Âşık Remzâni |
ÖNYARGI CAN ALICIDIR Einstein
tarafından söylenen “İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan
daha zordur.” sözünü bilmeyen yoktur herhalde. Bununla ilgili kısa bir hikâyeyi
paylaşmak istiyorum. Uzaklarda
bir köyde, kocası, çocuğu dogmadan ayrılmış tek başına yasayan hamile bir kadın
kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı bulduğu bir gelinciği evinde
beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar
evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Birkaç ay sonra kadının çocuğu
doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler
geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına bile olsa evden ayrılmak ve
yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır.
Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür.
Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada
içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir. Ve odada beşiği, beşiğin
içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür. Gelincik
bebeğin hayatını kurtardı. Ama annenin önyargısının kurbanı oldu. Ön
yargılarımızdan tamamen kurtulmanın bir çaresi olmadığını düşünüyorum. Ancak
her ne kadar tamamen kurtulamasak da zararlı sonuçlarını en aza indirebiliriz. Öncelikle
önyargıdan kurtulmak için bilinçli çaba gerekir. Az
bilenin önyargısı çok olur. Okumak ve okuduğunuzu sindirmemiz gerekir. Soru
sormayı bilmeliyiz. Araştırmadan gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için karar
vermemeliyiz. Öfkeyi
kontrol edebilmeyi öğrenmeliyiz. (Ama şahsımın da yapmakta zorlandığı; kimi
zaman yapamadığı) Ani
durumlarla karşılaştığınızda hemen karar vermemeliyiz. Düşünmek ve irdelemek için
aklımızı durultmamız gerekir. Bunun için bildiğim yöntemlerden bir kaçı; Ortamı
terk etmeli, bu mümkün değilse durmalı, susmalı ve bir iki saniye düşüncelerimizden
uzaklaşmalıyız. (sayı saymak gibi) Herkesin hata yapabileceğini
kabul etmeliyiz. Hatasız insan olamayacağını, kendimizin de hatalı olabileceğini
düşünerek adım atmalıyız. Tüm bunlar belki
önyargılarınızı bitirmez, en azından frenleyebilir ve bir canlıya zarar
vermeyi, (gelinciği öldürmemizi) gönül yıkmayı engelleyebilir. Bilinen bir gerçek de kolay
olan ile zor olan arasındaki farkın bunu güçlendirmesidir. Yani biz kolay olanı
tercih ettikçe evrendeki karanlığın yoğunluğu içinde kaybolup, ışığımızdan
uzaklaştıkça ön yargılarımızın da çoğalması çabuk olmaktadır. Yaşamımız boyunca türlü
sıkıntı, sorunlarla karşılaşıyoruz. Her karşılaştığımız durum ile ilgili
hareket, söz, tavır ve kararlarımızı belirleyen ve bu durumların pekiştirerek
geliştirdiğimiz kişiliğimiz içinde bir asalak gibi büyütürüz önyargılarımızı.
Bunu bilerek ‘önemsemeden’ ya da bilmeyerek yaparız. Hatta çok ve doğru biliyormuşçasına
çevremize, çocuklarımıza da yapmaları için baskı uygularız. Yani bildiğimiz
birçok doğru bilgi dikkatli inceler ve irdelersek önyargılarımız olduğu ortaya
çıkacaktır. Örneğin; Zor durumla karşılaştığımızda “Kaderimde varmış.” Diyerek,
kaderci anlayışla, suçu Tanrı’ya atmak gibi, savunma mekanizması geliştiririz. Yine bildiğimiz bir savunma
mekanizması da “Herkes yapıyorsa doğrudur.” Düşüncesidir. Bu bir önyargıdır.
Doğru bir düşünce tarzı değildir. Akıl bize her şeyi sorgulamamız için verildi.
Bir olay, durum ile karşılaştığımızda ya da birisi bize bir şey anlattığında
bunun doğruluğunu sorgulamamız gerekir. Hikâyemizdeki anne önce bebeğinin
yaşayıp yaşamadığını, sonra da ağzındaki kanın nedenini sorgulasaydı.
“Gelincikler vahşidir. Öldürür.” Ön yargısı ile hareket etmeyecekti. Üstelik bu
hareketi sonrasında da üzülmeyecekti. Toplumsal Bakış Toplumların bakış açılarında
da önyargılar yok mu? Elbette var. Hatta en çok bu noktada varlığını
sürdürmektedir. Her toplum diğerine karşı önyargı besler. Her
toplum kendisi dışındaki toplumlara karşı önyargılar geliştirmiştir. Radikal
milliyetçilik, ırkçılık, zalimlik, kendinden başkasını yok sayma düşünce
biçimleri de bu önyargılardan beslenir. Hepsi de en doğru olanı, en iyisinin
kendisi olduğunu savunur. Bencillik, narsizm, egosantrik gibi durumlar uç
noktalardadır. Hiç birisi ortak noktaları olan iyi yanlarından dem vurmaz. Çünkü
böyle yapınca yok olacağını sanır. Yok, oluş belki de doğrudur.
Ama bu gerçek anlamında yok oluş değil, mecazi anlamında, yani damlanın
okyanusa düşmesindeki yok oluş gibi anlamdadır. Milletler, ‘Bir’ içinde
buluşunca yok olacaktır. İnsanlar değil, milliyetçilik önyargısı yok olacaktır.
Herkes birbirine sadece insan gözüyle bakacak. Hiç kimsenin kimliği
bilinmeyecek. “İnsan” olma bütünlüğünde birleşilecektir. Yolumuzda bunu
öğütlemiyor mu? “Yetmiş iki millete bir nazarla bakın.” Diyerek.
Yolumuzun öğretilerinin temeli olan Hakikat makamı varlık içinde yok olmayı
söylemiyor mu? Bir anlamda önyargılarımızdan
sıyrılıp, tüm insanlar sadece insan olma odağında buluşulursa, yani insanlık
deryasında damla olabilirsek, insanlar arasında göreceli olarak oluşturulan
sınırları kaldırırsak, ‘birlik’ olmayı başaracağız. Sadece ülkemiz, milletimiz
değil, dünyamız ve biz güzel insanlar diyebilirsek, mutluluğumuz artmayacak mı?
Niye bu güzelliği biz bizden esirgiyoruz? Çünkü biz bize kötülük, nefret, kin
besliyor. Bununla önyargılarımızı, korkularımızı besliyoruz. Ya da birileri bir
şeylerden daha çok paylansın diye başkalarının kavga etmesini istiyor.
Birilerinin kavgasından çıkar beklentisi olanlar o kavganın hiç bitmemesini
istiyor. O kavgaları körükleyip, kendi ürettiklerini satıyor. Yangına körükle
gidiyor. XX. yy. başlarında
emperyalistlerin önyargıları çoğaltıp, kışkırtması olmasaydı, uluslar
savaşmayacak, yerlerinden yurtlarından sürgün edilenler, göçmenlik mübadele
olmayacak, milyonlarca insan can vermeyecekti. Önyargılar olmasaydı; kin,
nefret, öfke duyguları düşünceleri kaplamayacak, kapılara işaretler konmayacak,
komşu komşuya düşman olmayacak, Maraş’ta, Sivas’ta, katliamlar yapılmayacaktı. Önyargılar olmasaydı; bugün
bile yapılan odur ki; bir yerlere silah satıp, kenardan seyredilmeyecek. Sadece
insan olma noktasında birleşilecekti. Amerika’daki, Avrupa’daki, insanda;
Suriye’deki, Irak’taki insan değil mi? İnsan
olma dışındaki her nokta bizleri önyargılarımızı artırıp, çatışmalara, savaşlara
götürmektedir. Mekânsal Birlik Mi, Düşünsel ve
Duygusal Birlik Mi? Burada
bir ayrımı yapmak gerekiyor. Farklı milliyetten insanlar aynı köyde, şehirde anı
mekânları paylaşarak yaşamak ile aynı ortak düşünceleri paylaşmak farklıdır. İnsanların
aynı mekânı paylaşarak insanlar arasında barışı sağlamak mümkün olsaydı. Geçmişte
de günümüzde de -aynı ev içinde kavga eden kardeşler gibi- aynı mekânları paylaşıp,
savaşanlar olmayacaktı. Yahudiler-Hıristiyanlar-Müslümanlar Kudüs’te barış içinde
yaşayabileceklerdi. Kutsal
kitaplarda Filistinliler ile İsraillilerin İsmail ve İshak adlı iki kardeşin
soyu olduğu yazmaktadır. Bırakalım iki kardeşin soyu olmayı hepimiz insan değil
miyiz? Kendi yavrusunu öldüren aslana vahşi deriz. Ama kendi kardeşini sırf
farklı düşünüyor diye öldürene insan deriz. Bu bir çelişki değil, düpedüz önyargıdır.
Ancak,
aynı düşünceleri, inançları ortak olan, ama farklı mekân ve milletten gelen birçok
insan da birlikte mutlu olabilmektedirler. Bugün birçok insan tatil yapmak için
farklı coğrafyalara gidebiliyor. Ya da birilerine yardım yapmak için dünya üzerinde
sınır tanımıyorlar. Niye dünya üzerindeki güzel yaşamayı sadece birilerinin
koyduğu sınırlarla kısıtlayalım ki. Bir gönül ise hepimizin gönlü bir olmalı,
bir yürek ise hepimizin yüreği tek bir amaç için çarpmalı. İNSAN olmalı. Yolumuzda;
hiçbir şey, hiçbir kişi, toplum ya da başka bir olgu ile ilgili önyargı
beslemeden ilerlemek varken, maalesef yaşadığımız hayat içinde farkında olarak
ya da olmadan ön yargılarımız gelişiyor. Bir
kez gönül yıktınsa Bu
kıldığın namaz değil Yetmiş
iki millet dahi Elin
yüzün yumaz değil Bir
gönlü yaptın ise Er
eteğin tuttun ise Bir
kez hayır ettin ise Binde
bir ise az değil Yol
odur ki doğru vara Göz
odur ki Hakk’ı göre Er
odur alçakta dura Yüceden
bakan göz değil Erden sana nazar ola İçin dışın pür nur ola Beli kurtulmuştan ola Şol kişi kim gammaz değil Yunus bu sözleri çatar Sanki balı yağa katar Halka matahların satar Yükü gevherdir tuz değil Alevi Bektaşi inancının özünde
yetişen büyük ozan Yunus Emre bu deyişinde söylediği sözlerde ön yargılarla
gönül yıkmanın ve önyargısız gönül yapmanın ne demek olduğunu bize net bir
şekilde anlatmaktadır. Belki tüm insanlığı ‘Bir’
içinde buluşturamayız. Ama bu amaç için çaba gösterebiliriz. Hedefimizi koymalı
‘Yolumuzu yaşatmak, yaşatılmasını sağlamak.’ Bu hedefi gerçekleştirmek için
mücadele etmeliyiz. “Bir olmalı,” Birlik olmalı, “İri olmalı” Güçlü
olmalı, “Diri olmalı,” Dirlik içinde olmalıyız. Aynı coğrafi mekânlarda,
kinle, nefretle, önyargılarla değil, gönüllerde bir olmalıyız. Olabilmeliyiz. AŞK
İLE…
|