Âşık Remzâni

 

 

 

Değişim

 

Serçeşme dergisinin son sayısında değerli araştırmacı yazarımız Piri Er ‘in yazısını ilgiyle ve beğenerek okudum. Sevgili Piri Er’in bu tanımlamaları ve tespitleri yaparak, hem nasıl bir değişim içerisinde olduğumuzu hatırlatmış hem de geleceğimizi belirlememiz açısından karar vermemiz gereken önemli konuları dikkatimize sunmuş olduğunu düşünüyorum.

 

Değişim, kuşkusuz, önüne geçilemeyen bir gerçektir ve değişmeyen, aynı kalan canlı cansız hiçbir şey yoktur. Çünkü değişimin sebebi olan zamanın kendisi sabit değildir ve o değiştikçe de her şey değişmek zorunda kalmaktadır. Değişime yön veren, değişimi gelişime yönelten Bilim ve İnanç gibi kavramların ise sadece uygulanma yöntemleri (ritüelleri) değişir, ancak var oluş amaçları hiç değişmez. Bilimi aklında, inancını gönlünde tanımlayan Alevi Bektaşi yolu da tarih boyunca, amacı doğrultusundaki tüm değişikliklere ayak uydurmuş, ışık tutmuş ve yön vermiştir. Toplumumuz hiçbir zaman diliminde İmam Ali gibi, Hacı Bektaş Veli gibi yaşamayı düşünmemiş, yaşadığı çağın yaşam biçimlerini benimsemiş, ancak onları dillerinden, deyişlerinden eksik etmeden, gösterdikleri yoldan yürümeye devam etmişlerdir. Bu gün yaşamakta olduğumuz değişimleri de bu anlayışla değerlendirmeli, bazı uygulamaların değişmesinden de, yolu amacından uzaklaştırmaması koşulu ile korkmamalıyız. Alevi inancının bu konudaki rehberi yolun sahiplerinin bize ışık tutan “Çocuklarınızı zamana göre yetiştiriniz” sözüdür. Yapmamız gereken ise hem değişime uymak hem de yön vermek olmalıdır.

 

Değerli yazarımızın da vurguladığı gibi son yıllardaki değişimi önce köylülükten, şehirli hatta Avrupalı olmak şeklinde yaşadık. Bu olağan sosyal değişime ayak uyduramadık. Cemlerde, muhabbetlerde dedelerimizden, mürşitlerimizden yaşayarak öğrendiğimiz yolumuzu, toplumu sadece birlikte tutmak amacı ile kurulan örgüt, dernek ve vakıfların çalışmalarından öğrenmeye, anlamaya çalıştık. Ancak şimdi bunun yeterli olmadığını, esas olanın Aleviliği yaşamak olduğunu, yolu yaşayanlardan öğrenmek olduğumu anladık. Bu belki yaşanması gereken bir süreçti ve şimdi artık değişime yön verme zamanı geldi. Bizler bundan sonra yolumuza, ocaklarımıza, mürşitlerimize dedelerimize sahip çıkarak, el ele ek hakka diyerek değişmeliyiz. Hak Muhammet Ali yolunu benzetilmeye çalışılan inançlardan, anlayışlarından, şekilsel ibadetlerinden uzak tutarak, ancak kendi inancımızdan (farklı olmak hevesiyle) uzaklaşmadan yaşamalı ve yaşatmalıyız.

 

Değişime yön verme çalışmalarımıza da öncelikle Erkanlarımızda (Cem, hizmet yürütme yöntemleri) çağa uygun düzenlemeler yaparak başlamamız gerekiyor. Ancak bu değişiklikler, mutlaka yol hizmeti yürütenleri tarafından ve yolu yaşayanların rıza lığı ile yapılmalı, kesinlikle inançlarımıza yeni bir yön vermek amacı taşımamalıdır. Bu düzenlemeler yapılmaz ise hizmetlerimizi, ya yön veremediğimiz bu değişikliklerle ve özünden ayrılarak veya tüm değişikliklere direnerek ve azalarak yürütmek zorunda kalırız. Her değişime karşı çıkmak yobazlaşmaya, her değişime koşulsuz uymak ta asimilasyona, özünden uzaklaşarak başkalaşmaya, yani sonuçta her ikisinde de yok olmaya neden olacaktır.

 

Biz bu değişimlere yön veremez isek , Cemlerimizde az perdeli uzun saplı dede sazından çok perdeli kısa saplı bağlamaya geçişte yaşanan değişimle, bacı kardeş yan yana otururken kadın-erkek ayrı kapılardan cemevlerine girip, ayrı yerlerde oturarak yaşanan değişime aynı gözle bakmak zorunda kalırız. Oysa bunlardan birincisi doğal bir değişim iken ikincisi yolun inancına da amacına da ters ve tam anlamı ile asimilasyon amaçlıdır. Benzer şekilde eskiden cem yapılacağı hizmet sahibi Peyik tarafından duyurulurken, günümüzde bu işin cep telefonundan mesajlarla, internetten e-mail atarak yapılmasına yolun yozlaşması olarak karşı çıkmak nasıl bir anlayış yanlışlığı ise, Muharrem de iftar, sahur nedir bilmez iken cem evlerinde, beş yıldızlı otellerde devlet protokolüne iftar yemekleri vermeye başlamayı değişim olarak kabul etmek de o kadar yobazlaşmadır.

 

Yukarıdaki birkaç örnek bile bizim nasıl bir karar verme döneminde olduğumuzu ortaya koymaktadır. Neredeyse son 60 yıldır değişime yön veremediğimiz için bu gün kendimizi tanımakta ve tanımlamakta güçlük çekiyoruz. Bu gün iyi veya kötü niyetle sorulan sorulara veya çocuklarımızın bize sorduğu ve hatta kendi kendimize sorduğumuz sorulara cevap bulmakta zorlanıyoruz. İkrar nedir, Dar nedir? Dardan indirme, Düşkünlük, Musahiplik nedir, yolumuzda ne anlama gelir, hangi amaç için ve nasıl uygulanır, tam olarak bilmiyoruz. Yolumuzu tanımakla ilgili bu bilgi eksikliklerimizi mutlaka tamamlamalıyız. Bu konuda değişmemize gerek yok, sadece anlatım dilimizi değiştirmemiz yeterli olacaktır. Ancak, bu gün yolumuzun bu ritüellerini nasıl uygulayacağız sorusunun cevabını o kadar kolay veremiyoruz. Yolda düşkünlük ikrar verenler için geçerlidir. Yola ikrar vermemiş ise o kişinin düşkün bırakılması da mümkün değildir. Düşkün bırakılmanın yaptırımları da ancak yine yola ikrar verenlerle olan ilişkileri için geçerlidir. Bu durumda yoldan uzaklaşarak, şehirlerde, karışık toplumlarla ve arayış içerisinde yaşayan insanlarımızı nasıl yolumuza, cemlerimize çağıracağız? İkrar vermenin manevi gücünü toplumsal dayanışmanın temeli olduğunu nasıl hissettireceğiz? Yoldan olmayanlarla yapılan evliliklerle ilgili ne yapacağız? Bu gün büyük şehirlerimizde, yurt dışında olduğu gibi bu uygulamamızdan vaz mı geçeceğiz? Yolumuzu köylerimizde ayrı, şehirlerimizde ayrı mı uygulayacağız? Yoksa yüzyılın başlarında benzer gerekçelerle Hacıbektaş Postnişini Cemalettin Çelebi’nin Musahiplik ile ilgili yaptığı serbestlik anlayışı benzeri düzenlemeler mi yapmalıyız? Bunlar zor, tartışmalı, ancak karar verilmesi gereken sorunlardır.

 

Yoksa cemlerimizde başlangıç ve bitişi simgeleyen, hizmetlerimizin iç aydınlığı ile ve yolun gösterdiği ışıkla yapılacağını anlamına gelen Çerağ uyandırma ve söndürmede kullanılan malzemelerdeki değişim yol için sorun olmamalıdır. Benzer şekilde yolun kirlilik kabul etmediğini anlatan, kalplerin, gönüllerin temizlendiği anlamına gelen süpürme hizmetinin (Faraş) nasıl yapıldığı ile ilgili şekilsel değişiklikler de, toplumların kabulleri olarak değerlendirilmelidir. Ancak burada yine dikkat edilmesi gereken değişirken bozuşmamak, anlamdan uzaklaşmamak olmalıdır. Bunun sınırları da hazırlanacak olan Erkannamelerde belirtilmeli, bu tür değişimlere yön gösterilmelidir. Bunun gibi özellikle şehirlerimizde yaşanan, kurban kesimi, lokma, aşure dağıtılması gibi hizmetlerde yaşanan değişim de yaşam şartlarına ve yolumuzdaki anlamına uygun olacak şekilde yönlendirilmelidir. Bunları sadece şekilsel değişimler olarak değerlendirmek, biz şekilci değiliz anlayışı ile yaklaşmak da başkalaşmaya, başkalarına benzemeye yol açacaktır. Bu önümüzde cesaretle yapılması, karar verilmesi ve uygulanmaya konulması gereken çok önemli bir sorunumuzdur.

 

Değerli yazarımızın “değiştik” yazısı bana bunları düşündürdü. Bu konularda çok farklı düşünceler anlayışlar olabilir, olmalıdır da. Ancak şunu unutmamamız gerekir. Kendi değişimime kendimiz yön vermez isek, bizi değiştirmeye ve kendisine anlayışına döndürmeyen çalışanlara en büyük kolaylığı sağlamış oluruz.

 

Aşk ve sağlıkla kalın

 

Haluk G. Ulusoy

12.05.2014

 

Not: Alevi tanımı, Alevi, Bektaşi, Kızılbaş, Tahtacı vb. tamamını kapsamaktadır.