Âşık Remzâni |
Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI zileli.yardimci@gmail.com
ÂŞIK
DAVUT SULARÎ HAYATI
SANATI ŞİİRLERİ VE
SULARÎ İLE SON SOHBET Erzincan’da
Ali Rahmanî’nin Âşıklar kahvesinde vefatından az önce Âşık İhsan Yavuzer’le
yaptığı atışmada: Söyle Sularî erine Erişe gerçek pîrine Yalvaraym hak birine Götür Hünkâr’a beni diyen
ve küçük yaşta dedesinin teşvikiyle eline aldığı sazı son nefesine kadar hiçbir
koşulda bırakmayan Davut Sularî, 1926’da Erzincan’ın Çayırlı ilçesinde dünyaya
gelmiştir. (Bazı kaynaklarda 1925 olarak geçmektedir.) Baba
adı Veli, Anne adı Rindi’dir. (Bazı
kaynaklarda anne adı Cezayir olarak geçmektedir.) Aile soyadları Ağbaba olan
Davut Sularî 17 yaşında rüyasında bade içişiyle birlikte aldığını ifade ettiği
Sularî mahlasını Davut Sularî adı ile ünlendikten sonra kendisine soyadı olarak tescil
ettirmiştir. Sularî’nin
dedesi Mehmet Kaltık olup tüm aşiretiyle birlikte Tunceli’nin Nazimiye
ilçesi Kureyşanlılar köyündendir. Aile
soyca Erzincan’ın Tercan ilçesinin Çayırlı bucağına yerleşmiştir. Çayır bugün
İlçedir. İlk
okulu üçüncü sınıfa kadar okuyabilen Davut Sularî, asıl eğitimini dedeler ve
pirler dergâhından almıştır. İlk eğitimine Dedesi Mehmet Kaltık yanında
başlamış saz çalmayı da dedesinin teşvikiyle küçük yaşta öğrenmiştir. 1938’de
Gülşah Ana ile evlenen Davut Sularî bir de nikahsız evlilik yapar. Bu iki evlilikten beş
çocuğu olmuştur. Bir şiirinde: Pîr elinden içtim dolu Öğrendim erkânı yolu diyerek
bâdeli âşıklar kervanına katıldığını belirtmiş, çeşitli konuşmalarında da bâde
öyküsünü dile getirmiş, sır âleminde kendisine sürekli akıp çağlayacağı
için Sularî
mahlasını verildiğini
söylemiştir. Bâde
içme olayından sonra aşk ateşiyle yanıp kabına sığmayan Davut Sularî’ye babası
tarafından ailenin üzerinde bulunan dedelik hizmetini yürütme görevi verilir bu şekilde Davut Sularî taliplerini
görme bahanesiyle de olsa sürekli gezip âşıklık geleneklerini ustaca
sürdürür. Halk
arasında Davut Sularî’nin evliya mertebesine ermiş bir kişi olduğunu ileri
sürenler bulunmakta, yakın çevresinde de Sularînin kerametlerinden söz edilmekte
bu konuda çeşitli anlatılar bulunmaktadır.
Bunlardan bazıları şöyledir: Davut Sularî çıraklarında Âşık
Beyhanî’yle Adana yolunda, yaz sıcağında
mola verip dinlendikleri bir ağacın gölgesinde uyuyakalır. Bir ara
Sularî Beyanî’nin sesi ile uyanır. “Baba kalk yılan sokacak” Sularî gözünü açar
ki altında yattığı ağacın dalında bir yılan başını kendisine doğru uzatıyor.
Hemen yanı başındaki sazı kucağına alıp
Şah-ı şahmaran üzerine bir deyiş okur. Yılan sazın ve âşığın yanık
sesini duyunca yavaşça geri çekilip dallar arasında kaybolur. Âşık Beyanî
hayretler içinde kalıp ustasına niyaz
eder. Yine
bir gün çırağı Beyanî’yle Erzincan
yakınlarında bir köye giderken karşıda kümelenmiş geyikleri görürler.
Ellerindeki sazları tüfek sanan geyikler ürkerek kaçar. Fakat içlerinden yaralı
olan ana geyik kaçamaz ve kalır. Davut Sulari Beyanî’yle geyiğin ayağındaki
yarasına bakıp, otlarla yarasını temizleyip sararlar. Sonra Davut Sularî sazını
eline alıp çalmaya başlar. Sazın ve Sularînin içli deyişlerini dinleyen geyikler Davut Sularîye yaklaşır ve yaralı annelerinin
başına toplaşırlar. Beyanî, Ürküp
kaçan geyikleri saz sesiyle toplayan ustası Sularîye biat edip elini
öper. Bu olayı çeşitli yerlerde anlatır. Davut
Sularî, Leyla adını verdiği atına binerek gurbetin yolunu tutar ve ölümüne dek
ülke ülke, şehir şehir, köy köy dolaşır. Erzincan’ın
ve Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki Kureyşan ocağı taliplerinin yol hizmetini görür, dili iyice çözülür,
âşıklık mesleğini de en üst düzeyde uygular. Atı
ile Anadolu’nun üç ili hariç tüm
illerinin yanı sıra Ortadoğu ülkelerini de gezmiştir. Atı ile Avrupayı da
dolaşmak istediyse de buna izin alamayan Sulari daha sonraki yıllarda pek çok
Avrupa ülkesinde konser vermiş, sevenleri ile buluşmuştur. Alevi-Bektaşî
inancı ve kültürüne bağlı âşıkların deyim yerinde ise gezginci âşıklar kolunun
son yıllardaki en önemli temsilcilerinden olan
Davut Sularî yaşamının sonuna değin âşıklık geleneklerini ödünsüz
sürdürmüştür. 17
Ocak 1985’te yine sanatını icra ederken
Âşıklar kahvesinde bir atışma sırasında vefat etmiştir. Mezarı Çayırlı
Köyündedir. Sanatı Sanatının
ilk 25 yılı politikadan uzak duran, kimi zaman bir güzel peşinde koşan, kimi
zaman tarikat ilkelerini yaymaya çalışan, Ehl-i Beyt aşkını dillendiren Davut
Sularî, 1970’li yılların sosyal ve politik çalkantılarından etkilenerek o da
kimi âşıklar gibi toplumsal sorunları dile getiren özgün şiirler söylemiştir. Âşıklık
geleneklerinin tümünü yerine getirebilen atışmanın, leb değmezin, taşlamanın,
güzellemenin en iyi örneklerini veren Sularî, Ankara ve İstanbul radyolarında mahalli sanatçı olarak görev alınca tanıştığı Muzaffer Sarısözen,
Nida Tüfekçi, Halil Bedii Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun gibi müzik otoriteleri ile yakın ilişki
kurmuş, onlardan aldığı müzik görgü ve
kültürü ile sanatını donatmış diğer âşıklardan daha farklı bir kimlik
kazanmıştır. Çok
küçük yaşlarda saz çalmayı öğrenen, sazla bir ömür tüketen Davut Sularî, güçlü bir söz ustası olmasının yanında usta
bir müzisyen özelliğine sahiptir. Davut
Sularî müziğinde, yetiştiği yörenin müzik unsurlarını çeşni olarak
kullanışından, bazı Azeri unsurları müziğine katışından, Alevi müziğinin bazı
öğelerini iyi kullanışından, dolaştığı yörelerden edindiği mahalli müzik
unsurlarını sanatına ustaca katışından kaynaklanan Sularî adıyla bütünleşmiş
kendine özgü bir kimlik ve tavır oluşturmuştur.
O,
sazının teline vurduğunda kendine özgü oluşturduğu edasını hemen hissettirir.
Halk müziğinin âşık müziği denilen bölümü içinde diğer âşıklar arasındaki özgün
yeri ve büyüklüğü de buradan kaynaklanmaktadır.
Çok
yönlü bir kişiliği olan Davut Sularî, bir taraftan kendine ait deyişleri özgün
ezgi kalıplarıyla müziklendirip halk türküleri repertuarına Siyah perçemlerin yar yar dökmüş yüzüne gibi
pek çok türkü kazandırmış, bir taraftan eski usta âşıkların deyişlerini okuyup
hem onların unutulmasını önleyen geleneği sürdürmüş hem de müzik otoritelerine
kaynak kişilik yaparak eski ustaların deyişlerinin repertuarlara girmesini
sağlamıştır. Ayrıca,
zengin repertuarında bulunan yöresel oyun havalarını, ağıtları, hikâyeli
türküleri de eksiksiz okuyarak kalıcılığını sağlamış, bir taraftan da Konya
Âşıklar Bayramı’na katılıp burada âşıklarla boy ölçüşüp ustalığını
sergilemiştir. Konya’da
Çerkezoğlu ile yaptığı atışmanın bir parçası: Çerkezoğlu: Bugün görünüşün güzel Meyve veren dal gibisin Bir tarafın dökmüş gazel Bir tarafın kal gibisin Sularî: Dinle beni Çerkezoğlu Bugün ehli hal gibisin Bazen zehir görünürsün Bazı zaman bal gibisin Çerkezoğlu: Çırpındın kuşa benzersin Sohbette boşa benzersin Yamaçta taşa benzersin Bostanda çuval gibisin Sularî: Yine nefsine aldandın Rakibin yaşlı mı sandın Nedendir fazla yıprandın Seksenbeşlik dul gibisin Çerkezoğlu Çerkezoğlu gönül yıkma Törede kenara çıkma Büyüksün kusura bakma Kokladığım gül gibisin Sularî Davut Sularî bir ozan Artık bizden geçti zaman Olmuşsun meydanda aslan Seherde bülbül gibisin biçimindedir. Doğaçlama
olarak yüzlerce atışma örneği veren Davut Sularî’nin bu atışmalarından ilginç
bir örneğini Doğan Kaya yaymlamıştır. Sularî’nin Kangal’da Emsalî ile atışmasının bazı bölümleri şöyledir: (Bu örneğin özelliği iki âşık karşılıklı birer dörtlük söyleyerek atışmayıp birer şiir
bütünlüğünde dörtlük kümeleriyle atışmış olmalarıdır.) Emsalî: Merhaba ey âşıkan-ı dil rubalar merhaba Merhaba ey muhibba-yı mihribanlar
merhaba Çoktan beri arzulardık biz sizi görmek
için Can u dilden öz gönülden ehibbalar
merhaba Bu diyara azm eyleyip gelmekte sebep
nedir Bu güzel teşrifirize bais-i esbap nedir Herkes fark eylemez bunu dost nedir
ahbap nedir Erbab-ı şi’r-i tabiat üdebalar merhaba Terk i vatan eylemekte var mıdır
muradınız Ta kasib-i dünya için kâr mıdır
muradınız Ya idare darlığından çar mıdır
muradınız Şerh eyleyin bize bir bir şehribalar
merhaba Ad u mahlasınız kimdir imzanız nedir
sizin Eliniz vilayetiniz kazanız nedir sizin Emsalî’ye çektirecek cezanız nedir
sizin Ta
ata Adem Havva’dan akrabalar merhaba Sularî: Merhaban var olsun âşık-ı irfan Gönül hasbihallerinden geliriz Aslımız sorarsan hısm-ı vatandan Doğru Tercan ellerinden geliriz Canan ellerine bir canan açtık Nice dağlar nice okrana düştük Çardak dağınıda zorunan geçtik Erzincan’ın çöllerinden geliriz Âlem-i muhibbi yar muradımız Sohbet-i kibarda cer muradımız Dostlara kavuşmak ger muradımız Ehl-i aşkın hallerinden geliriz Emsalî: …………………….. Emsalî’m sualim sorarım toptan Cevaplar isterim külli hesaptan Hangi dinden olup hangi mezhepten Hangi tarik yollarından oursun Sularî ……………………… Ehl-i dil içinde açarız meydan Ömürde kimseye demedik aman Mahlasım Sularî ustazım umman Bahr-ı umman göllerinden oluruz biçiminde uzamaktadır. Genellikle
Sünni kökenli aşıkların önemsediği, Alevi kökenli âşıklardan Semai, Selmanî
gibi usta âşıkların yaptığı lebdeğmez türünün çok güzel örnekleri doğaçlama
söyleyen Davut Sulari’nin şiirleri arasında görülmektedir. Şiirlerinde
koşma türünün yanı sıra tecnis, divan, müstezat gibi biçimlerde de ustaca
söyleyişleri olan Sularî’nin divani biçiminde
okuduğu : Şu hakikat göz önünde görenlere er
dendi Kendi giden şu dünyada kalana eser
dendi Acun içre görenler az hicrana keder
dendi Ne kadar şehit şüheda yorganları yer
dendi Kalan kendi, duran kendi, yerde gökte
sinen o Yarattığı kulların da Sularî’yi yarattı Altı kere yeri yıktı yedinci de kurattı Dinin söylentisinde de geçilen yer
sırat’tı Her lisanda inan kendi yerde gökte
sinen o dediği
lebdeğmez ilginç örneklerdendir. Bilindiği
gibi usta çırak geleneği içinde yetişen âşıklar ustalarından öğrendikleri ezgi
kalıplarının üzerine kendi sözlerini işleyerek eserlerini oluşturur ve okurlar.
Âşık kolları da bu şekilde oluşur. Âşıklar için saz sözün durakladığı yerlerde boşlukları dolduran söyleyişe ahenk kazandıran bir araçtır. Sazla
sözün kaynaşmasından oluşan biçim halk tarafından sevilip benimsenir. Sazı
sadece doldurma aracı gibi kullanmayıp, gerçek anlamıyla bir müzik aleti gibi
kullanıp zengin melodiler üreten âşıklar
da bulunmaktadır. Bunlar yüzyıllardır adları ve eserleri yaşayan, tapu senedi
gibi kendini tescil ettirmiş usta âşıklardır.
İşte Davut Sularî de saz söz
ikilisinin bütünlüğü içinde kalıcı eserler üreten âşıklardandır. Usta
çırak geleneği içinde Erbabî’yi yetiştirmiş, uzun yıllar yanında gezdirmiştir. Bunun
yanı sıra pek çok sanatçıyı etkilemiştir. Davut Sularî’den etkilenenler
arasında Neşet Ertaş, Muhlis Akarsu,
Âşık Daimî, Âşık Beyhanî, Âşık Serdarî ve Mahsunî Şerif önde gelenlerdendir. Davut Sularî’nin
şiirlerini incelediğimizde: O siyah gözlerin bir kara elmas Yare gidem derim yar kadrim bilmez Sularî kalırsan kimseler bilmez Güzel seni gözler için severim deyeşinde
de görüldüğü gibi güzele olan düşkünlüğü ile kimi şiirlerinde: Yar sevmesi sevaptır Kaşları hem mihraptır Bir busecik ver dedim Dudakları şaraptır Davut Sularî sana Daha ne kadar yana Dön yüzünü bu yana Siyah zülfün nikaptır ve Tercan ellerinden gelen bir gelin Açmış ağ göğsünü sallanır bir hoş Kınalanmış parmakların ellerin Oturdu yanıma dilleri bir hoş Sordum gelin gelir Tercan elinden Köroğlu taşından Kötür belinden Yemlik toplar Sarıkaya yolundan Naz u eda ile sallanır bir hoş Davut Sularî der bağrıma akar Ateş-i hicranın çok canlar yakar Can alıcı gözler yüzüme bakar Naz u eda ile sallanır bir hoş ya
da Cemalin bedirdir benziyor aya Gözlerin aklımı veriyor zaya Gece gündüz ibadetim Mevla’ya Aç kolun boynuma sar kara gözlüm Çıkmış gelir bir gözleri sürmeli Eli durmuş parmakları kınalı Böyle bir melek simayı netmeli Davut Sularî’yi sor kara gözlüm biçimindeki
söyleyişler Karacaoğlan coşkunluğunu
yansıtırken; Çek katarı ben gelirim peşine Ali meydanına varalım hele Merhametin yok mu gözüm yaşına Pire bağlı olup duralım hele Ey müminler gerçek erler merhaba Ey rehberler gerçek pirler merhaba Hazır dostlar hazır yerler merhaba Sakiler sazları kuralım hele Davut Sularî’yim gördüm didarı Muhabbeti baldır kendisi arı Hazreti Ali’nin sır Zülfikârı İnkârın boynuna vuralım hele gibi
deyişleri de Pir Sultan öğretisini
gözler önüne sermektedir. Davut
Sularî’de Alevi-Bektaşi inancı öyle yüreğine işlemiştir ki telefon
konuşmalarının uluslar arası başlangıç sözcüğü olan “Alo” sözcüğünde bile Hz.
Ali’nin adının yakınlığını hissedip Hz. Ali sevgisiyle: Baktım şu cihanın temaşasına Cümle kullar alo alo Ali diyorlar Yedi derya doldu kalp şişesine Cümle kullar alo alo diyorlar Her hangi millet olsa da anda Telle telsiz telefonlar kuranda Haber alıp sual cevap verende Cümle diller alo alo Ali diyorlar biçiminde ilginç şiirler oluşturmuştur. Daha
önceki şiirlerinde bir gönül adamı olduğu açıkça görülen Davut Sulari 55
yaşından sonra toplum konularına da yönelmiş, haksızlara baş kaldırmak, arsıza,
soysuza, yalancıya karşı durmak onda sanki bir görev olmuştur. Dünya arsızındır fırsat pirsizin Rağbet yalancının da refah arsızın Azap yoksulundur göçük yersizin Sefil sergan olmak bu da mı hayat gibi
şiirlerin yanı sıra: Vatandaştan oy almaya Gelecekmiş hilafetçi Bir erkeğe dört tan’avrat Verecekmiş hilafetçi biçiminde
taşlama ağırlıklı söyleyişleri ön plana çıkarmıştır. Davut
Sularî ile Son Sohbet En son Konya Âşıklar Bayramı’nda
çağlayan gibi coşkun sesi ile usta sazını dinlediğimiz bir elin parmakları kadar
az sayıdaki doğaçlama ustası, meydan âşığı Davut Sularî’yle 22 Kasım 1984’te
Turhallı Âşık Kul Semaî’nin evinde birlikte olduk. Kırk
yıldır sazına ses veren iki usta âşık, âşıklık geleneğince halleşip, ayak
tutup, atışıp bizlere; âşığa, âşıklık geleneğine yaraşır bir gece
geçirttiler. Derin
bir halk bilimine sahip Sularî, Erzincan yöresinden bazı menkıbelerle Âşık
Noksanî için sorduğum bir soru nedeniyle Noksanî’nin kerametlerini anlattı. Sohbetine
doyum olmayan âşık sazını kucağına alıp Semaî’ye meydan açtı. Doğmaca şiir okudu, benden ayak isteyip
verdiğim ayakla atışıp Semaî’yle ustalıklarının hünerlerini bir bir sergiledi. İki
usta âşık Kul Semaî ve Davut Sularî’nin bu denli samimi bir ortamda içtenlikle
çalıp söylemeleri her zaman
yaratılabilecek bir olay değildi. Şiirler ayak verilip doğaçlama (irticalen)
söylendiğinden teybe almayı uygun bulup
kalıcı olmasını sağladık. Ne
bilirdik ki o geceki söyleyişlerinde: Davut Sularî’yem mana okuram Hikmet culfasıyam metah dokuram Semaî’ynen sema raksın yapıram Muhabbetten kelam kılsa Yardımcı ve Gerçi Davut Sularî’yem aptal serseri
biri İnsansın gezersin amma inan değilsin
diri Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyamet
kiri Sevgi sohbet şefkatinden bana karşı yaz
görem diyen,
sanki kendisiyle ilgili bir yazı yazmamı vasiyet eden, bu güzel geceden sonra
memleketine giden Davut Sularî’nin kısa bir süre sonra acı haberi gelecekti… Son
dönemin en usta âşıklarının başında gelen Davut Sularî’ye Tanrı’dan rahmet
dilerken teybe kaydettiğimiz şiirlerini ve sorduğum sorulara verdiği yanıtları
gün ışığına çıkarmayı hem bu usta âşığa vefa borcu, hem de halk kültürü adına
kendime bir görev saymaktayım. Söze,
Davut Sularî Turhal’a gelince Kul Semaî’yi yerinde bulamayışına söylediği şiir
ve Sema’i’nin söyledikleri ile başlayalım: Sularî: Keçeli Rıza’ynan yollardan geldim Seni bulamadım söyle nerdeydin Gece sabaha dek kahve bekledim Bir habercik veremedim nerdeydin Semaî: Dün bir aşk atıyla seyyaha çıktım Sen gelince olamadım ne dayim Nice sözle gönül kalesin yaptım Sen gelince olamadım ne deyim Sularî: Rıza gider gelir kitlidir dükkân Bilmem ki ne yerde pürhanda yaran Yoldan gelmiş gayet yorgun bir kervan Sohbetine eremedim ne deyim Semaî
Sana derim ben bu candan geçmiştim Yine gönüllere dükkân açmıştım Zannetme ki kardeş senden kaçmıştım Sen gelince olamadım ne deyim Sularî: Hanedan kişiler bilirim kaçmaz Dost sırrı baş gitse aduya açmaz Senden başka kimse değerim biçmez Meydanına varamadım nerdeydin Semaî: Eşim ile davet üzere gittim Aldım muhabbet bal okşayıp içtim Söyle yoksa gardaş hata mı ettim Sen gelince bulunmadım ne deyim Sularî: Davut
Sularî der ey canı canan Bilirim haneden istermiş mihman Sen benim derdime merhemler olsan Elin ile saramadın nerdeydin Semaî: Kul Semaî’m dostum dostu arardım Geldiğine bilsen nasıl sevindim İstersen emanet canım verdim Hizmetine eremedim ne deyim Âşık
Davut Sularî, bildiğimiz gibi sazını hemen her konuda konuşturan doğaçlaması
çok güçlü usta bir âşıktır. İşte
Semaî’nin eşi Âşık Nevruz Bacı’nın çay getirmeyişini hemen sazı ile
dillendirişi şöyle olmuştur: Beyler size benim dileğim vardır Niçin halim sormaz bu Nevruz sultan Uzak yoldan geldim gayet yorgunum Neden bir çay vermez bu Nevruz Sultan Almış yarin gelinleri konuşur Sevdiği Semaî ile yarışır Kelam derim dudaklarım buruşur Noksan halim görmez bu Nevruz Sultan Davut Sularî’yem etse de ne hal Muhabbet elinden olur şeker bal Meclis ahbabıynan olan hasbihal Herhal bizi kırmaz bu Nevruz Sultan Âşık
Nevruz Bacı’ya bu söyleyişten sonra Semaî, tezeneyi sazının teline vurup meydan
açtı ustaca söyleştiler: Semaî: Nevruz halim sormaz diye gücenme Sormaktadır canım sorduğundandır Gizli yaralarım sarmaz zannetme Sarmaz zannettiğin sardığındandır Sularî: Yarine bir hizmet dedim de kalktı Yerine cevaplar verdiğindendir Evet can ortağın hem can yoldaşın Onun ile yola girdiğindendir Semaî: Gelip şu dünyaya başını vurdun Mevsim kış geliyor her hal üşüdün Senin şu halini bilir umudun Bilmez zannettiğin bildiğindendir Sularî: Nevruz Sultan sana bir fener idi Divan oğlu kızı torunlar verdi Sana arka verip haneni kurdu El bağlı huzurunda durduğundandır Semaî: Tenkit etme dostum haller sorulur Sel kesilir yine çaylar durulur Sana da bir canlı bina bulunur Bulmaz zannettiğin bulduğundandır Sularî: Derler ki bir ağaç dalıyla gürler Kepenek altındra yatarmış erler Keçeci gibi gerçekler pirler Kudret kanadını gerdiğindendir Semaî: Semaî der Davut Sularî Baba Bende bir can bir saz bir hırka aba Neler neler yaratıcıdır Hüda Bin saati bile sürdüğündendir Âşık
Davut Sularî bu söyleyişten sonra sazına eğilip doğaçlama bir türkü okudu: Ulu dağlar gibi kar olan başın Gözlerimin yaşı sel değil ya ne Hep kalkıp gidiyor bu zayıf döşüm Beni taşa tutan el değil ya ne Acaba var mıdır toprağın feri Yağmurun yağışı çamurun dili O nedir ağlatır şeyda bülbülü Baharda açılan gül değil ya ne Davut Sularî’yem mana yetirem Misafir olup da gaybe oturam Her düşünce müşkilini bitirem Adap erkân ile yol değil ya ne İçten
ve duyarak okuduğu bu türküden sonra,
bana yönelip çevredeki halkbilim alanındaki çalışmalarımı bildiğinden
sazına benim için ses verdi: Biraz evvel dedik senin için heyhat Muhabbet bezmini kursa Yardımcı buradaki âşıklar cem-i mevcudat Künye defterine alsa Yardımcı Her sözüm terazi sazı bende tart Çerik çürük varsa kaldırıp da at İnsan bir değildir değişik sıfat Fevzi kuvvetini bulsa Yardımcı Ben âşığım diyen vatanda çoktur Yokla ki hurcunu bak gevher yoktur Evet âdem Hak’tır kâinat Hak’tır Bizi de gönlünde tutsa Yardımcı Bir elinden alıp içmişem ahım İnsiyatin dedi hikmet kitabım Bezm-i elest etmiş hikmet şarabım Can şikest olmadan verse Yardımcı Doğumum Erzincan Çayırlı yerim Böyle maadadır ol nazlı pirim Ben bir mazlum canan demirem şirin Fazilet künyesin bulsa Yardımcı Davut Sularî’yem mana okuram Hikmet culfasıyam metah dokuram Semaî’ynen sema raksın yapıram Muhabbetten kelam kılsa Yardımcı Âşığın
coşması selin çağlaması gibidir. Sel
akar gider, önünde durulmaz daha. Davut
Sularî de öyle coştu, söyledi, söyletti peş peşe… Divanî
ayağından okuduğu: Ben derdi giriftarem ki deme hitabım
yoktur Cemali canandır gönlüm nikabım yoktur Derdi giriftarem kırk altı yıldır
derbederem Ayaksız kütüphaneyem elimde kitabım
yoktur Gerçi mest-i elestiysem kendi ağamdan
çoktur İçmişem bir meyhaneyem elde şarabım yoktur Daim sökülürem dağlardan gelen sesim
toktur Kuru taşa dönmüşem ki inan toprağım
yoktur Daha taze bir dal idim tendi bağımda
bittim Bir kasırga geldi aldı götürdü kökten
yittim Bilmezem ki bülbülü nalanı ol demden
ettim Kurumuş bir dal gibiyim inan yaprağım
yoktur Aşk ile dünya dolmuştur Davut Sularî
inan Bir zaman memurdun amma küllüden oldum
bir an Hepsi kaçtı gitti kalmadı yanımda bir
yaran Evim barkım harap olmuş inan otağım
yoktur Yaşam
öyküsünden bazı kesitler sergilediği bu duygulu ve çok güçlü söyleyişten sonra
durmadı. Yine kendine özgü üslubuyla divani okumaya devam etti: Fuzulî der âşık benem Mecnun’un adı
vardır Hele ne çeşit insanım kaleminle yaz
görem Bir bahar eyyamıyam ki sen bir kasırga
gibi Muhabbet yeli olup da bana karşı yağ
görem Hicran elemi değmiştir hicran ile
dağlandım Sanmayın ki ben dertliyim amma ta ki
zağlandım Zincir-i aşk ile de girizgar olup
bağlandım Eğer zağrı velayetsen ben kendimi çiz
görem Amma dostum el uzattın tepmem elin
kenara Zerre kadar söz gelince olmam nutku
mubara Gerçi âşık-ı sadıksan inan vechi didara İsterim ki daim dostta ak olacak yüz
görem Nice alem nice meclis nice zindanlar
gördüm Nice tabiplere gittim derdim
devasın sordum Sokrat Eflatun’lar kaçtı orta yerlerde
durdum Ne olur yarama merhem varsa getir sür
de görem Gerçi Davut Sularî’yem aptal serseri
biri İnsansın gezersin amma inan değilsin
diri Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyamet
kiri Sevgi sohbet şefkaıtinden bana karşı
yaz görem deyip
son dizelerinden benim için söylediği belli olan bu deyişten sonra yine bana
yönelip “hocam” ayaklı bir söyleyişti bulundu. Cemaat içinde kelam Verdiğim yeter mi hocam Gözlerinle mucizeler Gördüğün yeter mi hocam Muhabbet dediğin baldır Erkân dediğinse yoldur Yazdım kalem biten doldur Serdiğim yeter mi hocam Dönmem ben Hakk’ın yolundan Çekmişim elin dilinden Bunca muhabbet gülünden Verdiğim yeter mi hocam Mümin evler Hakk’a gayret Etmeyin
nutkuma hayret Şimdi demde bir muhabbet Kurduğum yeter mi hocam Hey Davut Sularî’m heye El sundunuz candan meye İkrarımız elif beye Erdiğim yeter mi hocam Davut
Sularî’nin peşpeşe söyleyişlerinden sonra Kul Semaî sazını kucağına alıp
tezeneyi teller üzerinde gezdirmeye başladı. İki âşığın da sazları kucaklarında
idi. Ayak
istediler benden. Gördüm ayağını verdim usta
âşıklara. Ustaca işlediler ayağı: Semaî: Çok şükür yaratan yüce Mevla’ya Hakikatten haber verenler gördüm Güneşsiz ahmaklar dünya bom boştur Dağların arkasın görenler gördüm Sularî: Hikmet pazarında Fevzi kudretin Susuz değirmenler kuranlar gördüm Hikmet göçündeyken kuru taş içre Kurdun da rızkını verenler gördüm Semaî: Halden bilmeyenler hala hoş değil Kurumuş meyvede lezzet hoş değil Yirminci asırda ilim boş değil Gerçek bohçasını serenler gördüm Sularî: Ariflerin bohçasını açınca Orta yere gevherini saçınca Değerin keşfedip baha biçince Nice defterleri dürenler gördüm Semaî: Hakikat yolunda gerçek yol diye Arının yaptığı tatlı bal diye Şu bizim Turhal’da can kurban diye Muhabbet çiçeği verenler gördüm Sularî: Sensin be insafsız sormazsın beni Sevgili uğruna koydum bu canı Yalnız başıma ben kestirdim seri Yar ile dert devran sürenler gördüm Semaî: Çile çekmeyenler gülmez dediler Eldeki boş kabı dolmaz dediler Çağıranlar mahrum olmaz dediler Sabredene murat verenler gördüm Sularî: Sabır taşı olsa bile de çatlar Elbet menzilini alır insanlar Ben ademe bende yoktur kanatlar Hakkın rızasına erenler gördüm Semaî: Nice âşık sadık yollarda gezmiş Kul Semaî türlü dallarda gezmiş Mecnun Leyla için çöllerde gezmiş Leyla diye Mevla görenler gördüm Sularî: Herkes bulamazmış gani Mevla’yı Her kul keşfedemez Davut Sularî Defteri kudrette gerçek dünyayı Ama çoğu yolda kalanlar gerdüm deyip
söyleyişi bağladıktan sonra Âşık Davut Sularî’ye bazı sorular yönelttim. Bunlardan
biri her ne kadar çeşitli kaynaklarda bulunsa da yaşamı üzerine kendi ağzından
gerçek bilgileri alabilmekti. Sorduğum soruya verdiği yanıt: Babam Veli Ağbaba ile annem Rindi’den
1926 yılında Erzincan Çayır ilçesinde doğmuşum. Soyum Haşimi kabilesinden İmam
Musa-i Kâzım’ın torunu İbrahim’i Mükerremin oğlu Seyit Muhammet Hayranî
Veli’nin neslindenim. 17 yaşında manâ aleminde aşk meyi içmişimdir. Arap ve Fars devletleri ile on bir
Avrupa devletinde halk şiirimizi tanıtma gayretinde bulundum. Çeşitli bilim
adamları ile konferanslar verdim. Alman ve Fars dillerini iyi bilirim. 46
senelik saz şairiyim. Eski Türk geleneğini sürdüren
âşıklardanım. 1980-1982 yılları arasında safkan Arap atımla Anadolu’yu karış
karış dolaşıp 35 bin kilometre yol kat ettim. Her köyde sazıma ses verdim.
Sonra atımı Erzurum’un Mirseyit köyünde Mehmet Şahin’e verdim. Muzaffer Sarısözen ve Ulvi Cemal
Erkin’in aracılığı ile İstanbul
radyosunda göreve başladım. 1950 yılından 1965’e kadar halk türküleri okudum.
1965’te ayrılıp isteğim üzerine serbest saz şairliğine devam ettim. Biçiminde
olmuştur. Biraz
da türkü dinlesek dediğimde de şu türküleri seslendirdi: Siyah perçemini dökmüş yüzüne Salınarak gelen hümaya bakın Kimden söz işitmiş düşmüş hüzüne Keder yakışmayan simaya bakın Yaktın yandırdın beni Zalim aldattın beni Ne dedim de darıldın Bir pula sattın beni Ağ göğsün üstüne bir bağ biçilmiş Binbir çeşit çiçeklerden dikilmiş Dün uğradım bir ücraya çekilmiş Bulut mu kaplamış şu aya bakın Elin sitemini yar yar ağlarken gördüm Gül dibinde kâhgül
sararken gördüm Bir seher akşamı çağlarken gördüm Davut Sularî deki sevdaya bakın Kirpiğin kaşına değdiği zaman Bekletme sevdiğim vur beni beni Sevdanın şafağı söktüğü zaman Diyardan diyara sür beni beni Saçların rüzgârı tel tel biçende Dudağın dilinden şerbet içende Gönlümde duygular ateş saçanda Alevden gömleğe sar beni beni Hasretin bırakıp özlem getiren Güllerin yerine diken bitiren Gönlümde yarayı açan o tren Ötünce hatırla yar beni beni Tercan illirinden gelen bir güzel Açmış ağ göğsünü sallanır bir hoş Kınalanmış parmakları elleri Oturdu yanıma dilleri bir hoş Davut Sularî der bağrıma akar Hicranın ateşi canımı yakar Can alıcı gözle yüzüme bakar Naz u işve ile sallanır bir hoş biçiminde çaldı söyledi coşku ile.
|