Âşık Remzâni

 

 

 

 

 

Sevmeyi Ne Kadar Öğrendiniz?

Ağustos  2016

 

Bir adam ölümünün ardından, öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün? Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor. Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış.

 

Adam şaşkın bir şekilde, “Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hâkim olarak bir insan oturuyor. Aman Tanrım, bu nasıl oluyor?” diye sormuş. Tanrı gülümsemiş ve şöyle demiş:

 

“Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır, çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için, sizi yargılamak, kendimi yargılamak olur.

 

Ayıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben, burada sadece tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, gönüllerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala! Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.”

 

Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak?” Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş ve demiş ki;

 

“Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.”

 

Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya. Tanrı demiş ki;

 

“Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.”

 

Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi.diye karşı çıkmış adam. Tanrı yanıtlamış:

 

“Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır!”

 

Peki, dünyaya döndüğümde, doğru yolu görmemde yardımcı olacak mısın? diye sormuş adam. Yanıt vermiş Tanrı:

 

“Ben bunun için siz insanların içine ‘vicdan’ denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz!”

 

Peki, biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam. Tanrı demiş ki,

 

“Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduklarınız kadar sizden uzağım, çünkü düşmanlarınız da benim, siz de bensiniz.”

 

Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrım?” Gülmüş Tanrı ve yanıt vermiş:

 

“Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara: Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz? Ne kadar bilgi kazandınız?”

 

Tanrı ile insanın konuşması şeklinde öyküleştirilmiş bu metinde insana ve insanlığa dair önemli mesajlar vardır. Bu mesajlar aslında yeni değil, son da olmayacak. İnsanlık var olduğu günden beri çeşitli adlar altında, birçok sohbette, muhabbette bu mesajlar verildi. İnsanlık bunlarla karşılaştığında altına imzasını atacak şekilde onay verdi. Hatta kendi yaşamında dile getirdi.

 

Ancak iş bu mesajları yaşamına uygulamaya gelince işte orada gerçek sınav ortaya çıktı. Çünkü burada kişinin nefsi devreye girdi. Başka bir deyişle şeytan, “Kıyamete kadar insanla mücadele edeceğim ve onları kandıracağım!” demişti ya, işte nefis bu fırsatı ona vermektedir.

 

Sorunlar ve Çözümler

 

Sorun, insanın olduğu her yerdedir, çünkü insan nefsi, insana hâkim olduğu her yerde sorun olacaktır.

 

Sorun nedir, ne değildir? Sorularına yanıt ararken kime göre ve neye göre sorun? Sorularının da yanıtlanması gerekmektedir. Örneğin, güneşin sıcaklığı kimlerine göre sorun olurken kimine göre için ısıtan sıcacık bir güzellik olarak tanımlanabilmektedir.

 

Doğal afetlerden tutun da küçük bir doğal olayla ortaya çıkan sorunlara baktığımızda birçoğu öngörülebilir, önlenebilir en azından sorunları en aza indirilebilir olduğu görülecektir. Günümüz dünyasının en gelişmiş toplumlarından Japonlar, deprem, tsunami, vb., gibi büyük felaketleri bile rahatlıkla atlatabilmekteler.

 

Bu durumun incelenmesi gerekir ama yetmez gelişmiş düşünce sistematiğinin toplum bilincine uyarlayamadığınız müddetçe ilerleme kaydedemezsiniz. Yani bireysel gelişim tek başına yeterli değildir. Benzer durum trafik gibi insanların toplumsal olarak bir arada yaşadığı her yer gibi trafik içinde geçerlidir. Gelişmiş Avrupa ülkelerine ve az gelişmiş ülkelere gidenler görmüşlerdir aradaki farkı. Üstelik orantısal bakıldığında sayısal olarak daha büyük değerlere sahip olan gelişmiş ülkelerde sorunların da büyük olması gerekirken gelişmiş mantalitenin (zihniyetin) topluma yansıması ile sorunlar en aza indirilebilmektedir.

 

Başka bir deyişle sorun doğada, fiziksel yapılarda, dünyada değil insanın gelişmemiş zihniyetinde yatmaktadır. Bu da temel bilimlerden eğitimin eksikliğine dayanmaktadır.

 

Aslında doğanın yaptığı yarattığı sorun yok denecek kadar azdır insanın insana yarattığı sorunlar karşısında. İnsanın yarattığı sorunların yanında doğanınkiler sorun bile değildir. Başka bir deyişle doğanın yarattığı sanılan sorunların bir kısmında yine insanın yarattığı sorunlar temel teşkil etmektedir. Örneğin, dere yatağına ev yapar ve önlemini almazsan sel evini alır götürür. Deprem için gerekli tedbirleri almazsan deprem değil binalar sizi öldürür. Sonra da sorunun sebebini kendimizde aramak yerine başkasında ararız, “Takdir-i İlahî” diye.

 

Etrafımıza baktığımızda insanın doğayla baş başa kaldığı yerde sorun yoktur. Sorun insanın insanla kaldığı yerde baş göstermektedir. İnsanın nefsi duyguları bu sorunları oluşturmaktadır. Kin, kibir, hasetlik, açgözlülük, tamahkârlık, vb., hepsi bir insanın başka bir insana karşı hal ve hareketleri, söz, davranış, tutumları hepsi nefsi duygularla olunca sorunlar ortaya çıkmaktadır. Sonra sorunların büyümesine bilerek ya da bilmeyerek yine bu duyguların karşılıklı olarak birbirini körüklemesi ve yine kin, intikam duyguları sebep olmaktadır.

 

Zeki insan tanımı, günümüzde halk arasında (an azından Anadolu’da) bilimsellikten uzak, kulaktan dolma şekilde, uyanık insan olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlama, genelde anlık zekâsını çalıştırıp karşısındakine üstünlük sağlama olayına verilen addır. Örneğin bir uyanık çocuk saf ve temiz bir çocuğun elindeki şekeri yalanla dolanla kandırıp aldığında ya da kendi nefsi arzları ile on bir şeyler yapmaya kandırdığında, Uyanık herif görüyor musun, bu ilerde herkesi suya götürür susuz getirir. Vay kerata vay!” gibi övgüler dizilmektedir.

 

Burada kazanan şekeri alan çocuk gibi gözükse de kaybeden bu çocuk nezdinde insanlık olacaktır. Bu şekilde övülen çocuk büyüyünce daha büyük işler ile insanları nefsi için kandırmaya çalışacak, kendinden daha uyanık biri de gelip onu kandıracak böylece kısır döngü ile sadece nefsi duygulara hükmeden gizli güçler kazanacaktır. Hikâyemizde de olduğu gibi sorgulanan hep biz olacağız. Dini dili, ırkı cinsiyeti ne olursa olsun kazanan da kaybeden de biz olacağız her zaman.

 

Nefsi köreltmek değil, nefsini bilmektir hüner.” “Her milletin iyisi iyidir.” Demiş ulu Hünkârımız. Sorunlar var olduğu müddetçe çözümlerde olacaktır. Belki zor meşakkatli uzun zaman sürecek ama mutlaka çözüm olacaktır. Buradaki soru çözüm var mı yok mu değil, çözümün ne şekilde tecelli ettiğidir. Unutmamalıyız ki, kin kibir hasetlik saklandıkça azalır, körelir. Sevgi ve bilgi paylaştıkça çoğalır. Aşk ile...

 

 

                                                                      -  Makaleler  -