, dönemden
döneme ve yerden yere farklılaşabiliyor ve o yaygınlıkta- fikir ayrılıklarının
varolmasına izin verilebilir. Yine de
örneğin maruf ve munkar’la ilgili yaklaşım da evrensel olabilir. Tanrı
yaratığının değerini ileriye götüren, gelişimini ilerleten şey evrensel
iyi(lik)-helal ve onu yadsıyan-reddeten ise evrensel kötü(lük)-haram olarak
tanımlanabilir. Fakat neyin gelişimi ilerlettiğini ve neyin onu reddettiği üzerinde yine farklılıklar
varolabilir. Maruf ve munkar göreceleşmeyi sürdürecektir. Ayrıca Müslümanlar
arasında farklılıklar mezhepsel de olabilir. Örneğin Muta evliliği Oniki İmamcı
Şiiler tarafından maruf, Sünniler ve İsmaili Şiiler tarafından munkar olarak
düşünülür. Fakat domuz yeme, içki içme ve kumar oynama gibi bazı munkar
eylemler vardır ki, hemen bütün mezhepler arasında onlar üzerinde tam bir
oybirliği/ittifak oluşmuştur. Herhangi bir farklı yorum sorunu yoktur. Örneğin,
adalet, eşitlik, merhamet/şefkat, adil toplumsal düzenin yaratılması vb.gibi
değerlerle ilgili olan beşinci kategorideki Kur’an ayetleri doğal olarak
sonsuzluğa yöneliştir, sonsuzluk yolundadır. Kur’an bu değerler üzerinde büyük
vurgular yapmaktadır. İnsan en fazla bu değerlerin İslama temel oluşturduğunu
söyleyebilir. Bu değerler insanlık için
ölümsüz ve evrensel olduğu için yeniden düşünme sorunu yoktur. Ayrıca Müslüman
din bilginleri ve hukukçuları arasında bu değerler üzerinde tam bir andlaşma
olmuş ve İslam içindeki tüm hukuksal ve
dinsel formülasyonlarda bu değerler yansıtılır. Yine
de adaletin ne olup, ne olmadığı ya da eşitliği neyin ve hangi anlamda kuracağı
üzerinde farklılıklar vardır ve var olabilir. Merhametli ve şefkatli olmak ne
anlama gelir? Örneğin, bir köleye adil bir biçimde davranmak yeterli midir ya
da adalet istemini karşılamak için bir köleyi azadetmek(özgür kılmak) gerekir
mi? Ortaçağ İslam düşünürleri bir köleye adil bir biçimde davranmayı adalet
talebini yerine getirmek olarak algıladı ve adaletin hedefine ulaşması için
köleliğin kaldırılması gerektiği düşünülmedi. Benzer şekilde eşlere karşı
davranış hakkındaki 4.surenin 129.ayeti
de öyle yorumlandı ki, herkes için (kendi) dört karısına eşit davranması ve
koruması ve bakımıyla adaletin hedefine ulaşması için yeterli düşünüldü. Fakat
Tanrısal birlik ve adalet (tawheed wa al-'adl) taraftarı olarak tanımlanan
Mutazili’ler de bu görüş noktasında hemfikir olmadılar-anlaşmadılar. Onların
aynı ayeti, eşit bakım ve himaye ile birlikte
eşit sevgi/aşk talebedildiği biçiminde anlayışı da adalet talebini
karşılamak için gerekli görüldü. Yenilikçiler bu sorun üzerinde Mutazililerle
aynı düşünmeye eğilim duyacak ve Kur’an adaletinin hedefine ulaşmak için
poligaminin(çok eşliliğin) kaldırılması için mazeret bile gösterecektir. Aynı
şekilde çağdaş durum-koşullar içinde kölelere adil muamele herhangi bir kimseyi
tatmin etmeyecektir, kölecilik istemi zaten ortadan kalkmıştır. Böylece
görülecektir ki, değiştirilemez ve
fesedilemez en keskin değerler, farklı zaman dilimlerinde farklı biçimlerde
yorumlanır. Bugün adil-doğru gözükenler, yarın artık doğru
düşünülmeyebilir. Önemli olan
doğruluğudur-adalettir, verildiği koşullar içinde anlaşılması değil. Demekki, İslam hukukçularının, adalete ilişkin ya da
herhangi benzer değerlerle ilgili Kur’an ayetleri yorumularının, zamanın ahlak
ölçüleri korunarak değişmesi gerekecek. Bu, Kur’an ayetlerini anlamak için
kullanılacak önemli bir yöntembilim (methodology) ögesidir. Başka bir deyişle,
Kur’an ayetlerinin anlaşılmasında bir dinamizm elemanının var olması
gereklidir, zorunludur. Hadis
literatürü de benzer yaklaşımlar istemektedir. Üzerinde tam bir oybirliği olan en gerçekçi hadis
bile, özel Kur’an ayetlerinin olanaklarını ya da yeni anlamlarını keşfetmekte
bize sınır koymamalıdır. Peygamberimiz bazı uygulamalar bakımından kendi
zamanının engellemelerini bilmemiş olamazdı, bilirdi gönülsüzce de olsa. Kölelere özgürlük
bağışlayarak kişisel olarak örneklik etmesine rağmen köleliği kaldıramadı. Olasıyla
İslam, bütün Ademoğullarını onurlandığı Kur’an bildirimiyle-tebliğiyle
insanların tümünün eşit olduğunu söyleyen-va’zeden ilk dindi; tamamıyla yıkılamıyan zamanın
toplumsal yapısı içinde, kölelik kurumu
öyle derinden değiştirilemezdi. Fakat bazı Kur’an ayetleri ya da hadis
aktarma yoluyla süreklileştirilmesi anlamına da gelmezdi. Burada, kural
ve ilkeler içeren ayetleri(normative verses), içinde bulunulan koşullara uygun
düşen ayetlerin (contextual verses) yukarısına koyan Kur’an yöntembiliminin(motodolojisinin)
diğer bir önemli ögesini dikkate almak gerekiyor. Bazı Kur’an ayetleri kurallar
ve değerle duyurur, oysa diğer bazıları
belli çevre koşullarında belirli kurumlar ve uygulamalara izin verir.
Başka bir deyişle normatif ayetler, kontekstüel ayetlerden daha önemlidir. Bu
ayetler uygulamada ölümsüz-sonsuzdur. Kur’anı
düzgün anlamak için yönte(bilim geliştiriken, İslamın, ritüeller ya da
inançlardan ibaret bir (değişmezlik) düzen(in)den çok daha fazlası olduğunu
daima zihnimizde tutmamız gerekecektir; o eşitlik, adalet ve insanlık onuru
üzerine kurulu yeni bir insan toplumu yaratan bir toplumsal devrim ilanıydı. Bir devrimin, ırkçı ya da
milliyetçi, inanç, kast ve kabile temelinde ayırımcı hiyerarşi üzerinde
kurulmuş herhangi bir status quo-mevcut durumu yıktığına inanılır. Oysa ortada
asla bilinmeyen, tanınmayan İslami öğretilere ilişkin doğaüstü/fizikötesi bir
boyut vardır. Bizim
miras olarak aldığımız Kuran yorumları Ortaçağ değerlerinin derinliklerinde
gömülüdür. Öyleyse biz, tarihsel öneminin hakkını verirken, asıl olarak bu ortaçağcılıktan onu kurtarmak
için çabalarımızı artırmak zorundayız. Yirmi birinci yüzyılda yeni bir adalet ve insanca düzen oluşturmak
için Kur’an’a ve ana inanç kurallarını
gösteren (normative) ayetlerine geri dönmeliyiz O zaman.kendimizi (yeni
yüzyıla) girmek için dengeleriz. Kur’an’ı
anlamanın yeni yöntembilimi, toplumumuzun mevcut adaletsiz yapısını bizim
sarsmamıza ve kendi sosyal durumumuzu yükseltmemize olanak sağlamamalı;
insanlık için yeni bir gelecek ve yeni bir umut olmalıdır. Şu anda, Kur’an
metninin yeni anlayışına izin vermeyen
statükocu çıkarlarının tuzağına yakalanmış durumdayız. Kur’an’ın erken
ya da Ortaçağ anlayışından herhangi bir sapma, Tanrısal buyruklardan sapma
olarak resmediliyor. Ne yazık bu gün bizler için Kur’an hakkındaki bu eski
tefsirler-yorumlamalar Kur’an’ın kendisinden daha büyük kutsal dokunulmazlığa
sahiptir. Bu gerçeği er geç anlamak zorundayız, artık kafamıza dank etsin! (Dr.
Asghar Ali Engineer, “On Methodology of Understanding Qur’an”,
www.ecumene.org)
İngilizceden
Çeviren: İsmail Kaygusuz |