Âşık Remzâni |
Deyişlerin Dili
Dertli DİVANİ
Merhaba dostlar, daha önceden bu
sayımızda Edip Harabi’nin “Vahdetname” “Vahdetname” varlığın birliğini ifade eden bir
deyiş türüdür. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancı ve tasavvufi düşünce sisteminde
Tanrı’nın/ Hakk’ın her şeyi kendi varlığından, ışığından/ nurundan var
ettiğine, varlığın yoktan var olmadığına ve yok edilemediğine inanılmaktadır.
Ancak Tanrısal Öz’den kendinisoyutlayan, doğaya ve canlılara zarar veren durumda olanlar, Her varlıkta Hakk’ın nişanını görmeye, Vahdet-i
Mevcut, yine
Hakk’ın varlığının, cevherinin Sözlerimiz
bizim pek muhakkaktır Doğan,
ölen, yapan, bozan hep Hak’tır Her
nereye baksak Hakk’ı mutlaktır Ahvali
vahdeti beyan eyledik. Her varlık; aslında Hüsn-ü mutlak
(sonsuz güzellik) diye tabir edilen, Allah’ın, Hakk’ın bir Bu inanca ve anlayışa göre makro-mikro,
okyanus-damla ne ise Tanrı-insan kavramı da Vahdetname Daha
Allah ile cihan yok iken Biz
anı var edip ilan eyledik Hakk’a
layık hiçbir mekân yok iken Hanemize
aldık mihman eyledik Henüz Hakk’ın varlığı ve evren bilinmez
iken, biz insanlar aklımızın ve bilincimizin sayesinde Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancında
Hak/Tanrı/Allah, Âdem’de, İnsan-ı Kâmil’de tecelli etmiştir. Hak gönüldedir.
Cem ibadetinin cemal cemale olarak yapılmasının anlamı da budur. Kendisinin
henüz ismi yok idi İsmi
şöyle dursun cismi yok idi Hiçbir
kıyafeti resmi yok idi Şekil
verip tıpkı insan eyledik Hakk’ın ismi, cismi, kıyafeti ve resmi
yok idi. Ona; Elif, Allah, Cabbar, Settar, Gaffar Hüda, Rab, Tanrı ismini biz
insanlar verdik. O’nun Hak ile Hak olan İnsan-ı Kâmil’de, Âdem’de tecelli
ettiğini de biz ispatladık. Zira insanlığın var oluşundan bu yana bütün tarihi
bilgileri, bulguları, inanılan dinleri, kitapları ve teknolojinin insanoğlunun
hizmetine sunduğu bütün araçları, gereçleri yine insanoğlunun aklı ve bilinci
var edip ortaya koymuştur. Allah
ile işte burada birleştik Nokta-i
âmâ’ya girdik yerleştik Sırr-ı
Künt-ü kenz-i orda söyleştik İsm-i
Şerifini Rahman eyledik “Fenafillah” varlık içerisinde eriyip yok olma
makamı. Yağmur damlasının okyanusla bütünleşmesi gibi insanın hak ile hak
olması, birleşmesi. “Nakta-i
âmâ” görünmeyen yer, evvelin evveli,
Hakk’ın, evren’in sırrı. Sır içinde sırrı, varlığın hikmetini idrak ettik,
kavradık. Aşkın girdabına düşüp, Hakk’a kavuştuk ve noktaya yerleştik. Sırr-ı “Künt-ü
kenz” olarak ifade edilen hazineyi, Hakk’ın
varlığını, dile getirdik ve ismini rahman koyduk. Aşikâr
olunca zat-u sıfatı Kün
dedik var ettik bu semâvatı Birlikte
yarattık hep kâinatı Nam-u
nişanını cihân eyledik Hakk’ın vasfını ve sıfatını
aşikâr/bilinen ve açıklanan şekliyle biz anlattık ve inandık. “Ol” Yerleri
gökleri yaptık yedi kat Altı
günde tamam oldu kâinat Yarattık
içinde bunca mahlûkat Erzakını
verdik ihsan eyledik Yerleri gökleri yaptık yedi kat: Yedi
kat yer, yedi kat gök genel anlamda aşamaları ve her aşamada farklı âlemlerin
varlığı işaret edilmektedir. Aynı zamanda yedi kapı diye tabir
edilen vücud-u âdemde bulunan; iki göz, iki kulak, iki burun ve bir ağız.
Batini anlamda; maddeyi, manayı/zahiri, batını görerek, duyarak, koklayarak,
tadarak anlıyoruz ve böylelikle yedi iklimden haberdar oluyoruz. Evreni altı günde tamamladık derken şeş
cihet/ altı taraf/yön. Sağımız, solumuz, önümüz, Asılsız
fasılsız yaptık cenneti Huri
gılmanlara verdik ziyneti Türlü
vaatlerle her bir milleti Sevindirip
şad-ü handan eyledik Olgunlaşmamış, gelişmemiş, yoz
insanların birbirine zarar vermelerini engelleyebilmek ve onları zararsız hale
getirebilmek için gerçekte aslı astarı olmayan, cennet ve cehennemden Bir
cehennem kazdık gayetçe derin Laf
ateşi ile eyledik tezyin Gayet
kıldan ince kılıçtan keskin Üstüne
bir köprü mizan eyledik İyi olursan iyilik, kötü olursan
kötülük göreceksin anlamında, yedi kat yerin dibinde cehennemden bahsettik.
Katran kazan, kızgın sac gibi laf ateşi ile cehennemi süsleyerek tarif ettik. Kıldan
ince kılıçtan keskin köprüyü, eline, diline, beline sahip olmak; aşına, eşine
işine sahip olmak; kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına
yapmamak, hakkına razı olup, başkasının hakkını da kendi hakkı gibi gözetmek olarak
tarif ettik. Cennet/didar ehli olabilmek için bu kuralları mizan/terazi/
eyledik. Gerçi
kün emriyle var oldu cihan Arş-ü
kürsü gezdik durduk bir zaman Boş
kalmasın diye bu kevn-ü mekân Âdem’in
halkını ferman eyledik Kün (ol) dedik ve evren oldu. Bütün
âlemi, arş-ü kürsü (göklerin en üst katını ve Hakk’ın Arif
olan bilir sırrı müphemi İzhar
etmek için İsm-i Azamı Çamurdan
yoğurduk yaptık Âdem’i Ruhumuzdan
bir ruh revan eyledik Arif olanlar bu sırrı
müphemi/bilinmeyen gizli sırrı bilir. Büyük ismi/ Hakk’ı açıklamak için; her
şeyi kendine dönüştüren ve her madenin de içinde olduğu toprağın simgesi olan ya
da topraktan var olduğuna inanılan Âdem’de, İnsan-ı Kâmil’de Hakk’ın tecelli
ettiğini göstermek için; varlığımızdan/ruhumuzdan vererek Âdem’i var eyledik. Âdem
ile Havva birlik idiler Ne
güzel bir mekân bulduk dediler Cennetin
içinde buğday yediler Sürdük
bir tarafa puyan eyledik Âdem ile Havva birlikte iken ne güzel
bir mekânda olduklarını düşündüler ve yememeleri tembih edilen buğdaydan
yiyince onları bir tarafa sürdük, Hak dergâhından uzaklaştırdık. Âdem’le
Havva’dan geldi çok insan Veli’ler
Nebi’ler oldu nümâyan Yüz
bin kere doldu boşaldı cihan Nuh
Naciyullah’a tufan eyledik Âdem ve Havva’dan çok insanın geldiği
söylenmektedir. Evliyaların ve peygamberlerin de yine bu şekilde geldiği açıkça
bilinmekte ve kabul edilmektedir. Yüz bin defa bu dünya doldu Salih’e
bir deve eyledik ihsan Kayanın
içinde çıktı nâgehan Pek
çokları buna etmedi iman Anları
hâk ile yeksan eyledik
Salih peygambere kayanın içinden birdeveyi bir anda çıkarıp ihsan eyledik, verdik. Buna pek çok insan inanmadı ama
onları daha sonra hâk ile yeksan/yerle bir eyledik. Bir
zaman Ashab-ı Kehfi uyuttuk Hazreti
Musa’yı Tur’da okuttuk Şit’i
çulha yaptık bezler dokuttuk İdris’e
biçtirip kaftan eyledik Bir zaman Ashab-ı Kehfi uyuttuk. (Üç
yüz yıl uyuduğu rivayet edilen ama bu zamanın farkında olmayan yedi uyurlar
diye bilinen; Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş Sazanuş,
Kafestatayyuş ve yanlarındaki köpekleri olarak ifade edilen Kıtmir.) Musa’yı
tur dağında eğittik kemale erdirdik. Şit çulhacılık yapıp bezler dokudu. Onu
dokuyucuların piri yaptık. İdris peygambere ise terziciliği icat ettirdik. Süleymanı
dehre sultan eyledik Eyyub’a
acıdık derman eyledik Yakub’u
ağlattık nalan eyledik Musa’yı
Şuayb’a çoban eyledik Süleyman’ı bin yıl sultan eyledik.
Yarasına kurt düşen Eyüp Peygambere acıdık derman verdik. Oğlu Yusuf’un
acısından dolayı Yakub’u ağlatıp inlettik. Musa’yı da Şuayb Peygambere çoban
eyledik. Yusuf’u
kuyuya attırmış idik Mısır’da
kul diye sattırmış idik Zelihay’ı
ona çattırmış idik Zellesinden
bend-i zindan eyledik Yusuf’u kuyuya attıran, Mısır’da kul
diye sattıran, Zeliha’yı ona çattıran biz idik. (Leyla ile Mecnun, Ferhat ile
Şirin, Yusuf ile Züleyha aşkın Zahiri ve Bâtıni simgeleridir.) Yanılıp ya Davud
Peygambere çaldırdık udu Kazadan
kurtardık Lut ile Hud’u Bak
ne hale koyduk nar-ı Nemrud’u İbrahim’e
bağ-ı bostan eyledik Davut Peygamber’e ud çaldırdık. Lût ile
Hûd Peygamberleri kazadan kurtardık. İbrahim’i ateşe atan Nemrud’un ateşi su,
odunları balık oldu; o ateşi İbrahim’e bağ, bostan eyledik. İsmail’e
bedel Cennet’ten kurban Gönderdik
şad oldu Halil’ür Rahman Balığın
karnını bir hayli zaman Yunus
Peygambere mekân eyledik İbrahim Peygamber, rüyasında oğlu
İsmail’i Tanrı’ya kurban olarak adamış ve bunu oğluna Bir
mescide soktuk Meryem Ana’yı Pedersiz
doğurttuk orda İsa’yı Bir
ağaç içinde Zekeriya’yı Biçtirip
kanını rizan eyledik Meryem Ana’yı bir mescide koyduk,
babası olmayan/bilinmeyen İsa’yı orda doğurttuk. Zekeriya Peygamber bir ağacın
gövdesine girip sır olduğunda, onu düşmanlarına gösterip, testereyle biçtirip
kanını yerlere saçtırdık. Beyt-ü
Mukaddes’te Kudüs şehrinde Nehr-i
Şeria’da Ürdün Nehrinde Tathir
etmek için günün birinde Yahya’ya
İsa’yı üryan eyledik Kudüs şehrinde kutsal evde, Şeria ve
Ürdün nehrinde günün birinde manen temizlemek, arıtmak, vaftiz etmek için
Yahya’yı ve İsa’yı soyup üryan eyledik. Yıkadık, arındırdık. Kutsadık. Böyle
cilvelerle vakit geçirdik Bu
enbiya ile çok iş bitirdik Başka
bir Nebi-yi Zişân getirdik Anın
her nutkunu Kur’an eyledik Böyle naz ve işlerle zaman geçirdik. Bu
peygamberlerle çok işler yaptık. Başka bir şanlı Küffar’ı
kureyş’i ettik bahane Muhammet
Mustafa geldi cihana Halkı
davet etmek için imana Murteza’yı
ana ihvan eyledik İnançsız Kureyş’lileri bahane ettik,
Muhammed Mustafa’yı Dünya’ya getirdik. İnsanları inanmaya davet etmek için Ali
Mürteza’yı Muhammed’e yol kardeşi eyledik. Ana kıyas olmaz asla bir nebi Nebiler Şah’ıdır Hakk’ın Habibi Dünya’nın Ukba’nın o’dur sahibi Biz anı Nebi-yi Zişan eyledik Ona, Muhammed’e bir başka peygamber
asla kıyas olmaz. Hakk’ın sevgilisi Peygamberlerin Hak
Muhammet Ali ile birleştik Birlikte
hep Kâb-ı Kavseyn’e gittik Ol
makamda pek çok muhabbet ettik Leyle’tel
esra’yı seyran eyledik Hak Muhammet Ali ile bir olduk,
birlikte hep Kâb-ı kavseyn’e gittik (Mirâc’da beşeriyetin Bu
sözleri sanma her insan anlar Kuşdilidir
bunu Süleyman anlar Bu
sırr-ı müphem-i ârifan anlar Çünkü
cahillerden pinhan eyledik Bu sözleri sanmayın ki her insan
anlayabilir. Kuşdilidir bunu ancak Süleyman peygamber Hak
ile Hak idik biz ezelide Ta
ruz-u elestte kal-ü belide Mekân-ı
Hüda’da bezm-i celide Cemalini
gördük iman eyledik Ta ezelide, varlık âleminde, Hakk’ın
varlığında idik, Hakk’ın varlığından var olduğumuza Vahdet
âlemini bilmeyen insan İnsan
suretinde kalmış bir hayvan Bizden
ayrı değil Hazreti Subhan Bunu
Kur’an ile ayan eyledik Birlik âlemini bilmeyen insan, surette
insandır manada hayvan, her çeşit hata ve insani vasıfların üstünde olan
Suphan, Hak, Tanrı bizlerden ayrı değil. Bunu, “Aşığın
sözü, Kuran’ın özü”
olan ulu erenlerin kadim sözüyle açıkladık. Yüce Pir’in, “Keramet
baştadır tacda değildir / Hararet nardadır, sacda değildir. Her ne arar isen
kendinde ara / Kudüs’te, Mekke’de Hac’da değildir” dediği gibi. Sözlerimiz
bizim pek muhakkaktır Doğan,
ölen, yapan, bozan hep Hak’tır Her
nereye baksak Hakk’ı mutlaktır Ahval-i
vahdeti beyan eyledik Bu sözlerimiz pek doğru olan
gerçeklerdir. Doğan, batan, yapan ve bozan da Hak’tır. Her Vahdet
sarayına girenler için Hakk’ı
Hakk’el yakin görenler için Harabi
bu sırrı bilenler için Birlik
meydanında cevlan eyledik Varlık, birlik âlemine vakıf olup,
Hakk’ın tecelli ettiği insan-ı kâmilin gönlüne, didara, cem’e Edip Harabi’nin demine devranına hû... Aşk ile. Sözlük: Ahval: Haller, durum, vaziyet. Ahval-i
vahdet: Varlığın
hali, durumu. Anı,
ana, anları:
Onu, ona, onları. Arş: Yedi kat göklerin en üstü. Batini
anlamda vücud-u âdemin başının üstü. Bend-i
zindan: Hapse
atılmak, karanlıkta kalmak. Bezm-i
celi: Açık meclis. Cemal: Yüz güzelliği. Cevlan: Dolaşma, dolanma, gezinme. Dehr: Uzun zaman, bin yıl. Hâk
ile yeksan: Yerle
beraber. Hakk’el
yakin: Can
gözüyle Hakk’ı görme, bilme. İhsan: Karşılık beklemeden yapılan yardım, bağış,
iyilik etme. İsm-i
Âzam: Büyük isim, Hak, Allah. İzhar: Açıklamak, belirtmek. Kâb-ı
kavseyn: Miraç’ta
beşeriyetin tümüyle yok olma durumunda, adeta bir yayın iki ucu, hatta daha da
ötesi, “ev edna” tabiriyle ifade edilen makamda/gönülde rab ile karşılaşma,
buluşma. Kal-ü
beli: Ruhlar âleminde “Ben sizin rabbiniz değim
miyim” diye Tanrı’nın sorusu. Kevn-ü
mekân: Varlık,
evren, kâinat. Küffar: Kâfirler, Müslümanlarca inanmayanlar. Kün: Ol, Hakk’ın ol demesiyle evrenin var
olması. Künt-ü
kenz: Gizli hazine, Hakk’ın varlığı sırrı. Kürs: Göklerin en üst katında Hakk’ın
oturduğu makam, kürsü taht. Batini anlamda Hakk’ın makamı, mihman olduğu,
tecelli ettiği İnsan-ı Kâmil’in gönlü. Leyle’tel
esra: Miraç gecesi. Nagehan: Ansızın, birdenbire. Nalan: İnleyen. Nebi-yi
Zişan: Şanlı
Peygamber, Muhammed. Nokta-i
âmâ: Görünmeyen yer, madde âleminden de
önce, evvelin evveli olan o, Hû makamı. Nümâyan: Görünen, aşikâr olan, belli olan. Pinhan: Gizli. Puyan: Koşmak, batmak, dalmak. Revan: Giden, yürüyen, su gibi akan. Rizan: Akan, dökülen, saçılan. Ruz-u
elest: Elest
günü, varlık âleminde önce, ruhlar âlemi. Sırrı
müphem: Gizli
sır. Subhan: Her çeşit hata ve insani vasıfların üstünde
olan, Hakk’ın sıfatlarından. Şad-ü
handan: Mutlu,
neşeli ve güler yüzlü. Tathir: Temizlemek. Tezyin: Bezeme, süsleme, donatma. Ukba: Ahiret, öbür dünya. Vahdet: Varlık, birlik. Vahdet
sarayı: Varlık
âlemi, birliğin makamı, Hakk’ın tecelli ettiği gönül, didar,
cem meydanı. Zelle: Yanılma, yanlış, sürçme. Vahdetname Daha
Allah ile cihan yok iken Biz
anı var edip ilan eyledik Hakk’a
layık hiçbir mekân yok iken Hanemize
aldık mihman eyledik Kendisinin
henüz ismi yok idi İsmi
şöyle dursun cismi yok idi Hiçbir
kıyafeti resmi yok idi Şekil
verip tıpkı insan eyledik Allah
ile işte burada birleştik Nokta-i
âmâ’ya girdik yerleştik Sırr-ı
Künt-ü kenz-i orda söyleştik İsm-i
Şerifini Rahman eyledik Aşikâr
olunca zat-u sıfatı Kün
dedik var ettik bu semâvatı Birlikte
yarattık hep kâinatı Nam-u
nişanını cihân eyledik Yerleri
gökleri yaptık yedi kat Altı
günde tamam oldu kâinat Yarattık
içinde bunca mahlûkat Erzakını
verdik ihsan eyledik Asılsız
fasılsız yaptık cenneti Huri
gılmanlara verdik ziyneti Türlü
vaatlerle her bir milleti Sevindirip
şad-ü handan eyledik Bir
cehennem kazdık gayetçe derin Laf
ateşi ile eyledik tezyin Gayet
kıldan ince kılıçtan keskin Üstüne
bir köprü mizan eyledik Gerçi
kün emriyle var oldu cihan Arş-ü
kürs-ü gezdik durduk bir zaman Boş
kalmasın diye bu kevn-ü mekân Âdem’in
halkını ferman eyledik Arif
olan bilir sırrı müphemi İzhar
etmek için ism-ı azamı Çamurdan
yoğurduk yaptık âdemi Ruhumuzdan
bir ruh revan eyledik Âdem
ile Havva birlik idiler Ne
güzel bir mekân bulduk dediler Cennetin
içinde buğday yediler Sürdük
bir tarafa puyan eyledik Âdem’le
Havva’dan geldi çok insan Veli’ler
Nebi’ler oldu nümâyan Yüz
bin kere doldu boşaldı cihan Nuh
Naciyullah’a tufan eyledik Salih’e
bir deve eyledik ihsan Kayanın
içinde çıktı nâgehan Pek
çokları buna etmedi iman Anları
hâk ile yeksan eyledik Bir
zaman Ashab-ı Kehfi uyuttuk Hazreti
Musa’yı Tur’da okuttuk Şit’i
çulha yaptık bezler dokuttuk İdris’e
biçtirip kaftan eyledik Süleyman’ı
dehre sultan eyledik Eyyub’a
acıdık derman eyledik Yakub’u
ağlattık nalan eyledik Musa’yı
Şuayb’a çoban eyledik Yusuf’u
kuyuya attırmış idik Mısır’da
kul diye sattırmış idik Zeliha’yı
ona çattırmış idik Zellesinden
bend-i zindan eyledik Davud
Peygambere çaldırdık udu Kazadan
kurtardık Lut ile Hud’u Bak
ne hale koyduk nar-ı Nemrud’u İbrahim’e
bağ-ı bostan eyledik İsmail’e
bedel Cennet’ten kurban Gönderdik
şad oldu Halil’ür Rahman Balığın
karnını bir hayli zaman Yunus
Peygambere mekân eyledik Bir
mescide soktuk Meryem Ana’yı Pedersiz
doğurttuk orda İsa’yı Bir
ağaç içinde Zekeriya’yı Biçtirip
kanını rizan eyledik Beyt-ü
Mukaddes’te Kudüs şehrinde Nehri
Şeria’da Ürdün nehrinde Tathir
etmek için günün birinde Yahya’ya
İsa’yı üryan eyledik Böyle
cilvelerle vakit geçirdik Bu
enbiya ile çok iş bitirdik Başka
bir Nebi-yi Zişân getirdik Anın
her nutkunu Kur’an eyledik Küffar-ı
kureyş’i ettik bahane Muhammet
Mustafa geldi cihana Halkı
davet etmek için imana Murteza’yı
ana ihvan eyledik Ana
kıyas olmaz asla bir nebi Nebiler
Şah’ıdır Hakk’ın habibi Dünya’nın
Ukba’nın O’dur sahibi Biz
anı Rebi-yi Zişan eyledik Hak
Muhammet Ali ile birleştik Birlikte
hep Kab-ı kavseyn’e gittik Ol
makamda pek çok muhabbet ettik Leyle’tel
esra’yı seyran eyledik Bu
sözleri sanma her insan anlar Kuşdilidir
bunu Süleyman anlar Bu
sırr-ı müphemi ârifan anlar Çünkü
cahillerden pinhan eyledik Hak
ile Hak idik biz ezelide Ta
ruz-u elest’te kal-ü belide Mekân-ı
Hüda’da bezm-i celide Cemalini
gördük iman eyledik Vahdet
âlemini bilmeyen insan İnsan
suretinde kalmış bir hayvan Bizden
ayrı değil Hazreti Subhan Bunu
Kur’an ile ayan eyledik Sözlerimiz
bizim pek muhakkaktır Doğan,
ölen, yapan, bozan hep Hak’tır Her
nereye baksak Hakk’ı mutlaktır Ahvali
vahdeti beyan eyledik Vahdet
sarayına girenler için Hakk’ı
Hakk’el yakin görenler için Harabi
bu sırrı bilenler için Birlik
meydanında cevlan eyledik
|