Âşık Remzâni |
Dergâh cemevi
Ankara’da açılıyor
Pir Sultan Abdal, Kalender
Çelebi/Hace Bektaş Veli bağlılığı Murtaza DEMİR Kalender
Şah’ı anmaya, tüm içtenliğim, takdir duygularım ve aziz anısı önünde turab
olmaya hazır olduğumu belirterek başlıyorum: Şah
Kalender, bugüne değin onurlu duruşumuzu sağlayan, düzgün ve önder insan
davranışıyla dünya-âleme örnek olan, geçmişimizin yüz akı simalarından biridir.
O, bulunduğu oldukça etkili ve yüksek makamı,[1]
kişisel ikbalini ve canını riske ederek, mazlumun safında duran, haksıza kıyam
eden; dünya tarihinde eşi az bulunan yüksek bir şahsiyettir. Şah Hatai’ye olan
bağlılığını, şu eşsiz dizeleriyle dile getirir: “Ser vermez isem yoluna
Şah-ı Kadimin/ Âlemde dahi bana Kalender demesinler…” Her cana kalan
serseriya er demesinler Ser vermeyenin ismine
server demesinler. Bir kimesnede olmasa ol
aşk-ı Ali’den Pes nice ana Kâfir-i
Hayber demesinler
(…)
Efsane sözün söyleme ey zahid-i hodbin
Sakın ki sana cahil-i
ebter demesinler Katlanmaz isen sabr
idüben cevrine yârin Ol bi hünere aşk eri rehber demesinler
Ser vermez isem yoluna
Şah-ı Kadimin Âlemde dahi bana Kalender
demesinler Şah
Kalender, insani özelliklerinin yanında, kan ve gözyaşı üzerinden saltanat
yürüten devşirme Osmanlı yönetim anlayışına engel olmaya çalışması; hiç değilse
bu gelişmeye itiraz ederek duraksatması bakımından da tarihsel bir
şahsiyet olmaya alnının akıyla hak kazanmıştır. Anadolu
insanının Osmanlıya karşı kıyamı Kalender’le başlamamıştır: Bâtınilerin
Kalender öncülüğünde Osmanlıyı sarsan kıyamı ilk de değildir, son da... Selçuklunun
ilk yıllarında başlamış, sürüp günümüze gelmiş, yine öyle sürüp gitmektedir.
Çocukluğumu, o yoksul ama mutlu çocukluk yıllarımı anımsıyorum: Cemlerde gül
yüzlü dedelerimizden dinlediğim “dürüst olun, insan olun, tüyü bitmedik
yetim hakkını almayın, rızasız lokma yemeyin” öğütlerini; toprağı rahmeti
babamı; köy odalarında “Ehli Beytin cenklerini, keşf-i kerametlerini”
toplu dinlediğimiz kış akşamlarını... Hz.
Ali’nin, Battal ve Hüseyin Gazi’nin cenklerini hikâye eden kitaplar okunurdu.
Hikâye içinde adı geçen savaşın sonunda, kâfire, Yezide, Muaviye’ye karşı
savaşan Ali, Hasan, Hüseyin’in, imamların, Şahların, Eba Müslim Horasani
erenlerinin hepsi de mutlaka yeniliyor; odada bulunan özellikle büyüklerimiz
olmak üzere herkes, gözyaşlarına boğuluyordu. “Ne bahtsız insanlar şu
bizimkiler” derdim kendi kendime, “bütün sevdikleri öldürülmüş
zavallıların; ama hep mazlumdan-güçsüzden yana olmuşlar!” Ağlamalar,
yavaş yavaş yerini sessizliğe bırakırdı. Odadaki herkes gözyaşını ve burnunu silerken
ilk söze yine dede başlardı: “Kuzular” derdi, “o mübareklere her şey
ayandı: Onlar bu kavgada yenileceklerini zaten biliyorlardı. Ama onlara,
savaşmaktan, tatlı canlarını ortaya koymaktan başka yol bırakılmamıştı ki...
Yezide, Muaviye’ye biat edemezlerdi...” Anılar tazelenir, dua ve gülbanklardan
sonra, hep bir ağızdan ve yüksek sesle “Allah Allah” denilir, biraz
kendimize geldikten sonra okumaya devam edilirdi. Çocukluk
işte: Neredeyse her yılın kış akşamlarında sık sık tekrarlanarak okunan bu
methiyeleri, yine de can kulağıyla dinlemeleri ve tarihin çok eski dönemlerinde
olup-biten bir olay nedeniyle bile, bu denli duygulanmaları karşısında
kendimizi tutamaz, kimi zaman için için gülerdik.[2]
Ama yaşadık, gördük ve idrak ettik ki, “tarih sürekli tekerrür eden” bişeymiş.
Anladık ki, Çorum, Maraş, hele de Sivas’ta yaşananların, tarihte yaşanan
binlerce katliamdan hiçbir farkı yokmuş! Bizim, onlara göre daha eğitimli ve
bilgili olduğumuzu farz ederek hafife aldığımız o sahneler fazlasıyla gerçekmiş.
Onlar, geçmişe değil, çektiklere eziyetlere, aşağılanmalara ve ondan da çok,
çocuklarının, yani bizim kuşağımızın göreceği olası eziyet ve zulümleri
düşünür, kaygılanır, o nedenle ağlarlarmış! Sonraki yıllarda, “inancımız
nedeniyle neden bu kadar aşağılandığımızı ve eziyet edildiğini” babama
sorduğumu anımsıyorum: “Neden olacak oğul”
derdi, “biz dönemiyoruz; böyle gelmişiz böyle gidecek!” Rahmetli
anacığım çok az ve öz konuşurdu ama yüzyılların ötesinden gelmiş bilgeler
gibiydi. Zalimlerin zulmüne hedef olan atalarımıza, dedelerimize yapılanları
sorduğumda, çoğu kereler Banazlı dedelerimin söylediği özdeyişleri örnek verir;
“O
mübarekler yenileceklerini daha baştan biliyorlardı.” derdi.
Ama sanki bişey eksik söylenirdi; söz edilen yenilgiler, bizim anladığımız
anlamda yenilgiler değildi. Taraflar, kendi dünyalarının kavgasını veriyordu.
Biri zahiri dünyanın malı, mülkü, gücü, kuvveti, sahafatı ve kişisel
debdebesi için, diğeri de Bâtıni dünyanın gereği olan insanlık, adalet,
kardeşlik ve eşitlik adına kavga ediyordu. Birinin kavga aracı top, tüfek,
kılıç, zırh gibi öldürme araçları, diğerinin en temel silahı ise düşünce,
tasavvuf ve felsefeydi. Bu değerleri dünyaya yaymak ve egemen kılmak
istiyorlardı. Biri,
halkının aç bırakılması uğruna sefil-eğlenceli, debdebeli bir hayat sürmek ve
gününü gün etmek istiyor, diğeri dünü, bugünü, yarını ve tüm zamanları
kucaklamak istiyordu. Osmanlı, bölge ülkelerinin Amerika’sı, halkı da
Kızılderili’ydi sanki. Kavganın temelinde tamamen farklı bir dünyada yaşama
kurgusu ve arzusu vardı. Kavga, yengi, yenilgi kaçınılmazdı. Ve nihayet resmi
tarihçiler ne derse desin, bir taraf hep lanetle anılmak için, diğeri de hep
özlem, sevgi ve minnetle anılmak için kavga ediyordu. Çok
okuyup yazdığını, üst düzeyde bir bilge olduğunu eylem ve nefeslerinden
bildiğimiz Şah Kalender de biliyordu elbet ne olacağını, ama halkının,
taliplerinin, insanların çığlığını, açlığını, feryadını görmemezlikten
gelemezdi: O, mazlumun, taliplerinin, gâvur ve Müslüman’ın feryadını-çığlığını
duydu ve önlerine düştü... *** Bir Hırvat dönmesi olan Osmanlı tarihçisi
Peçevi İbrahim Efendi[3] Peçevi Tarihi adlı eserinde, Kalender’in kıyamını şöyle
değerlendirmektedir: “... Adı geçen Kalender Şah o kadar güç
ve itibar kazandı, o kadar kalabalık bir topluluğun başı oldu ki, böylesi
şimdiye dek hiçbir asiye nasip olmuş değildi. Işık ve abdal diye anılan ne
kadar inancı bozuk kimseler var idiyse yanına toplayıp yirmi, otuz bin kadar
eşkıyadan oluşan büyük bir çete meydana geldi. İster istemez, bunların yakalanmaları
için sadrazam ve başkomutan İbrahim Paşa[4] görevlendirildi. İbrahim Paşa üçbin
yeniçeri ve ikibin sipahi ile Üsküdar yakasına geçti ve düşman[5]
üzerine koyuldu.”[6]
İşgal
ettiği Bizans ülkesinin aristokrasisi ve Enderun kökenli devşirmeler tarafından
tersine işgal yaşayan Osmanlı sarayı ve bürokrasisi, Anadolu halkından tamamen
soyutlanmış, başkalaşmış ve tebaa üzerinde olağanüstü bir sömürü ağı kurmuştu.
Sömürünün boyutları, artık dayanma-tahammül etme boyutlarını çoktan aşmıştı.
Baki Öz, Kalender Çelebi ayaklanmasının taraflarını ve niteliğini şöyle
yorumlamaktadır: “Hacı Bektaş soyundan olan Kalender
Çelebi ayaklanmasının kitle tabanı köylü-çiftçi kesimiydi. Yoksul halktı. Geniş
Türkmen yığınlarıydı. Elinden dirliği alınmış, yoksulluğa itilmiş küçük dirlik
sahipleriydi. Devletçe dışlanmış, baskıyla düzen içerisinde tutulmaya çalışılan
kesimlerdi. Bunların geneli Alevi ve Türkmenlerdi. (içlerinde) Sünni öğeler de
vardı.”[7]
Osmanlı
tarih yazıcıları, örneğin İbrahim Peçevi, Müneccimbaşı ve Solakzade Kalender
Şah ayaklanmasından uzun uzun söz etmekteler. Ortak noktaları, Kalender'in
büyük güç ve itibar kazandığı, arkasında çok sayıda ve her kesimden halkın
toplandığıdır. Osmanlı resmi tarih yazıcılarının hepsi de, kalkışmayı kendi
inançları doğrultusunda yorumluyor, Bâtınilerin, “dinden çıkmış, inancı
bozuk, dinsiz-mezhepsiz” oldukları noktasında fikir birliği ediyorlardı. Bu
nitelemelerinde Alevi halkı, “Rafızî, mülhid, Kızılbaş” diye adlandırıyorlardı.
Oysa günümüzün itibarlı
tarihçilerinden biri olan İsmail Hami Danişment, Osmanlı tarihçilerini
onaylamaz: “Devşirmelerin Osmanlı idaresinden
soğutmuş oldukları Sünni Türklerle; Çiçeklü, Masatlu, Akçakoyunlu ve Bozoklu
Türkmen (Alevi) aşiretleri ve bunlardan başka Baba-Zünnun İsyanı’nın kılıç
artıkları da Kalender’in maiyetine iltihak etmiş, netice olarak Anadolu’nun
ortasından Şarkına kadar büyük bir saha isyan sahnesi haline gelmiştir. Bütün
bu isyan ve tenkil hareketlerinden dolayı anavatanı muazzam bir harabeye çeviren
ve mütemadiyen Türk kanı dökülmesine sebeb olan bu feci vaziyetin bütün tarihi
mesuliyeti Anadolu Türklerini en müthiş zulümlerle Osmanlı idaresinden soğutmuş
olan devşirme zümresinin boynundadır. Daha Fatih devrinden itibaren İstanbul
fethinin veyahut mensup oldukları yabancı milliyetlerin intikamını Anadolu
Türklerinden almak istediklerini kendi dilleriyle açıkça söylemiş birtakım
vatansız ve hain serseriler paşalık, vezirlik serdarlık sıfatlarıyla Anadolu
Türklerine musallat edilmiş, Karamanoğullarının, Şiilerin, Dulkadir beylerinin
ve sairenin tenkili bahanesiyle bu serserilerin işlemedikleri cinayet
kalmamıştır. İşte bundan dolayı bu seferki vaziyet (Şah Kalender isyanı)
Anadolu’da rüzgâr ekmiş olan Osmanlı idaresinin fırtına biçmesi demektir.”[8]
Solakzade
şunları yazmaktadır: “Kalender adlı kötü yollu bir âşık...
Zamanın Mehdi'siyim diyerek (ortaya çıktı)... Abdallar, torlaklar, dinsiz
meşrepliler ile mezhepsizler, pek çok kötülük severler ile onun havasına
uyarak, yanına toplandılar. Bunların otuz bin kadar olduğu anlaşılmaktadır.”[9]
Ayaklanmanın
merkezi karargâhı Hacı Bektaş Dergâhı çevresi olmuş; yığınlar burada
toplanmıştı. Hacıbektaş- Kırşehir hattında başlayan hareketlilik, Ankara,
Bozok, Tokat hattına doğru yürüyüşe geçti. Yoksul-aç köylüler, ırgat ve tımar
sahipleri, göçerler, yerleşikler, muhipler, talipler ve bu zulme dayanacak gücü
kalmayan herkes ayağa kalkmıştı.“Ali nesli güzel İmam” Şah Kalender ve
Türkmen, doğrudan Osmanlı üstüne yürüyordu: Yürüyüş
eyledi Urum üstüne Ali
nesli güzel İmam geliyor İnip
temenna eyledim destine Ali
nesli güzel İmam geliyor Doluları
adım adım dağıdır Tavlasında
küheylanlar bağlıdır Aslının
sorarsan Şah'ın oğludur Ali
nesli güzel İmam geliyor Tarlaları
adım adım çizili İrakip
elinden ciğer sızılı Al
yeşil giyinmiş gerçek gazili Ali
nesli güzel İmam geliyor Magripten
çıkar görünü görünü Kimse
bilmez evliyanın sırrını Koca Haydar Şah-ı Cihan torunu
Ali nesli güzel İmam geliyor Pir Sultan Abdal'ım görsem şunları Yüzüm sürsem boyun eğip yalvarı Evvel baştan On'ki İmam serveri Ali nesli güzel İmam geliyor Pir
Sultan Abdal, bu kıyamın merkezindeydi. Çalıp-söylüyor, konuşuyor; “bu zulme
başkaldırmak gerektiğini, Güzel Şah’ın çevresinde toplanıp, haram yiyenlerin
üstüne hep birlikte yürünmesini” istiyordu. Dergâhın kapısına yıllar önce yüz
sürmüş, ziyaret etmişti. Köyünde, çevresinde olanları, Osmanlının dayanılmaz
zulmünü, müşkülü, Balım Sultan’a arz etmişti. Kalender Şah’la görüşüp,
tanışmış, niyazını duasını almış, Banaz’a davet etmişti. İşte şimdi Kalender
Şah’tan gelen haberle dilekleri kabul oluyordu. Kazova’da, Tokat’ta, Turhal’da,
Yıldız Dağında, Banaz’da ve çevrede bulunan yerleşim birimlerinde toplantılara
katılıyor, çalıp söylüyor, “birliğin sağlanması durumunda sancağın Kazova'ya
dikileceğini” müjdeliyordu. Gözleyi
gözleyi gözüm dört oldu Alim
ne yatarsın günlerin geldi Korular
kalmadı kara yurt oldu Ali'm
ne yatarsın günlerin geldi Kızıl
Irmak gibi bendinden boşan Hama'dan Mardin'den Sivas'a döşen Düldül
eyerlendi Zülfikar kuşan Ali'm
ne yatarsın günlerin geldi Mümin
olan bir nihana çekilsin Münafık
başına taşlar üşürsün Sancağımız Kazova'ya dikilsin Ali'm
ne yatarsın günlerin geldi ...
Pir
Sultan Abdal'ım bu sözüm haktır Vallahi
sözümün hatası yoktur Şimdiki
sofunun Yezidi çoktur Ali'm
ne yatarsın günlerin geldi Ankara,
Kırşehir, Bozok (Yozgat), Sivas, Tokat, Amasya, Erzincan hattını teşkil eden
bölge, Kızılbaş Türkmenlerin en yoğun yaşadığı bölgeydi. Bu hattın tam orta
yerinde Tokat-Sivas arasında, Yıldız Dağı’nın Kuzey Batısında, Kazova bölgesi
bulunmaktaydı. Çok verimli toprakların bulunduğu Kazova bölgesi, aynı zamanda
demografik yapısı nedeniyle Osmanlının en çok zulmettiği bölgelerden biriydi.
Kalender Şah’ın Bozok, Sivas, Tokat, Amasya yönüne doğru yürüyüşe geçtiği
haberi, bu bölgede heyecan, sevinç ve kurtuluş beklentisinin doruğa çıkmasına
neden oldu. Havada
dolanan kuşlar Gerçek
mi gördüğüm düşler Saf
saf oldu yürüyüşler Pirim
Kalender geliyor Mehdi-i
zamandır adı Bitsin
mazlumun feryadı Hacı
Bektaşın evladı Pirim
Kalender geliyor ..... Benim
pirim adil vezir Çağırdığım
yerde hazır Yardımcımız İlyas Hızır
Pirim
Kalender geliyor Er
isen erliğin bildir Düşkünü
meydandan kaldır Sürdüğün
bir ulu yoldur Pirim
Kalender geliyor Koyun
Abdal eydür erler Yardımcımız
olsun pirler Sarp
geçitler ulu şarlar Pirim
Kalender geliyor Koyun
Baba bölge insanının beklentisini ve heyecanını böyle yansıtıyordu. İzlenen
güzergâha baktığımızda Kalender güçlerinin, Kırşehir, Bozok bölgesinden sonra
ilk molayı Sarıkaya köyü korusunda verdiği, bu moladan itibaren Pir Sultan
Abdal’ın da 72 arkadaşıyla Kalender güçlerine burada katıldığı büyük bir
ihtimaldir. .......... Kırklardan
kapıyı çaldı birisi Birinden
mest oldu kalan gerisi Sarıkaya derler Şah’ın korusu Duralım gaziler İmam aşkına
..... Pir
Sultanım bu yol uludur deyu Çağrışur
Muhammed Ali’dir deyu Cümlemiz
bir ikrar kuludur deyu Soralım
gaziler İmam aşkına *** Yetmiş üç er idik girdik bu yola Yalbırdak kılıçlar hep aldık ele
İkrar iman nasip olsa bir kula
Kudretten
okunur onun yasını ...... Böyle
yazılmıştır bize yazılar Kerbela
dedikçe sinem sızılar Pir
Sultan Abdal’ım der ey gaziler Kalender
Şah, Sarıkaya’dan Tural’a, Kazova’ya, oradan da Yıldız dağına geldi. Burada
Kalender’in saklayanı-bekleyeni çoktu. Beduhtun,[10]
Yıldız, Saru-Yar,[11]
Yusufoğlan, Gazi, Banaz gibi büyük ve nufus bakımında kalabalık Türkmen
köyleri, Onu büyük bir sıcaklık ve saygıyla bağırlarına basmış, bir dediğini
iki etmiyorlardı. Karar toplantısı olan Yıldız dağındaki “cenk kararı”
toplantısının katılımcıları, genellikle Türkmen kocaları, halifeler, babalar,
dedeler, zakirler, talipler, musahipler ve bölgenin ileri gelen simalarıydı.
Başta Şah Kalender olmak üzere, Pir Sultan Abdal, Koyun Baba ve Kul
Himmet gibi Alevi-Bektaşi dünyasının güvenilir tanınmış öncüleri, toplantının
yönünü ve kaderini tayin edecek bir noktada oturmuş, bir bakıma erenlerin
cemini yürütmekteydiler. Dağ
yüzünde Şah-ı kervan duruyor Onun
katarından ayırma bizi Önünde
Düldülle Kanber yüyüyor Onun
katarından ayırma bizi .... Yağar yağmur yeryüzüne saçılır
Gün
vurur dağlardan duman açılır Yürür Şah-ı kervan yollar geçilir
Onun
katarından ayırma bizi[12]
........ Zordu
kuşkusuz ama mutlak surette de bir karara varılması gerekiyordu. Türkmen’in
dayanacak hali kalmamış, bıçak kemiğe dayanmıştı. Şah ne derse öyle olacaktı. Öncelikle
cem olma nedenlerini açtı: Müşkülü akılcı bir üslupla ve yola uyan
demelerle, bütün boyutları ve olasılıklarıyla anlattı ve çözüm için canların
düşüncelerine başvurdu. Kalender ve Pir Sultan Abdal’ın içinde
bulunduğu çoğunluk, “Şah Tahmsab ülkesine giden yolları tutan Osmanlı güçlerini
yarıp, Kızılbaş ülkesine gidilmesini,[13] buradaki Türkmen güçleriyle bir araya
gelinmesini ve geriye dönüp, sancağın Kazova’ya dikilmesi gerektiğini”
söylüyorlar, “kurtuluş için tek yolun bu olduğu” konusunda ısrar ediyorlardı.[14] Kırk
yılın başında bir nur doğuyor On’ki
İmam Mehdi ile geliyor Düldül
eğerlenmiş Ali biniyor On’ki
İmam Mehdi ile geliyor .... Sorarsanız
bir elmadan çıkıptır Kâfirlerin
kal’asını yıkıptır Sancakları
Kazova’ya dikiptir On’ki
İmam Mehdi ile geliyor Ali
nurdan bir taç giymiş başına Kim karışır ol Ali’nin işine
On’ki
İmam berk yapışmış peşine On’ki İmam Mehdi ile geliyor
Rum
ilinde devlet hanlar tutuldu Şad
olunup top tüfekler atıldı Zahir
oldu kurt koyuna katıldı On’ki
İmam Mehdi ile geliyor Pir
Sultan Abdal’ım söyler özünden Kâfir kırar topuğundan dizinden
Ahdim
kaldı ol Mehdinin yüzünden On’ki İmam Mehdi ile geliyor Koyun
Baba ve onu destekleyenler ise, bu yolun çok tehlikeli olduğunu; “Osmanlı
hattını yarsalar bile, Osmanlı adına hareket eden Diyarbakır Beylerbeyi Kürt
Hüsrev güçlerini geçme imkânın olmadığını, bunun daha önce de çeşitli
kereler denendiğini” söylüyor, kalkışmanın yeni bir kırıma neden olacağı
iddiasıyla Kalender’i kıyamdan vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Seni
Şah’a gider derler Gel
gitme güzel Kalender Anan
atan yüzü suyun Gel gitme güzel Kalender
.... Sen
Hacı Bektaş gülüsün Şu
âlemde dopdolusun Sen
de bir erin oğlusun Gel
gitme güzel Kalender ..... Bölük bölük oldu beyler
Dikildi
sayvanlar tuğlar Koyun
Abdal durmuş ağlar Gel
gitme güzel Kalender Koyun
Baba; “aman yapma güzel Kalender” diyerek gidilmemesini istiyor,
yalvarıyordu. Ama yola çıkılmıştı bir kere, dönüşü yoktu. Doğrudan
üzerlerine gelen Osmanlı güçlerinin üzerine yürüdüler. Resmi Osmanlı kaynakları,
tımarı ellerinden alınmış kimi beylerin ve özellikle Dulkadirli beylerin de bu
toplantıların bir bölümüne katılarak “bu isyanı tüm varlıklarıyla
desteklediklerini” söylediklerini; bir bakıma da kendi çıkarları uğruna
Türkmenleri kışkırttıklarını, sonra da gizli pazarlıklar sonucu çekilerek
Kalender’i yalnız bıraktıklarını kesin olarak belirtiyorlar. Aşağıda
vereceğimiz belge, Osmanlının tedirginliğini ve kıyamı bastırmak üzere çareler
aradığını göstermektedir. Ayrıca Kalender güçlerinin içine yerleştirdikleri
casusları ve çevredeki gözcüleri aracılığıyla, hareketin adım adım izlenerek
rapor edildiğini ve raporların ilgililere iletildiği görülüyor.[15]
Semm-i semend-i saadete ruhsare-i
niyazı sürab takbil-i rikab-ı hümayunla dest-res bulduktan sonra arz-ı bende-i
bi-miktar ve zerre-i haksar ol-dur ki atı güçlü ve çevik yönetime ve
yüksek makama mutluluk/sevinç dileklerimle perişan halli bu aciz kullarının
yerlerde yüz sürerek –niyaz ederek- sunduğu küçük bir arzı
–raporu/bildirimi-odur ki, bundan akdem daha önce Budak Özi Çorum/Sungurlu
ilçesi ve Keskün nevahillerinde taraflarında huruç eden ayaklanan
Kızılbaş Kaz Göli Tokat-Turhal arasında, Yeşilırmağın sol yanında bulunan
göl. Kazova mevkisi, Kazğölüne çok yakındır. nam mahalden isimli
yerden kalkup Artukabad Artova canibine yönüne
müteveccih olduğu haber arz olunup yöneldiği haber verilip şimdiki
halde beglerbegi hazretleri Rum (Sivas eyaleti) beylerbeyi Takup Paşa. Canibinde
tarafında olan âdemlerimizden Veys nam ademümüz Artukabad ayağında yakınlarında
Silis Özi Zile Artova arasında bir köy nam mahalden gelüb
şöyle haber verdi ki, Kızılbaş-ı lâin lanetli Kızılbaşların
Artukabad’a konduğu haber istima olub duyulup nefs-i Sivası ihrak
etmek niyetin istima edicek Sivas bölgesini yağmalamak niyetinde oldukları
duyulunca Rum beglerbegisi hazretleri Yakub Paşa dahi ılgalayub hızla
gelerek Sivas’a kondukta, Kızılbaş-ı mahzul dahi Rezil/rüsva
Kızılbaşlar daha sonra Artukabaddan Yılduza Yıldız Dağı dibindeki
Yıldız köyü dönüb, Sivas ile Tokat arasından geçüb Yılduza konub andan daha
sonra Gökçe Belden Geynik ve Bedohtun (Güneykaya) Kasabası’nın
Güneyindeki bir geçit. (Bedohtun Boğazı) Banaz’ın komşu köyleri aşub kara
kurayı Endişeyi bıragub ağzını çit-hane eyleyüb Kapatıp dıyar-ı
şarka Doğu illerine gitmege müteveccih oldukta Yönelince beglerbegi
hazretleri dahi mahruse-i Sivasdan kalkub, Tahta Köpri Sivas yakınlarında,
Kızılırmak üzerindeki bir köprü nam köpriye konub andan Koçhisara Hafik
ilçesi varmak tedarik oldukta Düşünülünce bu nahif Aciz
dahi mübarek Recep ayının on dokuzuncu güni ki duşenbe güni dür.[16]
Artukabaddan öte Yıldıza karib çok yakın olan Fineze[17]
nam mahalle isimli yere konub andan ara yatı gece vakti Koçhisarda
beglerbegi hazretlerine mülakat olmak yetişmek üzere tahmin
olunmışdur.[18]
inşallahu-ı aziz padişah-ı alem-penah Alemlerin sığınağı
hazretlerinün eyyam-ı saadetlerinde mutlu günlerinde enva-ı çeşitli
yüz aklıkları hasıl ola başarılar kazanıla melain-i mezkure dahi herkesin
nefretini kazanmaya sebep olanlar bile eski kızılbaşdan kimesne tabi
olmayub katılmayıp ve bazı yerlere ki fitne ü fesad bıragup bazı
yerlerde bozgun ve karışıklıklar çıkarıp yer yer huruc isyan
etdirmek tedarik etmişler idi. ettirmeye uğraşmışlardı ol fitneleri
dahi rast gelmeyüb bozgunculukları amacına ulaşmayıp yer yer bozulub
ve Boz Ok ta’ifesinden dahi ümitvar oldugı[19]
kimesneler dahi kendülere tabi olmayub bu nahif aciz yanına
gelüb ve andan gayri her gün bölük bölük içlerinden kaçub ve kaçub gelenlere
dahi kat’a kesinlikle kimesneyi dahl etdirmeyüb yaklaştırmayıp
ekserine çoğunluğuna aynı ile yanlarında bulunan bulunan
rızk ü malın yiyecek ve malları dahi alıvermek ile içlerinden hayli
adem kaçub perişan-hal olub hatta Çiçek oglı Hasan Beg[20]
nam kimesne ki sabıka tutılub önceden söylendiğince yakalanıp bu
nahife geldükde hılatlanub giydirilip, kuşatılıp salıverildükde
Kızılbaş arasında olan karındaşı Turak Beg ki cemi’i umurların toplumun
işlerini görüp başaran mezkur adı geçen Turak Bege mektublar
gönderilüb ol dahi içlerinden kaçub amma bu nahife dahi gelüb ulaşmayub bazılar
akebinden Kızılbaş yetüb katl etdi bazı Kızılbaşlar gerisinden yetişip
öldürdüler ve bazılar henüz bizlere gelmege ihtiyat edüb hazırlanıp
bir vesile aracıyla ile gelmek ister derler şol derecede önemli
ölçüde aralarına tefrika ayrılık düşmişdür ki nihayet yedi
sekiz yüz atlu ve üç dört yüz piyade kaldı deye tahkik ederler doğrularlar[21]
Ümiz dür ki umulur ki Hakk-ı Subhanahu Ta’alanun inayetinden ulaşılduğı
mahalde Allah’ın yadımıyla ulaşıldığı yerde olancası dahi kılıçdan
geçüb sa’irlere diğerlerine ibret vaki ola ders verici durum
ola İnşallahu Ta’ala baki-i ferman sa’adetlü sultanum hazretlerinün
re’v-i şeriflerine menutdur. Allah’ın izniyle ebedi buyruk mutluluk verici
sultanım hazretlerinin şerefli onaylarına bağlıdır. Az’afü’l-ibad (kulların en zayıfı) Mahmud el-fakir Ve bu abd-ı nahif bu aciz kul
dahi gayet sürat ile gitmegin Boz Ok’a ta’ifesünün boy begleri ve sipahileri
yetişüb ekser çerileri gelüb mülakat olamadılar çoğunluk askerler gelip
katılamadılar amma ruz-be-ruz gün be gün gelmek üzere dururlar
heman boy beglerinden birkaç boy begi gelüb mülakat olamadı aramıza
katılamadı anlar dahi bir iki menzil durak bu nahifden gerüde
gelüb ulaşmak üzere dururlar. Tavakkaltu al-Allah (İşimi Allah’a
bıraktım) Mahmud bin Abdullah[22]
Bu
olaylar adı geçen bölgede 933 (1527) yılı Mart-Nisan ayları arasında meydana
gelmiştir. Rapordan, Osmanlı güçlerinin isyancıları adım adım izledikleri çok
net bir biçimde anlaşılmaktadır. Verilen
bu güzergâhtan anlaşıldığına göre, Tokat –Artukabad tarafından gelen
isyancılar, Bedohtun yazısı üzerinden Gökçebel’e yönelip orayı da geçtikten
sonra, düzenli Osmanlı güçleri karşısında çatışmaya ve korunmaya elverişli bir
bölge olmasından dolayı Yıldız Dağı eteklerinde konaklamışlardır.[23] Padişah
Sultan Süleyman, artarda yenilgi haberlerinin gelmesi üzerine, ayaklanmayı
bastırmak için Sadrazam İbrahim Paşa’yı görevlendirdi. Onun emriyle hareket
eden Anadolu beylerbeyi Behram Paşa ile Karaman beylerbeyi Mahmud Paşa’nın
askeri birlikleri, ayrı ayrı yönlerden Kazova'ya yönelen Kalender Şah'ın ardına
düştüler. Kazova'daki korkunç savaşta Kalender'in yoksul savaşçıları Osmanlı
ordusunu bozguna uğrattı. Arkasından Mahmud Paşa'yla birleşen diğer Osmanlı
güçleri Sivas Karaçayır kasabası yakınlarındaki Cincife denilen yerde, 27 Mayıs
1527 yılında yapılan savaşta yine yenildiler. Karaman beylerbeyi Mahmud Paşa,
Alaiye beyi Sinan bey, Amasya beyi Koçi bey, Anadolu Timar defterdarı Ruh ve
Karaman defterdarı kethudası Şeyh Mehmed öldürüldüler. Bu
yenilgilerle birlikte Osmanlı ordusunun tüm ağırlıkları Kalender Şah
birliklerinin eline geçti. Osmanlı tarihçilerinden Solakzade'nin söylemiyle: “Bütün
torlaklar ağırlıklı silah, hayme ve çadırlar edindiler. Çıplak ve perişan iken
giyinip kuşandılar. Övünülecek giysilerle donandılar.”[24]
Pir Sultan Abdal, bu olayları anlattığı deyişinde Kızıl Deli Sultan’a ve
kırklara da çağrı yapmakta, onların adlarını anarak manevi güç kazanmayı
düşlemektedir. Kırklar
Urum'a geçti sen duydun mu Tanrının
aslanı geldi bildin mi Pınar
yanında kendini buldun mu Kırklara
serçeşmesin pirim Ali Cümlemizden
ulusun Kızıl Deli Kırklar
bir bir arda sökün eyledi Domuz
kâfirlerin yolun bağladı Tanrının
arslanı imdat eyledi Kırklara
serçeşmesin pirim Ali Cümlemizden
ulusun Kızıl Deli Geldi
Kazova'sın duman bürüdü Kara
kâfirlerin yağı eridi Allah allah deyüp Kırklar yürüdü
Kırklara
Serçeçmesin pirim Ali Cümlemizden
ulusun Kızıl Deli Kırklar
Rum ilinde makam tuttular Makamlar
açtılar çerağ yaktılar Bütün
kâfirleri dine çektiler Kırklara
Serçeşmesin pirim Ali Cümlemizden
ulusun Kızıl Deli Pir
Sultan’ım bu sözleri söyledi Kâfirleri
Yezitleri bağladı İlk
selamı essela'da söyledi Kırklara Serçeşmesin pirim Ali
Cümlemizden
ulusun Kızıl Deli Osmanlının
Anadolu’daki en büyük vurucu gücü durumundaki Dulkadirliler, Kalender
güçlerinin başarısını görünce, tüm güçleriyle Kalender saflarına geçtiler. Bu
durum karşısında Sadrazam İbrahim Paşa, Dulkadıroğulları'ndan (Kalender
tarafına geçen) Başatı, Karacalu ve Dokuzboy beylerine gizlice haber
(casus) gönderdi ve “Kalender saflarını terk etmeleri durumunda, daha önce gasp
edilen bütün dirliklerinin derhal geri verileceğini” bildirdi. Ayrıca
yolsuzlukların düzeltileceğini duyurdu.[25]
Vali Ferhad Paşa ile bazı sancak beyleri de “halka yanlış davranıyorlar”
gerekçesiyle, ama aslında ayaklanmacıları ezemedikleri için idam edildi.
Dulkadir beyleri Osmanlı tarafından bu biçimde, yani Kalender’e ihanet etmeleri
karşılığında doyurulunca, Kalender yanında yer alan diğer belli başlı tımar
sahibi beyleri de, İbrahim Paşa’nın istekleri doğrultusunda yanlarına çekmeye
ve Kalender saflarını boşaltmaya başladılar. Böylece Kalender Şah ayaklanmasına
katılanlar içinde büyük çözülmeler baş gösterdi. Sonuçta
Osmanlı, savaşta yenemediği Kalender güçlerini onların hazır olmadığı içten
parçalama siyasetiyle güçten düşürdü. Dulkadirlilerin Osmanlıya satılmaları,
Kalender güçleri için sonun başlangıcı oldu. Her gecenin sonunda sabaha
çıkıldığında birçok insanın Kalender saflarını terk edip gittiği görülüyordu.
İhanetler, ikrarını inkâr edenler, çıkar karşılığı satılanlar birbirini izledi
ve öyle ki, Kalender Çelebi'nin yanında “3–4 bin Kalenderi kaldı.”[26]
Kalender
Çelebi ve yanında kalanlar bakımından, “Şah’a gitme” olanağı kalmamıştı.
Sayıları, destekleri, güçleri azalmış, ihanete uğramış, bitkin bir durumda
yönlerini Güneye- Adana yönüne çevirmişlerdi. Elinde kalan güçlerle birlikte,
Kayseri - Sarız üzerinden geçti, biraz da güç bulmak umuduyla bu bölgede bir
süre oyalandıktan sonra Nurhak Dağları'na çekildi. Kalender
Şah'ın elindeki inançlı ama yetersiz kuvvet, Sadrazam İbrahim Paşa’nın“Mehmet
Ağa ile Pervane adındaki iki eşkıya avcısı”nın emrindeki, doğrudan
İstanbul’dan İbrahim Paşa maiyetinde gelen altı bin kişilik ordu tarafından, 22
Haziran 1527 günü Başsaz adlı yaylada gece uykusunda tuzağa düşürüldü.[27]
Burada Kalender Çelebi ve sadık adamı Veli Dündar[28]
öldürüldü. Başları bir atın terkisine asılarak Padişah'a götürüldü. Bu
kırımdan, Kalender taraftarlarından Pir Sultan Abdal’ın da içinde olduğu pek az
insan kurtuldu, diğerleri tamamen kılıçtan geçirildi. Kalender
Şah Ayaklanması'nı bastırması nedeniyle, Kanuni Süleyman (1520–1566) Sadrazam
İbrahim Paşa’yı adeta ödüle boğdu. Sadrazamın yıllık ödeneğini iki katına (1
milyon 200 bin akçeden 2 milyon akçe'ye) çıkardı ve daha birçok ödül vererek,
bu isyandan ne derece tedirgin olduğunu ortaya koydu.
[1] Osmanlının ilk dönemlerinde çerağ akçesi ve ayrıcalığı vererek desteklediği makam [2] Bu okuma akşamları, hatırlı birinin ya da dadenin gözcülüğünde sürdürülür, varsa eğer, genellikle de hatırlı bir ailenin büyük olan odasında toplanılırdı. Bu muhabbetlerde bazen gerçekten komik olaylar da olabiliyordu: Çok güldüğümüz anılardan biri şöyle: Köyde okuma akşamlarında okunan kitaplar, hep aynı kitaplardı. Ve herkes, neredeyse bütün kitabı baştan aşağı ezberlerdi. Yine bir akşam sohbetinde aynı kitabı okumaktan bıkmış olan arkadaş; başladı rakamları abartmaya. Doğal olarak kitapların, “ah, vah, canlarım, lanet olsun” denilerek tepki gösterilen en acıklı kısımları, Kerbela Katliamı gibi Ehl-i Beyt katliamlarıyla ilgili bölümler okunurken, özellikle de kadın-erkek yaşlılar salya sümük ağlamaklı olur, bu durumlarda ne okunduğu zaten bilindiğinden okuyana pek dikkat edilmezdi. Kaldı ki, çoğu kez ne okunduğu iç çekmelerden, ah vah seslerinden anlaşılamazdı. Bugün okunan konuda Eba Müslim Rum tekfurunun kalesine tek başına yalın kılıç saldırıyor, makine gibi hiç durmaksızın boyuna kelle uçuruyordu. Kitapta yazıldığı biçimiyle, her kılıç darbesinde elli kâfirin başını düşürmesi gereken Eba Müslim, bu akşam yüzer yüzer düşürmeye başlamıştı. Kitap aynı kitaptı ama dedenin okuma yazma bilmemesini fırsat bilen, biraz da ağız-burun temizleme seslerinden istifade etmeye kalkışan arkadaş, bugün, kafası kesilen kâfirlerin sayısını iki katına çıkararak okumaya başlamıştı. Okuyan şahsın rakamları abarttığını derhal fark eden dede; “kuzu” dedi, “orası öyle olmayacaktı herhal.”’ “Dede” dedi okuyan şahıs; “burada öyle yazıyor, istersen gel bak!” Konuya daha sonra açıklık getiren arkadaş, “dede” dedi, “Aba Müslim vurdukça öyle mutlu oluyorsun ki, o yüzden ben de kâfir sayısını abarttım, bunun ne zararı var?” [3] 1574 yılınada Macaristan’ın Peçoy kentinde doğdu. Meşhur Sokoloviç ailesindendir. Sokollu Mehmet Paşa’nın akrabasıdır. [4] Sultan
Süleyman’ın sadrazamı [5] Peçevi, Anadolu Türkmenlerini “düşman” diye niteliyor [6] Efendi, Peçevi İbrahim, Peçevi Tarihi, Cilt I, s. 93 [7] Öz, Baki, Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları, İstanbul 1992, s. 185 [8] Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,
C. II. s. 124 [9] Solakzade Tarihi II, s. 154 [10] Şimdiki Güneykaya kasabası [11] Şimdiki Sarıyar köyü [12] Pir Sultan Abdal [13] Sümer, Faruk, Safavi Devletinin Kuruluşu, s.77 [14] Toplantıda, bu grubu destekleyen, Osmanlı karşıtı bir oluşum daha
bulunmaktaydı; tımarlarını ve servetlerini Osmanlıya kaptıran ve geri almak
için bu oluşuma katılan Dulkadirli beyleri... Dulkadirli boylarının
ayaklanmanın başlaması ve yitirilmesinde önemli rolleri olmuştur. Dulkadirliler
ayaklanmanın başlaması noktasında Kalender Çelebi’ye geniş ölçüde destek
vermiş, hatta teşvik etmiş, Osmanlı güçlerinin Sivas yakınlarında
Karaçayır-Cincife bölgesinde yenilgiye uğraması için ciddi çabalar
göstermiştir. Daha sonra Osmanlıyla ulufe ve diğer çıkarlar karşılığında
girdiği işbirliği sonunda Kalender güçlerine ihanet etmiş, yenilmesinde başrolü
oynamıştır. Dulkadirli beyi Şehsuvaroğlu Ali Bey ve beş oğlu, 1522 yılında
Kanuni tarafından hile ile öldürülmüş, beyliğin tımarlarına ve tüm servetine
Osmanlılar tarafından el konulmuştu. Ali Haydar Avcı, Kalender
Çelebi Ayaklanması, S.21 [15] Avcı, Ali Haydar, Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal, s. 95 [16] Bu tarih, 21 Nisan 1527 Cuma gününe denk gelmektedir. [17] Fineze: Tokat-Çamlıbel bucağına bağlı Fineze köyü. Yeni adı Güzelce’dir. Bkz. Köylerimiz, Dahiliye Vekaleti – Mahalli İdareler Umum Müdürlüğü Yayını, İstanbul 1933, sayfa 259; Köylerimiz, İçişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1968, sayfa 653., Türkiye Mülki İdare Bölümleri – Köyler-Belediyeler, sayfa 818., Fineze köyü, Yıldız dağı ve Yıldız köyüne yakın olduğu gibi, Çırçır bucağı ve Banaz köyünüde yakındır. [18] Bu bilgiden anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı Beyleri ve paşaları Koçhisar’da (yeni adı Hafik) toplanarak hem güçlerini birleştirmek, hem de Sivas-Koçhisar arası Kızılırmak vadisinde yolların nasıl kesileceği ve isyancıların nasıl çevrileceğine ilişkin görüşme yapmayı düşünmüş olmalılar. Bu bölge aynı zamanda Saferi ülkesine giden önemli geçiş yollarından birisidir. Osmanlı tarihçisi Ferdi’ye göre Kalender Çelebi bu yol üzerinden “Şah’a gitmek istemiştir. Ferdi, Tarih, 100b-103b, Ayasofya Kütüphanesi, No: 3317, Aktaran: Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Sayfa 77. [19] Bu söylemden, o dönemde Bozok bölgesinde tekke, zaviye ve ocaklar yoluyla Kalender Çelebi’ye bağlı çevrelerin geniş bir alanda örgütlü ve etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Yunus Koç, XVI. Yüzyılda bir Osmanlı Sancağının İskân ve Nüfus Yapısı, Sayfa 23. [20] Kalender Çelebi’nin yaptığı çağrı üzerine ayaklanmaya geniş bir şekilde destek veren Çiçekli aşireti, o dönemde Bozok bölgesinde yerleşmiş bulunan Bozulus Türkmenlerinden bir oymaktır. Bkz. Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, Bilge Yayınları, Ankara 1997, Sayfa 64. [21] Bu rakamlardan Mahmut Paşa’nın, Kalender Çelebi’nin çevresinde toplanan isyancıların gerçek sayısını bilmediği ve bütün girişimlerine karşın doğru bilgiler edinemediği de anlaşılmaktadır. Belki de “ulufe” ve “hilat” karşılığı Mahmut Paşa’nın yanına kaçan işbirlikçiler ya da Pir Sultan’ın deyimiyle “dönenler” Kalender Çelebi çevresini küçümsediklerinden ya da önemsiz gördüklerinden dolayı böylesine düşük rakamlar veriyorlardı. Bir olasılıkla Şah Kalender çevresindeki öncülerin, Osmanlı yöneticilerinin aşırı önlemler almasını engellemek ve ağır saldırılara girişmesini engellemek için taktik gereği böyle yanıltıcı bilgiler yaydığı da düşünülebilir. Nitekim bu yanılgı ve küçümsemelerin Osmanlı ordusuna oldukça pahalıya patladığını söylemek gerekir. Osmanlı güçleri isyancılarla bölgede karşılaştıkları her yerde ağır yenilgilere uğramişlar, savaş meydanlarında –bu arzı saraya gönderen Mahmut Paşa’da dahil olmak üzere –birçok bey ve paşa kalmıştır. [22] Abdullah, “Abdullah’ın kulu” anlamına gelmektedir. Bu isim, bütün dönme ve devşirmelerde –belki de aslını unutturmak amacıyla –baba adı olarak kullanılan bir isimdir. Bu nedenle Osmanlı kaynaklarında bütün dönme ve devşirmeler “Abdullahoğlu”, yani “Allahkuluoğlu” olarak geçer. [23] Burada, bölge araştırmalarımız sırasında gözümüze çarpan önemli bir
ayrıntıyı daha belirtmek istiyoruz. Banaz köyünün çok yakınında (yaklaşık [24] Solakzade Tarihi II, s. 155 [25] Bardakçı, Cemal, Anadolu İsyanları, s. 27, Akt. A. Haydar Avcı, Kalender Çelebi Ayaklanması, S. 57 [26] Müneccimbaşı Tarihi II, s. 527 [27] Peçevi Tarihi I, s. 94 [28] Dulkadirli beyleri içinde Kalender’e ihanet etmeyen tek adam
|