Âşık Remzâni |
YAPICI OLMAK EGİTİM GEREKTİRİR Hindistan
da çok ünlü bir ressam varmış... Herkes
bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Onu "
Renklerin Ustası ve quot; anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca
Ranga Guru derlermiş. Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini
tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini
istemiş... Ranga
Guru ise; -
Sen artık ressam sayılırsın Racaçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek. Diyerek
resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını
istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı
koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi
denileni yapmış. Birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim
çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini
koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Alıp resmi götürmüş Ranga
Guruya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga
Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi
yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guruya götürmüş. Tekrar
şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru... Ama bu defa yanına bir palet dolusu
çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına insanlardan beğenmedikleri
yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış... Birkaç gün sonra gittiği meydanda
görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış. Çok
sevinmiş ve koşarak Ranga Guruya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış. Ranga Guru ise; “Sevgili Raciçi, sen birinci konumda
insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile
karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin
resmini karaladı. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini
istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse
bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi. Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman
yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan
insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur. Sakin
emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.” Alıntı Eleştiri (tenkit), herhangi bir insan,
eser veya konunun, doğru-yanlış, eksik-fazla, güzel-çirkin yanlarını bulup
gösterme işidir, deniyor tanımlamasında. Yorum yapmak, fikir üretmektir. Ama
bunu yaparken dikkatli olmalıyız. Bu tanıma göre, yorum yapılırken iki yönlü
bir durum söz konusu, birisi yıkıcı olma, yapılmış olanı bozma, diğeri yapıcı
olma, yapılmış olanı daha ileri götürme, geliştirme işidir. Aynı şekilde
kişinin kendini geliştirmesi de zor bir süreçtir. Yıkmak, yok etmek-yapmak,
yaratmak geliştirmek, motive etmek. Yıkmak, yok etmek ne denli kolaysa, yapmak,
yaratmak da o denli zordur. Bir canlının, bir insanın ölümü saniyeler içinde
olurken, yaşaması, yaşatılması için gösterilen çabalar ölçülemeyecek kadar zor
olabilmektedir. Yapmak, yaratıcı olmak bilgi ister, beceri ister, eğitim ister.
İnsanlar kendilerinde var olan yetiler
ve geçmişten getirdikleri birikimler ile bir bakış açısı kazanırlar. Bu bakış
açısı bir anlamda içinde yaşadıkları toplumlarında bakış açısıdır. Gücü kolay
yoldan elde edenler, gücü uzun süre ellerinde bulunduranlar; şımarık, bencil,
kibirli, savurgan, güç sarhoşu vb. gibi özellikler taşırken, Yaşamı, yaşamayı
bile zor elde eden, emeği ile geçimini sağlayanlar ise cömert, alçak gönüllü,
elindeki ile yetinen, paylaşan, eşitlikçi vb. gibi özellikler taşımaktadırlar.
Bunlar siyah ve beyaz kadar net, masum ile zalim kadar kararlıdır. Birinde
bardağın boş tarafını görmek; tamahkârlık, dar ve olumsuz bakış açısı varken
diğerinde bardağın dolu tarafını görmek; geniş ve olumlu bakış açısı vardır. İnsanoğlunun
varlığında olumlu taraflar kadar olumsuz taraflar da vardır. Olumlu taraflar
Yaradılışta Hakk’ın bize verdiği nur, olumlu tarafları ise yoğurmuş olduğu balçık
içinde aramalıyız. Gül yüzlerimize Hakk’ın nurunu yansıtmak için kendimizi geliştirmeli,
insanı kâmil olma yolunda eğitmeliyiz. Eğitmeliyiz ki aklımızı gönül genişliğinde
kullanabilelim. Kendimizi eğittiğimiz oranda hoşgörülü
olur, tüm yaratılanlara bir nazarda bakar, Yaratan’dan dolayı, yaratılanı hoş
görürüz. Ne ilginç değil mi, Alevi- Bektaşi
yolunda da evrensel değerler harfi harfine yer bulmuştur. Kimsenin ayıbını
görmemek, nefsini bilmek, benlikten geçmek, alçak gönüllü ve kanaatkâr olmak,
iftira, kıskançlık, kibir, haset, kin, dedikodu gibi huylardan uzak olmak,
doğruluk, iyilik, yardımcı olmak, sıkıntıya tahammül ve sabır göstermek
şeklindeki değerler Alevi-Bektaşi inancının temel unsurları olmuştur. Alevi-Bektaşiliğin önderlerinden
Kaygusuz Abdal, hoşgörünün Hak’tan gelen bir özellik olduğunu nefesinde şöyle
ifade eder: "Tanrı bilür halini her
bendenün, Ayıbını vurmaz kimsenün" Hacim Sultan Velayetnamesinde "Hak
Sübhâne Teâlâ, âdemin göğsünü hoşgörü nuru ile bezedi". Denerek bu
duygu ilahi hikmetle izah edilmektedir. Yine Bektaşi inancında "Kimsenin
ayıbını görmeyen cana aşk olsun, ayıpları örtücü ol" ifadeleri hoşgörü
anlayışını yansıtmaktadır. Ayrıca Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin "İncinsen
de incitme”, “Hiç bir insani ve milleti ayıplamayınız", "Yetmiş iki
millete bir gözle bakınız" sözleri ile oluşan ilkelerimiz de ayni
anlayışı aksettirmektedir. Bu
düşünce ve inanç yapısı Alevi Bektaşi toplumunun içine öyle bir yerleşmiştir
ki, Alevi-Bektaşi inancına sahip hiçbir can, Şah Kalender Çelebi’nin, Pir
Sultan Abdal’ın öldürülmelerindeki ve Kerbela’daki acı olayların ardından, Maraş’ta,
Sivas’ta ve günümüzde yaşanan tüm acı olaylardan sonra bile intikam, öç alma
gibi yıkıcı duygularla hareket etmemiştir. Sadece hakkını istemiştir ve
istemektedir. Özetle, ne kadar kötü ve vahim olursa
olsun olaylara sabır ile olumlu bakış açısıyla bakabilmek büyük bir olgunluğu,
eğitilmişliği gerektirir. Bu bakış açısında geleceğe yöneliş vardır. Elbette ki
yaşanan acılar, elem verici durumları unutmamak, sabır ve metanetle karşılamak
çok zordur. Ama dik durabilmek, doğruyu haklılığı savunabilmek cesareti,
eğitilmişliği ve güçlü kişiliği gerektirir. Ancak bu bakış açısı kesinlikle
“Her işte hayır vardır” bakışı değildir. Herhangi
bir varlığa ya da bir olaya, aklımızı gönül genişliğinde bakabilmesini sağlamak
için eğilmek, eğitilmek, kendimizi geliştirmemiz gerekir. Her canlı geleceğini
sürdürebilmek için üreyip, çoğalır ve yavrularını yetiştirir. Kuşlar uçmayı,
aslanlar avlanmayı, ceylanlar kaçmayı, tavşanlar saklanmayı öğretir. Ama insanoğlunun
bir farkı vardır. Ona seçenekler sunulmuştur. O iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı,
masum olma ya da zalim olma seçenekleri arasında karar vermek durumundadır.
Evet, bu seçenektir, verilmiş bir hak değil. Karar aşamasında diğer canlılardan
farklı olarak, eğitilmiş aklı gönül genişliğinde kullanmak vardır. İyi ve doğru
eğitim bize doğru kararları getirir. Aynı Hür şehidin Kerbelâ’da verdiği karar
gibi. Onu doğru karara götüren kısacık zamanda İmam Hüseyin’in muhabbetinden,
onun eğitiminden geçmiş olmasıdır. Hür şehit istese orada kırmızı çarpılar
koyar zevki sefa içinde yaşamayı bilirdi. O, oradaki resmi görmüş, aklını gönül
zenginliğinde yoğurmuş, kırmızı çarpılar koymak yerine resmin parçası olmayı
tercih etmiştir.
|