Âşık Remzâni |
B İ Z Öncelikle Dergâhta birlik
çabalarının bir sonucu olarak kurulan vakfımızın, Alevi-Bektaşi yoluna gönülden
bağlı insanlarımıza umut, inananlarımıza güç, düşünce yapımıza ışık
olması ve aynı zamanda yüzyıllardır sürdürülen, bizi önce yok etme, sonra
yok sayma ve son zamanlardaki asimile etme çabalarına engel olması yolunda başarıları
olması için gayretin bizlerden, nefesin Hünkar’dan olmasını diliyorum. Anadolu topraklarında yüzyıllardır
yaşayan bizler, kendimizi, bu toprakların bitkisi, kokusu, havası, suyu, gibi
onu var eden ona can veren parçalarından biri kabul ederiz. O nedenle bizler bu
topraklarda hiç başkası olmadık ve kendimizi hiç öyle hissetmedik. Buralarda
birlikte yaşadığımız tüm can taşıyanlara aynı gözle baktık, onlara hizmet
edenlere destek olduk. Tarihimiz boyunca bu topraklarda var olan toplumların
hep bir parçası, çoğu zaman da ana unsuru olduk. Ama mazlum kalmanın huzuru ve
mutluluğu dışında maalesef hep haksızlıklara ve vefasızlıklara uğradık. Osmanlı’nın kuruluşunda, gelişmesinde
biz vardık. Ancak, kuruluş dualarında var olduğumuz Osmanlı’da, yok sayıldık,
yok edilmeye çalışıldık. Kurtuluş savaşında, Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluşunda
da yine biz vardık. Kurtuluş savaşında Atatürk’ün yanında herkesten önce biz olduk,
Cumhuriyet’inin kuruluşuna en büyük desteği biz verdik. Herkese eşit yaşam ve
inanç hakları sağlayacağına inandığımız laik düzenin kurulması, din ve devlet işlerinin
birbirinden ayrılması hayali ile Cumhuriyet İlkelerinin yaşatılması için
mücadele ettik. Bu yolda çaba sarf ettiğine inandıklarımıza güç verdik, oy
verdik, İnancımızdan aldığımız güçle “yaşamımızı ibadete çevirir, yolumuza
devam ederiz” diye bu süreçte yol hizmetlerimizin engellenmesine bile razı
olduk. Ancak geldiğimiz noktada yine yok sayılıyoruz ve yok edilmeye çalışılıyoruz.
Osmanlı’da uygulanan
yöntemlerle yolumuzu, inancımızı yok edemeyeceklerini görenler, özellikle son
zamanlarda açık açık yürüttükleri, bizi yeniden tanımlama, kendilerine benzetme
ve yok etme amaçlarına, yeni yöntemlerle hız vermişlerdir. Bu yeni yöntemlerin
en öne çıkanı bizi bizim insanımızla değiştirerek, yolumuzu, adı Alevi-Bektaşi
olarak kalsa bile sonu Şeriat olan bir inanca dönüştürme çabalarıdır. Bu amaçla
içimizden insanlara kendilerini yeniden tanımlatmakta, Muharrem ayında zengin
iftar sofraları düzenletmekte, Cami’nin yanına aşevi gibi Cem evleri yapılmasını,
Alevi dedesini cami hocası gibi maaşa bağlanmasını destekletmektedir. Aliyi
sevmek Alevilik ise, en iyi alevi benim, Hacı Bektaş Veli aslında Sünni’dir ve
zamanında namaz da kılardı, gibi söylemleri ile bizi hiç anlamadıkları, tanımadıkları
açıkça belli olan insanların, bu oyunlarına karşı uyanık ve bilgili olmak
zorundayız. Bizler varoluş tarihimiz
boyunca bu anlayışlarla ve bu basit taktiklerle hep mücadele ettik. Her şartta
inancımızı yaşamaya çalıştık. Mücadelemiz, yolumuza, canımıza kastedilmedikçe,
hep bir güvercin gibi silahsız ve masum oldu. Aynı zamanda bir güvercin gibi
hiç değişmedik ve hiç yok olmadık. Oynanan bu yeni oyunlarına da ancak yine
yolumuza, inancımıza sahip çıkarak, onu yaşatarak engel olacağız. İnanç
önderlerimizle, yurt içi ve yurt dışında amacı Alevi-Bektaşi toplumunun varlığını
korumak ve yaşatmak olan tüm dernek ve federasyonlarımızla el ele vereceğiz.
Can anlayışımızla, halimiz ve tavırlarımızla, bize en yakışan dil ve
yöntemlerle mücadele edeceğiz. Yani yolumuza kendi inancımızla, Erkanlarımızla
sahip çıkacağız. Ayrıca şu da iyi bilinmelidir
ki biz İslam’ı bu gün yaşatılan ve sürdürülen şeklinden çok farklı yorumluyoruz
ve çok farklı yaşıyoruz. Bu inanç yapımızla, yaşam şeklimizle, insan ve ibadet
anlayışımızla, bizleri nasıl isimlendirirlerse, hangi mezhep veya inanç grubuna
sokarlarsa soksunlar biz kendimize Müslüman diyoruz. Ancak bizleri sadece
kendilerine benzetmek amacı ile Müslüman olarak tanımlayanların bu şekilde tanımlamalarını
kabul etmiyor ve bizi Alevi, Bektaşi, Kızılbaş vb. olarak veya nasıl istelerse
öyle tanımlamalarını tercih ediyoruz. Bu topraklarda yüzyıllardır yaşayan
bizler de, kendimizi Alevi-Bektaşi olarak tanımlıyoruz. Ancak nasıl
isimlendirilirsek isimlendirelim inanç yolumuzda her zaman esas olan Can’dır,
canı olandır. Yolun Can için olduğunu, Mürşit’in, Dede’nin ve Talip’in de yolun
hizmetkârları olduğuna inanırız. İbadetlerin ödül için değil yaşam için olduğunu,
ibadetin araç olduğu amaç olmadığını kabul ederiz. İbadetin şeklinin toplumların
kültürleri ile oluştuğuna, değiştiğine inandığımız için de ibadetleri şekli ile
değil Can’a kattıkları ile değerlendiririz. Bu nedenle Cemlerimizde yaşadıklarımızı
sorgular, halimizi ödüllendirir, cezalandırırız. Biz bu inanç yapımızı yeni de
oluşturmadık, var olanı sürdürdük, yaşattık, yaşatıyoruz, yaşatacağız.
Alevi-Bektaşiliğin bu toprağın inancı olduğuna inanıyoruz. Bu topraklarda yaşam
biçimimiz ve ibadet şeklimiz de özünü ve anlayışını koruyarak zamana göre değişmiştir,
değişmeye de devam edecektir. İnsanlık tarihi ile başlayan İmam Ali ve Kerbela
ile can bulan, Hünkâr ile ışıklanan yolumuz ancak yine insanla birlikte yok
olabilecektir. Yolumuz, hangi yöntemlerle kalıplaştırılmaya, kime benzetilmeye
çalışılırsa çalışılsın özünü değiştirmeyecek ve insan için insanlık için var
olmaya devam edecektir.
Haluk G. Ulusoy 10.07.2013 |