Âşık Remzâni |
ÇATLAK KOVA Bir zamanlar Hindistan’daki bir
krallık sarayının bahçesi çeşit çeşit çiçek, süs ağaçları vb. ile mükemmelmiş.
Bu bahçede çalışan bir de bahçıvan varmış. Bu bahçıvan, özenle hazırladığı
çiçekleri krala ve kraliçeye götürürmüş. Özenle yetiştirdiği bu çiçeklere ise,
boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla uzaktaki
kaynaktan su taşırmış.
Maalesef, kovalardan biri
çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan saraya ulaşan uzun yolu dolu
olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını ancak
ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her
seferinde saraya sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından
gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor
olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın
kıyısında bahçıvana seslenmiş. “Kendimden utanıyorum ve senden
özür dilemek istiyorum.” “Neden?” Diye sormuş bahçıvan. “Niye utanç duyuyorsun?” Kova cevap vermiş. “İki yıldır çatlağımdan su
sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim
kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen emeklerinin tam karşılığını
alamıyorsun.” Bahçıvan şöyle demiş: “Güzel kovam, düşüncen güzel ve
duygularını anlıyorum. Saraya dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni
istiyorum.” Gerçekten de tepeyi tırmanırken
çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş.
Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü
hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Bahçıvan kovaya sormuş: “Yolun sadece senin tarafında
bu özel çiçeklerin olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını
fark ettin mi? Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz
ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri
toplayıp onlarla kralıma ve kraliçeme götürüp, sofrasını süsleyebildim. Sen
böyle olmasaydın, onlar bu güzellikleri yaşayamayacaktı.” Engellilik
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) engelliliği, “kişiden ya da bir bütün olarak vücuttan beklenilen davranışlar, yetenekler ve görevler olarak ifade edilen normal aktivitelerin yerine getirilmesindeki eksiklik ya da sınırlılık” olarak tanımlamaktadır. 1 Her yıl aralık ayının 3’ü Dünya
Engelliler Günü olarak anılır.2 Bu günde çeşitli etkinlikler düzenlenir.
Uluslararası hukuk alanında 1945’den 3 beri geliştirilerek bilimsel ve yasal
birçok düzenlemeler yapılmaktadır. Özellikle son yarım yüzyıl içindeki
uluslararası çalışmalar ile gelişmiş ülkeler bu sorunlarla ilgili olarak
yeterli görülse bile, diğer ülkeler için yeterli değildir. Zihinlerdeki
Engeller Birey olarak insan kendi
gelişimi için adım atmaya ana rahminde başlar ve ömür boyunca da devam eder. Bu
gelişim sadece fiziksel değil, bir bütün olarak sürer. Buna genetik etken kadar
belki daha fazla çevresel etkenler (yaşadığı sosyo-kültürel ortam, ailesi,
arkadaşları ve çevresindeki diğer kişiler vb.) önemlidir. Gelişim sürecimiz boyunca
zihnimize yerleşen farkında olduğumuz ya da olmadığımız birçok, kafamızdaki
önyargılar, duygu ve düşüncemiz bu engelleri oluşturmaktadır. Kendimizi
geliştirirken değişik yollar kullanabiliriz. Bu yollardan biri de empati
kavramıdır. Empati (duygudaşlık), bir insanın, kendisini karşısındaki insanın
yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır.
Empati sayesinde insan ilişkileri gelişir. İnsanlar arasındaki kavgalar azalır
ve zamanla yok olur. İki kova, bir bahçıvan ve yapılan
eylem. Empati yoluyla engeller nasıl aşılır, sanırız en güzel bu şekilde
anlatılırdı. Eğer her insan, her toplum, özellikle yönetimdeki güç sahipleri
hikâyedeki bahçıvan gibi engellere yaklaşırsa, engelin bir özür ya da kusur
olmadığını hatta bu durumun, özel bir durum olduğu bilinci yerleştirilebilirse
işte asıl engeller o zaman azalır belki de ortadan kalkar. Kesin çözüm,
insanların zihinlerindeki engelleri kaldırmaktan geçmektedir. Toplumsal
Farkındalık Görüldüğü üzere insanlardaki engellilik ile hikâyemizdeki bir nesnenin engelliliği arasında büyük bir fark yoktur. Fark, bizim birey veya toplum olarak bu durumu algılama biçimimizdedir. Engellilik kültürel bir kavramdır. Bireyin çeşitli nedenlerden dolayı birlikte yaşamak zorunda kaldığı engeli, onun biyolojik doğasından çok, varlığını sürdürdüğü sosyal ve kültürel alanda, diğer insanlarla birlikte iken anlam kazanmaktadır. Doğuştan ya da sonradan kazanılmış engelliliğin sosyal ve kültürel anlamı, bireyin engellilik durumuna yönelik tepkilerinde ve toplumun engelli bireye bakış açısında şekillenir ki bu kültürel anlam toplumdan topluma değişiklik gösterir. 4 Bilimsel araştırmalarında
ortaya koyduğu gibi engellilik sadece bireye özgü bir durum değildir. Bireyin
çevresiyle de alakalı bir durumdur. Öyle ki engelli bireyin en yakınındaki
kişiler bile bu durumu bir yük olarak görüp, ondan uzaklaşmaktadır. Aile içi
şiddet, eve kapatma gibi birçok sorunun yanında bu durum daha ciddi sorunların
en basitidir. Toplumun engelli bireylere olan
bakış açısı bireydeki engelin sadece bireye özgü olmadığının göstergesidir.
Yetersiz-işe yaramaz görmek, dışlamak, acımak, mücadeleci görmek, kabul etmek,
bu bakış açılarının bir özetidir. Bir anlamda toplumsal olarak engelli bireyi
görmek, onun varlığının kanıtıdır. Ama bu varlığının kanıtı onun yaşamına
olumlunun ötesinde olumsuz katkısı daha yoğundur. Engelli bireyin
çevresindekilerden başlamak üzere toplumun her katmanında engellilik ve engelli
sorunları üzerinde farkındalık yaratmak sadece engelli bireylerin görevi
değildir. Engelli-engelsiz her birey kendisinden başlamak üzere farkındalık
yaratmak durumundadır. Bu farkındalığı yaratmak çatlak kovayı anlamaktır. Onun
engeli ile topluma nasıl kazandırılacağının bir örneğidir.
__________________________
1 WHO, 1980, s. 28 2 Birleşmiş Milletler kararı1992 3http://www.eyh.gov.tr/tr/8411/1-3-Birlesmis-Milletler-Sisteminde-Ozurluluk
Herkes
için eşitlik ilkesi ile hareket eden Birleşmiş Milletler (UN) belgelerinde
özürlülük ilk kez 1948 yılında yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
‘nde dile getirilse de BM sistemi içerisinde özürlülükle ilgili çalışmaların
başlama tarihi 1945 yılına dayanmaktadır. Özellikle görme ve işitme engelliler
gibi bedensel engeller taşıyan bireylerin haklarının arttırılmasına odaklanılmış,
bunun dışında da özürlülüğü önleme ve rehabilitasyon çalışmalarına önem
verilmiştir. 1975 yılının Aralık ayında BM Genel Konseyi tarafından Özürlü
Hakları Bildirgesi ‘ni yayınlanmıştır… 4 Burcu,
2002, s. 85-86 ( Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,
Sosyoloji Bölümü,) Engelliliğe Bakış Açımız
Zihnimizdeki engellerden
belki de en önemlisi nefsimizdir. Nefsini bilme, zihinlerdeki engelleri
temizleme sürecidir. “Ölmeden önce ölmek.” Diye de adlandırılır. Yolumuzda
“ölmeden evvel ölmek”, insanın kötü huy ve alışkanlıklarından arınarak ömür
sürmesidir. Bu arınma içine tüm varlıklarla olan ilişki önemli yer tutmaktadır.
İnsani ilişkiler yani toplumsal durumlar insanın diğer insanlara bakışı,
hareketleri, sözleri kişinin gelişimini etkilemektedir. Hünkâr Hacı Bektaş
Veli’nin Makalât isimli eserinde detaylı bir şekilde bu süreç anlatılmaktadır.
Onu sadece okumak yetmeyecektir. Anlayıp, doğru yorumlayabilmek ve onu
hayatımıza nasıl geçirebildiğimizdir. Her bir öğretiyi hayatımıza geçirmek, bizim
için bir engeli aşıp olgunlaşmak, Yunusun dediği gibi “Yunus miskin çiğ
idik, piştik elhamdülillah” pişmektir. Pişerek arındırdığımız zihnimiz
engellerinden kurtulacak, insanlarla olan ilişkilerimize yön verecektir. Erkek, dişi sorulmaz,
muhabbetin dilinde Hakk’ın yarattığı, her şey
yerli yerinde Bizim nazarımızda, kadın
erkek farkı yok Noksanlık, eksiklik senin
görüşlerinde Sevgi muhabbet kaynar,
yanan ocağımızda Bülbüller şevke gelir, gül
açar bağımızda Hırslar, kinler yok olur,
aşkla meydanımızda Aslanlarla ceylanlar
dosttur kucağımızda. Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin
yukarıdaki sözlerinde de olduğu gibi bizim nazarımızda hiçbir canın, diğerinden
farkı olmaması gerekiyor. İbadetimizin görsel kısmı olan cemlerimizde kapıdan
içeri giren herkes eşittir, ‘Can’dır. Yaratılanı hoş göreceğiz, inciksek de
incitmemeye, özen gösterip, incitenin yerine düşünüp, çözüm yolları üreteceğiz
ve yetmiş iki millete (Fark gözetmeksizin her insana) bir gözle bakabilmeyi
özümseyip, yaşamımıza katabilmeliyiz ki engelsiz bir engelli olmaktan
kurtulalım. Engellileri anlamak, onlardan
önce kendimizi anlamak, birey olarak, Yol’ da yürüyen bir can olarak, kendimizi
anlamaktan geçmektedir. İnsana hizmet Yol’a hizmettir. Hakk’a hizmettir. Her
canlının, her bir bireyin yapabileceği mutlaka bir şeyler vardır. Son sözümüz
Yolumuzun Piri Hünkâr’dan; Eğer Hakka talipsen, her an Ona
doğru ak, Kainat kitabına, irfan gözü ile
bak. Yolumuzun esası çalışmaya
bağlıdır, Ayağa kalkacaksan, hizmet için
kalk.
|