Âşık Remzâni |
CAN OLABİLMEK
“… Bir gün önlerine düşüp Hünkâr Varlığınun nazarına irişmek murad eylediler ve’l-hâsıl Kal’acukdan çıkdılar Sulıca
Karayüke teveccüh idüp gitdiler yolda gelürken nâgâh bir otlu sulu çamurlu
sâzlu yire geldiler gördüler kim bir bölük kara cânevâr yatur bunlarun birisi
ansuzdan ol cânevârlarun bir çocuğın tutdı ğayrısı ürküp kaçdılar meğer kim
bunlarun birinde çan vardı ol Çocuğun boynuna takdılar ol kâdîliktan gelen
dervîş bu hâli görüp rızâ virmedi eyitdi epsem olup erenler ziyarete
gidiyorsunuz bu iş revâ değüldür fariğ olup didi bunlar anun sözin istimâ
itmediler ol çanı çocuğun boynuna bağlayup salıvirdiler gayri cânevârlar anun
sadâsın işidicek yazı yaban bir idüp kaçdılar çocuk dahı anlarun ardlarına
düşüp gitdi bunlar anı görüp bir miktdâr gülüşdiler dahı revâne oldılar tâ kim
Kırşehrine geldiler ol vaktin Hünkâr Ulılığı Karayüke gelüp yine Kırşehrine
varmışlardı Gül Bunar nâm bunarda Ahî Evrân Sultân birle sohbet iderlerdi
bunlar dahı irişi geldiler erenlerle buluşup görüşdiler mbârek ellerin öpdiler
Hazret-i Hünkâr bunlarun yüzine bakup eyitdiler size ol cânavârcuklar neyledi
kim çocuğın tutdınız dahı anun boynına çan takup sîb itdünüz ol çanun sadâsın
işidenler her birisi kaça kaça helâk mertebesine berâber ola revâ mıdur Hakka
giden hakk uğrum hakkıçün hîçbir yirde alnumuz derlenmedi ve illâ kim ol
çocuğun ardından irişüp boynından ol takduğınız çanı alınca alnumuz tamâm
derledi uşta ol çanın budur diyüp çıkardı gösterdi ol kimesneler Hünkâr
varlığından bu velâyeti görücek hayrân olup cümle bir kezden ayağına dökildiler
özr‘ niyaz idüp eyitdiler eksiklik itdük
mürüvvet erenleründür didiler ol kân-ı kerem anlarun hatâların ‘afv idüp
halîfelerine buyurdı anları tırâş idüp erkân-ı fahrını irüşdürdiler andan ol
kadılıktan gelen dervişe nazar idüp eyitdi dervişlik kohusu senden gelür ol
mahalde dervişane haber söyledün dervîş olan kimesne hîç bir yaradılmışa ezâ
idüp incidici olmaz dervîş muzî olmaz gerekmez didi ana mükerrer safa-nazar
idüp çehâr fahr ve çehâr ‘alâmeti sundılar meyân bendin bağlayup sofra ve çerâğ
ve ‘ilm virdiler icâzet inâbet virüp göri yirlerine gönderdiler dahı
Hünkâr Hâcı Bektâş-ı Veli Kaddesa’llahu’l-aziz ol
kâdîlıkdan gelen dervişe safâ-nazar idüp buyurdı kim var imdi eyülügüm ol yirün
bigine bizden selâm eyle gönlünde oturup dilünde söyleyevüz ana seni yüzlü
göstervüz hâlâ olduğun karyeyi sana vakf eylesün didi pes ol dervîş dahı sem’an
ve ta’atan diyüp tekrar dest-bûs eyledi ve ol kendüyle gelen kimesneler dahı
erenleri ziyâret idüp hayr du’a himmetin aldılar girü dönüp geldükleri yolu
revâne oldılar tâ kim Kal’acuk nâm menzile geldiler erenler buyurduğı gibi ol
yirün bigine varup Hünkâr Varlığınun selâmın degürdüler ol yiri ana vakf eyledi
hâlâ Kal’acuk nahiyesinde anun nesline ‘ilmlü Şeyh Oğulları dimekle meşhurdur
Hazret-i Hünkâr dahı Evrân Sultânla vedâ’laşdılar Gül Bunardan Karayüke
geldiler”
__________________________________________
“Birgün, onların önüne düşüp Kalecik’ten çıktılar. Suluca Karayük’e gitmek üzere
yola koyuldular. Nihayet yolda otlu sulu sazlı bir yere geldiler. Birkaç kara
canavarının yattığını gördüler. Bu gelenlerden birisi aniden o kara
canavarlarından birinin yavrusunu yakalayıp boynuna bir çan taktı. Diğerleri
ürküp kaçtı. O Kadılıktan gelen derviş, bu durumu görüp razı olmadı. “Sessiz
olun, erenlerin ziyaretine gidiyorsunuz. Bu yaptığınız doğru bir iş değil. Bu
işi bırakın.” dedi. Onun sözünü dinlemediler. Çanı yavrunun boynuna bağlayıp
salıverdiler. Diğer canavarlar çanın sesini duyunca yazı yaban demeyip
kaçtılar. Boynuna çan olan yavru(da) onların arkasına düşüp gitti. Bu hâl
onların hoşuna gitti. Bir müddet gülüştüler.
Sonra tekrar yola düşüp Kırşehir’e geldiler. O sıralarda Hünkâr, Karayük’ten tekrar
Kırşehir’e gelmiş Gülpınar adlı pınarda Ahî Evrân’la sohbet ediyorlardı. Bunlar
da geldiler. Erenlerle buluşup görüştüler. Mübarek ellerini öptüler.
Hz. Hünkâr bunların yüzüne bakıp “O canavarcıklar, size ne yaptı ki yavrusunu tutup
boynuna çan bıraktınız. O çanın sesini duyan (hayvanların) her biri koşa koşa
helâk noktasına geldi. Bu reva mıdır?” dedi “Şimdi Hakk’a giden hak uğrum hakkı
için hiç bir yerde alnımız bu kadar terlemedi. Taktığınız bu çanı o yavrunun
boynundan alıncıya kadar ki zamana kadar. İşte taktığınız çan budur.” Deyip
çıkardı ve onlara gösterdi.
O kişiler Hünkâr varlığından bu vilayeti görünce hayran olup hepsi birden ayağa
döküldüler. Özür dileyip yalvardılar. “Eksiklik ettik. Mürüvvet erenlerindir.”
Dediler. O kerem sahibi onların hatalarını affetti. Halifelerine onları tıraş
edip erkân fahrını verdirdi. Sonra o kadılıktan gelen dervişe bakıp “Senden
dervişlik kokusu geliyor, orada dervişane söz söyledin. Derviş olan kişi hiçbir
yaratılmışa eziyet edip incitmez. Derviş incitici olmaz.” Dedi. Ona tekrar safa-nazar
edip çehar fahr ve çehar alâmeti sundu. Belini bağlayıp sofra, çerak ve alem
verdi icazet verip tekrar geldiği yere gönderdi.
Hünkâr Hâcı Bêktaş-ı Velî (K.S.A.) kadılıktan gelen dervişe safa-nazar edip “İyiliğim
o yerin Beyine bizden selam söyle. Biz senin gönlünde oturup dilinden söyleriz.
Şimdi bulunduğun köyü sana vakfetmesi için, seni ona hoş gösteririz.” Dedi.
Derviş de baş üstüne deyip tekrar el öptü. Daha sonra kendisiyle gelenlerle
birlikte tekrar ziyaret ettiler. Hayır duasını aldılar. Kalecik adlı yere
gelmek için yola çıktılar. Kalecik’e gelip erenlerin dediği gibi Hünkâr
varlığının selamını söylediler. (Bey söz konusu) yeri, o dervişe vakfetti.
Şimdi Kalecik nahiyesinde onun nesline “İlimli Şeyhoğulları”, denilmektedir.
Haz. Hünkâr da Evrân Sultan’la vedalaşıp Gülpınar’dan Karayük’e geldi.[1]
CAN
Günlük kullanimda
hiç üzerinde durmadan har vurup harman savurur gibi harcadigimiz “can” kavrami
basitçe üzerinden geçilecek bir kavram degildir. Ancak, burada “Can” kavrami
ile ilgili olarak, Velayetname’deki menkibe ile baglantili olarak, tüm
canlilari bir sayan, “Yetmis iki millete bir bakmayi” Cem’de “Esikten içeri
herkes baci kardestir, candir” anlamlari üzerinde durmak gerektigini
düsünüyoruz. Alevi Bektasi
inancinin vazgeçilmezi olan kavramlardan biridir “can”. Çünkü insani temel alan
inanç sistemi bunu “can” kavrami ile anlatmistir. Bu inancin anlatmak istedigi
“insan, insani kâmil” gibi temel kavramlar da ve benzeri olan hemen her durumda
“can” kavramina rastlamak olasidir. Alevi
ve Bektasilerde kadinlar Cemlere, nasip alma törenlerine katilirlar. Muhabbet
toplantilari ve diger dinsel törenlere erkeklerle esit kosullarda katilirlar.
Alevi Cemlerine kadin-erkek, çocuk- yasli birlikte katilir. Orada kadin erkek
ayrimi yapilmaz. Cinsiyet, yas olgusu kalkar. Herkes ‘Can’dir. Her iki cins ve
çocuklar için dahi ortak olarak kullanilan bir deyimdir. Cem ibadetindeki
hizmetlerde ve bu hizmetlerden biri olan semaha kadin ve erkek birlikte kalkar.
Semah birlikte dönülür. Alevi Bektasi inancini sadece cem ayini, semah vb.
ögelerle sinirlanamaz. Bunlar ibadetin bir parçasi, araci konumundadir. Baska
deyisle zahiri/görünen yüzüdür. Asil ibadet günlük yasamin ta kendisidir. Kadin
ve erkek toplumun her alaninda esittir. Günlük yasamda da ayrim yoktur. Ailede,
toplumda, dinsel hayatta kadin erkek ayrimi yapilmaz. Örnegin, evde anne ve
babalar çocuklari arasindaki kiz erkek ayrimi yapmazlar. Mirasta kadin ve erkek
esit paya sahiptir. Evlilikte kadin ve erkek haklari esittir. Erkek, toplumu
ikna etmeden esinden bosanirsa, haksiz sayilir ve erkek "yol düskünü"
kabul edilir. Erkek hakli nedenler olmadikça esini bosayamaz. Dinsel olarak
bakildiginda; Dede toplumda saygin bir yere sahiptir. Ayni sayginlik dedenin
esi, bacilari için de gösterilir. Onlara da "Ana" denir. (Örnegin: Fatima Ana, Kadincik Ana, Güzide
Ana vb.) Alevi Bektasiler “Can” kelimesiyle kendi cem/ibadet ayinlerinde,
disi-erkek, esikteki-dösekteki, senlik-benlik, efendi-köle, ayrimciligini
ortadan kaldirarak sadece “insan” kavramini öne çikartmislardir. Yol’umuzun
Pir’i Hz. Hünkâr’in;
Sevgi muhabbet kaynar, yanan
ocağımızda, Bülbüller şevke gelir, gül açar
bağımızda. Hırslar, kinler yok olur, aşkla
meydanımızda, Arslanlarla ceylanlar, dosttur
kucağımızda.
Dörtlüğünde aynı menkıbedeki gibi can kavramının sadece insanlara özgü bir kavram
olmadığını söylemektedir. Doğal olarak Hz. Hünkâr’ın Yol’ undan giden talip,
âşık, sadık, dede, mürşit, yüzlercesi aynı şeyleri söylemekteler;
Canlı cansız cümlemiz bir nesneden Var oluyor bu bir hikmet sultanım Canana akıtır bu can-ı beden Kabul etmek cana minnet sultanım …
Diyor
Büryani Baba. Burada sadece canlılar değil tüm yaratılmışları bir nesneden
kabul ediyor. Hepsini bir, denk/eşit görüyor. Bu
düşünce biçimi modern dünya da “Hümanizm” şeklinde adlandırılır ki, bunun
ortaya çıkışı da Alevi Bektaşiliğin balkanlarda varlığından bir süre sonra XV.
yy. da Avrupa’da Rönesans ile gelişmiştir. Martin Luther reform hareketi
başlatarak, Protestanlık mezhebinin oluşmasına, herkesin eşit olduğu, bir
olduğunu savunarak, karanlık Avrupa’dan çıkıp, bugünkü Avrupa’nın gelişmesini
sağlamıştır. Alevi
Bektaşi inancının bir önemli anlatımı olan “Miraç” olayındaki Muhammed’in
peygamberlik sıfatından arınarak Kırklar Meclisine sadece bir “can” olarak
girebilmesi bunun bir başka ifadesidir. Yine aynı mecliste kırk kişinin bir
olması, görünmesi, gibi, burada da herkes “can” dır, “bir” dir.[2] Bireyin
kendi iç dünyasında ve görünen yaşamında “can” olabilmesi için öncelikle kin,
kibir, nefret, benlik vb. duygulardan arınmalı, kendisini buna göre
biçimlendirebilmeli. Bunu sadece ibadet zamanı değil tüm günlük yaşamına
yansıtabilmelidir. Bu nedenledir ki cem ibadetine girmeden görgüden geçilir.
Herkesin rızaları alınır. Bizler
günlük yaşamımızda “can” olabiliyor muyuz? Bu soruya evet yanıtını vermeyi çok
isterdim. Ancak bu çok zor, neredeyse imkânsız. Çünkü benlik, nefis, çıkar
hesapları almış başını yürümüş durumda. Kin, nefret, kıskançlık, hasetlik vb.
ne kadar kötü duygu varsa hepsi ayakta dans ediyor. Nefis, bizi can olmaktan
çıkarıyor, domuzlara çan taktırıyor, savaşlar çıkartıyor, masumlar yakılıyor,
asılıyor, yüzülüyor ya da madenlerimizde canlı canlı gömülüyor. O insanlar ki
dışarda huzurla, mutlulukla çoluklarıyla, çocuklarıyla yaşamak istemezler
miydi? O insanların yaşamlarından sadece onlar mı sorumlu, yoksa onları oralara
gönderenler mi? İşte,
can kavramının önemi; Eğer
ki biz; ayrım yapıp sadece kendimize değer veriyorsak biz insan değiliz. Eğer
ki biz; sadece bir millete değer veriyorsak yine biz insan olamamışız. Eğer
ki biz; kendimizi, ailemizi, eş dost akrabamızı, milleti, ümmeti vb. sadece bunları düşünüyorsak yine insan
olamamışız. Çünkü ayrım yapmışızdır. Bölmüşüzdür. Ötekileştirmişizdir.
Bendensin değilsin demişizdir. Hani insan olmanın vasfı? Hani insana, doğaya,
canlılara saygı?
Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde, Hakk’ın
yarattığı her şey yerli yerinde. Bizim
nazarımızda, kadın erkek farkı yok, Noksanlıkla
eksiklik, senin görüşlerinde.
Aşk ile [1]
DURAN, Hamiye (2007). Velayetname, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Alevi
Bektaşi Klasikleri-4, sayfa 410-414 [2]
Buradaki “bir”
kavramı ile ilgili olarak bakınız; yazarın, İzlek konulu yazısı Serçeşme
Dergisi 2. sayı |