Âşık Remzâni |
Amasya Hamdullah Çelebi Anma Etkinliği 2015
Hamdullah Çelebi (1767 - 1836)
Destur-u Pir! Bir niyet eyledik, geldik bu
divana, Darına durduk, Hû dedik, cümle
canlara! Canlar! Hoş geldiniz, safalar
getirdiniz. Hû! Eyvallah! Yağmurun yağdığını herkes
görmüştür. Bulutlardan suyun sanki oluklardan
akar gibi aktığını çok az kişi görmüştür. Oluk oluk kan akıyordu,
meydanlardaki insanlardan. Ölüm meleğinin başını kaşıyacak
zamanı yoktu, çünkü zalimler iş başındaydı. Kendinden olmayanı, kendi gibi
düşünmeyeni yok etmek, artık düşünce değil eylem biçimiydi. Kerbela’dan yaşanan, Kerbela’dan önce yaşanmış olan, Kerbela’dan sonra yaşanacak olan da
zalimin zulmü masumun kanıydı. Sadece yaşamak, inandığı gibi
yaşamak isteyen masumların yok edilmesi, ağlayan bir bebeği boğmakla aynı
şeydi. Zamanın ötesinde çağlar boyunca
süren zalimler ile masumlar arasındaki mücadelede bu fani dünya için belki
kazanan zalim gibi görünse de gerçek dünyada kazanan her zaman dik duranlar,
kelleyi verip, inandıklarından vazgeçmeyenler olmuştur. Hünkâr
Hacı Bektaş Veli evlatlarından olan Hamdullah Çelebi, Miladi 1767 yılında dünyaya
gelmiştir. Asıl adı Mehmet Hamdi olan Hamdullah Çelebi’nin İbrahim Selamet, Ali
Celalettin ve Veliyettin isimli üç erkek; Hadiye, Huriye ve Güzide isimli üç kız
kardeşi vardır. Güzide, Alevi-Bektaşi toplumunda âşıklık ve ermişliği ile “Güzide
Ana”
adıyla ün salmış, deyişlerinde “Güzide, Deli
Güzit ve Kâtibi” mahlaslarını kullanmıştır. Hamdullah Çelebi’de
diğer birçok Çelebi ailesi mensupları gibi güçlü bir şairdir. Deyişlerinde önceleri
“Hamdullah”,
“Hamdi”
mahlaslarını kullanmış. Amasya sürgününden sonra ise “Hasreti”
mahlasını kullanmıştır. Hz.
Muhammed ve onun soyundan gelen başta Ehl-i Beyt olmak üzere On İki İmamlar ve
o Yol’un peşinden gelen tüm inananlar eğitime, kişinin kendini yetiştirmesine büyük
önem vermişlerdir. Aynı Yol’u süren Çelebi ailesi de Hz. Muhammed’in “İlim
Çin’de dahi olsa bulunuz” sözü ve Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin; “İlimden
gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”, “Kadınlarınızı
okutunuz”, “Her ne ararsan
kendinde ara”
gibi
sözlerinden giderek eğitime, kendini yetiştirmeye önem vermişlerdir. Hamdullah
Çelebi, eğitimini önceleri geleneksel olarak babası Şehit Feyzullah Çelebi’nin
nezaretinde Hacıbektaş1 kasabasında tamamlamış,
medrese eğitimini ise İstanbul’da tamamlayarak siyaset ve hukuk bilimcisi
olarak dergâha dönmüştür. Hamdullah
Çelebi’nin almış olduğu gerek aile içindeki Yol eğitimi, gerekse medrese eğitimi,
yüksek donanıma sahip olduğu deyişlerinde net bir şekilde görülmektedir. Bu yüksek
eğitim ve donanıma sahip olan Hamdullah Çelebi çevresinde ve Tarikat içinde
saygınlığını artırmış, Alevi-Bektaşi dedelerini, babalarını, âşıklarını Dergâh’ta
toplayarak onları eğitmiş, Yol’a kazandırmıştır. Bunlardan Âşık Veli en
bilinenidir. Babası
Şehit Feyzullah Çelebi’nin 1824’te suikastle şehit edilmesi sonucu Hacı Bektaş
Veli Dergâhı Postnişinliği ve Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfiyesi Mütevelli
Reisliği görevini 23. Postnişin olarak üstlenir. Hamdullah Çelebi’yi zor günler
beklemektedir. İki yıl sonra olacaklar sadece onu değil, Alevi-Bektaşileri de
derinden etkileyecektir. Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin soyundan olup, Yol’u yürüten
Hamdullah Çelebi’nin atası Kalender Çelebi’nin katledilmesinden sonra ikinci
kez Alevi-Bektaşiler için büyük darbe olacaktır. 1826’da Padişah II . Mahmut’un,
28 no.lu fermanı ile Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesiyle asıl suçluyu bulmak
yerine, hiçbir suçu olmayan Alevi-Bektaşi dergâhlarında, inançlarını sürdürenler
hedef seçilmiş, binlerce masum insanın kanına girilmiştir. Alevi-Bektaşiliğin
başı durumundaki Serçeşme de
ayrı tutulmaz. Postnişin ve Hünkâr Hacı Bektaş
Veli Vakfiyesi Mütevelli Reisi Hamdullah Çelebi
ve beraberindeki sekiz kişi idamla yargılanmak
üzere Kırşehir’e derdest edilerek getirilir.
Sanırız, on günlük düzmece yargılamadan sonra
yine Padişah fermanı ile Amasya’ya sürgün
edilir. Kalender Çelebi’den sonra olduğu gibi,
Postnişinlik makamına Hamdullah Çelebi’nin
yerine Hacı Hamza Efendi adında Nakşibendi
şeyhi gelir. Bu olaylar üzerine Hamdullah Çelebi’nin
bacısı, söyledikleri deyişlerle en az onun kadar ünlü olan “Güzide
Ana”
diğer mahlası ile “Kâtibi”
şu deyişi dile getirir. Sana bir nasihatim var Gel yanıma hele gardaş, Uzakta arayıp durma Gitme ilden ile gardaş Yarar isen Hakk’a yara Bulasın derdine çara Gel suyun geçidin ara Gitmeyesin sele gardaş Dünya bir acayip haldır Kimi elif kimi daldır Bu bir başka derin göldür Düşmeyesin göle gardaş İman eyle kıyamete Girmeyesin siyasete Karga olma necâsete Arı ol gel bala gardaş Dinle okunan fermanı Bulasın derde dermanı Terse savurma harmanı Tane gider yele gardaş Harama sunma elini Her dem hıfz eyle dilini Haramla kirletme belini Halden gelir bela gardaş Dünyaya satma varını Gelip yüzseler derini Cahile deme sırrını Destan eder dile gardaş Bu sözlerim Bektaşi’ye Yanılıp gitme Nakşi’ye Uyma hal bilmez kişiye Taş getirir Yol’a gardaş Güzidem
(Kâtibim) geldi
cihana Çok şükür olsun süphana Halın arz eyle sultana Minnet etme kula gardaş Hazırlıklarını
tamamlayan Çelebi, Kırşehir’e gider, mahkemeden sürgün fermanını alır.
Hamdullah Çelebi, Kırşehir Kadı’sına Şeyhlislam’a verilmek üzere bir mektup
verir. Bu mektup içinde bir de deyiş bulunmaktadır. Biz burada bir kısmını
sizlerle paylaşacağız: Delalette Şeyhülislam çok bağnaz insansınız Gece gündüz ezberiniz küfrüyle lisansınız Bir kıtelliğe düştünüz hiç bilmezsiniz
haliniz İslâm’a nifak sokup arayı açansınız Bektaşi kanın içtiniz iman etmediniz Âyete Vardınız tabi oldunuz katil Yezit
lanete Neden taraf olmadınız Hüseyin gibi bir
zâta Kerbelâ’da aç susuz başını biçensiniz (…) Bu Hamdullah
bilirim ulu Allah
dostunu Bilmediniz ol kadrini çiğnediniz üstünü Şat ve şaduman oldunuz evliyanın yas günü Kaza ve kader diyerek kapatıp geçensiniz Mahkeme
sonrasında Hamdullah Çelebi, kardeşi Selamet ve diğer arkadaşlarına şu sözleri söyler: “Keşke
beni idam etselerdi de Yol’un başından ayırmasalardı. Cettim Kalender Çelebi’yi
de bu görevden aldılar, ama onun başını da kestiler. Benim için bu görev ölümden
daha kıymetli, ölümde sürgünde daha iyiydi.” Hamdullah
Çelebi Hacıbektaş’tan ayrılmadan önce Dergâh’ta atasını, Pirini, Hünkâr Hacı
Bektaş Veli’yi son ziyaretinde yaşadıklarına o kadar içerler, o kadar kederlenir
ki şu deyişi dile getirir: Zatı pakından haberdar olduğum mudur suçum? Emrine her daim boyun eğdiğim midir suçum? Halkı âlem atlas zibaya gark olmuş
gezer Ben garibin bu abayı giydiğim midir suçum? Mücrime lâ taknet min rahmetillah var
deyû Eyledim isyanı cürmün affeder Settar
deyû Gece gündüz dergâhına yüz sürüp Gaffar
deyû Her cihetten sana iman ettiğim midir suçum? Ya Halik külli cihanda dane verdin kısmeti Hem dahi müşrik münafık münkirane
devleti Ben kuluna çektirirsin bunca derdi
zahmeti Yoksa sana dost olanı sevdiğim midir suçum? İsmi pakin anmayanlar zevk ile handan
olur Ben gedanın her işi efgar ile efgan
olur Rûz şeb yâd eyleyenler derd ile nalan olur Dilde daim ismini yâd kıldığım mıdır suçum? Meşrebine bunca hikmet vermedin ruhsat
ile Zerrece aman mı verdin sana râm olan
kula Hamdullah
bilmez ki cürmün istiğfar
kıla Gözlerimden kanlı yaşlar döktüğüm müdür
suçum? Sürgünden
sonra Hamdullah Çelebi’nin, kendisi gibi kardeşlerinin ve onların çocuklarının da
sürgün edilmesi nedeniyle on sekiz sene Dergâh Postnişinsiz-Mürşitsiz kalır.
Dergâh avlusuna alelacele bir de cami yapılır. Bugün Dergâhı ziyarete
gidenlerin de göreceği bu cami yapılana kadar Hacıbektaş’ta cami yoktur. Alevi-Bektaşi
ibadeti olan Cem’de Hünkâr Hacı Bektaş Veli postunda oturan dedeye, hele de Mürşit’e
hiç kimse arkasını dönmez, semahlar bile buna göre yapılır. Çıkışlar geri geri
yapılır. Bu caminin yeri özel olarak seçilmiştir. Sünni inancına göre ibadet için
kıbleye dönenler arkalarını Hünkâr’a dönmüş olurlar. Bu Hünkâr’ı inkâr etme,
yok sayma, adam yerine koymamadır. Bazı sözüm ona tarihçilerin dediği gibi “Budala,
meczup” yerine koymadır. Maalesef bu durumu
bilmeyen Alevi ya da Sünni inanca mensup tüm inanan insanların kabul edemeyeceği
bir durumdur. Hamdullah
Çelebi 1836 yılında Hakk’a yürüdüğünde Dergâh’a, atası Yüce Hünkâr’a hasret kalışının
onuncu yılıydı. Bu on yıl ona zulüm gibi gelmiş. Hasretini deyişlerine dökmüş ve
hep “Hasreti”
mahlası ile bugünlere kadar söylenegelmiştir. Teferrüç eyledim devri cihanı Âşıklar sevdayı yâre bağlamış Şu elin yurdunda nadan elinde Mazlumlar ah çekip kara bağlamış Âşık maşukuna demiştir beli Aradan kesilsin münafık dili Nerde bir gül bitse orda bir çalı Bülbül de gülünü hare bağlamış Küheylanlar az pahaya satılmaz Yavru şahin kerkeneze katılmaz Çatal sevda ile Hakk’a yetilmez Hasreti
gönlünü Bir’e bağlamış
Not: 1.
İmparatorluğun idari yapısındaki resmi kayıtlara göre, Hacıbektaş: 1520’de
Nahiye olarak Kırşehir – Bozok, Zülkadriye eyaletine bağlıdır. 1530’da Kaza
olarak Niğde – Karaman eyaletine bağlıdır. 1870’de Nahiye olarak Merkez Kırşehir
– Ankara vilayetine bağlıdır. Hacıbektaş 340 sene kaza merkezi olarak idare
edilmiş. Kariyesi olan Çelebiler ile Vakıf Mütevellisi meşihat görevine atanan Çelebiler
Kaza Kayyım-Makamlığına (Kaymakamlık) aralıklarla atanıp vekâleten bu görevi yürüttükleri
olmuştur. Bektaş Çelebi (Şîri) adındaki Çelebinin bu görevi asaleten atanmış
olduğu sabittir. (Yunus Koçak – İsmail Özmen, “Hamdullah
Çelebi Savunması”,
s. 19: Kırşehir Askerlik Şube Başkanı Miralay Ahmet Edip bin Halim Efendi
Notları ve resmi kayıtlar.)
|