Âşık Remzâni

 

 

 

 

EMEK

 

Dağdan kütür kütür hezen indirir.

İndirir de ateşlere yandırır.

Her evin, evleğin öküz döndürür,

İrençberler hoşça tutun öküzü.

 

Öküzün damını alçacık yapın,

Yaş koman altına kurulup serpin.

Koşumdan koşuma gözlerin öpün

İrençberler hoşça tutun öküzü.

 

PİR SULTAN’IM der ki kaynar coşunca

Tekne hamur kalmaz pişince

Âdem at, öküzün çifte koşunca

İrençberler hoşça tutun öküzü.1

 

Alevi Bektaşi Yolu’nun yedi ulu ozanlarından Pir Sultan Abdal emeğe verdiği değeri “öküze” (Kaba söz olarak değil; büyük baş hayvan) yazdığı bu nefes ile anlatmaktadır. Bu emek işçisinin gözlerinden öptürüyor, yerini yurdunu nasıl yapması gerektiğini anlatıyor. En önemlisi, çiftçilere (Rençber) öküze nasıl davranılması gerektiğini öğütlüyor.

 

Bir işe verilen değer; o işin niteliği kadar, o işe harcanan emeğin ölçüsüdür. Emeksiz, kolayca yapılan hiçbir işin değeri de olmaz. Hani ‘Hazıra dağ dayanmaz’ denir ya, onu gibi. Emeğe ve emekçiye verilen değer önemlidir, ahlaklı nefsini bilen ve ona sahip olan için.

 

İmam Ali, hurmalığında işçi çalıştırır ve çalışan işçilerin daha teri kurumadan emeklerinin karşılığını verirmiş. Biz ise bu örnek ve desturlarla yol almayı kendimize ilke edinmeli, yapılan her işin, her emeğin karşılığını hemen ve yerinde vermeliyiz. Zamanında yapılmayan hiçbir işin kıymeti yoktur. Bize emek veren her canlının ‘bu bir öküz dahi olabilir’ emeğinin karşılığını ödemek boynumuzun borcu olmalıdır, verilen emekte çalışanlar gönüllü olsalar bile.

 

Velayetname gibi menkıbevi eserlerde, halk hikâyelerinde, âşıkların nefeslerdeki eserlerindeki manaları bulmak önemlidir. Buralarda hayatın gerçekleri gizlidir. Buralardan çıkaracak çok ders, öğrenilecek çok bilgi gizlidir, emeğe saygı, misafire hürmet gibi.

 

Hacı Bektaş Veli Hazretlerinin Akça’yla Buluşması2 bölümünde bunun bir örneğini görmekteyiz.

 

Hacı Bektaş Veli Hazretleri Akça Birle Mülakat Olduğıdur

Nakldür ki bir vakt Hacı Bektaş el-Horasanî Kaddesa’llahu sırahu’l-azîz bir cemaat abdâlla Develi ovasına seyrane vardılar ve ol yirde Akça Koca nam bir sahib-velayet bir aziz var idi Hacı Bektaş Veli seyranda anlara yakın varıncak bir piş-rev gönderdi kim bir gice mihman olalar ol erle mülakat olup sohbet ideler meğer kim Akça Kocanun bed-huy ve bed haysiyet avratı var idi çûn pîş-rev irişüp erenlerün selamın degürdi bu gice dem dşdar görmek isterler didi heman ol avrat eyitdi bu ne bî-huzurlıktur ki şdersşz ve sz ta’ifenün elinden gör ki nice taşlığımız gitdi muradınız Akça Koca’yı görmek ise uş yolunuz üzerinde burçak yolar varun görün dahı yolınıza gidün didi erenlerin piş-revine ta’zim itmedi der-hal piş-rev dahı girü dönüp vaki olan mâcerayı erenlere i’lam eyledi ol avratun bunun gibi bed-fi’linden mübarek hâtırları melül olup eyitdi bizüm maksudumuz ol erle mülakat olmaktır yohsa ol nâkısatü’l’-ukûl’ avratun kelâmından bize ne didi Akça Koca’dan yana teveccüh idüp revane oldı yolda giderken gödiler ki Akça Koca iki bükülüp burçak yolar ol dahı erenleri göricek bildi burçaktan ferâgat idüp erenlere karşu geldi dest-bûs eyledi eyitdi hayr-makdem erenler şahı, biz buna degmezdük. Lutf ittünüz didi Hünkâr ululığı Akça Koca’yı esirgeyüp eyidi siz bu pir kişi zahmet çekince bir nutkıla cem’eyleden olmaz mı didi Akça Koca eyitdi kerem erenleründür mürüvet iderseniz didi heman-dem Hacı Bektaş Veli Kaddesa’llahu sırahu’l-azîz mübarek dehanın açup eyitdi a biten burçacuklar bir yire gelün didi fi’l-hal ol yirde ne kadar burçak varsa sergürdüşüp cümle bir yire geldiler anı görücek Akça Koca niyaz edüp eyitdü erenler şahı, lutf idüp bizi zahmetten kurtardınız ol bize şefkatinüzdendür ammâ erenlerden temennâ iderüz ki bunlar irlü yerine varalar zira kesb-i destimüz ekl ideüz didi andan Hacı Bektaş Veli Kaddese sırahu nutk açup eyitdi iy burçacuklar nice geldinüz ise yine yirünüze varup karâr eyledi dahı Akça Koca erenlerle tekrar musâfâha idüp eyitdi Sultanım buyurun bendehaneye varalum didârınızla müşerref olalum didi dervişler eyitdiler piş-ver vardı evinüz ademisi rıza virmeyüp kondırmamışlar Akça Koca eyitdi erenler ben kırk yıldur ki men ol kancığun cevrin çekerüm bizüm hatırımuz içün sizler dahı bir gicelik cevrine tâkat getirün didi erenler bu sözi işidicek tebessüm idüp nola didiler Akça Koca Hazretün önine düşüp cemâatıyla Hünkâr ululığın evine getürdi döşek salup erenleri kondurdu erkan ne ise görildi pervaz sofra geldi yidiler içdiler du’a v ena olındı Akça Koca yirinden kalkıp o köyün halkını çağırdı. Hepsi geldi. Onların önüne bez getirdi. “turı gelüp ol karye halkın da’vet eyledi cümle geldiler bunlarun önine bez getürdi hâl nedür diyup su’al eylediler Akça Koca eyitdi evin bekçisi erenleri rencide idüp olmaz kelâm söylemiş şimdiye değin anun cevrin çekerdük imdi va’desi tamam oldı aslına vası idün didi pes ol karye hâtunları içerü girüp gördiler ki dünyasın değişmiş kefenleyüp namazın kıldılar defn eylediler andan sonra ol gice safâ ile sohbet eylediler yarındası Akça Kocaya veda idüp Sulucakarahöyüke geldiler karar eylediler

______________________

 

Nakledilir ki bir zaman Hacı Bektaş el-Horasani (K.S.A.) bir grup abdalla Develi ovasına gezmeye gittiler. Orada Akça Koca adlı velayet sahibi bir eren vardı. Hacı Bektaş Veli gezerken onlara yaklaşınca, hem bir gece misafir olmak hem de o erle sohbet etmek için bir ulak gönderdi.

 

Meğer Akça Koca’nın kötü huylu ve haysiyetsiz bir karısı vardı. Gelen ulak erenlerin selamını ve (Akça Koca’yla) görüşmek istediğini söyledi. Kadın “niçin bizi huzursuz ediyorsunuz. Sizin gibi taifenin elinden rahatımız huzurumuz kalmadı. Akça Koca’yı görmek istiyorsanız işte yolunuzun üzerinde burçak yoluyor. Gidin, görün de yolunuza gidin.” Dedi. Erenlerin gönderdiği ulağa hürmet etmedi.

 

Öncü hemen geriye dönüp aralarında geçen olayı erenlere bildirdi. Kadının bu kötü davranışından incinen Hacı Bektaş Veli “bizim maksadımız o erle görüşmek, yoksa o eksik akıllı kadının sözlerinden bize ne?” dedi. Akça Koca’nın bulunduğu yere doğru yürüdüler. Akça Koca’nın iki büklüm burçak yolduğunu gördüler. O da erenleri görünce tanıdı, burçak yolmaktan vazgeçip erenleri karşıladı. El öpüp “Hoş geldiniz erenler şahı, biz buna değmezdik. Lütfettiniz.” Dedi. Hünkâr ululuğu Akça Koca’yı esirgeyerek, “Siz bu ihtiyar halinizle zahmet çekmeyip, bir sözle (nefesle) toplasanız (daha iyi) olmaz mı?” dedi. Akça Koca “Kerem erenlerindir, insanlık edersiniz.” Dedi.

 

Hacı Bektaş Veli (K.S.A) hemen mübarek ağzını açıp “Ey burçacıklar bir yere toplanın.” Dedi. Derhal ne kadar buğday varsa koşup hepsi bir yere toplandı. Bunu gören Akça Koca yalvarıp “Erenler şahı, lütfedip bizi zahmetten kurtardınız. Bunu bize olan şefkatinizden yaptınız ama siz erenlerden rica ederiz ki burçaklar yeli yerine gitsinler. Çünkü biz kendi elimizden kazandığımız yeriz.” Dedi.

 

Bunun üzerine Hacı Bektaş Veli (K.S.A.) “Ey burçaklar nasıl geldiyseniz, öylece yerinize gidin.” Dedi. Erenlerin emrettiği gibi burçakların hepsi yerlerine varıp durdular. Sonra Akça Koca erenlerle selamlaşıp “Sultanım buyurun evimize gidelim, cemalinizle şereflenelim.” Dedi. Dervişler “ öncü gitti. Ama evinizin adamı (eşiniz) razı olmadı. Oturtmadı.” Dediler. Akça Koca “Erenler ben kırk yıldır o kadının eziyetini çekiyorum. Siz de bir gecelik bizim hatırımıza katlanın.” Dedi. Erenler bu sözü işitince gülümseyip ne olacak dediler.

 

Akça Koca öne geçti. Hünkâr ululuğu ve arkadaşlarını kendi evine getirdi. Döşek serip erenleri oturttu. Erkânıyla (yollu yordamlı) ağırladı. Sofra geldi yediler, içtiler dua edildi.

Akça Koca yeniden kalkıp o köyün halkını çağırdı. Hepsi geldi. Onların önüne bez getirdi. “Ne oldu?” diye sordular. Akça Koca “ Evin hanımı erenleri incitip olmayacak sözler söylemiş. Şimdiye dek onun eziyetini çekiyorduk. Artık vadesi doldu, aslına ulaştırın.” Dedi. O köyün kadınları içeri girip dünyasını değiştirdiğini gördüler. Kefenleyip namazın kıldılar, defnettiler.

 

Ondan sonra o gece safa ile sohbet ettiler. Ertesi gün Akça Koca’ya veda edip Sulucakarahöyük’e geldiler. Oturdular.

 

Menkıbelerde gerçekler sır gibi örtülmüştür. İnsanın kendisinde olduğu gibi, -Bir ben vardır benden içerü-3 bu gizemleri keşfetmek de bize düşüyor. Buradaki menkıbede anlatına elbette ki okuyanın yorumlamasına göre çok farklı çok özel fikirler ortaya çıkacaktır. Bu biraz da yorumlayana bağlıdır. Bizim anladığımız ilk anlam, emeğe verilen değer, sabır ve misafire hürmet idi. Elbette ki başka alt fikirler çıkarılabilir. Örneğin ulu kişilerin birbirlerine olan sevgi ve saygısı, işin kolayına kaçmama, vb. gibi.

 

Tanrı insana aklı verdi kullansın diye. Diğer canlılara vermediği kadar çok verdi, aklı ile emek harcasın diye. İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, gerçek ile yalanı ayırt etsin diye verildi akıl biz insanoğluna. Yoksa hırsızlık yapalım, talan edelim, elimizle koymadığımız, dilimizle söylemediğimizi, zorla, orantısız güçle alalım diye değil. İşte bu desturlar ile aklımızı ve vicdanımız birleştirip harekete geçirdiğimiz zaman emeğin değerini de verebileceğimize inanıyorum.

 

Alevi Bektaşi inancının en önemli desturu olan Hünkâr’ın “Eline, Diline, Beline Sahip Ol.” Sözündeki elinle koymadığını almama, dilinle söylemediğini sahiplenmeme ile emek hırsızlığına da vurgu yapmaktadır.

 

Emek olmadan elde edilen her şey bir anlamda işgalcilik, zorla elde etme, hırsızlıktır. Burada neyin çalındığından ziyade emeğin sömürüsü ve hakkın gaspı önemlidir. Hırsız her yerde, her zaman hırsızdır. Başka birinin üretmiş olduğu ürünü kolay yoldan ele geçirmektir. Bu ürün bazen bir yemek, mal mülk, gibi maddi olabildiği gibi; bazen de bir nefes, deyiş, yazı ya da duygularımız olabilir.

 

Bahçıvanım derler bağı bilmezler

Gülüş hırsızları gül hırsızları

Yürekler dağlayan dağı bilmezler

Duygu hırsızları dil hırsızları

 

Kargalar her seher etseler zarı

Onlara yer vermez gönül diyarı

Kovana boş girer yabani arı

Emek hırsızları bal hırsızları

 

Bizi böyle bölük bölük bölmüşler

Nefse uyup hakikati silmişler

Ocakzadeliği nerden almışlar

Ocak hırsızları kül hırsızları

 

Hüdai’yim düştüm çileye gama

Yaralar yürekte bak yama yama

Hırsızın hırsızdan farkı yok ama

Onlardan şerefli mal hırsızları4

 

Bu duygularımızı dile getiren âşıklar, sadıklar hem söz ile hem saz ile yoğun bir duygu seliyle emek harcayarak eserler vermektedirler. Alevi Bektaşi âşıkları nefeslerinde şah beyiti olarak kullandıkları son beyitlerinde mahlasları kullanmışlardır. Asıl amaç burada sahiplenmek/benlik yapmak elbette değildir. Eğer öyle olsaydı gerçek isimlerini kullanırlardı. Farklı bir açıdan bakıldığında da yüzyıllar öncesinden emek hırsızlığına dur demenin bir yolu gibi gözükebilirler. Ne yazık ki günümüzde sıkça rastladığımız şah beyitini okumadan söyleme şeklinde izin almadan, sanki kendi mallarıymış gibi okuyan emek hırsızları da kendilerine güya sanatçıyım diye ortalıkta gezmektedirler.

 

Emekçi; kimi zaman bir öküz, kimi zaman tarlada tapanda çalışan işçi, kimi zaman da sanatçı ya da bilim adamı olabilir, hatta bir devlet kuran devlet adamı da olabilir. Üreten, var olanlardan yeni bir şeyler yaratanlardır. Bu dünya da saygıyı en çok hak edenlerdir. Ancak kimileri de gelip onların kurduğu eserleri çalmak için her türlü fesatlığı yapabilir. Alevi Bektaşi canlar emek sömürüsünde ajite biçimde hak yemekten çekinen canlardır.

 

Yüzyıllar boyunca egemen güçler, hangi milletten olursa olsun mazlum, masum, güçsüz insanların emeklerini sömürdüler, hala da sömürmektedirler. Belki bugün bunun adı sömürgecilik olmuyor, ama sonuçta emek hırsızlığı devam etmektedir. Masum bir halkın ülkesindeki topraklarda üretilen bir ürün kendi topraklarında neredeyse bedelsiz olarak kullanılsın diye, kişilerin veya toplumların kendi ihtiyaçlarını gidermekten öte, kendi egolarını, zevklerini tatmin için bu hırsızlığı yapıyor. Bunu yapmanın yasal kılıfını da hazırlıyor. Önce piyonlarını kullanıp, sorun çıkartıyor, halklar çarpışıyor, savaşıyor, sonra da ‘Biz oraya barışı demokrasiyi getirmek için asker gönderdik.’ Diyebiliyorlar.

 

__________________________

1 A. Celalettin ULUSOY, Yedi Ulular, s194

2 Velayetname 55a Sayfa 270

3 Yunus Emre

4 Âşık Hüdai