Âşık Remzâni |
ÖNCELİKLERİMİZ
H. Sinan ULUSOY
Hikâyemiz, Northwestern Üniversitesi
işletme bölümü mastır öğrencileri ile zaman yönetim dersi profesörü arasında
geçer: Profesör sınıfa girip karşısında duran,
dünyanın dört bir tarafından gelmiş en seçkin öğrencilerine kısa bir süre
baktıktan sonra; “Bu gün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav
yapacağız.” Dedi. Kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarıp ardından yumruk
büyüklüğünde taşları alıp büyük bir dikkatle taşları kavanozun içine
yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha fazla taş almayacağından emin olduktan
sonra öğrencilere döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” Diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye
cevapladılar. Profesör; “Öyle mi?” Dedi ve kürsünün
altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş
döktü sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı.
Sonra öğrencilere dönerek bir kez daha; “Bu kavanoz doldu mu?” Diye sordu. Bir öğrenci “Dolmadı herhalde.” Diye
cevap verdi. “Doğru” dedi. Profesör yine kürsünün
altına eğilip bu defa bir kova kum çıkarttı ve kumu kavanoza boşaltarak
taşların ve mıcırların arasına yerleşmesini sağladı. Tekrar öğrencilere
kavanozun dolup dolmadığını sordu.
Öğrenciler, hep bir ağızdan: “Hayır!”Diye cevapladılar. “Güzel” dedi ve bu defa bir sürahi su
alarak kavanoza boşalttı. Sonra öğrencilere dönerek: “Bu deneyin amacı ne
olabilir?” Diye sordu. Uyanık öğrencilerden biri; “Zamanımız
ne kadar dolu görünürse görünsün aslında ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka
vardır.” Diye yanıtladı. “Hayır” dedi Profesör “Bu deneyin esas
amacı; eğer büyük taşları baştan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra
büyükleri asla kavanozun içine yerleştiremezsin gerçeğidir.” Profesör devam
etti “Nedir hayatımızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz,
arkadaşlarınız, hayalleriniz, sağlığınız, eğitiminiz vs. büyük taşlarınız
bunlardan biri, belki bir kaçı, belki de hepsi. Bu akşam uyumadan önce iyice
düşünün sizin büyük taşlarınız hangileri iyice karar verin.” Ergin
Olmak, Erişmek,
İnsanın erişmesi sadece bedeninin belli boyutlara gelmesi
demek değildir. Elbette bedenen gelişmek gereklidir. Ancak, insan bedenen, ruhen
ve aklen bir bütündür. Bu bütünlük içinde gelişimini sürdürmesi olağan olandır.
Bedenin büyümesi ve gelişmesi için beslenmesi gerekir. Aynı
şekilde ruhun ve aklında beslenmesi gereklidir. Eksik ve yanlış besinler almak
bedeni yıpratıp, ömrünü azaltıyorsa, ruh ve akılda beslenirken doğru gıda
alması gerekir. Ruhumuzu sağlıklı tutabilmek için nasıl beslemeliyiz?
Ruhumuz için doğru besin nedir? “Müzik ruhun gıdasıdır.” Müzik ile ruhumuzu besleyebilmek için duygularımızı anlatan
müzikler yapmışızdır. Yapmaya devam etmekteyiz. Ağıtlar, koşmalar, oyun
havaları, deyişler, semahlar, mersiyeler vb. gibi. Bu doğru yerde doğru zamanda
doğru söylemek gibidir. Müzik diye her tıngırtıyı dinlemek ruhumuzu boş
gıdalarla beslemektir. Ruhumuzu sadece doyurmak babında yapmak onun ömrünü
tüketmektir. Ruhumuzu da canlı ve sağlıklı tutabilmek için doğru beslemeliyiz. “Nice insanlar gördüm üzerinde ceket yok,
nice ceketler gördüm içinde insan yok.” Örneği gibi içi boş sözlerle
yapılan müzik insansız ceketler gibidir. Söz ile düşünen akıl, müzik ile ruhun
doyması sağlanır. Sözsüz müzik ise ceketsiz insan gibidir, olanca çıplaklığı
ile anlatır anlatacağını. Anlayabilene aşk olsun. Ya Akıl! O, neyle beslenir? Bilim adamları, “insan beyni biyolojik gelişimini iki yıl
gibi bir zamanda tamamlar.” diyor. Ama akıl gelişimini hep sürdürüyor. İki
yılda kabımızı yapıyoruz. Sonra içini dolduruyoruz. Ne ile? Elbette ki bilgi
ile. “Ben ilim şehriyim, Ali’de onun
kapısıdır.” Diyor İslam peygamberi Hz. Muhammed.
Kapıyı bulup, açmak ve şehre girmek gerekmez mi? Kişi, akıl-beden-ruh olgunluğuna erişmeden o kapıyı/bilgiyi
aralayamaz. Bu bütünlük içinde ararken mücadele yan sınav sürer. Büyük düşünür,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli bunu şu sözlerle ifade etmiş: “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”
“Ara bul.” Demiş. Ve peşinden eklemiş
“Araştırma en büyük sınavdır” Beden giysisi
içindeki insanın gönül zenginliğine kavuşması için aklını kullanması
gerekmektedir. Akli olgunluğun bir ilim yoluyla elde edilen gıdanın bedeni ve gönül
beslenmesine nasıl karar vereceği İslam’ın kutsal kitabında şu şekilde yer
buluyor. “Hurma ağacının meyveleriyle üzümlerden de şarap yaparsınız,
güzel bir rızk elde edersiniz; şüphe yok ki bunda da akıl eden topluluğa bir
delil var.” [Ve min semerâtin nahîli vel a’nâbi
tettehîzûne minhu sekeren ve rızkan hasenâ(hasenen), inne fî zâlike le âyeten
li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).] (Nahl Suresi 67. Ayet) Bilinen
evrende her şey bir denge üzerine kuruludur. İlmin doğru kullanılması kadar,
yanlış kullanılması da kötü sonuçlar doğurabilmektedir. Bu noktada karar verme
mekanizması önem taşımaktadır. Karar verebilmek için akıl-beden-gönül bütünlüğü
içinde belirli bir gelişim düzeyi etkendir. “Gönül,
insanın hazinesidir. Nefis, onu ele geçirmek isteyen hırsız, akıl da
bekçisidir. Akıl görevini yapmazsa, hırsız hazineyi çalar.” Kuran-ı Natık: İmam ALİ Hayatımızdaki En Önemli Kavşak; Ergenlik
Bedenimizi, ruhumuzu, aklımızı ana rahmine düştüğümüz andan
itibaren besliyoruz. Bir insanın erişmesi, belli düzeye gelmesi sadece akıl
olgunluğu ile olamaz. Kişi bedenen, ruhen ve aklen bir bütün olarak belirli
düzeyi yakalayabilmeli ki gelişimini sürdürsün. Kişinin olgunlaşması ergenlik
dönemi sonu itibariyle olur. Keza buna akıl ve ruh olgunluğu da eşlik etmesi
ile bir dönem sona erer. Aslında bu bir son değildir. Tam tersine bir geçiştir.
Yetişkin olma, erginleşmedir. Bu dönem ile diğer canlılardan farklı olarak
muhakeme yeteneği devreye girer insanoğlu için. Bu yeti bizim iyiyi kötüden,
doğruyu yanlış/yalandan ayırma becerimizi ifade eder. Muhakeme yapabilmek için,
belli bir birikim ile yetişkin olmayı, olgunlaşmayı da beraberinde getirir. Bu
olgunlaşma olmadan muhakeme yapmak zorlaşıyor. Kişi, can olabilmek için bir olgunluğa erişmeli demiştik. Bu
olgunluktan kastımız, akıl-bilinç olgunluğudur. (muhakeme yetisi) Yani aklı
ermek dediğimiz olaydır. Kişinin kendini kontrol edebilme mekanizmasının
çalışmasıdır. Kişi nefsinin (egosunun) ona yaptırmak istediği her türlü arzusunu
kontrol edebilmesidir. Bu olgunluğa erişmemiş olanlar için bir genelleme
yapılacak olursa, beden ve zihin olgunluğuna erişmemiş kişiler; çocuk, zihinsel
engelli (hukuk dilinde mümeyyiz) olanlar diyebiliriz. Bu genelleme bizi ergenlik dönemine kadar
getirir. Çünkü bu dönemde insan vücudunun tüm fonksiyonları çalışır duruma
geçer. (cinsel organlar asıl işlevlerini üstlenir.) “Beline sahip olma” durumu
ortaya çıkar. İşte bu olgunluğa erişen her kişi ikrar verip Yol’a girebilir. Alevi
Bektaşi inancında her kişi bu olgunluğa gelince Yol’a girmek için “İkrar”
verir. Alevi dilinde “can” olur. Bir kişi ikrar verip Yol’a girmesi için
akıl-beden-ruh olgunluğu olup, muhakeme yapabilmeli. Bu durumda olmayan ikrar
veremez, çünkü bu durumdaki hiçbir kişi sorulamaz, sorgulanamaz. (görgü)
İkrarlı kişi yaptığı her iş ve eylemin sorumluluğunu alabilecek durumda
olmalıdır. İkrar ile bağlanır, ikrar ile teslim olunur. İkrar ile sorumluluk
alınabilir. İlim, ilim bilmektir İlim kendin bilmektir, Sen kendin bilmezsen; Bu nice okumaktır. Yunus Emre Kişi, akıl-beden-ruh olgunluğu içinde, kendi rızalığı ile
gelip ikrar vermeli ki Yol’a girebilsin. Alevi Bektaşi Yol’ unda “Rızalık” en önemli makamdır. Hiç
kimse kendi rızalığı olmadan, yani zorlama ile Yol’a giremez. (kılıç zoruyla
Müslümanlık gibi) Yol, bunu kabul etmez. İmam Hüseyin’le birlikte Kerbela’ ya doğru yola çıkan kafile
içinde ayrılanlar için İmam Hüseyin “Beni niye yalnız bırakıyorsunuz.” Diye
sorgulamamıştır. Bu örnek inancımızın teorik olanın somutlaşmasıdır. İkrar
verirken sorarlar; “Gelme gelme, dönme dönme… Bu Yol; ateşten gömlek, demirden
leblebidir. Giy giyebilirsen, ye yiyebilirsen.” Diye kişi rızalığı son hadde
kadar zorlanır. Be hey kardaş yolumuza Gidemezsin demedim mi? Bu bir rıza lokmasıdır Yiyemezsin demedim mi? Pir Sultan Abdal Seçimler Bize Aittir: Aklını ve Gönlünü Birlikte Kullanabilirsen.
Kişi, akıl-beden-ruh olgunluğu içinde
kendi rızalığı ile kendi kabını doldurmaya başlar hayatta. Kabımıza koyacağımız
her kaya, her taş, her çakıl tanesi, kum, su bizim önceliklerimizdir. Neyi ne
zaman koyacağımızı akıl-beden-ruh olgunluğu ile yapamazsak, yaşadığımız
hayatımızın anlamı da olamaz. Denebilir ki bizden geçmiş, bundan sonra ne
yapsak geçmişi geri getiremeyiz. Geçmiş geri gelmez doğru, ancak gelecek bizim
ellerimizde onu iyi değerlendirebilmek için nereden başladığımızın değil, nasıl
başladığımızın önemi vardır. Buna en iyi örnek yine Kerbela’dadır. Yezit
ordusunun komutanı“Hür” İmam Hüseyin’in saflarına geçerek onun yolunda şehit
olmuştur. Bizde Profesörün son sözlerini
kendimize göre yorumlayarak bitirelim: “Bu dünyadaki hayatımızın esas amacı; eğer büyük taşları
baştan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri asla kavanozun içine
yerleştiremezsin gerçeğidir.” “Nedir hayatımızdaki büyük taşlar? “Alevi’ce yaşamak, yaşatmak,” “İnsanlara aynı gözle bakmak,”
“Özünü, nefsini bilmek,” “ilimden gitmek,” “Eline, diline, beline sahip olmak,”
vb. büyük taşlarınız bunlardan biri, belki bir kaçı, belki de hepsi. Bu yazıyı
okuduktan sonra iyice düşünün sizin büyük taşlarınız hangileri olacağına siz
karar verin.” AŞK İLE… |