Âşık Remzâni

 

 

 

Deyişlerin Dili 20 Vahdetname - Edip Harabi

 

Dertli  DİVANİ

 

Merhaba dostlar, daha önceden bu sayımızda Edip Harabi’nin “Vahdetname adlı ünlü eserini kendi halimce yorumlamaya çalışacağımı belirtmiştim.

 

Vahdetname” varlığın birliğini ifade eden bir deyiş türüdür. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancı ve tasavvufi düşünce sisteminde Tanrı’nın/ Hakk’ın her şeyi kendi varlığından, ışığından/ nurundan var ettiğine, varlığın yoktan var olmadığına ve yok edilemediğine inanılmaktadır.

 

Ancak Tanrısal Öz’den kendinisoyutlayan, doğaya ve canlılara zarar veren durumda olanlar, manada değersizleşmiş ve yok olmuş ya da lanetlenmiş sayılır. Bu durumda olanların yasal yollarla disipline edilmesi ve eğitilmesi gerektiği de bu inancın özünden anlaşılmaktadır.

 

Her varlıkta Hakk’ın nişanını görmeye, Vahdet-i Mevcut, yine Hakk’ın varlığının, cevherinin Âdem’de tecelli etmesine ise Vahdet-i Vücut denilmektedir. Hallac-ı Mansur, her nereye nazar kılsa, baksa Hakk’ın nişanını görünce, Hak, Hak, Hak” deyip durması Vahdet-i Mevcudu; kendi özüne nazar kılıp Hakk’ı görünce de, “En’el Hak” demesi Vahdet-i Vücudu ifade etmektedir. Edip Harabi’nin bu eserini varlığın birliği anlayışı içinde değerlendirince her taş yerli yerine oturuyor. Aşağıdaki dörtlüğü de gerçeği, bilinmesi gereken sırrı ne kadar açık ve net olarak ortaya koyuyor.

 

Sözlerimiz bizim pek muhakkaktır

Doğan, ölen, yapan, bozan hep Hak’tır

Her nereye baksak Hakk’ı mutlaktır

Ahvali vahdeti beyan eyledik.

 

Her varlık; aslında Hüsn-ü mutlak (sonsuz güzellik) diye tabir edilen, Allah’ın, Hakk’ın bir zerresidir, görünür halidir ve birbirinden ayrı gayrı değildir.

 

Bu inanca ve anlayışa göre makro-mikro, okyanus-damla ne ise Tanrı-insan kavramı da odur. Hak ile Hak, En’el Hak olmak, damlanın okyanusla bütünleşmesi, onunla o olması demektir.

 

Vahdetname

 

Daha Allah ile cihan yok iken

Biz anı var edip ilan eyledik

Hakk’a layık hiçbir mekân yok iken

Hanemize aldık mihman eyledik

 

Henüz Hakk’ın varlığı ve evren bilinmez iken, biz insanlar aklımızın ve bilincimizin sayesinde bu gerçeği fark edip, ilan eyleyerek var ettik. Hakk’a layık, hiçbir mekân yok iken, onu hanemize/gönlümüze alıp mihman/misafir eyledik.

 

Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancında Hak/Tanrı/Allah, Âdem’de, İnsan-ı Kâmil’de tecelli etmiştir. Hak gönüldedir. Cem ibadetinin cemal cemale olarak yapılmasının anlamı da budur.

 

Kendisinin henüz ismi yok idi

İsmi şöyle dursun cismi yok idi

Hiçbir kıyafeti resmi yok idi

Şekil verip tıpkı insan eyledik

 

Hakk’ın ismi, cismi, kıyafeti ve resmi yok idi. Ona; Elif, Allah, Cabbar, Settar, Gaffar Hüda, Rab, Tanrı ismini biz insanlar verdik. O’nun Hak ile Hak olan İnsan-ı Kâmil’de, Âdem’de tecelli ettiğini de biz ispatladık. Zira insanlığın var oluşundan bu yana bütün tarihi bilgileri, bulguları, inanılan dinleri, kitapları ve teknolojinin insanoğlunun hizmetine sunduğu bütün araçları, gereçleri yine insanoğlunun aklı ve bilinci var edip ortaya koymuştur.

 

Allah ile işte burada birleştik

Nokta-i âmâ’ya girdik yerleştik

Sırr-ı Künt-ü kenz-i orda söyleştik

İsm-i Şerifini Rahman eyledik

 

Fenafillah” varlık içerisinde eriyip yok olma makamı. Yağmur damlasının okyanusla bütünleşmesi gibi insanın hak ile hak olması, birleşmesi.

 

Nakta-i âmâ” görünmeyen yer, evvelin evveli, Hakk’ın, evren’in sırrı. Sır içinde sırrı, varlığın hikmetini idrak ettik, kavradık. Aşkın girdabına düşüp, Hakk’a kavuştuk ve noktaya yerleştik. Sırr-ı “Künt-ü kenz” olarak ifade edilen hazineyi, Hakk’ın varlığını, dile getirdik ve ismini rahman koyduk.

 

Aşikâr olunca zat-u sıfatı

Kün dedik var ettik bu semâvatı

Birlikte yarattık hep kâinatı

Nam-u nişanını cihân eyledik

 

Hakk’ın vasfını ve sıfatını aşikâr/bilinen ve açıklanan şekliyle biz anlattık ve inandık. “Ol diyerek gökleri, tüm kâinatı/evreni de birlikte var ettik. Hakk’ın nişanını, her nesnede görünür kıldığımız varlığın adını da cihan/dünya/ evren eyledik.

 

Yerleri gökleri yaptık yedi kat

Altı günde tamam oldu kâinat

Yarattık içinde bunca mahlûkat

Erzakını verdik ihsan eyledik

 

Yerleri gökleri yaptık yedi kat: Yedi kat yer, yedi kat gök genel anlamda aşamaları ve her aşamada farklı âlemlerin varlığı işaret edilmektedir.

 

Aynı zamanda yedi kapı diye tabir edilen vücud-u âdemde bulunan; iki göz, iki kulak, iki burun ve bir ağız. Batini anlamda; maddeyi, manayı/zahiri, batını görerek, duyarak, koklayarak, tadarak anlıyoruz ve böylelikle yedi iklimden haberdar oluyoruz.

 

Evreni altı günde tamamladık derken şeş cihet/ altı taraf/yön. Sağımız, solumuz, önümüz, arkamız, altımız ve üstümüz olarak evrenin tarifi ifade ediliyor. İnsan evrenin minyatürüdür, aynasıdır. Daimi’nin “Kâinatın aynasıyım/mademki ben bir insanım” dediği gibi. Hakk’ın varlık deryasında var olan bunca varlıkları bildik, var ettik. İhtiyacını, erzakını, gereksinimini özümüzde mevcut olan Hak/Tanrı ile birlikte biz ihsan eyledik, verdik.

 

Asılsız fasılsız yaptık cenneti

Huri gılmanlara verdik ziyneti

Türlü vaatlerle her bir milleti

Sevindirip şad-ü handan eyledik

 

Olgunlaşmamış, gelişmemiş, yoz insanların birbirine zarar vermelerini engelleyebilmek ve onları zararsız hale getirebilmek için gerçekte aslı astarı olmayan, cennet ve cehennemden söz ettik. Hurilerden, Gılmanlardan, tadı bozulmamış şarap ve süt ırmaklarından bahsettik. İnanan her bir milleti yaşadıkları süreçte iyi olsunlar diye türlü vaatlerle avuttuk. Sevindirdik, mutlu ettik.

 

Bir cehennem kazdık gayetçe derin

Laf ateşi ile eyledik tezyin

Gayet kıldan ince kılıçtan keskin

Üstüne bir köprü mizan eyledik

 

İyi olursan iyilik, kötü olursan kötülük göreceksin anlamında, yedi kat yerin dibinde cehennemden bahsettik. Katran kazan, kızgın sac gibi laf ateşi ile cehennemi süsleyerek tarif ettik. Kıldan ince kılıçtan keskin köprüyü, eline, diline, beline sahip olmak; aşına, eşine işine sahip olmak; kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmamak, hakkına razı olup, başkasının hakkını da kendi hakkı gibi gözetmek olarak tarif ettik. Cennet/didar ehli olabilmek için bu kuralları mizan/terazi/ eyledik.

 

Gerçi kün emriyle var oldu cihan

Arş-ü kürsü gezdik durduk bir zaman

Boş kalmasın diye bu kevn-ü mekân

Âdem’in halkını ferman eyledik

 

Kün (ol) dedik ve evren oldu. Bütün âlemi, arş-ü kürsü (göklerin en üst katını ve Hakk’ın makamını, gönül tahtını, gönülden gönüle giden yolu) bir zaman gezip durduk, seyreyledik. Bu mekân, varlık, dünya boş kalmasın dedik. Âdem’i var etmeye karar verdik.

 

Arif olan bilir sırrı müphemi

İzhar etmek için İsm-i Azamı

Çamurdan yoğurduk yaptık Âdem’i

Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik

 

Arif olanlar bu sırrı müphemi/bilinmeyen gizli sırrı bilir. Büyük ismi/ Hakk’ı açıklamak için; her şeyi kendine dönüştüren ve her madenin de içinde olduğu toprağın simgesi olan ya da topraktan var olduğuna inanılan Âdem’de, İnsan-ı Kâmil’de Hakk’ın tecelli ettiğini göstermek için; varlığımızdan/ruhumuzdan vererek Âdem’i var eyledik.

 

Âdem ile Havva birlik idiler

Ne güzel bir mekân bulduk dediler

Cennetin içinde buğday yediler

Sürdük bir tarafa puyan eyledik

 

Âdem ile Havva birlikte iken ne güzel bir mekânda olduklarını düşündüler ve yememeleri tembih edilen buğdaydan yiyince onları bir tarafa sürdük, Hak dergâhından uzaklaştırdık.

 

Âdem’le Havva’dan geldi çok insan

Veli’ler Nebi’ler oldu nümâyan

Yüz bin kere doldu boşaldı cihan

Nuh Naciyullah’a tufan eyledik

 

Âdem ve Havva’dan çok insanın geldiği söylenmektedir. Evliyaların ve peygamberlerin de yine bu şekilde geldiği açıkça bilinmekte ve kabul edilmektedir. Yüz bin defa bu dünya doldu boşaldı. Bir defasında da Nuh tufanı olarak bilinen bir tufan eyledik.

 

Salih’e bir deve eyledik ihsan

Kayanın içinde çıktı nâgehan

Pek çokları buna etmedi iman

Anları hâk ile yeksan eyledik

 

Salih peygambere kayanın içinden birdeveyi bir anda çıkarıp ihsan eyledik, verdik. Buna pek çok insan inanmadı ama onları daha sonra hâk ile yeksan/yerle bir eyledik.

 

Bir zaman Ashab-ı Kehfi uyuttuk

Hazreti Musa’yı Tur’da okuttuk

Şit’i çulha yaptık bezler dokuttuk

İdris’e biçtirip kaftan eyledik

 

Bir zaman Ashab-ı Kehfi uyuttuk. (Üç yüz yıl uyuduğu rivayet edilen ama bu zamanın farkında olmayan yedi uyurlar diye bilinen; Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş Sazanuş, Kafestatayyuş ve yanlarındaki köpekleri olarak ifade edilen Kıtmir.) Musa’yı tur dağında eğittik kemale erdirdik. Şit çulhacılık yapıp bezler dokudu. Onu dokuyucuların piri yaptık. İdris peygambere ise terziciliği icat ettirdik.

 

Süleymanı dehre sultan eyledik

Eyyub’a acıdık derman eyledik

Yakub’u ağlattık nalan eyledik

Musa’yı Şuayb’a çoban eyledik

 

Süleyman’ı bin yıl sultan eyledik. Yarasına kurt düşen Eyüp Peygambere acıdık derman verdik. Oğlu Yusuf’un acısından dolayı Yakub’u ağlatıp inlettik. Musa’yı da Şuayb Peygambere çoban eyledik.

 

Yusuf’u kuyuya attırmış idik

Mısır’da kul diye sattırmış idik

Zelihay’ı ona çattırmış idik

Zellesinden bend-i zindan eyledik

 

Yusuf’u kuyuya attıran, Mısır’da kul diye sattıran, Zeliha’yı ona çattıran biz idik. (Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha aşkın Zahiri ve Bâtıni simgeleridir.) Yanılıp ya da kasten suçlayıp Yusuf’u zindana attıran da biz idik.

 

Davud Peygambere çaldırdık udu

Kazadan kurtardık Lut ile Hud’u

Bak ne hale koyduk nar-ı Nemrud’u

İbrahim’e bağ-ı bostan eyledik

 

Davut Peygamber’e ud çaldırdık. Lût ile Hûd Peygamberleri kazadan kurtardık. İbrahim’i ateşe atan Nemrud’un ateşi su, odunları balık oldu; o ateşi İbrahim’e bağ, bostan eyledik.

 

İsmail’e bedel Cennet’ten kurban

Gönderdik şad oldu Halil’ür Rahman

Balığın karnını bir hayli zaman

Yunus Peygambere mekân eyledik

 

İbrahim Peygamber, rüyasında oğlu İsmail’i Tanrı’ya kurban olarak adamış ve bunu oğluna söylediğinde o da babası adağını yerine getirebilirsin diyerek teslim olmuştu. Oğlunu kurban olarak keseceği zaman, yerine cennetten bir koç gönderdik ve Halil İbrahim’i sevindirdik. Yunus Peygambere ise balığın karnını hayli bir zaman mekân eyledik.

 

Bir mescide soktuk Meryem Ana’yı

Pedersiz doğurttuk orda İsa’yı

Bir ağaç içinde Zekeriya’yı

Biçtirip kanını rizan eyledik

 

Meryem Ana’yı bir mescide koyduk, babası olmayan/bilinmeyen İsa’yı orda doğurttuk. Zekeriya Peygamber bir ağacın gövdesine girip sır olduğunda, onu düşmanlarına gösterip, testereyle biçtirip kanını yerlere saçtırdık.

 

Beyt-ü Mukaddes’te Kudüs şehrinde

Nehr-i Şeria’da Ürdün Nehrinde

Tathir etmek için günün birinde

Yahya’ya İsa’yı üryan eyledik

 

Kudüs şehrinde kutsal evde, Şeria ve Ürdün nehrinde günün birinde manen temizlemek, arıtmak, vaftiz etmek için Yahya’yı ve İsa’yı soyup üryan eyledik. Yıkadık, arındırdık. Kutsadık.

 

Böyle cilvelerle vakit geçirdik

Bu enbiya ile çok iş bitirdik

Başka bir Nebi-yi Zişân getirdik

Anın her nutkunu Kur’an eyledik

 

Böyle naz ve işlerle zaman geçirdik. Bu peygamberlerle çok işler yaptık. Başka bir şanlı peygamber getirdik. Onun sözlerini Kur’an eyledik.

 

Küffar’ı kureyş’i ettik bahane

Muhammet Mustafa geldi cihana

Halkı davet etmek için imana

Murteza’yı ana ihvan eyledik

 

İnançsız Kureyş’lileri bahane ettik, Muhammed Mustafa’yı Dünya’ya getirdik. İnsanları inanmaya davet etmek için Ali Mürteza’yı Muhammed’e yol kardeşi eyledik.

 

Ana kıyas olmaz asla bir nebi

Nebiler Şah’ıdır Hakk’ın Habibi

Dünya’nın Ukba’nın o’dur sahibi

Biz anı Nebi-yi Zişan eyledik

 

Ona, Muhammed’e bir başka peygamber asla kıyas olmaz. Hakk’ın sevgilisi Peygamberlerin şahıdır. Bu dünya ve öteki dünyanın sahibi O’dur. Biz Onu en şanlı peygamber eyledik.

 

Hak Muhammet Ali ile birleştik

Birlikte hep Kâb-ı Kavseyn’e gittik

Ol makamda pek çok muhabbet ettik

Leyle’tel esra’yı seyran eyledik

 

Hak Muhammet Ali ile bir olduk, birlikte hep Kâb-ı kavseyn’e gittik (Mirâc’da beşeriyetin tümüyle yok olma durumunda, adeta bir yayın iki ucu, hatta daha da ötesi, “ev edna” tabiriyle ifade edilen makamda, gönülde rab ile karşılaştık, buluştuk). Burada Hak ile muhabbet ettik, söyleştik. Miraç Gecesi, âleme sır olan Hakk’ı gördük, seyran eyledik.

 

Bu sözleri sanma her insan anlar

Kuşdilidir bunu Süleyman anlar

Bu sırr-ı müphem-i ârifan anlar

Çünkü cahillerden pinhan eyledik

 

Bu sözleri sanmayın ki her insan anlayabilir. Kuşdilidir bunu ancak Süleyman peygamber anlayabilir. Bu gizli, sır içinde sırrı ancak arif olanlar anlayabilir, çünkü cahillerden gizledik, pinhan eyledik.

 

Hak ile Hak idik biz ezelide

Ta ruz-u elestte kal-ü belide

Mekân-ı Hüda’da bezm-i celide

Cemalini gördük iman eyledik

 

Ta ezelide, varlık âleminde, Hakk’ın varlığında idik, Hakk’ın varlığından var olduğumuza evet demiştik. Hakk’ın, Hüda’nın mekânında, tecelli ettiği yerde, açık mecliste, cemde, didârda, İnsan-ı Kâmilde cemalini, yüzünü gördük inandık/ iman eyledik.

 

Vahdet âlemini bilmeyen insan

İnsan suretinde kalmış bir hayvan

Bizden ayrı değil Hazreti Subhan

Bunu Kur’an ile ayan eyledik

 

Birlik âlemini bilmeyen insan, surette insandır manada hayvan, her çeşit hata ve insani vasıfların üstünde olan Suphan, Hak, Tanrı bizlerden ayrı değil. Bunu, “Aşığın sözü, Kuran’ın özü” olan ulu erenlerin kadim sözüyle açıkladık.

 

Yüce Pir’in, “Keramet baştadır tacda değildir / Hararet nardadır, sacda değildir. Her ne arar isen kendinde ara / Kudüs’te, Mekke’de Hac’da değildir” dediği gibi.

 

Sözlerimiz bizim pek muhakkaktır

Doğan, ölen, yapan, bozan hep Hak’tır

Her nereye baksak Hakk’ı mutlaktır

Ahval-i vahdeti beyan eyledik

 

Bu sözlerimiz pek doğru olan gerçeklerdir. Doğan, batan, yapan ve bozan da Hak’tır. Her nereye baksak Hakk’ı görmekteyiz. Mutlak olan Hakk’tır. Varlık âleminin hali ahvalini böylelikle açıkladık, beyan eyledik.

 

Vahdet sarayına girenler için

Hakk’ı Hakk’el yakin görenler için

Harabi bu sırrı bilenler için

Birlik meydanında cevlan eyledik

 

Varlık, birlik âlemine vakıf olup, Hakk’ın tecelli ettiği insan-ı kâmilin gönlüne, didara, cem’e girenler için, Hakk’ı Hakk’el yakin, Hakk’ı can gözüyle görenler için, Harabi bu sırrı bilenler için, gönüllerin bir olduğu, Hak ile Hak olanların meydanında açıkladık, dile getirdik, söyledik.

 

Edip Harabi’nin demine devranına hû...

 

Aşk ile.

 

Sözlük:

 

Ahval: Haller, durum, vaziyet.

Ahval-i vahdet: Varlığın hali, durumu.

Anı, ana, anları: Onu, ona, onları.

Arş: Yedi kat göklerin en üstü. Batini anlamda vücud-u âdemin başının üstü.

Bend-i zindan: Hapse atılmak, karanlıkta kalmak.

Bezm-i celi: Açık meclis.

Cemal: Yüz güzelliği.

Cevlan: Dolaşma, dolanma, gezinme.

Dehr: Uzun zaman, bin yıl.

Hâk ile yeksan: Yerle beraber.

Hakk’el yakin: Can gözüyle Hakk’ı görme, bilme.

İhsan: Karşılık beklemeden yapılan yardım, bağış, iyilik etme.

İsm-i Âzam: Büyük isim, Hak, Allah.

İzhar: Açıklamak, belirtmek.

Kâb-ı kavseyn: Miraç’ta beşeriyetin tümüyle yok olma durumunda, adeta bir yayın iki ucu, hatta daha da ötesi, “ev edna” tabiriyle ifade edilen makamda/gönülde rab ile karşılaşma, buluşma.

Kal-ü beli: Ruhlar âleminde “Ben sizin rabbiniz değim miyim” diye Tanrı’nın sorusu.

Kevn-ü mekân: Varlık, evren, kâinat.

Küffar: Kâfirler, Müslümanlarca inanmayanlar.

Kün: Ol, Hakk’ın ol demesiyle evrenin var olması.

Künt-ü kenz: Gizli hazine, Hakk’ın varlığı sırrı.

Kürs: Göklerin en üst katında Hakk’ın oturduğu makam, kürsü taht. Batini anlamda Hakk’ın makamı, mihman olduğu, tecelli ettiği İnsan-ı Kâmil’in gönlü.

Leyle’tel esra: Miraç gecesi.

Nagehan: Ansızın, birdenbire.

Nalan: İnleyen.

Nebi-yi Zişan: Şanlı Peygamber, Muhammed.

Nokta-i âmâ: Görünmeyen yer, madde âleminden de önce, evvelin evveli olan o, Hû makamı.

Nümâyan: Görünen, aşikâr olan, belli olan.

Pinhan: Gizli.

Puyan: Koşmak, batmak, dalmak.

Revan: Giden, yürüyen, su gibi akan.

Rizan: Akan, dökülen, saçılan.

Ruz-u elest: Elest günü, varlık âleminde önce, ruhlar âlemi.

Sırrı müphem: Gizli sır.

Subhan: Her çeşit hata ve insani vasıfların üstünde olan, Hakk’ın sıfatlarından.

Şad-ü handan: Mutlu, neşeli ve güler yüzlü.

Tathir: Temizlemek.

Tezyin: Bezeme, süsleme, donatma.

Ukba: Ahiret, öbür dünya.

Vahdet: Varlık, birlik.

Vahdet sarayı: Varlık âlemi, birliğin makamı,

Hakk’ın tecelli ettiği gönül, didar, cem meydanı.

Zelle: Yanılma, yanlış, sürçme.

 

Vahdetname

 

Daha Allah ile cihan yok iken

Biz anı var edip ilan eyledik

Hakk’a layık hiçbir mekân yok iken

Hanemize aldık mihman eyledik

 

Kendisinin henüz ismi yok idi

İsmi şöyle dursun cismi yok idi

Hiçbir kıyafeti resmi yok idi

Şekil verip tıpkı insan eyledik

 

Allah ile işte burada birleştik

Nokta-i âmâ’ya girdik yerleştik

Sırr-ı Künt-ü kenz-i orda söyleştik

İsm-i Şerifini Rahman eyledik

 

Aşikâr olunca zat-u sıfatı

Kün dedik var ettik bu semâvatı

Birlikte yarattık hep kâinatı

Nam-u nişanını cihân eyledik

 

Yerleri gökleri yaptık yedi kat

Altı günde tamam oldu kâinat

Yarattık içinde bunca mahlûkat

Erzakını verdik ihsan eyledik

 

Asılsız fasılsız yaptık cenneti

Huri gılmanlara verdik ziyneti

Türlü vaatlerle her bir milleti

Sevindirip şad-ü handan eyledik

 

Bir cehennem kazdık gayetçe derin

Laf ateşi ile eyledik tezyin

Gayet kıldan ince kılıçtan keskin

Üstüne bir köprü mizan eyledik

 

Gerçi kün emriyle var oldu cihan

Arş-ü kürs-ü gezdik durduk bir zaman

Boş kalmasın diye bu kevn-ü mekân

Âdem’in halkını ferman eyledik

 

Arif olan bilir sırrı müphemi

İzhar etmek için ism-ı azamı

Çamurdan yoğurduk yaptık âdemi

Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik

 

Âdem ile Havva birlik idiler

Ne güzel bir mekân bulduk dediler

Cennetin içinde buğday yediler

Sürdük bir tarafa puyan eyledik

 

Âdem’le Havva’dan geldi çok insan

Veli’ler Nebi’ler oldu nümâyan

Yüz bin kere doldu boşaldı cihan

Nuh Naciyullah’a tufan eyledik

 

Salih’e bir deve eyledik ihsan

Kayanın içinde çıktı nâgehan

Pek çokları buna etmedi iman

Anları hâk ile yeksan eyledik

 

Bir zaman Ashab-ı Kehfi uyuttuk

Hazreti Musa’yı Tur’da okuttuk

Şit’i çulha yaptık bezler dokuttuk

İdris’e biçtirip kaftan eyledik

 

Süleyman’ı dehre sultan eyledik

Eyyub’a acıdık derman eyledik

Yakub’u ağlattık nalan eyledik

Musa’yı Şuayb’a çoban eyledik

 

Yusuf’u kuyuya attırmış idik

Mısır’da kul diye sattırmış idik

Zeliha’yı ona çattırmış idik

Zellesinden bend-i zindan eyledik

 

Davud Peygambere çaldırdık udu

Kazadan kurtardık Lut ile Hud’u

Bak ne hale koyduk nar-ı Nemrud’u

İbrahim’e bağ-ı bostan eyledik

 

İsmail’e bedel Cennet’ten kurban

Gönderdik şad oldu Halil’ür Rahman

Balığın karnını bir hayli zaman

Yunus Peygambere mekân eyledik

 

Bir mescide soktuk Meryem Ana’yı

Pedersiz doğurttuk orda İsa’yı

Bir ağaç içinde Zekeriya’yı

Biçtirip kanını rizan eyledik

 

Beyt-ü Mukaddes’te Kudüs şehrinde

Nehri Şeria’da Ürdün nehrinde

Tathir etmek için günün birinde

Yahya’ya İsa’yı üryan eyledik

 

Böyle cilvelerle vakit geçirdik

Bu enbiya ile çok iş bitirdik

Başka bir Nebi-yi Zişân getirdik

Anın her nutkunu Kur’an eyledik

 

Küffar-ı kureyş’i ettik bahane

Muhammet Mustafa geldi cihana

Halkı davet etmek için imana

Murteza’yı ana ihvan eyledik

 

Ana kıyas olmaz asla bir nebi

Nebiler Şah’ıdır Hakk’ın habibi

Dünya’nın Ukba’nın O’dur sahibi

Biz anı Rebi-yi Zişan eyledik

 

Hak Muhammet Ali ile birleştik

Birlikte hep Kab-ı kavseyn’e gittik

Ol makamda pek çok muhabbet ettik

Leyle’tel esra’yı seyran eyledik

 

Bu sözleri sanma her insan anlar

Kuşdilidir bunu Süleyman anlar

Bu sırr-ı müphemi ârifan anlar

Çünkü cahillerden pinhan eyledik

 

Hak ile Hak idik biz ezelide

Ta ruz-u elest’te kal-ü belide

Mekân-ı Hüda’da bezm-i celide

Cemalini gördük iman eyledik

 

Vahdet âlemini bilmeyen insan

İnsan suretinde kalmış bir hayvan

Bizden ayrı değil Hazreti Subhan

Bunu Kur’an ile ayan eyledik

 

Sözlerimiz bizim pek muhakkaktır

Doğan, ölen, yapan, bozan hep Hak’tır

Her nereye baksak Hakk’ı mutlaktır

Ahvali vahdeti beyan eyledik

 

Vahdet sarayına girenler için

Hakk’ı Hakk’el yakin görenler için

Harabi bu sırrı bilenler için

Birlik meydanında cevlan eyledik

 

                                                            - Makaleler -