Âşık Remzâni |
BEN YA DA BİZ OLMAK Hünkâr Yayıncılık A.Ş. tarafından
Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı ve Dergâhı adına yayın hayatına giren SERÇEŞME
Dergisi bir yılını doldurmak üzere ve Eylül-2011 “Dergâhta Birlik” toplantılarının
üzerinden üç yıla yakın bir zaman geçti. Ama gelinen noktadan geriye bakılınca çok
önemli işlerin yapıldığı aşikârdır. Üstelik bu noktada birçok gizli kalmış, görünmeyenler
de yüzeye çıkmış ve hala da çıkmaktadır. Serçeşme Dergisi içindeki yazılarım
–Bir Nefes, Bir Hikâye, Bir Yorum- kalıbı altında adına uygun bir biçimde yayınlanmakta
idi. Ancak, yukarıda özet olarak vermiş olduğum nedenlerden dolayı bu sayıdaki
yazı metnimin içeriği farklıdır. Şimdi okuyacağınız yazı 15 Mart
2012 günü Ankara’da (Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı kurulmadan önce) yapılan ön
toplantılarından birinde yaptığım konuşma metnidir. KURUCULAR KURULU “Kızıl Deli Sultan’ın ikrarlı talibi Sadık Abdal (14.yy) Divan’ında Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın sadece Kâbe değil, aynı zaman da birliğimiz-kurtuluşumuz için Nuh’un Gemisi olduğunu söylüyor. Çünkü burası -Arş-I Ala Sidre-İ Ali Makamı- (Tanrı’nın oturduğu makam) olarak alınmakta” (İsmail Kaygusuz) Zamanında ve günümüzde hala
manevi gücünü bildiğimiz ve hissettiğimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı 16.
yy başından (Kalender Çelebi olayı) beri sistematik olarak yıpratılmış, görmezden
gelinmiş ve bu oyunlara maalesef bilerek ya da bilmeden Dergâh’a bağlı kişiler
ve kurumlar destek vermişlerdir. Alevi dünyasında çok önemli
yere sahip olan Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın Osmanlı devlet hukukunda
varlığını “Müstesna-i Vakıf” (Ayrıcalıklı Vakıf) olarak görmekteyiz. Türkiye
Cumhuriyeti devlet hukukunda “Tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılmasına
ve türbedarlıklarla (türbede hizmet edenler) birtakım unvanların men ve ilgasına
dair kanun: No. 677, Tr: 13 Aralık 1925.” ile hukuki varlığı sonlandırılmış,
ancak manevi varlığını gücünü yitirmemiştir. Günümüzde müze olarak kullanılan
Dergâh mekânının en önemli yeri olan “Kırklar Meydanı’nda” Osmanlı
devlet hukukundaki vakıf reislerinin yani Dergâh’ ta Postnişin olan kişilerin
sandukaları bulunmaktadır. Bu kişiler Türkiye Cumhuriyeti kuruluncaya kadar
buraya defin olmuşlardır. (Son olarak Ahmet-i Cemalettin Çelebi 1921) 13.yy.’dan beri kazan kaynatıp
cem birleyerek, insanların ham iken pişmesini-olgunlaşması yani eğitilmesi sağlanmıştır.
Kişiler talep edip talip olmuşlar, pişip-olgunlaşarak kimi zâkir, kimi âşık,
kimi rehber, kimi dede ya da baba olmuştur. Burada görev alan kişiler hangi görevi
alırsa alsın, öncelikle bu göreve uygun niteliklere sahip olmak için pişmeleri
gerekmiştir. Bunun için bazı aşamalar, makamlar vardır: Birinci makam; talip olup,
Yol’a girene verilen görevleri öğrenmek bilmek zorunluluğudur. İkinci makam; alınan görevleri
ikrarı bent olup; benimseyip, yaşamına aktarmak zorunluluğudur. Üçüncü makam; öğrendiğini öğretebilme
zorunluluğudur. Dördüncü makam; o görev ile
ilgili karar verebilecek kadar yetkin olmaktır. Son yüzyıl içinde yani Türkiye
Cumhuriyeti kurulup Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasından sonra (öncesinde de
engellemeler, yerine adam koymalar vb. olsa da) bu sistemin yürütülmesi durmuştur.
Yolumuza bağlı insanların eğitimi, yetkinleştirilmesi, kendisi ve ailesi istese
bile, eğitimin bilimsel-sistematik yapısından yoksun kalmıştır. Bireyler bu
gereksinimlerini kendi başlarına yapmaya çalışmış, aile içinde ve tanıdık eş
dost çevresinde sıkışıp kalmıştır. Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın
tekrar hukuksal varlığının ortaya çıkması ve günümüz hukuk düzeni içinde
kurumsal olarak var olması gerekmektedir. Bunun da tek yolu geçmişte olduğu
gibi VAKIF’TIR. (Müstesna-i Vakıf) Vakfın olması için de “Mütevelli Heyeti” yani
“KURUCULAR KURULU’NUN” olması gerekliliğidir. Bu heyet benzetmek yerinde
olursa, manevi dünyamızda ve erkânlarımızda-ibadetlerimizde asıl yeri olan post
makamlarında tecelli etmiştir. (on iki hizmet postu) Cem erkânlarımızda var
olan bu makamı temsil eden kişiler yol üzerine eğitimli-yetkin kişiler olmuşlar,
olmak zorundadırlar. Günümüzde bir canın yola
girmesi için “tam teslimiyetçi- İKRARLI” olması gerekliliği vardır. Bu bir
temel şartsa; bu herkes için geçerli olmalı, (cem içinde eşikteki de beşikteki
de, herkes eşittir.) buna en üst organ olan “Kurucular Kurulu” için de
geçerli olmalı. Unutulmamalı ki Yol her şeyden uludur. Hatta bu temel şartın üstüne
bir kurumu temsil eden ve en önemli organ olarak yönetsel kararlar alabilen kişiler
olan Kurucular Kurulu için bazı özel şartların da olması gerekliliği vardır. Günümüz
koşullarında bu özel şartların iyi irdelenerek Yolumuzda rehber alarak oluşturulması
gereklidir. Kişiye özel değil, sadece ve
sadece Yol temel alınmalıdır. YOL HER ŞEYDEN ULUDUR. Bu özel şartlar ne olabilir; Yunus’un kimliğinde belirginleşenpişmek-olgunlaşmak olabilir. Eğitilen eğitildikçe pişen- olgunlaşan ve yetkin
kişiler olmalı. İmam Ali’ye benzeyip, ona yakınolmak. Varlığıyla, kişiliğiyle, yaşamıyla ve ailesiyle topluma örnek kişi- kişiler
olmalı. Yerini bilen, sorumluluk alanve o sorumluluğun altından kalkıp, bulunduğu yere uygun kararlar alan olmalı.
Bu kararları almadan önce kendi varlığında, sonra ailesinde göstermelik olarak
uygulamaya çalı şan değil, uygulayan olmalı. Yolu sadece şeklen değil, tüm varlığıyla
yaşayan-yaşatan olmalı. Her insanın bir takım nefsiistekleri-arzuları vardır. Bunların bir kısmı maddi-cismi istekler, bir kısmı
da manevi isteklerdir. Örneğin, maddi-cismi istekler; varlık sahibi, mülk
sahibi olmaktır. Manevi istekler; makam sahibi olmak, insanları nefsi için yönetmektir.
İşte bu nefsi istekler için bulunduğu yeri kirletmeyen, kirletmekten özenle sakınan
olmalı. “Nefsi için makamı kullanan değil, makam için veren olmalı” Ali yolundan giden, Ali Makamınıtemsilen lakabı gibi “Turap” olmalı. Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nindediği gibi, öfke, kin, hasetlik vb. için ayağa kalkmamalı, kalkacaksa hizmet için
ayağa kalkmalı. Kendisinin olmadığında ya dakendisinden sonra, kendisini temsil edecek kişinin de bu özelliklere sahip
olması gerektiğini bilerek bu kişiyi yetiştirmeli. Yetişen-Yetkin-Yetiştiren
olmalı. YORUM (özet) Buraya kadar olan konuşma metni
üzerinden günümüz koşul ve durumları için yorumlarımı sizlerle paylaşmak
istiyorum. Bir deyimde; “Her gün yürüdüğünüz
yoldaki taşa bir kez takılmak kazadır, iki kez takılmak dalgınlıktır, ama üçüncü
kez takılmak budalalıktır, ahmaklıktır.” Der. İnsan olmanın bir özelliği
hata yapabilir olmaktır. Hata yapmıyor olsaydık, o zaman kendimizi Tanrı katında
bulurduk. Birçok hükümdar, diktatör, imparator en büyük hatayı kendilerini tanrı
olarak görmelerinde yapmışlardır. Hata insana mahsustur. Önemli olan Hatalarımızdan
ders çıkarıp, Yol’ da ilerleyebilmektir. İşte bu nedenlerden dolayı her
can önce kendi özünü kendi dara çekmeli –İnandığım bu Yol’a yanlış yaptım mı?-
diye sormalı. Hatası varsa düzeltmelidir. İnanan insan Yol’a turap olandır.
–Ayağa kalkacaksa hizmet için kalkmalı.- “Ben, benim…” ile başlayan her cümle benliği
işaret eder ki Yolumuzda yeri yoktur. Kırklarda olduğu gibi “Biz” vardır.
Her şey Yol içindir. “Ben” düşüncesi “Biz” düşüncesinin yanında
bir damladır, su birikintisidir, içindeki her türlü kiri gösterir. “Biz” her
türlü kiri içinde yok eder, okyanustur, deryadır. SON SÖZ Bu metin Hünkâr Hacı Bektaş
Veli Vakfı Kurucular Kurulu üzerine yazıldıysa da Alevi Bektaşi Yol’ una gönül
vermiş her cana özellikle Yol üzerinde önderlik yapan; dede, baba, ana, rehber,
âşık, sadık vb. topluma örnek olacak insanlara yöneliktir. “Arifler arı
olmalılar ki arıtıcı olsunlar.” Çeşme kirli akarsa el yıkanamaz. Bu Yolun öncüleri, kurucuları,
“biz” olmayı tercih etmişlerdir. Eğer ki günümüzde bu Yol’u yaşamak, yaşatmak
istiyor isek her bir can bir damla olup, “Biz”e ulaşmalı derya olmalı, okyanus
olmalı |