Deyişlerin Dili 9 Seyyid Nesimî
Dertli Divani
Merhaba
dostlar,
Bu
sayımızda Alevi Bektaşi Kızılbaş inancının yüzyıllar boyu bugünlere kadar
taşınmasında en etkin rol oynayan âşıklık ve ozanlık geleneğinin en ulusu diye
bileceğimiz bir ozanın “En-el Hak”
adlı eserini olduğu gibi paylaşıp yorumlamadan karınca kararınca günümüz
Türkçesine çevirmeye çalışacağım. Seyyid Nesimî deyince fazla söze gerek
kalmıyor. Onu anlamaya çalışmak bile yetiyor.
Seyyid Nesimî
İmadeddin Nesimî diye
anılır. Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, Azerbaycanlı
Şarkiyat ve Türkoloji uzmanı Hamit Araslı’nın Klasik Azerbaycan Edebiyatı “İmadeddin Nesimî Seçme Eserleri” adlı
kitabına göre asıl adı Ali olan Nesimî, 1369 yılında Azerbaycan’ın Şamaxı
(Şamahı) şehrinde doğduğu belirtilmektedir.
Bu kaynağa göre
Hurufilik inancının piri olan Tebrizli Fazlullah Naimi’nin Azerbaycan’ın Şirvan
şehrine yerleştiği, düşüncelerinin hızla etrafa yayıldığı ve Bakü’de etkin bir
şekilde taraf bulduğu sıralarda Nesimî Fazlullah Naimi ile görüşür. Hallac-ı
Mansur’un “En-el Hak” anlayışında olan Nesimî Hurufi inancını benimser ve
Fazlullah Naimi’nin en önde gelen izcisi ve daha sonra da damadı olur.
Nesimî Divan
edebiyatının büyük ozanlarından sayılır. Türkçe ve Farsça divanı vardır. Alevi-Bektaşi
geleneğine göre “yedi ulu ozan”dan biridir.
1394 yılında
Timurlenk’in oğlu Miranşah’ın gönderdiği adamları tarafından Fazlullah hapse
atılır. Nahcivan yakınlarında Alınca Kalesi’nde vahşice idam edilir. Seyyid Nesimî de uzun yıllar takibe alınır ve bir ara Bağdat
yakınlarında sonra Şiraz ve Tebriz’de kalır. Daha sonra Anadolu’da (ki
muhtemelen Alevi-Bektaşi toplumunun içinde barınır-DD) Diyarbakır, Mardin
Nusaybin ve en son Memlûklerin merkezi Mısır’a bağlı Halep şehrinde yaşadığı
sırada Ruhaniler onun Hurufi mürşidi olduğunu öğrenir, diri diri derisinin
yüzülmesine fetva verir. Derisi yüzülürken kan kaybeden Nesimî’nin sarardığını
gören Ruhaniler: “Sen ki Hak isen rengin niye sararır?” derler.
Nesimî, “Ben ebediyet ufuklarında doğan aşk
güneşiyim. Güneş batarken sararır.” diye cevap verir.
Ruhanilerden biri, “Bu o kadar melundur ki, onun kanından nere
düşse kesip atmak lazımdır.” der.
Tesadüfen Nesimî’nin
bir damla kanı o ruhaninin parmağına sıçrar. Oradakiler ruhaninin parmağının
kesilmesini ister. Ruhani ise, “Ben
sözgelişi demiştim.” der. O zaman kan içinde olan Nesimî, “Zahidin bir parmağını kessen dönüp Hakk’tan
kaçar / Gör bu gerçek aşığı ser-pa (baştan ayağa) soyarlar ağrımaz.”
diyerek dünyadan göçer.
Nesimî kesin olmamakla
birlikte, 1417 yılında Halep’te derisi böyle yüzülerek katledilir.
En-el Hak
Daim Enel Hak söylerem
Haktan çü Mansur olmuşam
Kimdir beni berdar eden, bu şehre meşhur olmuşam
Kıble’siyem sadıkların,mâşukıyem âşıkların
Mansuru’yem lâyıkların, çün Beyt-i Mâmur olmuşam
Musa benem kim(ki) Hakkile daim münacat eylerem
Günlüm tecelli turudur, anın için Tur olmuşam
Erdim kaşın Mi’racınakim(ki) Kâb-ı Kavseyn oldürür
Vuslat şebinde gör beni, ser tâ kadem nur olmuşam
Bezm-i ezelde içmişemvahdet meyinin cür’asın
Şol cür’adan kim(ki) tâ ebed sermest ü mahmur olmuşam.
Ey mihr yüzün Vedduha,
Velleyl imiş saçın kara
Lâlin bana darüşşifa oldur ki rencur olmuşam
Her ne yana döner yüzümyâri görür anda gözüm
Çün bu gamımdan gam yedim şâdan ü mesrur olmuşam
Ol şahid-i gaybi benem
kim(ki) kâinatın ayniyem
Ol Nutk-u Rabbani benem ki dilde mezkûr olmuşam
Çün on sekiz bin âlemeoldu vücudum ayine
Ol Suret-i Rahman benem kim(ki) halka mestur olmuşam
Ol gizli gencin
sırrıyem kim(ki) zâhir oldu âleme
Ol gevherem kim gün gibi âlemde meşhur olmuşam
Çün ben Nesimî gevherem, gencim size faş eylerem
Ben bir deli divaneyem, gör kim(ki) ne mâmur olmuşam
Günümüz Türkçesiyle
Hallac-ı Mansur gibi
daima en-el Hak söylemekteyim
Bu dünyada herkes beni böyle biliyor beni asacak olan kimdir?
Sadık olanların kıblesiyim,
Âşık (seven) olanların maşukuyum(sevilen)
Hakk’a layık olanların
Mansur’uyum, Meleklerin secde kıldığı makam benim.
Musa gibi Hakk ile daima
görüşmekte, dilek dilemekte ve yakarmaktayım.
Musa’ya Tur-u Sina’da görünen
Rab, benim gönlümdedir. Onun için Tur olan benim.
Madde âleminden çıkıpmanaya eriştiğim, Hak ile Hak olup
Ona kavuştuğum gün beni baştan ayağa nurolmuş göreceksiniz
Elest bezminde, ruhlar âleminde
birlik meyinden bir yudum içtim (ikrar verip bir kararda durdum).
“Varlığın birliği” inancıyla sonsuza kadar bu gerçeği görerek yaşamaktayım
Ey, yüzün güneş, saçın
kuşluk vakti alaca karanlığı gibi
İncinmiş ve hasta olan gönlüme susman ve konuşmaman şifadır.
Her ne tarafa yönümü
dönsem gözüm Hakk’ı görmektedir
Gamım kederim kalmadı,
sevinçli ve muradıma erdim mutluyum
Gaybın şahidi, manayı
bilen benim ki kâinatın, evrenin aynısıyım
Dilde zikrolunan,
anılan Rab’ın nutku, Allah’ın kelamı benim söylediklerimdir.
Vücudum on sekiz bin âlemin
aynası oldu
Hakk’ın görünen sureti benim ve Hak bende gizlendi, sır oldu.
Görünmeyen Hakk’ın
sırrı bende âleme göründü
Ol cevher, Hak bendedir ki güneş gibi âlemde bilinmekteyim.
Zira Hakk’ın tecelli
ettiği Nesimî benim ve bendeki Hakk’ın sırrını açıklıyorum
Ben bir deli divaneyim, ama görün ki bende neler var.
Aşk
ile
Çü: Gibi.
Berdar: Asılmış,
darağacına çekilmiş.
Mâşuk: Sevilen, âşık olunan.
Çün: Zira, çünkü, mademki.
Beyt-i
mâmur:
Meleklerin kıblesi. Göklerde meleklerin tavaf ettikleri yer,
makam.
Münacat: Yakarma,
dilekte bulunma.
Tecelli: Ortaya
çıkma, görünme.
Tur: Musa Peygamberin Rab
ile konuştuğu dağın adı.
Kab-ı
kavseyn:
Mi’râc da “Kâb-ı Kavseyn”
denen, beşeriyetin tümüyle yok olma durumunda, âdeta bir yayın iki ucu, hatta
daha da ötesi, “ev edna” tabiriyle ifade edilen makamda, Rab ile
karşılaşma, buluşma.
Vuslat: Erişmek, kavuşmak.
Tasavvufta; Hakk’a ulaşmak.
Şeb: Gece.
Ser
ta kadem:
Baştan ayağa kadar.
Bezm-i
ezel:
Varlığın-Hakk’ın ilk toplantısı. “…bütün ruhlar orada birbirlerine şahit
tutuldular.”
Cür’a: Yudum.
Sermest-ü
mahmur:
Sarhoşluğun sebep olduğu sersemlik içinde olan, durgun ve baygın bakışlı.
Bâtıni anlamı: Gerçeği, Hakk’ı görmek; kendinden geçmek.
Mihr: Güneş
Vedduha
velleyl:
Kuşluk vakti karanlığı ile, âlemi kaplayan gece.
Lâl: Dilsiz, dili tutulmuş,
susmuş.
Darüşşifa: Sağlık hizmeti
verilen, hastaların yatarak tedavi oldukları kurum.
Rencur: İncinmiş, sıkıntılı,
rahatsız, dertli, hasta.
Şâdan-ü
mesrur:
Sevinçli, memnun, sevinmiş muradına ermiş.
Şahid-i
Gaybi:
Gaybin şahidi, öte âlemi-mana âlemini bilen.
Nutk-u
Rabbani:Rabb’ın,
Allah’ın nutku, Allah’ın kelamı.
Dil: Gönül
Mezkûr: Anılan, sözü geçen,
zikredilen, zikrolunan.
Suret-i
Rahman:
Zahiri: Hak, Âdem’i rahman suretinde yarattı. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancına
göre: Âdem-İnsan, Allah’ın/Hakk’ın görünen suretidir.
Mestur: Örtülü, kapalı, gizli.
Genc: Hazine.
Gizli
genç:
Gizli hazine. Tanrı, Rab, Allah.
Faş:
Açıklama
Mâmur: İmar edilmiş,
işlenmiş.
- Makaleler -
|