Deyişlerin Dili 1
Dertli Divani
Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancınınyüzyıllar öncesinden günümüze taşınması, Ulu Ozanlarımızın dizeleri sayesinde
olmuştur.
Gelmiş geçmiş bilim-felsefe düşünürlerinin
fikirlerinde de görülen birçok temayı yine ulu ozanlarımızın dizelerinde
görüyoruz. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancıyla yoğrulmuş, kemâle ermiş ozanlara
ait olan dizelerden yola çıkarak birkaç örnek verelim;
Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişinlerinden
Şir’i Bektaş Çelebi, Devriye adlı
şiirinde şöyle diyor:
Cihan var olmadan ketm-i ademde
Hakk ile birlikte yektaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü ol demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben
Henüz Âdem, kâinat-evren yok iken ben
Hak ile birlikte idim; Hakk’ın, evrene hayat veren varlığın özünde idim ve kâinat-evren
varlığımızdan var oldu. Onu nakış gibi işleyen, biçimlendiren bendim.
Anasırdan bir libasa büründüm
Nar-u, bad-ü, ab-ı Hâk’ten göründüm
Hayr’ül-beşer ile dünyaya geldim
Âdem ile bile bir yaş idim ben
“Devr-i daim ile ateş, hava, su, toprak”
dört ana elamandan vücut buldum. Canlıların içerisinde aklı, fikri, yaratıcı
özelliği olması itibarıyla en hayırlısı idim ve Âdem var iken ben de var idim” diyor.
Âdem’in sulbünden Şit oldum geldim
Nuh-u Nebî olup Tufan’a daldım
Bir zaman bu mülke İbrahim oldum
Yaptım Beytullah’ı taş taşıdım ben
İsmail göründüm bir zaman ey can!
İshak, Yakup, Yusuf oldum bir zaman
Eyyüp geldim çok çağırdım El’aman
Kurt yedi vücudum kan-yaş idim ben
Âdem’den Şit olarak doğan ben idim, Nuh
Nebi, Beytullah’ı yapan İbrahim ben idim. İsmail, İshak, Yakup, Yusuf ben idim.
Vücuduna kurtlar düşen, Eyyüp Nebi ben idim diyor.
Felsefi açıdan yüzyıllar önce yaşayan
peygamberleri özünde anlayıp, onların insanlığa verdiği hizmeti bugün de
kendisinin vermeye çalıştığını ve mânâda onlarla bütünleştiğini söylüyor diyebiliriz.
İnançsal açıdan da Viranî Baba’nın bir beytinde
şöyle derken,
Bin bir dondan baş gösterdi Mürteza
Biz bir bildik dedik Allah-Eyvallah
Şah-ı Merdan Ali’nin zahirde farklı
zaman, mekân, don (beden) ve isimlerde gelen, ama gerçekte bir olan Hakk’ın
varlığını temsil ettiğini anlatıyor.
Şu fena mülküne çok gelip gittim
Yağmur olup yağdım ot olup bittim
Urum diyarını ben irşad ettim
Horasan’dan gelen Bektaş idim ben
Şir’î burada, fiziğin de konusu olan, “Evrende hiçbir madde yok olmaz,
yoktan da var olmaz” ilkesine dayalı “Maddenin Korunumu Kanunu”nu öngörüyor. Bu
dünyaya çok defa gelip gittim, bedenimin eridiği toprağa düşen yağmur ve o
topraktan çıkan ot ben idim. Anadolu’yu irşat eden Horasan’dan gelen Hünkâr Hacı Bektaş Veli ben idim derken de mânâda aynı düşünceyi
paylaşmasını, içselleştirmesini ifade ediyor.
Şimdi hamdülillah Şir’î dediler
Geldim, gittim, zatım hiç bilmediler
Kimseler bu remzi fehm etmediler
Her gelen mahlûka kardaş idim ben
“Şimdi (dünyada bulunduğum anda) bana
Şir’î dediler. Bu dünyaya çok geldim, gittim, ama sırrımı kimseler bilmedi. Her
gelen varlığa kardeş idim.”
Bilim adamları, “Evren başlangıçta bir
ışık ya da enerji kütlesiydi. Bazı koşullar sonrasında büyük bir patlama oldu
ve o enerjinin çözülmesi sonucunda da bütün canlı ve cansız varlıklar
evrimleşerek hayat buldu” derler. Şir’i Bektaş Çelebi, bu noktayı işaret ederken
aynı zamanda bütün varlıkların Hakk’ın bir tezahürü (görünür hali) olduğunu,
dolayısıyla O’ndan var olduğunu söylüyor.
Büryanî Baba bir deyişinde,
Canlı cansız cümlemiz bir nesneden
Var oluyor bu bir hikmet sultanım
derken, Edip Harabi de şöyle diyor:
Daha Allah ile cihan yok iken
Biz anı var edip ilan eyledik
Hakk’a layık hiçbir mekân yok iken
Aldık hanemize mihman eyledik
“Hakk’ın varlığını, hikmetini hiç kimse
bilmez iken, aklımız, bilincimiz ve inancımız sayesinde onu keşfettik ve
varlığını ilan ederek felsefi anlamda biz yarattık. Hak bizimle var olup,
gönlümüze mihman oldu.” diyor.
Âşık Veysel de zahirde sevgiliye
yazıldığı düşünülen şu deyişinde,
Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
mânâda aşkımız olmasaydı Tanrılığının
değeri olamazdı; gönlümüz olmasaydı varlığını gösterecek başka yer/mekân bulamazdın
derken, ne kadar güzel ifade ediyor?
Aynı mânâyı dile getirmiş olan Edip Harabi, ünlü devriyesinin ikinci
dörtlüğünde şöyle diyor:
Kendisinin henüz ismi yok idi
İsmi şöyle dursun cismi yok idi
Hiçbir kıyafeti resmi yok idi
Şekil verip tıpkı insan eyledik
Hakk’a, Elif, Allah, Cabbar, Settar,
Gaffar, Hûda, Rab, Tanrı, vb., isimlerini biz verdik. Onu Sıfat-ı Âdem’de
tecelli eden varlık olarak, biz beyan ettik.
Daimi Baba,
Kâinatın aynasıyım
Madem ki ben bir insanım
Hakk’ın varlık deryasıyım
Madem ki ben bir insanım
dizeleriyle, Hakk’ın Âdem’de tecelli
ettiğini, yol süreğimizde ibadetin cemal cemale olduğunu, kıblegâhımız ve
secdegâhımızın bu sebeple Âdem olduğunu ne kadar güzel ifade etmiştir.
Hallac-ı Mansur da “En-el Hak” diyerek
söyleyecek bir söz bırakmıyor.
Bu ölümsüz eserleri anlayıp, yaşamımıza
aktarabildiğimiz ölçüde Alevi-Bektaşi Yolu’nun derinliğini ve özünü
kavrayabiliriz. Kendi kabına bile sığmayan, dinler üstü diyebileceğimiz ve
sevgi üzerine inşa edilen, insan merkezli Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancını,
ancak bakmadan gören, demeden duyan
İnsan-ı Kâmillerin, Âşık-ı Sadıkların ve ulu ozanların dizelerinden daha net
anlayabiliriz.
“Âşıkın
sözü, Kuran’ın özü” diye muhabbetlerde dile getirdiğimiz dizeleri yine Edip
Harabi,
Ey vaiz-i riyakâr
Kuran’ı bilmiyorsun
Gel bizden anla zira
Kuran kelamımızdır”
Cevri Baba da;
“Cevri bunda dilli
Kur’an
Hem erkânlı yollu Kur’an
Elimiz de telli Kur’an
Gideriz Hakk’ın izinden”
derken bağlamanın ve müziğin Alevi-Bektaşi
inancı içerisindeki önemine dikkat çekmiştir.
Yüzyıllar boyu duygularımızı, düşüncelerimizi,
yaşam felsefemizi, inanç ve ibadet anlayışımızı bağlamanın tınısı eşliğinde ifade
etmiş ve onu telli kur-an olarak kutsamışız. Bizim dilimizle söylediğimize o da
teliyle eşlik ediyor. Bu saz-söz bütünlüğü sayesinde kültürümüzün ve
inancımızın bu günlere geldiğini biliyoruz. Ozan damarından gelen ve bu
geleneği karınca kararınca sürdüren bir ozan olarak, buna böyle inanıyorum.
Aşk ile…
- Makaleler -
|