Âşık Remzâni

 

 

 

 

 

Öğrenilmiş Çaresizlik

 

Bilim insanları kafese beş maymunu koyarlar. Ortaya bir merdiven, tepesine de bir iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar.

 

Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır.

 

Suyu kapatıp, maymunlardan biri dışarı alınıp, yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur, fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir.

 

Bu ikinci maymunda merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer. Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.

 

Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur.

 

Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.

 

Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. Öğrenme psikolojisindeki “Öğrenilmiş Çaresizlik” şeklinde tanımlanan olayı betimleyen ve deneysel olarak ispatlayan bu örneklemdeki maymunların ruh, düşünce ve davranış halleri insanlar içinde geçerli bir durumdur.

 

Nedir Öğrenilmiş Çaresizlik?

 

Organizmanın göstermiş olduğu tepkilerin sonuca ulaşmaması durumunda, sonucu değiştiremeyeceğine karşı oluşan inançtır. Öğrenilmiş çaresizlikte pasiflik söz konusudur. 1 Bireysel anlamda baş edemedikleri durumlar karşısında insanlar öğrenilmiş çaresizlik duygu durumuna düşmekte, ileri safhada da depresyon gibi rahatsızlıklar yaşayabilmektedir.

 

Toplumsal anlamda ise insanların içinde bulundukları toplumun toplum olma özelliği ilintilidir. Yani toplumu toplum yapan kültür, dil, inanç vb., ögelerle bağlantılıdır.

 

Doğu ülkelerinin binlerce yıl önce keşfettiği bilimsel düşünce ve yaşama uygulanışı 13. ve 14. yüzyılda Horasan’da yeniden yüzeye çıkarılması ve bunun Avrupa’ya geçişi ile batı dünyasının aydınlanmasını sağlayan reform ve Rönesans hareketleri, bugünkü dünyanın şekillenmesine vesile olmuştur. O yıllardaki Avrupa kendi çaresizliği içinde geri kalmış karanlık çağını yaşıyordu. Martin Luther2 diye biri, o muzlara ulaşmayı kafasına koymuştu bir kere, çünkü onda öğrenilmiş çaresizlik, bağnazlık yoktu. O, Hıristiyan dünyasında Protestanlığın3 doğmasına sebep olmuş önder isimlerden biriydi.

 

Protestanlık kelimenin kökünden de anlaşılacağı üzere bir şeye karşı çıkma anlamında “protesto” kelimesinden çıkmıştır. Burada bilinmeyen nokta 1500’lü yıllarda bilimden uzaklaşan, bağnazlığa, yobazlığa gömülen doğunun (Anadolu’nun) aksine, doğudan aldığı bilimi içselleştirerek gelişmeyi, yenileşmeyi sağlayan ve ortaçağ karanlık dünyasından sıyrılan Avrupa’nın, yani batı dünyasının artık öğrenilmiş çaresizliğini terk edip geleceğe bakışı söz konusudur.

 

13. ve 14. yüzyıl Anadolu’sundaki gelişmeler ile bir imparatorluğa dönüşen Osmanlı’da da benzer durum söz konusudur. Kendi köklerinden koparak dönüşen imparatorluk, 15. yüzyıldan itibaren çöküşe başlamıştır. Nedeni bilimden uzaklaşarak bağnazlığa, kibre bürünmesidir ya da başka bir deyişle güç sarhoşluğuna kapılmasıdır. Sonunda hasta adam olarak mallarını paylaşan emperyalistlere karşı 1900’lü yıllardaki Kurtuluş Savaşı öğrenilmiş çaresizliğe karşı, halkın inançsal gücü başkaldırmıştır. Tarih sayfalarında öğrenilmiş çaresizliğe kapılmış insanların bir İngiliz gemisi ile kaçtığı da yazmaktadır. Halkın başkaldırışında tüm olumsuz koşullara rağmen öğrenilmiş çaresizlik yoktur. Onun yerine bir umut ışığı Samsun’dan doğmuştur. Bu ışık Hünkâr’ın “karanlığa ışık tutanlara ne mutlu” sözü ile vücut bulmuştur.

 

Alevi-Bektaşi toplumu üzerinde oynanan türlü asimilasyon oyunlarına rağmen hala dik duruşu sergileyen dinamik bir mücadele vardır. Bu toplumun bunca zulme, ölüme, katliamlara rağmen hala ayakta kalmasının en önemli sebebi inancın güçlü olması ve inançtan alınan güçle kendilerine ayakta kalabilecek yöntemler geliştirmişlerdir.

 

Elbette ki baskı altında kalan toplumların içine kapanarak, kapalı toplum haline gelmesi ve bu sistem içinde kendi ihtiyaçları olan kurumları yaratması gayet doğal bir süreçtir. Bu sistemi yaratan da yine inançtır. Toplumun ayakta kalabilmek adına yaptığı mücadelede olumlu sonuçların elde edilmesi zorlaştıkça, aynı maymunlarda olduğu gibi hedefe ulaşamama durumu öğrenilmiş, çaresizlik psikozunun gittikçe artan şekilde hâkim olmasına neden olmaktadır. Bu duruma karşı ellerindeki tek güç inançlarıdır. İnandıkları değerlere sıkı sıkıya sarılmış, kendi iç dünyalarında birbirlerine bağlanmışlardır. Yakın zamana kadar kapalı toplum konumundaki Alevi- Bektaşiler ancak bu yol ile varlıklarını sürdürebilmişlerdir.

 

Cumhuriyet ile birlikte kentleşme süreci hızla kendini göstermiş ve insanlar bu yeni duruma uyum sağlamak zorunda kalmışlardır. Bu sefer var olma mücadelesi şehirlerde başlamış; köyden kente göç eden insanlar doğal olarak inançlarını ve geleneklerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Ancak farklı kültürlerin karşılaşması birçok sorunların da oluşmasına sebep olmuştur. İnsanlar bu durumda var olabilmek adına yöntemler geliştireceklerdir. Takiyye yapacaklar, gizlenecekler, inançlarını, geleneklerini, kimliklerini gizleyecekler ya da inkâr edecekler. Bunların birçoğu uygulanmış ve halende uygulanmaktadır.

 

Var olma mücadelesinde öğrenilmiş çaresizliğe kapılan bireyler sorunla mücadeleyi bırakıp, inançlarını, geleneklerini inkâr eder durumuna geçmişler. (Bunda 70’li yıllarda Sosyalist akımın da etkisi vardır.) Hatta kendilerini buna o kadar kaptırmışlar ki kendi kendilerini asimile ettiklerinin bile farkına varamamışlardır. Bu durumdaki birçok kişi aslını unutup, kendini kabul ettirme uğruna Yezit’ten bile daha zalim olmuşlardır. Buna çaresizliğin dışa vurumu diyebiliriz. Bu durumun diğer boyutu da boş vermişlik düşüncesidir. “Bana dokunmayan bin yaşasın” atasözündeki gibi davranmaktadırlar. Ne yazık ki yaşanan vahim olayların bizim de başımıza gelebileceği düşünülmemektedir.

 

Toplum, deneydeki maymunlar gibi davranmaya zorlanmaktadır. Var olan olumsuz durumdan kurtulmanın mümkün olduğu anda bile insanlar, kurtulmak bir kenara, kurtulmak isteyenleri de engellemektedirler. Alevi-Bektaşi toplumunda buna benzer durumlar vardır. Asimilasyona uğramış insanlar, inanç önderleri, hizmet görenler yaşadıkları asimilasyonu görememekte içinde bulundukları durumu kanıksamış, hatta en savundukları olay olarak görmektedir. Belki de kişisel çıkarlar uğruna üç kuruş için inançlarından vazgeçmektedirler.

 

İnancımızda şekilciliğin olmadığı özün, batın yönün ön planda olması gerektiği bilinse bile şekilcilik yapıp, sanki şeklen düzgün yapılmazsa ibadeti olmayacağı kanısı vardır. Örneğin, cem ibadetindeki on iki hizmetten biri olan Semah’ı şekilsel bir halk oyununa çevirebilmekteyiz. Düğünlerimizde, kültürel gösterilerimizde, hatta makam sahibi birilerinin misafir olarak geldiği zamanlarda hemen bir semah ekibi, eski folklorik kıyafetlerle önlerine sürebilmekteyiz. Hıristiyan, Budist ya da başka bir inanca sahip birilerinin makam sahibi geldiği zaman hadi bir ayin düzenleyelim dendiği görülmüş müdür? Bu durum öğrenilmiş çaresizlikten farklı olarak kapalı toplumların açılması ile kendini kabul ettirebilme düşüncesinin dışavurumudur.

 

Bu gibi durumlara karşı çıkanlara yani var olan durumdan kurtulmak için çaba gösterenlere de öğrenilmiş çaresizlik içindekiler engel olmaktadırlar. Çünkü onlar böyle gelmiş böyle gider demektedirler. Garip olan tarafı, bunu söyleyenler öğrenilmiş çaresizliği yüzyıllar öncesinden çözmüş olan Hünkâr’ın “Ara, bul” ve “Her ne arar isen kendinde ara” şeklindeki sözlerini de ezbere bildikleri halde yine de bildiklerini okumaktadırlar.

 

“Bir şeyin imkânsız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkânsız olduğunu size ispat edebilmek için çabalar. Ama bir şeyi yapabileceğinize inanırsanız, gerçekten inanırsanız, aklınız yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardım etmek için çabalamaya başlar...”4

Aşk ile…

 

Notlar:

 

1. Seligman, Martin E. P., Helplessness on depression, development, and death, New York, W. H. Freeman, c. 1992. https://tr.wikipedia.org/

 

2. M artin Luther (10 Kasım 1483 - 18 Şubat 1546): Alman keşiş, teolog, üniversite profesörü, Protestanlığın babası ve Lüterciliği yayan kişi. https://tr.wikipedia.org/wiki/Martin_Luther

 

3. Protestanlık: Hıristiyanlığın en büyük üç ana mezhebinden biridir. 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin’in öncülüğünde Katolik kilisesine ve Papa’nın otoritesine karşı girişilen reform hareketinin sonucunda doğmuştur (1529). https://tr.wikipedia.org/wiki/Protestanlik

 

4. Dr. David J. Schwartz.

 

                                                   -  Makaleler  -