Özgür İrade
Aralık 2015
Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine,
çalıştığı konut yapım işinden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha
özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti.
Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki.
Müteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzülmüştü. Ondan, kendine bir
iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe
girişti.
Gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma
bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine
böyle son vermek ne talihsizlikti!
İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış
kapının anahtarını marangoza uzattı: “Bu
ev senin” dedi, “benden sana hediye.”
Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi
evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı?
* * *
Alevi-Bektaşi
inancı, insanı temel alan ve sevgiyle yoğrulan bir inançtır. İnsana ve onun özgür
iradesine saygı esastır. Kendi iradesi ile teslim olan insan aynı zamanda
sorumluluğu da almış olur.
Alevi-Bektaşi
inancında gönüllü olarak gelinen “Rızalık Şehri”
“ikrar”
ile vücut bulur. Alevi-Bektaşi inancında, önce kişinin kendi iradesi ile
teslimiyeti, almış olduğu sorumluluk ile bu inancın zorluğu anlatılır. Denir
ki; “Gelme
gelme… Dönme dönme… Bu bir
ateşten gömlektir, Demirden leblebi. Giy
giyebilirsen ye yiyebilirsen.” Kişiye irade kılması
için fırsat verilir, ama ikrar verip Rıza Şehrine girildiğinde her can
sorumluluk alır. Her can sorgulanır, görgüden geçirilir.
Yüce
Yaradan da bunu ister bizden, kendi irademizle ona inanmamızı, ona teslim olmamızı,
onu sevmemizi. Bu sevginin somut örnekleri çoktur. En bileneni Yunus Emre’deki
Hak sevgisinin tecellisidir. Yunus Emre kendi iradesi ile önce istememiş –Himmet
mi istersin, aluç mu? Sorusuna ne anlama geldiğini anlamamış ve aç olduğu için “aluç”
demiştir– sonra o aşk için bir ömür vermiştir.
Bu
sevgi uğruna ikrar verip, sorumluluk almış ve “vahdeti
vücuta” (varlık birliği) ermiştir. Damla iken
derya olmuş, var iken yok, yok iken var olmuş, “Hak
ile Hak” olmuştur.
İnsan,
vermiş olduğu kararlar ile hayatına yön verir. Tıpkı marangozun son evi yapma
biçimindeki gibi. Bu kararlar hayatın kavşaklarıdır. Orada bir yön seçilir ve o
yönde ilerlenir. Bu seçim aynı zamanda doğum ile ölüm arasındaki hayat denen süreçte
kırılma noktalarıdır.
Bu
noktalarda, İmam Ali’nin, “Akıl, gönül hazinesinin
bekçisidir. Akıl giderse nefis denen şeytan gönlü ele geçirir”
sözündeki gibi
akıl-gönül birlikteliğinden ya da akıl-gönül
ayrılığından çıkacak olan kararlar etkili
olmaktadır. Yani kritik noktalarda verilen
kararlar hayatın akışını etkilemektedir. Bunun
en güzel örneği Kerbelâ’da yaşanmıştır.
Hür
Şehit, vermiş olduğu önemli bir kararla taraf değiştirmiş, İmam Hüseyin Yolu’nda
ilk şehit olmuştur. İsteseydi, Yezit ordusunda komutan olarak yükselir, dünya
nimetleri ile zengin olurdu. Akıl-gönül birlikteliği ona bedenini feda etmesini
ve gerçek hayatta huzuru bulmasını söylemiştir.
Ne
yazık ki akıl-gönül ayrılığı ile fani dünyanın nimetlerini tercih edenler ise
bugün İmam Hüseyin’i yalnız bırakanlar olarak anılmaktadır. Buna vereceğimiz örnekler
de çoktur, çünkü tarih bunlarla doludur.
Zamanın
bir kesitinden yola çıkacak olursak, miladi takvim ölçeğine göre yirminci yüzyıl
başlarında da zalimliğin ve masumiyetin savaşında toplumsal anlamdaki büyük ölçeklemede
emperyalizmin zalimliğine dur diyecek İmam Hüseyin gibi dik duruş sergileyen
Mustafa Kemal kimliği vardır. Bu kimlik sadece bir insanın kendi hayatını değil,
bir toplumun makûs talihini değiştirecek özgür iradenin vücut bulmasıdır.
Mustafa
Kemal’in dik duruşu, Kerbelâ olayının Anadolu’da cereyan etmesidir. Her iki
olayda benzer noktalar çok fazladır. Her ikisinde de zalimin zulmüne karşı dik duruş
vardır. Her ikisinde de güç orantısı dengesiz, zalimin lehine, abartılıdır. Her
ikisinde de maddi güce karşılık manevi güç vardır. Her ikisinde de kutsal
emanetin bırakıldığı yer gençliktir. Her ikisinde de özgür irade ile teslim edilmiş
biat ile köleleştirilmiş iradeler vardır.
Bunu
biraz açarsak, Kerbelâ’da İmam Hüseyin özgür iradesini teslim etmemiş, sonucu ölüm
bile olsa dik duruşunu bozmamıştır.
Mustafa
Kemal’de sadece kendinin değil bir halkın özgür iradesini ortaya çıkarmıştır. Kûfe
halkı, önce İmam Hüseyin’den yana iken sonradan iradelerini Yezit’e biat ederek
teslim etmiş köleleştirmiştir.
Osmanlı
padişahı Vahdettin kaybettiğini anladığında İngiliz gemisine binip kaçarak
iradesini emperyalizme teslim etmiştir.
Toplumun Özgür İradesi
Demokrasi;
kelime anlamı olarak halkın kendi kendini yönetmesidir. Eski Yunancada “demos”
halk ve “kratos”
otorite demektir. İkisinin birleşmesinden “demokratia”
sözü meydana gelir.
Buna
göre, demokrasi, “halk idaresi”
anlamındadır. Aristo, cumhuriyeti;
“Umumun
menfaatini gözeten halk idaresi”
diye
tarif eder. Montesquieu ise,
cumhuriyet rejiminde üç ana
kuvvet (yasama, yürütme, yargı)
bulunduğunu; bunların birbirine
karşı bağımsız ve denetleme esasına
göre işleyen, başında
seçimle gelmiş yöneticilerin olduğu
siyasi rejim olarak ifade
etmiştir.
Cumhuriyet
özgür iradenin toplumsal anlamda söz sahibi olması, kendi kendini yönetmesidir.
Yani yöneticilerin salt sınırsız yetki ile donatılması değil, sorumluluk sahibi
olmasıdır. Yöneticinin halk tarafından hem seçilmesi hem de sorgulanmasıdır. Bu
açıdan bakıldığında Alevi-Bektaşi inancının temel ögesi olan “görgü-sorgu”
olayı bu inancın yöneticisi konumunda olan Dede-Baba-Ana rollerindeki kişilerin
de sorgulanması, görgüden geçirilmesi ile örtüşür. Alevi-Bektaşi inanç
sisteminin temel ögeleri olan rızalık, ikrar, görgü-sorgu özgür iradenin yönetime
yansımasıdır. Bir anlamda küçük cumhuriyettir. Eski Yunan şehir devletlerinde
olduğu gibi.
Cumhuriyet,
binlerce yıl önce eski Yunan’da vardı. Yirminci yüzyıl başında Anadolu’da
yeniden dile getirilmiştir. Padişahlığın hüküm sürdüğü 1919 yılının 23 Aralığında
Mustafa Kemal ile Hünkâr Hacı Bektaş Veli Postnişini Çelebi Cemalettin Efendi
arasındaki konuşmada “Cumhuriyet”
kelimesinin geçmesi bir tesadüf değil, iki liderin geleceği görüşü, kararlılığını
yansıtmaktadır. Öyle ki olay padişahlığın hüküm sürdüğü bir zaman ve ülkede “cumhuriyet”
kelimesini telaffuz etmek, idamını istemek gibi bir şeydir. Halkın özgür
iradesi bu görüşmeden tam dört yıl sonra 29 Ekim 1923’de tecelli edecektir.
Cumhuriyet
halkın, yani cumhurun iradede söz sahibi olmasıysa, Cumhuriyet Bayramı da halkın
bayramıdır. Halk bayramına sahip çıkmalı, halkla birlikte, halkın katılımıyla
kutlanmalıdır. Bizim öngörümüz bir festivale dönüşüp, zorunluluk değil, gönüllülük
esası ile olmalıdır. Kısaca insan olmayı bilen, insanca yaşamak isteyenlerin bayramı
olmalıdır.
Alevi-Bektaşi
inancının somutlaştığı cem ibadetinde herkesin “can”
oluşu ile de
eşitlik ilkesi somutlaşmaktadır. Siyasal anlamda bu ilke cumhuriyet idaresi ile
vücut bulur. İşte bu nedenledir ki Cumhuriyet Bayramı, Alevi-Bektaşilerce de önemsenmelidir.
- Makaleler -
|