Âşık Remzâni |
BİRLİK OLMAK
Haluk Gürbüz ULUSOY Alevi Bektaşi toplumu olarak son yıllarda
üzerimizde, ayrıştırma, sorgulama, tanımlama adı altında oynanan oyunlara karşı
çok dikkatli olmalı ve bu oyunları ancak birlik olarak bozabileceğimizi, birlik
olmak için de her konuda aynı olmak, aynı düşünmek, hatta inancımızı bile aynı
şekilde tanımlamak gerekmediğini de unutmamalıyız. Bu gün ülkeyi yönetenlerin veya bizi asimile
etmeye uğraşanların, tarih sayfalarını karıştırıp, bizi bize kendi tarihleri
ile anlatma, bir savcı edası ile ortaya attıkları iddiaları bize yorumlatma çabalarına
da alet olmamalıyız. Bu kötü niyetli çabalara karşı aklımızı kullanmalı ve inancımıza
sarılmalıyız. Bizim yolumuz akıl ile gönlün muhabbeti ile var olmuştur ve ancak
öyle var olmaya devam edecektir. Bir mücadeleyi kazanmak için her yolun, yöntemin
mubah olduğu, uygun olduğu anlayışı bizim inancımızda, yolumuzda yoktur ve bunu
tarihimizin hiçbir anında tercih etmemişizdir. Kerbela olayı bunun en açık
kanıtıdır. Biz de hak, hukuk arama mücadelelerinde esas alan yapılan eylem ve hizmetin
amaca yakışmasıdır. Yola yakışmayan yöntemlerle elde edilecek başarılar, amaca
değil araca hizmet eder ve yola zarar verir. Bu gün de bu şekilde, yolumuzdan, inancımızdan
tavizler veren yöntemlerle hak mücadelesi verenler geçici başarılar elde
etseler de güç kazanırken yok olmaya başlayacaklardır. Alevi Bektaşi tarihini de kendi bakış açıları ve
mücadele yöntemleri ile anlamaya sorgulamaya çalışanların Ermeni olaylarının 100.
yılı nedeniyle yine garip iddialar ortaya atarak, Alevi-Bektaşi toplumunu da bu
tartışmaların içine çekme gayreti içerisinde oldukları görülmektedir. İster
adına Tehcir deyin ister Soykırım isterse Katliam, bu topraklarda bu konuda çok
büyük acılar çekildiği kesindir. Ayrıca bunun sebebi de ne olursa olsun ister
din savaşı, ister kültür farklılığı ve isterse ihanet, bunlardan hiç birisi bu
acıları hafifletmez ve yapılanları haklı göstermez. Bu olaylarda Alevi Bektaşi
toplumunun yer ve rol aldığı ile ilgili düşünce ve kanaatteler ise tam
anlamıyla eşyanın tabiatına aykırıdır ve kötü niyetlidir. Bu gün Anadolu’yu biraz
gezen, biraz toplum içerisinde bulunan hiç kimse Ermeni olaylarının hiçbir
yerinde Alevi Bektaşi toplumunun olmadığını anlayacaktır. Aksine bu olaylarda
haksızlığa uğrayanlara kucak açan, ocağına alan, bağrına basanların başında bizim
insanlarımız gelmektedir. Üstelik bunu tarihi boyunca hep mazlumdan yana olan
ve tüm yaratılanları can olarak gören inancının gereği olarak, zulme uğrayan bu
insanların kültürünü ve inancını sormadan, sorgulamadan yapmıştır. Bunun için
ne dedesinden ne mürşidinden tavsiye alma gereği bile duymamıştır. Çünkü dedesi,
mürşidi, yolu ona her şeyden önce Can’ın geldiği inancını vermiştir. Dolayısı
ile bir Alevi Bektaşi insanının başka türlü davranması mümkün değildir ve aksi
varlığını, inancını inkâr etmesi anlamına gelir. Ermeni olaylarında olduğu gibi Anadolu
topraklarında tarih boyunca yaşanan tüm acılarda toplumuzun bu içgüdüsel
davranışlarının hikâyeleri de halen muhabbet toplantılarında anlatılmakta ve bu
güne taşınmış canlı şahitleri dinlenmektedir. Bu gerçekler apaçık ortada iken
Ermeni katliamında bizlerin de rol almış olabileceği ile ilgili tüm bu bölme
parçalama amaçlı saçmalıklara kulak tıkamalı ve hiç bir şekilde muhatap
almamalı ve cevap vermemeliyiz. Bu garip ve kötü niyetli söylemler yanında son
zamanlarda yine Alevi-Bektaşi toplumunun kendini tanımlama tartışmalarının
içine atıldığı anlaşılıyor. Biz kendimizi nasıl tanımlarsak beğenileceğiz, kabul
göreceğiz, hak talep edeceğiz, hakkımızı alacağız telaşı öne çıkmış görünüyor. Bu
kendini tanımlama merakı ne yazık ki inancını tam olarak tanımamaktan
kaynaklanıyor. Bir bölümümüz bu amaçla biz aslında Müslüman
değiliz diye başlayan, sanki aksini söyleyen varmış gibi, biz İslam’dan önce de,
Musa’dan önce de, İsa’dan öncede vardık diyen bir anlayışla, kendi yol tanımını
öne çıkartmaya, kabul ettirmeye çalışıyor. Bunlar uzun zaman bu kültürün
dışında kalıp, farklı inanç ve inançsızlıklar yaşadıktan sonra Aleviliğin
felsefesini anlayıp, akıl ve gönül birlikteliğini görüp, tadıp, seven, ancak inancını
tamamlayamayan canların yolu tanımlama çabalarıdır. Bir kesimimizde ise cami de bizim cem evi de
bizim, ramazan da bizim Muharrem de bizim, Cuma namazı da bizim Halka namazı da
bizim, asıl Müslüman biziz diyen ve böylece kendini çoğunluk topluma kabul
ettirip, onay bekleyen bir anlayış var. Bu tanımlama da toplumumuz üzerinde
yüzyıllardır sürdürülen baskı ve asimilasyon uğraşlarının bir sonucu olarak oluşmuş,
özünden uzaklaşmış ve yine ne yazık ki inancı tam olarak bilmeyen ve yaşamayan
canların görüşüdür. Bu Aleviliği yeni tanım çabaları sadece bu
konuyu ortaya atanların ekmeğine yağ sürer ve emin olun parçalanıp,
küçülmekten, hak arayamaz hale gelmekten başka hiçbir işe yaramaz. Konuşulan
şey sadece tanımdır. Gerçekten bizim sorunumuz tanımlanmak mı? Müslüman mıyız
değil miyiz? Peki, hangi kabul bizi daha çok Alevi yapacak? Gidin Anadolu’ya,
tarikat yürüten insanlarımıza sorun. Acaba kaç kişi biz Müslüman değiliz
diyecek. Veya benzer şekilde kaç kişi biz Peygamberi, Kur’an’ı tanımayız
diyecek. Hangi Anadolu Alevi’si Pir’inden, Mürşit’inden Dergâhından ayrılacak
veya yıllardır lanetle andığı Yezit’in Muaviye’nin, Emevi'nin İslam’ını kabul
edecek. Biz Muhabbetlerimizde, Cemlerimizde, hep Hak,
Muhammet Ali Dedik. Kuranı bildiğimiz dilde anlatan Gülbank’larımızla dinledik,
anladık, inandık. Tüm cemlerimizde kendi Miraçlamamızı yaptık. Şimdi bu inanç
bizi Müslüman yapsa ne olur, Müslüman yapmasa ne olur. Alevilik İslam’dan önce de varmış Ben
aleviyim, ama Müslüman değilim diyen biri, yolda ise, ocağı, dedesi piri var
ise, alevi inancının gereklerini yerine getiriyor ise tüm insanlar aynı gözle
bakıyor ise, gerçekten bu insanın kendini nasıl hissettiğinin, tanımladığının
ne anlamı var. Bizim gönlümüzde, yolumuzda o insandır ve alevidir. Bana göre
Müslümandır da. Eğer kendini öyle tanımlamıyorsa da bu da ancak bir muhabbet
konusudur, başka da bir şey de değildir. Biz kendimizi sürek farklılıklarımıza rağmen yüzyıllardır,
Alevi, Bektaşi, Kızılbaş, Tahtacı, vb. bir sürü farklı şekilde tanıtmış ve
tanınmışız. İnancımızı, yolumuzu birileri istedi diye yeniden tanımlamaya hiç
ihtiyacımız yok. Eğer bu canlar, yolda ise, yola hizmet ediyor ise, Müslümanım
diyen de bizdendir, değilim diyen de. Önce bir araya gelip çok olalım, yolda
olmayanları, yok olmaya yüz tutanları aramıza, mücadelemize ortak edelim.
Unutmayalım ki çok olmak için önce bir olmak gerekir ve çok olmadan da bir
olunmaz. Bu güne kadar zaten ayrılmaktan, ayrıştırılmaktan yeteri kadar mağdur
olmuşuz, özellikle bu günlerde bir de bu şekilde parçalanmayalım ve
mücadelemizi birlik olarak, inancımıza uygun yöntemlerle sürdürelim. Hak
Erenleri hep mazlumdan, haklıdan ve barıştan yana olmuştur ve bu gün de
mücadelesini, amacına uygun yöntemlerle sürdürenlerden yana olacaktır. Aşk ve sağlıkla kalın Haluk G. Ulusoy 23.01.2015
|